Bekir babası gibi uzun boylu, endamlı, göbeksiz, atletik yapılı, yeşil gözlü bir adamdı.
Gür ve borazan sesliydi. Büyük cüssesi nedeniyle herkez ona Koca Bekir derdi.
Koca Bekir bir ayağı çarşıda olan, ancak uyumsuz ve geçimsiz, sert ve gülümsemeyen bir fizonomiye sahipti.
Koca Bekir’in şehirdeki evi amcazadesi Mehmet’in eviyle duvar duvara bitişikti. Yavşan da ise babasının evi olan 24 numarada oturuyordu.
O da köyden geçiniyor, davarcıık ve çiftçilik yapıyordu. Ne çok fakirdi, ne de zengin.
Kış mevsiminde Koca Bekir’in tek zevki, şehirde arkadaşlarıyla kahvede oyun oynamaktı. Oyun arkadaşlarından biri Belediye Başkanı ve sonradan Milletvekili olan Abidin Potoğlu idi.
Arkadaşları oyun esnasında Bekir’e takılırlar, onu zevk için kızdırırlardı.
Koca Bekir, Yavşan’da öğleden sonra olunca, kapılarına yakın ceviz ağacının altına tezgahını kurar, kahvesini ‘kendin pişir, kendin iç’ sloganıyla zevkle içerken, bahçelere gelip, geçenlere de laf atmayı ahmal etmezdi. O aynı zamanda bahçeleri ve ortak ceviz ağaçlarını biz çocuklardan korurdu. Onun borazan sesini duyan her çocuk korkardı.
Geçimsiz, bet sözlü ve sert bir insan olan Koca Bekir, bir gün Sivrihisar yolunda, tepeyi aşınca, soldaki geniş koyun merasını tarla yapmak maksadıyla, köylülerin ısrarla caydırmak istemelerine karşın, sürmeye kalkınca, onun hakkı olmayan bu girişimini ancak Hükümet aracılığıyla önlenebilmiştir.
Koca Bekir, Aynacılar ailesinden Fatma ile evlenmiş ve bu evlilikten aşağıda adları yazılı çocukları dünyaya gelmiştir.
Karısı Fatma’nın karaciğer kanserinden ölmesinden sonra, evlenmeyen Koca Bekir zaten çok yaşamamıştır.
Şimdi de Bekir’in 3 evladını ayrı ayrı ele alalım:
Hüseyin (Çakır)
Askerliğini jandarma eri olarak yapan Çakır’dan, ben çocukluğumda, onun Urfa ve dolaylarındaki yaşayan insanların vahşet ve ilkelliklerini ve enteresan yaşamlarını ve başka bir dil kullanımlarını heyecan ve merakla dinlerdim.
Hele onun eşkiya takibine gidişini ve karşılaştıkları maceraları ballandıra ballandıra öylesine bir anlatışı vardı ki, şimdi televizyonlarda izlediğimiz macera filmleri, bana o tadı ve heyecanı vermemektedir.
Eskiden uzun boylu ve güçlü olanları yani yakın mücadele yeteneği olanları askere gidince jandarma sınıfına alırlardı. Çakır da bu ölçülere uyduğu için jandarma olmuştu.Kendisi de babası gibi uzun boylu, göbeksiz, atletik yapılı, adaleli, güçlü bir kişiydi. Yeşil gözlüydü. Onun için Çakır denilmişti.
11 Temmuz 1997 günü Çakır beraberinde Şadiye’nin Hulusi olduğu halde şehirden köye gelirken, Ankara yolunda bir kamyon çarpması sonucu 85 yaşındayken ölmüştür.
Karısı Kadriye ise 4 çocuktan sonra, 52 yaşında hayata veda etmiştir. Çakır, ondan sonra ölünceye kadar yalnız yaşamıştır.
Çakır da babası gibi inatçı, bet sözlü ve uyumsuzdu. Uzlaşmacı değildi. Herşeye ve herkeze karşı muhalifti. Kimseyi beğenmezdi.
Babası ve kardeşi Mustafa ile beraberken bir süre atları da vardı. Ancak Çakır köy işlerinden hoşlanmadığı için bu durumu çok uzun sürdüremediler. Gözü hep şehirdeydi. Karısı ona Akıllı lakabını takmıştı.Sonunda Çakır şehirde Toprak Mahsulleri Ofisinde işçi olarak çalışmaya başlamış ve bu işe uzun süre devam etmiştir. Daha sonra da özel sektörde işçi olarak çalışmıştır.
Bu sürelerde yazları çocuklarıyla birlikte Yavşanda kalırdı.Karısının ölümü ve çocuklarının evlenip ayrılmasından sonra Çakır, tekrar köye dönmüş ve buradaki işlerini canlandırmıştır.
Almanya’da yaşayan iki oğlu ona Yavşan da oldukça modern bir ev yaptırmışlardır.Çakır’ın ölümünden öce yegane sağlık problemi gözlerindeki katarak idi. Ameliyat, rahat görmesi için yeterli olmamıştı.
Buna karşın o her sabah motorlu testeresini alır, bağa yayan gider akşama kadar çalışır, akşam dönüşte o dik yokuşu, elinde öte beri olduğu halde rahat rahat çıkar gelirdi.
Yaş 85 kışın karlar yerleri kaplamış, soğuk . Çakır köyden yürüyerek kasabaya gider, alışverişini yapar ve gene köye dönerdi. İnsanın inanası zor geliyor, bilim kitaplarının dengeli beslenme öğütlerine. Günde 75 gram protein (buun %35 I hayvani menşelli olacak), 75 gram yağ, 200 gram karbonhidrat alınmalıymış. Vitaminler mineraller için şu sebzeler, şu meyveler yenmeliymiş. Çakır aylarca meyve ve sebze yemezdi. O aylarca yalnız karbonhidrat ile öğünlerini geçirmiştir. Nadiren et alırdı.Çakır, stresin insan ömrünü kısaltığı yolundaki bilgileri de boşa çıkartmıştır O, hep kızgın ve gergin idi. Herşeye kızar ve isyan ederdi.
Uzun kış günlerinde, yaşına rağmen, köyde tek başına kalıyordu. Bundan büyük stres olur mu? Eğer o kaza sonucu ölmeseydi kesin 100 yaşını görürdü.
Çakır ile ilgili bir anı:Bir gün köy çeşmesi tamir ediliyodu. Herkez oradayı. Ağır bir taşın yeri değiştirilecekti. Gençler, babayiğitler denediler. Taşı kaldıramadılar. Onları gözleyen Çakır dayanamadı. Cesaretle ve hiddetle çıktı ortaya. Gençleri elinin tersi ile itti ve ağır taşa eğildi. Bir, iki hareket ve taşı bir halterci gibi kaldırıp, göbeğinin üstüne oturttu. Sonra adım adım istenilen yere götürüp, bıraktı. Herkez onu alkışlarken, Müjgan Sarıkardeşoğlu ona bir mavi boncuk taktı ve
- Bu sana iftihar madalyası olsun , dedi.
Mustafa
Kocabekir’in küçük oğlu olan Mustafa, babası ve kardeşi Çakır ile birlikte Yavşan’daki arazileri üzerinde çalışırken, babanın ölümü üzerine iş devam etmişlerse de bu işin çapının kendilerini tatmin etmeyeceğini anlıyarak çeşitli arayışlara girmişlerdir.
Mustafa, Aynacılardan Gülsüm ile evlenmiş, sonra Polatlı’daki bağlarını vesile sayarak, karı koca oraya gitmişler ve Mustafa orada aylıklı bir işe girmiştir.Yıllarca Polatlı’da çalışan Mustafa’nın karısı bir sinir hastalığına yakalanmış ve hastalığı yıllarca sürmüştür.
Gür ve borazan sesliydi. Büyük cüssesi nedeniyle herkez ona Koca Bekir derdi.
Koca Bekir bir ayağı çarşıda olan, ancak uyumsuz ve geçimsiz, sert ve gülümsemeyen bir fizonomiye sahipti.
Koca Bekir’in şehirdeki evi amcazadesi Mehmet’in eviyle duvar duvara bitişikti. Yavşan da ise babasının evi olan 24 numarada oturuyordu.
O da köyden geçiniyor, davarcıık ve çiftçilik yapıyordu. Ne çok fakirdi, ne de zengin.
Kış mevsiminde Koca Bekir’in tek zevki, şehirde arkadaşlarıyla kahvede oyun oynamaktı. Oyun arkadaşlarından biri Belediye Başkanı ve sonradan Milletvekili olan Abidin Potoğlu idi.
Arkadaşları oyun esnasında Bekir’e takılırlar, onu zevk için kızdırırlardı.
Koca Bekir, Yavşan’da öğleden sonra olunca, kapılarına yakın ceviz ağacının altına tezgahını kurar, kahvesini ‘kendin pişir, kendin iç’ sloganıyla zevkle içerken, bahçelere gelip, geçenlere de laf atmayı ahmal etmezdi. O aynı zamanda bahçeleri ve ortak ceviz ağaçlarını biz çocuklardan korurdu. Onun borazan sesini duyan her çocuk korkardı.
Geçimsiz, bet sözlü ve sert bir insan olan Koca Bekir, bir gün Sivrihisar yolunda, tepeyi aşınca, soldaki geniş koyun merasını tarla yapmak maksadıyla, köylülerin ısrarla caydırmak istemelerine karşın, sürmeye kalkınca, onun hakkı olmayan bu girişimini ancak Hükümet aracılığıyla önlenebilmiştir.
Koca Bekir, Aynacılar ailesinden Fatma ile evlenmiş ve bu evlilikten aşağıda adları yazılı çocukları dünyaya gelmiştir.
Karısı Fatma’nın karaciğer kanserinden ölmesinden sonra, evlenmeyen Koca Bekir zaten çok yaşamamıştır.
Şimdi de Bekir’in 3 evladını ayrı ayrı ele alalım:
Hüseyin (Çakır)
Askerliğini jandarma eri olarak yapan Çakır’dan, ben çocukluğumda, onun Urfa ve dolaylarındaki yaşayan insanların vahşet ve ilkelliklerini ve enteresan yaşamlarını ve başka bir dil kullanımlarını heyecan ve merakla dinlerdim.
Hele onun eşkiya takibine gidişini ve karşılaştıkları maceraları ballandıra ballandıra öylesine bir anlatışı vardı ki, şimdi televizyonlarda izlediğimiz macera filmleri, bana o tadı ve heyecanı vermemektedir.
Eskiden uzun boylu ve güçlü olanları yani yakın mücadele yeteneği olanları askere gidince jandarma sınıfına alırlardı. Çakır da bu ölçülere uyduğu için jandarma olmuştu.Kendisi de babası gibi uzun boylu, göbeksiz, atletik yapılı, adaleli, güçlü bir kişiydi. Yeşil gözlüydü. Onun için Çakır denilmişti.
11 Temmuz 1997 günü Çakır beraberinde Şadiye’nin Hulusi olduğu halde şehirden köye gelirken, Ankara yolunda bir kamyon çarpması sonucu 85 yaşındayken ölmüştür.
Karısı Kadriye ise 4 çocuktan sonra, 52 yaşında hayata veda etmiştir. Çakır, ondan sonra ölünceye kadar yalnız yaşamıştır.
Çakır da babası gibi inatçı, bet sözlü ve uyumsuzdu. Uzlaşmacı değildi. Herşeye ve herkeze karşı muhalifti. Kimseyi beğenmezdi.
Babası ve kardeşi Mustafa ile beraberken bir süre atları da vardı. Ancak Çakır köy işlerinden hoşlanmadığı için bu durumu çok uzun sürdüremediler. Gözü hep şehirdeydi. Karısı ona Akıllı lakabını takmıştı.Sonunda Çakır şehirde Toprak Mahsulleri Ofisinde işçi olarak çalışmaya başlamış ve bu işe uzun süre devam etmiştir. Daha sonra da özel sektörde işçi olarak çalışmıştır.
Bu sürelerde yazları çocuklarıyla birlikte Yavşanda kalırdı.Karısının ölümü ve çocuklarının evlenip ayrılmasından sonra Çakır, tekrar köye dönmüş ve buradaki işlerini canlandırmıştır.
Almanya’da yaşayan iki oğlu ona Yavşan da oldukça modern bir ev yaptırmışlardır.Çakır’ın ölümünden öce yegane sağlık problemi gözlerindeki katarak idi. Ameliyat, rahat görmesi için yeterli olmamıştı.
Buna karşın o her sabah motorlu testeresini alır, bağa yayan gider akşama kadar çalışır, akşam dönüşte o dik yokuşu, elinde öte beri olduğu halde rahat rahat çıkar gelirdi.
Yaş 85 kışın karlar yerleri kaplamış, soğuk . Çakır köyden yürüyerek kasabaya gider, alışverişini yapar ve gene köye dönerdi. İnsanın inanası zor geliyor, bilim kitaplarının dengeli beslenme öğütlerine. Günde 75 gram protein (buun %35 I hayvani menşelli olacak), 75 gram yağ, 200 gram karbonhidrat alınmalıymış. Vitaminler mineraller için şu sebzeler, şu meyveler yenmeliymiş. Çakır aylarca meyve ve sebze yemezdi. O aylarca yalnız karbonhidrat ile öğünlerini geçirmiştir. Nadiren et alırdı.Çakır, stresin insan ömrünü kısaltığı yolundaki bilgileri de boşa çıkartmıştır O, hep kızgın ve gergin idi. Herşeye kızar ve isyan ederdi.
Uzun kış günlerinde, yaşına rağmen, köyde tek başına kalıyordu. Bundan büyük stres olur mu? Eğer o kaza sonucu ölmeseydi kesin 100 yaşını görürdü.
Çakır ile ilgili bir anı:Bir gün köy çeşmesi tamir ediliyodu. Herkez oradayı. Ağır bir taşın yeri değiştirilecekti. Gençler, babayiğitler denediler. Taşı kaldıramadılar. Onları gözleyen Çakır dayanamadı. Cesaretle ve hiddetle çıktı ortaya. Gençleri elinin tersi ile itti ve ağır taşa eğildi. Bir, iki hareket ve taşı bir halterci gibi kaldırıp, göbeğinin üstüne oturttu. Sonra adım adım istenilen yere götürüp, bıraktı. Herkez onu alkışlarken, Müjgan Sarıkardeşoğlu ona bir mavi boncuk taktı ve
- Bu sana iftihar madalyası olsun , dedi.
Mustafa
Kocabekir’in küçük oğlu olan Mustafa, babası ve kardeşi Çakır ile birlikte Yavşan’daki arazileri üzerinde çalışırken, babanın ölümü üzerine iş devam etmişlerse de bu işin çapının kendilerini tatmin etmeyeceğini anlıyarak çeşitli arayışlara girmişlerdir.
Mustafa, Aynacılardan Gülsüm ile evlenmiş, sonra Polatlı’daki bağlarını vesile sayarak, karı koca oraya gitmişler ve Mustafa orada aylıklı bir işe girmiştir.Yıllarca Polatlı’da çalışan Mustafa’nın karısı bir sinir hastalığına yakalanmış ve hastalığı yıllarca sürmüştür.
Bu arada aile tekrar Sivrihisar’a dönmek durumunda kalmıştır. Köyde ise kalabilecek evleri yıkılmaya başlamıştı.Bunun üzerine Mustafa, Kasaba’da bir iş bulmuştur. Sivrihisar Yeşil Sahalar ve Orman Bekçiliği tam ona göreydi.
Hasta karısı yanında, birlikte yaşamışlarsa da eşinin hastalığının öne süren Mustafa onu boşamış ve çocuklarıyla birlikte yaşamaya devam etmiştir. Kendisi aylıklı işinden çok memnun olup, bu işi son derece başarı ile yürütüyordu.
Derken Mustafa’nın çok önceleri başlamış olan ülser hastalığı depreşmiş ve ona izdirap vermeye başlamıştı. Mustafa bu süre içinde köydeki bağ ve bahçelere bakmayı ihmal etmemiştir.Bir süre sonra eski karısıla yeniden nikahlanan Mustafa, 60 yaşları civarında orman bekçisiyken vefat etmiştir.
Mustafa, babası gibi uzun boylu, hafifçe öne eğik, göbeksiz, atletik yapıda, yeşil gözlü, beyaz tenli, ancak asabi bir kişiydi.
Çakır'ın oğlu BekirÇakır’ın büyük oğlu Bekir, işçi olarak Almanya’ya gitti ve oraya yerleşti.Bir süre sonra kardeşi Yavuz’u da yanına aldı. Ona iş buldu. Yavuz da Almanya’ya yerleşti. Ve bir Alman kızı ile evlenerek Alman uyruğuna geçti. Böylece o çifte vatandaş oldu.
Necla Eskişehir de otururken, Nimet Ankara’da yaşamını sürdürmektedir. Nimet’in kızı Esra ziraat mühendisi olmuştur.Çakır‘ın kızları ve oğulları her yıl kısa aralıklarla köye ve babalarını ziyarete gelirler.
Mustafa’nın oğullarından Eşref, Sivrihisar’ın sayılı esnafı arasında yer almayı becermiştir.