22 Mayıs 2004 Cumartesi

Gazi Emmi

Kurtuluş Savaşının barut kokan ve gök gürlemesi gibi patlayan top seslerinin ortamında, şarapnel yemiş, Sahra Hastanesinde kolunun biri vatana bağışlanarak, gazilik evresine ulaşmış bir savaşçıydı. Hava değişimi için köyüne gönderilen kahraman savaşçının adı bundan böyle Gazi olarak belleklere yerleşir. Ne var ki zor günler Gazi nin yakasını bırakmaz. Zaten savaştan yeni çıkmış fakir ülke de bir uçtan diğer uca yoksullukları yaşamaktadır.Yıllar sonra Gazi gibi olanlar için Devlet özel kanun çıkarmış, bunları unutmadığını kanıtlayarak yüreklerine ferahlık vermiştir. Devlet bu gibilere aylık bağlamıştır. Gazi için aylık bağlanması bir can kurtaran olur.
Artık Gazi nin düşük omuzları dikleşmiş, göğsü yukarı kalkmış, kara gözlerine fer gelmiştir. Ne var ki köyde ona karşı kıskançlık ve hasetlik rüzgarları da esmeye başlar. Devlet aylıkla yetinmeyip birer madalyayla da onurlandırmayı ihmal etmez. Madalyayı yere göğe sığdıramayan Gazi der ki: Bu bir Kurtuluş Savaşı Madalyasıdır. Bunun eşi Gazi Mustafa Kemal in göğsündedir. Bunun tüm madalyaların en hası, şereflisi olduğu söylenir.
Cumhuriyet Bayramlarında göğsünde madalyası,sırtında byramlık siyah urbası ve başında bir numara büyük fötr şapkasıyla tek kollu Gazi, kortejde halkın alkışlarıyla yerini alır.
Gazi, milyonlarca Türk köylüsü için bir semboldür. Yokluk çekmiş, kaderine boyun eğmiş, her işini Tanrıya bırakmış bir kul... Umduklarına erişemeyeceğini bildiğinden , yeşermeyeceğini bildiği tarlalara umut tohumu ekmemiştir.
Güçlü ananeleri ve geleneklerinin yasal geçerliliği içinde, kendi yarattıkları dünyalarında gelmiş, geçmişlerdir.
Elde avuçta; cepte cüzdanda; yastık altında para pul yok...İnsanlar:
“İşten değil, dişten artar sözünü yaşamlarının yol göstericisi olarak kabul etmişler. Para biriktirme ve artırma fikrini, yeni doğan bebeklerin kulağına adını söyler gibi okuyup üfleyen bir toplumun bireyleri için elbet para her şeyden önde gelir.

Günlerden Çarşamba. Bu gün kasabanın pazarı. Bu yörenin adamı pazara pek düşkün. Gelenek böyle kurulmuş, düzen böyle işliyor.
Gazi Emmi de tek koluyla hiçbir pazarı kaçırmaz.. Alış veriş edeceğinden değil, alışkanlık. Pazar yerinde ileri geri, şuraya buraya ayakları götürür onu. Sıkılınca bir kahveden kalkar diğerine... Hangi masaya otursa çaylar söylemeden gelir. Bunun nedeni, tek kollu oluşu mu, madalyası mı yoksa kendisi mi ? Bunu o da bilmez.
Sırtında siyah urba, göğsünde madalya, başında kulaklarına kadar düşmüş fotürüyle o pazarda.
Bu gün o pazara alış verişe değil üç aylığını almaya geldi. Veznede elleri titreyerek aldığı üç aylığını, titreyen parmaklarıyla güçlükle yerleştirirken cüzdanına, yedi kat yerine soktu o cüzdanı. Kapıdan çıkarken savaştaki komutanı gibi başı dik hissetti kendini. Karşısında kasabayı kucaklayan Yazıcıoğlu Kalesi ile Kartalkayası kadar güçlü ve onurluydu o gün. Çarşı içine doğru yürüdü, Lezzet Lokantasının önüne geldiğinde gözlerini ayıramadı yemeklerden. Acıkmıştı. Gözü çorbaya takıldı. Her Pazar gözüm kalırdı şu çorbada. Kısmet olmadı bir türlü.Der kendi kendine. Canı çeker ama, alışkanlığı yok. Bize göre değil der,pahalı der. Amaa, ayakları onu uzaklaştırmaya çalışırken, birden karar değiştirir. Madalyanın ve yedi kat düğümlü çıkının içindeki üç aylıktan aldığı cesaretle kendini lokantada bulur.
Lokanta orta boyutta bir salon. Salonda masalar, masalarda insanlar...Yakasında madalya, başında fötr biraz bakınır: Hükümetteki memurlar, öğretmenler, kasabanın eşrafından birkaç kişi.Kapıya yakın boşalan masaya ilişir. Garsona : Çorba der. Çorba gelir, yanında yarım ekmekle.. Hem de ak ekmek. Sıcacık, üstü yağlı ve baharatlı. Bir kaşık alır, acı ama çok lezzetli. Öyle hora geçer ki... Tek koluyla içerken herkesin kendine baktığını sanır. Çorbanın adını sorar garsona. Ezogelin der garson. Hoşuna gittiğini başıyla anlatır. Sonra düşünür : İşte varlıklıyla, yoksulun, kırsalla kentselin farkı bu lokantada şu çorba kasesinde. Zenginlik iyi şeymiş, bir kez daha anladım.Der.

18 Mayıs 2004 Salı

Emekli İkramiyesi

Ben de insanım. Çalış, çalış, çalış. Usandım, bıktım artık. Karar verdim, emekliye ayrılacağım. Kaç yıl oldu saymadım , ama kaç yıl olursa olsun yeter artık. Emekli olmak için ille de belimin bükülmesi, ya da adımı hatırlayamayacak kadar kafayı üşütmem mi lazım. Aynalarla aram açılalı kaç yıl oldu. Oysa onlar bana hep gülümserdi. Hani o herkesin kıskançlığını çeken cildim? Hayatımın diyetiymiş gibi, her gün damla damla vererek, bu günkü kara sarı bir yüze geldim. Şu eller, bu yüz benim mi ya Rabbim?
Yeter artık; keyfime bakacağım. Yalnız kendim için...Kimseye iyilik de yapmayacağım. Bunca zaman patronumun her şeyi oldum; uşağı,kölesi, hizmetçisi, goygoycusu... Oldum da ne oldu? Firma gelişti, büyüdü, daha çok zengin oldu. Ya ben ? Bir arpa boyu ileri gidemedim.
Kararım kesin. Emekli olacağım. Biraz da kendime...

Bir gün vurdum saymanın kapısını, girdim içeriye. Sevindi beni görünce. Ayağa kalktı, elimi sıktı, kahve söyledi, sigara ikram etti.
Hayrola ! Buralara uğramıyordun çok zamandır. Maaşını mı soracaktın ? Bu ay böyle. Kesinti oldu.
Yok yok maaş falan değil.
Terfi mi isteyecektin?
Hayır, Müdür bey.
Öyleyse !
Emeklilik.
Kimin? Senin mi?
Kahveyi höpürterek keyfle içerken ona eşlik eden sigaranın dumanıyla keyfini çıkartıyordu.
Bu günedek hep o Müdür, ben ise sıradan bir memur. Gelenek, görenek dedik. Hep o önde, o yukarıda, o akıllı ve haklı. Erk onun elinde. Modern kürek mahkumları, ya da Mısır firavunlarının çalıştırdığı esirler gelirdi aklıma. Onun için başımız hep eğik olmaktan boynum tutulmuştu, başım kalkmaz olmuştu.Dilim konuşmayı unuttu sanırdım. Meğer hiç de öyle değilmiş.
Kararımı verdim ya şirketten ayrılmaya, yıllar önce bana kızarak beni terk eden kişiliğim imdadıma yetişti. Beni savundu Müdüre karşı.
Sizi kovan mı var. Ne güzel çalışıyorduk şurda. Nerden çıktı bu emeklilik. Daha dur bakalım...
Yoruldum Müdür bey.

Başka bir yerde çalışmayacaksın değil mi?
Hayır..
Bana kalırsa bir süre sonra evde sıkılmaya başlayacaksın. Bir çay daha alır mısınız? Yeni demlendi. Havalar çok değişken gidiyor, değil mi?
Müdür bana ve telefonlara cevap yetiştirmekten çayını soğuttu.
Ah bu telefonlar! İnsanı rahat bırakmazlar.
Bu yüzden başladığımız konuyu bitiremiyorduk.
Bari ben gideyim de telefon edeyim. O zaman sonuna kadar kesintisiz konuşabiliriz dedim.
Sen anlat . Kulağım sende.
Lafı uzatıyordu. Acaba nereye getirecekti? Gerçek maksadı benim iyiliğimi düşünmek mi yoksa...
Madem ki kararlısınız, verin dilekçenizi” dedi.

İşlemlerim hemen sonuçlandı. Emekli olduğumu ikramiyemi avucuma saydıkları gün anladım. Az buldum verileni. Yıl hesabına göre bu kadarmış. Bu kadar ucuza mı verdim emeğimi, bilgimi, deneyimlerimi diye ütülmüşlüğümün
Farkına vardım.
Hayatı boyunca toplu para görmemiş, Bağ-Kur lu babam:
Aman kızım parana iyi sahip ol. Zamanımız kötüdür. Kaptırırsın bir soysuza diyor, her gün bir uyarı da annemden geliyordu.
Arkadaşlarımın bir kısmı iş güç sahibi olsalar da çoğu benim gibi evde prangalıydı. En kral zevkimiz toplu gezilerdi . Erkek kadın karışık giderdik gezilere.

Bir defasında o da katılmıştı bize. Zaten onu daha önce arkadaşlarımla tanıştırmıştım. Evli olduğunu nereden bilecekler. Onunla iyi kötü bir geçmişimiz, bozuk düzen bir ilişkimiz vardı. Emekli olmakla iyi ettiğimi övmekle bitiremiyordu. Sonra işlerinin bozuk olduğunu, banka kredileriyle ayakta zor durabildiğini dokunduruyordu,ufaktan ufaktan. Ben konu değiştirdikçe o, sözü aynı noktaya getiriyordu. Bankayı bir ödese, işler yoluna girecekmiş. Toplu bir paraya gereksinimi varmış. Sanki ver senin ikramiyeyi, kapatalım borcu demeye getiriyordu. Babamın ve annemin nasihatları aklıma geldikce, anlat, anlat diyordum içimden.
Bir ay sonra onunla tekrar karşılaştık. Başladı anlatmaya :
Şu bir aydır işler iyice kesatlaştı. Sorun hep aynı, banka sorunu. Onu bir sıfırlayabilsem, gerisi su gibi gelecek.
Borcun biraz olsun hafiflemedi mi?
Nerdeee. Faiz durmak bilmiyor ki...Protesto yedim. Neyse başını ağrıttım. Geç bunları bir kalem. Bak sana başka bir haberim var.
Merakla yüzüne baktım. Tıraşsız yüzü adeta itti beni. Sevimliliğinden eser kalmamış.
Ne gibi bir haber? İyidir İnşallah.Dedim.
Ay dedi.
İş yerinden mi? Diye sordum .Yok dedi, Boşandım karımdan dedi. Anlaşarak ayrıldık. Kendisi zaten çalışıyordu.
Durağa gelmiştik. Görüşelim deyip indi. Her zamanki gibi koşarak gidişini arkadan seyrettim. Cin gibiydi.

Yağmur şiddetlenmişti. Islanmaya başlamıştım. Aksilik şemsiyem de yoktu. Tam bizim televizyoncunun oradan geçiyordum. Çoktandır uğramadım. Haydi girip oturayım, yağmur geçene kadar deyip girdim , mağazaya. Beni görünce sevindiler.
Hangi rüzgar attı seni buraya. Ablamız unuttu bizi sanıyorduk.
Siteme başlamayın hemen. Dışardaki rüzgar attı, işte.
Otur hele. Ne yapıyorsun, ne haldesin? Emekli olmuşsun, doğru mu?
Kim söyledi?
Kim olacak? Bizim Çakaralmaz.Gençlere dönerek: Bak oğlum çay söyle Ablana, fırla.
Çakaralmaz dedin de konuyu açtın. Geçenlerde gördüğümde çok sıkıntılıydı. Borç imiğine çıkmış.
O kadarla kalsa şükret. Protestolar yiyoruz. , o da, ben de.
Sen niye?
Bankaya ben kefilim.
Deme yahu!
Haciz gelecek diye evde ne var ne yok her şeyi karısının üstüne geçirmiş. Sonra da anlaşmalı olarak boşanmışlar. Aslında birlikteler. Kanuna karşı ayrılar.Kendine ucuz bir çatıkatı bulmuş, sırf adres olsun diye.
Ne zor şey değil mi?
Batar, batmasına da banka bana döner. Meğer ki biri çıkar da bankayı öderse.
Acaba bu söz bana mesaj mı, diye düşündüm.
Yağmur hala yağıyordu. Seller akmaya başlamıştı. Ortalık kararmış, gece gibi olmuştu. Emanet bir şemsiye verdiler. Gece uykum kaçtı. Gündüz konuşulanlara takıldı aklım. Hazır ayrılmışken ikisinden biri yan çizerse. Sırtlarında yumurta küfesi yok ya... Kimin ne demeye hakkı olabilir. Benim bildiğim kadarıyla kadın bu işi yapar mı yapar ...
Kadın, güzel mi , güzel. Genç ve güler yüzlü. İş yerinde iyi bir çevre edinmiş. Arkadaş canlısı. Boşandığı duyulsun, seyredin olacakları. Ben ötedenberi söylerim: değil. İşte onları bağlayan pamuk ipliği koptu. Bizim serdengeçti şimdi sinekliğe yakalanan bir sinek gibi ; kanadını kurtarmak isterken, ayağından yapışıyor. Onu kurtaracak birisi lazım. Öyle birisi aranırken o boşandığı karısını bana gönderdi. Kdın utana sıkıla konuyu açtı. Benimemekli ikramiyemin bankada durduğunu bilmeyen yoktu. Dilbaz güzel bana:
İster bana ver, ister eşime. İşletelim. Bir anlaşma yapalım. Seni memnun edecek bir gelir vermeyi üstlenelim. Dedi. Ayrıldıklarını bilmiyorum sanıyordu. Kararsız kaldım bir süre. Ne engel sürsem önüne, anında çürütüyordu. Kıvrak bir zekaya sahipti. Şimdilerde yatırım olarak ne faiz, ne döviz, ne de borsa doyurucuydu.
Kadının önerisi en iyisiydi. Ne var ki, adama güvenim yoktu. Kadın bu işlerden anlıyor gibiydi ve güven veriyordu. Kadın ağzımdan evet sözünü duymadan oturduğu yerden kalkmadı. Pazarlık... Pazarlık... O sırada basiretim bağlanmış olacak ki, ağzımdan olur sözcüğü çıkmış oldu. Ayrılırken sarıldı, öptü tekrar tekrar.
Ertesi günü ikisi birden geldiler. Borcun tamamı kapatıldı . İş yoluna girmişti. Kadın kendi iş yerinden çıkınca buraya geliyor, alınanı, satılanı, gireni, çıkanı kontrol ediyordu. Bu kez iş sağlam kazığa bağlanmıştı. Sağlam kazık kadının kendisiydi. Kadın ticaret işinden anlıyor, ben de ona güveniyordum.
Ne yazık ki bir süre sonra bana verilen sözler unutuldu. Öğrendim ki,eski karı-koca aralarında anlaşarak borsaya yatırım yapmışlar. O tarihten sonra da borsa tepe taklak olmaz mı? Şanssızlık bir kez insanın yakasına yapışmaya görsün; bırakmaz.
Babam yataklara düştü. Kepenklerin temelli indirilmesi an meselesiydi.
Uçmasını bilmeyen kuş, uçuruma yuva yapmaz demişler.


18 / 5 / 2004
URLA