25 Aralık 2003 Perşembe

Musalla Taşında

Yurt dışı dönüşümde diye başlamıştı Akın söze. Elimde hediyelerle onu ziyarete gelmiştim. Beklenmedik bir durumla karşılaşacağım hiç aklımdan geçmezdi. Dükkanının kepengini kapalı buldum. İşte hesapta bu yoktu dedim.

Dükkan komşularına sorduğumda; Duanızı eksik etmeyin dediler. Evlerine gitmeye yüzüm olmadığından, sırdaşı ve kıymetli arkadaşına koştum.

Arkadaşından, onun yaşaması için artık bir umut kalmadığını, beyninde ur saptandığını öğrenince, dünya başıma göçtü sandım.

Acıyla ve sıkıntıyla beklenen o kara gün geldi sonunda.

Dünyanın en acı gerçeğiyle yüz yüzeydim .

O, 45 yaşında musalla taşında ve hayatta bir baltaya sap olamamış ben ise ancak başkalarının kanatları altında, hayırsız anılarımla kalakalmıştım.

25 / 12 / 2003
Alsancak - İZMİR

21 Aralık 2003 Pazar

Bir Hükümet Tabibinin Öyküsü

Tayin emrimi ilçenin tek eczanesinde arkadaşlarla otururken aldım. Gerçi bekliyordum. Geciktikçe de geriliyordum. Heyecanım doruktaydı. Sonunda beklediğim mektup geldi. Titreyen ellerimle zor açtım zarfı. İki satır yazıyı okurken kalp atışlarımı arkadaşlarım duyacaklar sandım. Neresi çıkacaktı mektuptan: bir il, bir ilçe, belki de bir belde.
Cide çıktı. İlk kez duyunca bu adı, şaşırdım. Daha doğrusu heyecan sardı
Bedenimi. Cide ? ! Neresiydi Cide? İlçe mi, bucak mı? Herneyse işte gerçek buydu. Yanımdaki koltuk yavaşça çekerken beni , arkadaşlar iki satırlık emri tartışmaya başlamışlardı. Eczanenin ilaç kokan havasında çözüm aradılar. Bulamadılar. Sonra PTT den öğrendik ki, Cide, Kastamonu;ya bağlı Karadeniz kıyısında bir ilçedir.
Bu atama hayatımın ilklerinden biriydi: Devlete ilk kapılanışım, ilk memuriyetim, ilk üstlendiğim mesleki görev. İlklerde daha bu günden düş kırıklığına uğramıştım. Oysa bu yolda nice beklentilerim nice emellerim ve hayallerim vardı. Bir il merkezi, ya da tanınmış bir yer neden olmasındı? Yığıldım kaldım. Oturduğum koltuktan kalkamadım. Arkadaşlarıma beni teselli etmek düştüyse de bunun ne anlamı olabilirdi.


Maliyeden ilk maaşım olan 160 TLyi cebime koyarak yola çıktım. Ankara, Kastamonu derken, üçüncü gün İneboluya vardım. Akşam olmuş el ayak çekilmişti. Cideye daha bir günlük yolum vardı. Bir otel sordum , gösterdiler. Eğer otel dedikleri buysa vay halime benim. Doktor olduğumu söyleyince otelci katibine seslendi: Bak oğlum! Doktor beye en iyi odayı ver.Tek kişilik ücret al Dedi. Bana dönerek: Doktor bey odalarımız iki yataklıdır. Biz sizden tek yatak ücreti alacağız. Kusura bakma her günün ücretini peşin alıyoruz Dedi. Karşılık vermedim.
Tahta bavulum katibin elinde, pardösüm kolumda tahta merdivenleri gıcır rdatarak çıktık üçüncü kata. Deniz ve ilçenin beyaz evleri yeşillikler içinde hoş bir manzara sergiliyordu. Odamın perdeleri solmuş ve çekmiş olduğundan pencereyi kapatamıyordu. Kapı kilidi bozuk, tabandaki tahtalar bastıkca gıcırdıyordu. Cilasız iki sandalye ile bir küçük sehpa vardı. Yerler betondu. Karyolalar eskiydi. Bir tek elektrik ampulü sallanıyordu tavandan. Lavabo ve tuvalet her katta bir tane olup ortaklaşa kullanılıyordu .
Perde işlevini yapmadığından güneş, sabah erken uyandırdı. Yarı uyur, yarı uyanık katipten gideceğim yer ile ilgili bilgi aldım. İskelede gezinirken karşılaştığım bir genç bana, Cideye karadan yol olmadığını, ancak deniz yolunu kullanmak zorunda kalacağını söyledi . İskele hareketlenmeye başlamıştı Tekneler, kıyı köylerden yolcu getiriyordu. Bu gün İnebolunun pazarıymış. Hareketlilik ondan kaynaklanıyormuş. Kuşluk vakti olduğu halde henüz bir şey girmemişti karnıma. İki simit aldım; birini pardösümün cebine koydum. Orada külhani kılıklı bir genç gördüm. Geleni geçeni kontrol ediyordu, göz ucuyla. Yaklaştım ve sordum:
Cideye hangi motor gidecek acaba
Sen Cideye mi
Evet
Yanıma geldi. Konuşmadan bavulumu elimden çekip aldı, tekneye fırlattı. Ne olduğunu anlamadan bakakaldım. Kendim kendimi bağlamış oldum. Ne geri alabilirdim, ne de elimden başka bir şey gelirdi.
Hareket ne zaman
Yüzüme bile bakmadan:
Gideriz, gideriz. Sen kaybolma, buralarda, göz önünde bulun
Buralarda bulunuyordum. Sıkıntıdan çatlayacaktım. Deniz rüzgarı rahatsız etmeye başlamıştı. Elleri kıçının üstünde avare biri daha benim gibi geziniyordu. Adama yaklaşıp, elimle göstererek sordum:
Bilginiz ver mı, bu motor ne zaman hareket edecek
Nereye
Cideye
Cidenin tek motoru var. Oda dolmuş çalışır. Bu olacak sanırım . Her gün bir dolmuş gider. Acele işi olanlar, özel tutarlar

İkindi vakti olmuştu. Elinde torbası, filesi, poşetiyle pazarcılardan bazıları doğruca gelip motorda yerlerini alıyorlardı.
Bavulumu kapar gibi elimden alan delikanlıya yaklaşıp kendinin görevli bir kişi olup olmadığını sordum:
Kaptan yardımcısıyım dedi.
Hani kaptan nerede dedim.

3

O zamanını bilir Dedi.
Pazarcılar tekneyi doldurmuştu. Güneş de neredeyse dağların ardına kayıyordu.
Şapkası kaptanı andıran bir adam göründü. Yolcular tanıdılar. Kaptan yardımcısı ( cimacı):
Haydi! Kimse kalmasın iskelede diye ilk ve son uyarısını yaptı. Kaptan dedikleri orta boylu, şişman, gür bıyıklı, meşin ceketli bir adam. Hışım gibi geldi. Kimseyle konuşmadan atladı tekneye. Çevirdi kontak anahtarını, ateşlenince motor herkesin yüzü güldü; en çok da benimki.

Şimdi kıyıdan yüz metre açıktan tam gazla kayıyorduk Karadenız’in sularında batıya doğru. Ortalık kararmıştı. Poyraz yüzümü üşütüyordu. Cimacı yolculardan birer lira olan dolmuş ücretini toplarken nerede ineceklerini de soruyordu. Benden başka Cide diyen olmamıştı .
Alaca karanlıkta kıyı boyunca, beyaz ve şirin evleriyle köyler görüyordum. Her köye gelişimizde inenler oluyordu. Sonunda iki kişi kaldık. Benden önceki bey bir başöğretmendi. O da hoşça kal deyince bir ben kaldım.Gene karanlığa açılmıştık. Rüzgarın savurduğu sular giysilerimi ıslatmıştı . Titremek geliyordu içimden. Ne kara tarafında, ne de denizde bir ışık vardı. Bizi gören yalnız ay ve yıldızlardı. Doğrusu ne kaptana ne cimacıya ve ne de denize güvenim vardı
Epeyce gittikten sonra Kaptan yardımcısını yanına çağırdı. Direksiyonu ona bırakarak yanıma geldi. Karşımda kararsız bir duraksama içindeydi . Ne düşündüğünü anlamam mümkün değildi. Gizemli bir hali vardı.
Yunusları görüyor musun dedi. Motorla yarış eder namussuzlar dedi. Karanlıkta zor seçebiliyordum. Tabancasını çekip ateş etti. Bir çocuğun oyuncak tabancasıyla oynadığı gibi oynarken bir acayiplik fark ettim: Kaptanın sağ elinin orta parmağı yoktu. Yani parmaksızdı. Onun tabancayla oynaması içimekorku düşürmüştü. Durup dururken bu yaptıklarının ne anlamı vardı? Yanıma oturdu ve bir sigara yaktı. Bana da ikram etti, almadım.
Konuşmuyorsun. Denizden, karanlıktan koktun mu
Denizden değil de senden korktum demek geldi içimden.
Cideye daha yolumuz var. Motorda da bir sen kaldın. Bilet almadın, değil mi?”
Hayır almadım. Alayım Diye elimi cüzdanıma atarken sordum:
Bir lira, dolmuş. Değil mi
Yok beyim! Olur mu? Ne zamandır tek seni taşıyoruz. Mazot yakıyoruz. Deniz suyuyla çalışmıyor ki, bu meret
Peki, ne vereceğiz
Yüz lira. Taksi ücreti
4

Olur mu? Ben bunu taksi olarak tutmadım ki
Ben anlamam. Canın burada tartışacak kadar ucuz değildir sanırım Sahile kadar yüzmeye gücün yeter mi? Bavulunu yarın balıkçılardan alırlar. Bak etrafa... Karanlığa, soğuk sulara bak
Ne yapacağım belliydi. Tartışmayı kestim.Titreyen ellerimle çıkartıp 100 lirayı saydım. Cüzdanımda sadece 5 liram kalmıştı. Hırsımdan ağlamak geliyordu içimden.

Kıyıda kayalıklar göründü. Kaptan dümeni oraya kırdı. Vardık ve büyük ve yerli bir kayanın yamacına durduk.
i bakalım, al valizini. İn aşağıya
Niçin burada indiriyorsun? Burası dağ başı. Üstelik gece. Ne tarafa gideceğimi bile bilmiyorum. Üstelik taksi ücreti aldın
Hadi, hadi çok konuşmadedi ve valizimi alarak kıyıdakitaşlığa fırlattı. Ben de arkasından atladım. Canımı kurtardığıma sevindim.

Başladı mı yeni bir macera. Bavul bir elde, pardösü öbirinde. Gök yüzündeki aydan medet umuyordum. Çünkü tek tanığım oydu. Ve bana kıyı boyunca yürü der gibi geliyordu. Yürüdüm kıyı boyunca; kah kumsaldan, kah kayalardan, otlar, çalılar arasından.
Bir saat sonra oradaydım.
Benim gibi solgun ve yorgun sokak lambalarının aydınlığında
Ne tarafa gideceğimi düşünürken bir köşe başında bir lambanın altında durdum. Bir düdük sesi geliyordu uzaktan. Bu gece bekçisinin düdüğü olmalıydı. O sesi bir kez daha duyduğumda, yaklaşmıştı. Sokağın öte başında görününce bekci,
bekçi diye seslendim. Önce duyuramadım. Yorgunluktan ve üzüntüden sesim bile çıkmıyordu. Daha yüsek perdeden bağırınca “duydum anlamında düdükle cevap verdi. O sıra tepemde bir pencere açıldı. Başını uzatan bir adam:
Ne oluyor yahu? Hırsız falan mı?” diye sordu. Utandım.
Kusura bakma kardeşim. Ben doktorum. Uzaktan geliyorum da bekçiyi çağırıyorum
Adam içerdeki karısına:
Deli mi, divane mi? Sözde doktormuş. Kim bilir hangi hastadan dönüyor
Bekçiye kendimi tanıttım. Ama onun kafası almamıştı.
Afedersin bey seni tanıyamadım. Toktur mu demiştin
Evet , doktorum. Yeni geliyorum. Tanımazsın elbet
Bu saatta sokakta. Hayret doğrusu Hadi beni dispansere götür deyince, bekçi esas vaziyetine geçti.
Ve selam durdu.


4
Sen herkesi tanır mısın
Burası küçük yer, beyim. Ben de başbekçiyim (!) ne de olsa. Herkesi tanımam lazım
Valizimi aldı elimden, cadde boyu yürürken, yolda, maruz kaldığım rezaletleri anlattığımda bekçi öyle kızmıştı ki:
O kaptan dediğin adamı şurada görsem alimallah çeker vururum. Namussuz herif!..Toktur bey seni Allah yolladı ilçemize. Vururum vallahi. Allaha da hesabını veririm.

Dispansere geldik sonunda. Gelişim ilçede hemen duyuldu. Hastalar kuyrukta. Bir gece kapım vuruldu güm güm güm. Pencereden bakıp sordum:
Hasta mı
Aman yetiş, toktur bey. Adam ölecek. Elini ayağını öpeyim
Hastayı dispansere götürün. Hemen geliyorum
Adamın kolu kopmak üzereydi. Çok kan kaybetmiş. Kolu incelerken sağ orta parmağının olmadığını fark ettim. Yani parmaksızdı. Birden irkildim. Duraksadım. Yüzüne baktım tekrar tekrar. Evet oydu. O parmaksız kaptan.Hiçbir şeyi belli etmeden kolunu sordum:
Ne oldu koluna? İş kazası falan mı
Keşke öyle olsaydı.Balık avlarken dinamit elimde patladı. Toktur bey: Ben yaptım, sen yapma. Allah belamı verdi zaten
Kolun damarlarını bağladım. Yarayı diktim. Yapabileceklerimi yaptım. Hastaya eşlik edene:
Yarın hastayı İstanbul a ulaştıracaksınız. Sakın geciktirmeyin hastanız ölür Dedim.
Ertesi sabah dispansere geldiğimde ilk işim hastayı sormak oldu. Verdiğim ilaçlar sayesinde ateşi çıkmamıştı. Hasta rahatlamıştı, konuşabiliyordu. Yalnız konuşurken yüzüme bakmıyordu. Mahcup bir hali vadı.
Eminim o beni çoktan tanımıştı. Onun için göz göze gelemiyordu.

Hastaya eşlik eden girdi odama Onu da tanımıştım. Kaptanın cimacısıydı. Suçlu, mahcup ve utangaç bir tavırla sordu:
Toktur bey, Allah sizden razı olsun.Vapurumuz geldi. Gidiyoruz. Borcumuz ne kadarsa ödeyelim.
Duraksadım, düşündüm. O bana, ben yere bakıyordum. Düşünüyordum. Karar verdim ve dedim ki:
Borcunuz 99 liradır.
Cimacı alay ettiğimi sanarak şaşırdı. Sonra masanın üstüne bir 100 liralık koydu. Ben de ona 1 lira geri verdim. Adam anlayamamıştı. Açıkladım:
Bak oğlum! Bu bir lira teknenin dolmuş ücreti. Geri kalan 99 lira var ya, onu kaptana sor. O bilir ne parası olduğunu. 21/ Ara / 03 URLA