Mahmut askerliğini çavuş olarak yaptığı için ona Mahmut çavuş da denirdi.
Askerlik dönüşünde Yavşan’da Fadime(Hemme) adlı bir hanım ile evlenmiştir. Fadime akrabalardan biri değildi. Mahmut çavuşun Fadime den iki kızı dünyaya gelir. Bunlara Kezban ve Münevver adı verilir.
Mahmut çavuş otuz yaşları civarındayken talihsiz bir olay meydan gelir. Onun adı bir yol kesme olayına karışır. Bu durumdan etkilenen ve korkan Mahmut çavuş, kimseye danışmadan ve de karısını ve kızlarını kardeşlerine bırakarak memleketi terk eder ve izini kaybettirir. Onun nerede olduğunu ve de yaşayıp yaşamadığını karısı ve kardeşleri dahi bilmezler.
Nice zaman sonra Mahmut’un mektubu Manisa’dan gelir. Mektupta adres yoktur. Ancak onun hayatta olmasının bilinmesi ailede çok büyük bir sevinç yaratır. Elbet bir gün olur buraya döner diye teselli olunur. Bir zaman sonra o karısını ve kızlarını Ahmetli’ye alır. Onun Ahmetli’ye yerleştiği, orada bağ ve ev aldığı anlaşılır.
Mahmut, 1946 da kurulan Demokrat partiye girmiş ve ateşli ve heyecanlı bir partili olmuştu. Bu parti 1950 de iktidar olunca bir af kanunu çıkarmıştı. Bu af yasası Mahmut’un sözde suçunuda kapsıyordu.
Yıl 1950 . DP’nin Ankara’da büyük kongresi var. Mahmut bu kongre için Ahmetli'den delege seçilir ve Ankara’ya doğru yola çıkar. Artık af yasası yürürlükte olduğu için rahat bir biçimde, akrabaları ile hasretlik gidermek için Yavşan’a gelir. Mahmut kısa sürede köyü çok sever, adeta akrabalarına doyamaz. Akşamları belli evlerde toplanılır, hep siyaset konuşulurdu. O günlerde bizim köylülerin siyaset bilgileri ve birikimleri pek azdı. Demokrasi sözcüğü bizim oralarda yeni yeni işitilmeye başlanılmıştı. O ege den geliyordu. Ege, ülkemizde daima demokrasinin beşiği olmuştur.Anadolu’da demokrasi rüzgarları esmeye başladığında, Ege demokrasi fırtınalarına sahne oluyordu. Bu nedenle Mahmut’un üstünlüğü tartışılmazdı. Hem o, DP nin delegesi ve de Bucak Başkanıydı. O nedenle DP’nin ileri gelenlerinden Celal Bayar, Adnan Menderes, Refik Koraltan, Fuat Köprülü, Fevzi Lütfü Karaosmanoğlu ve öteki Manisa Miletvekillerini yakından görmüş, ellerini sıkmıştı.
Mahmut amca siyaset sohbetlerini koyulaştırdıkça bizimkiler adeta eziliyor, ne kadar cahil kaldıklarının bilincin vararak, kendilerinin tarlalarda zamanlarını haybeye geçirdiklerini anlıyorlardı. Biryandan onu dinlerken, bir yandan da kendilerini sorguluyor gibiydiler. Tatile rastladığı için bu sohbetlerde ben de bulunmuştum. Akrabalığın sıcaklığı onu iyice sarmıştı.
- Bu günleri çok bekledim. Şükürler olsun kavuşturana.
- Bizler de seni çok özlemiştik.
- Yarın Ankara’da kongrede haykıracağım. Hesap soracağım. Kimse bu memleketi sömürmek için iktidar olamayacaktır. Haksızlıklara yeter diyeceğiz. Söz milletindir diyeceğiz.
Oysa etrafında onu zevkle dinleyenleri çoğu İsmet paşacıydı. O herkesi kendi gibi koyu demokrat sanıyor, aldanıyordu. Kibarca uyardılar:
- Emmizade sen gene de fazla ileri gitme, İsmet paşacıları kızdırısın sonra .
Baktılar ki konu tatsızlaşacak, biri konuyu değiştirdi.
- Emmizade bu sefer burada çok az kaldın. Bak bunu saymıyoruz, tekrar gel ve hepimizde ayrı ayrı kal.
- Hay atana rahmet. Nasıl da bildin kafamdan geçeni. Hayırlısıyla şu seçimleri kazanalım. Geleceğim Yavşan’a. Hemde çok kalacağım. Doyamıyorum buralara. Siz hasretlik nedir bilmezsiniz. Ben tam 25 yıl şu toprağın kokusuna hasret yaşadım. Askerliğe gittiğinizde bu hasretliği duymadınız mı ?
Mahmut amcayı o akşam uğurlamak üzere vedalaşırken Fevzi Ağabey:
- Seni en kısa zamanda tekrar aramızda görmek istiyoruz. Söz ver bize, demokratça
- Ulan Fevzi, en zayıf yerimden vurdun beni. Demokrat sözü veriyorum.
Hep bir ağızdan:
- Haydi yolun açık olsun.
- Siz de sağlıcakla kalın.
Aradan aylar geçti. Memlekette seçim yapıldı. DP iktidara geldi. Ve birgün sözünün eri olduğunu kanıtlamak istercesine bizim Demokrat beklenmedik bir günde Yavşan’a çıka geldi. Gene hasretler kavuştu, gene tabakalar açıldı, çaylar, kahveler içildi, yemekler yendi ve siyaset konuşmalarına kaldığı yerden başlandı. Bu sefer Demokrat’ın kaç gün kalacağını bilen yoktu. Görünüşe bakılırsa uzun kalacağa benziyordu. Bu sefer akşam yemekleri için evler sıraya girmişti. Her akşam başka bir evde sohbetler sürüyordu. Gündüzleri havuzbaşı sohbetleri de ekleniyordu bunlara, çay fasıllarıyla.
Demokrat sordu, havuzbaşında:
- Şu çocuk kimin çocuğu ?
- Kamil’in torunu. - Gel yanıma bakayım. Maşallah pek sağlıklısın. Okula gidiyormusun ?
- Evet - Söyle bakayım. Bir kilo demir mi daha ağır yoksa bir kilo yün mü?
Hasan önce şaşırdı. Ne biçim bir soru diye. Sonra cevap verdi:
- İkiside eşit ağırlıktadır. Ve hasan Mahmut dedesinden bir aferin aldı.
- Şu kız kimin ?
- Omar’ın torunu
- Gel bakayım, güzel kız. Senin adın ne ?
- Azime - Sen okula gidiyormusun ?
- Evet
- Okuyup ne olacaksın ?
- Öğretmen olacağım
- Evet kızım, sen oku ve öğretmen ol ve insanlarımıza demokrasiyi öğretki, demokrat nesiller yetişsin. Tanrı muvaffak etsin.
Misafirlik günleri birbirini kovalıyordu. İki ay ne kadar çabuk geçmişti. Mahmut amca yatağına her girişte her akşam zamanın bir muhasebesini yapıyordu. Kendi kendine:
- Eskiden de böyle mi miydi? Zaman ne kadar çabuk geçiyor burada. Sanki günler burada 12 saat. Ege’de ise geçmek bilmeyen 24 saat.
Ateşli demokratta son günlerde birşeyler iyi gitmiyor gibiydi. Eskiden var olan bronşiti ve nefes darlığı yavaş yavaş problem olacak gibi görünüyordu. Nitekim aradan çok geçmedi. Bir üşütme sonunda hastalık artınca Tevfik’e :
- Yarın bir doktora gitsek , dedi.
Ertesi gün kasabada Dr. İhsan Sarıkardaşoğlu, Dr.Nurettin Tuncel ve Dr.Nazım Tola tarafından ayrı ayrı muayene edildi. Sonuçta Sivrihisar hastahanesine yatırıldı. Dr.İhsan :
- Durumunu hiç beğenmedim. Uyguladığım tedaviye cevap vermiyor. Allah bilir, doğduğu topraklar çeki onu buraya.
Doktor Nurettin de onu teselli etmişti:
- Amca korkma. Sen daha nice seçimlere, kongrelere katılırsın. Siz eski topraksınız, sağlam olursunuz.
Hasta umutsuz ve yorgun bakışlarla:
- Doktor, hastahaneniz güzel de etrafı pek çıplak. Ağaç dikmemişsiniz. Ben yerime döneyim, size çam fidanları göndereceğim.
Hasta biraz iyileşince, Tevfik ile İsmail, ağabeylerini yanlarına alıp onu Ahmetli’ye götürdüler. Onlar birkaç gün kalıp, döndüler. Dönüşlerinde yorgun demokratın, doktorlara söz verdiği çam fidanlarını da beraberlerinde getirdiler ve hastahanenin bahçesine diktiler. 1955 yılında dikilen çamlar şimdi büyük ağaç oldu. Günler geçiyor, ama kulaklar hep kirişteydi. Ve birgün Tevfik Eroğlu’na bir mektup geldi, Ahmetli’den. Tevfik’in titreyen ellerle açtığı mektup zarfının üzerinde 1955 damgası vardı. Tevfik, zarftan çıkan mektubu Selahattin’e uzattı, oku diye. O mektubu önce bir süzdü, sonra üzgün gözlerle babasına bakarak:
- Başımız sağ olsun dedi.
Mahmut Eroğlu ve eşi Fadime(Hemme) den gelen kuşağın şeması
Mahmut Eroğlu, namı diğer Mahmut çavuş torunları genelde Ahmetli’den Manisa ya göç ederek orada yerleşip, iş, güç sahibi oldular. Bunlar arasında Simail Dönmez Açık Öğretim Fakültesi İş İdaresi Bölümünden mezun olarak, bir limited şirket altında kendi işini kurmuştur.
Gene bunlar arasında olup yüksek öğrenim görmüş olan Fatih Dinçer de Ahmet’li de kuyumcu dükkanı açarak altın işi yapmaktadır. Mahmut çavuşn torunlarının çocuklarının sayısı 18 olmuştur. Bu aile Manisa ve Ahmetli’de yaşamaktadır.