23 Mart 2005 Çarşamba

Düş Kırıklığı

Size bir müjdem var dedi telefonda doktora.
-Hayrola! Ben müjdeyle sevindirilecek günlerimi geride bıraktığımı sanıyordum. Gene de merak ettim.
-Söyle bakalım, neymiş müjdeli haberin
-Hani sizin bir köpeğiniz vardı. Ona araba çarpmıştı
-Evet. Onu tedavi etmenin olanaksızlığı karşısında acısız, eziyetsiz ilaçla öldürmenizi istemiştik
-Siz öyle biliyorsunuz. Biz onu öldürmedik
-Ne yaptınız öyleyse

Tam o günlerdeydi. Benim okuduğum Veterinerlik Fakültesinden bir grup bilim adamı İzmir'e gelmiş, bizim kliniğimizi ziyaret etmişlerdi. Onlar ölüm fermanı henüz infaz edilmemiş sizin köpekle de ilgilenmişler ve üzerinde yeni teknikleri denemek için alıp götürmüşlerdi. Kış boyunca, ameliyat, tedavi derken köpek, eski sağlığına kavuşmuş. Bacağına protez takılmış, ayak düzelmiş. Getirip teslim ettiler.

Bu olayı telefonda -Köpeğin sahibi, emekli Profesör- Hocaya anlatınca, adamcağızın heyecanını, telefonun öteki ucunda ben bile algıladım.

-Nasıl Hocam, müjdeyi beğendin mi diye sorduğumda bir çocuk gibi sevinçliydi. Hoca pür neşe eşine koşar. Heyecandan dili sürçüyordu. Beni de heyecanlandırmıştı.
Sarı, sarı... diyebiliyordu.
Ne sarısı yahu
Canım!... İşte bizim Sarı yok muydu? İşte o

Adam anlatamıyordu heyecanından. Güçlükle anlaşabildik. İkimiz de sevinçten uçacak gibiydik. Hemen komşumuz Gülbene ulaştırdım haberi. Sarı'nın sahipliği benimle, Gülben arasında ortaklaşaydı. Yani canikom iki evin kıymetlisiydi.

Sarı'yı almak için birlikte kliniğe vardığımızda, Vet. Hekim bizi kapıda karşılayarak, sevincimizi paylaşmak istemişti. Bodruma indik. Küçük küçük bölmelerde köpekler vardı. Tek tek bakarak ilerliyorduk. Gülben yüksek sesle Sarı diye seslendiği halde, Sarı'dan bir ses gelmiyordu. Sona yaklaşmıştık. Vet . Hekim son bölmeyi göstererek İşte burada dedi. Sevincimiz doruğa vurmuştu. Vardık son bölmeye, orda bir beyaz köpek gözlerini bize dikmiş, bakıyordu melül melül. Heyhat !...O, Sarı değildi. Düş kırıklığı bir çimento bloğu gibi oturmuştu gönlümüze.

Fırının orda takılmıştı peşimize. Biz gittikçe o da geliyordu. Önce aldırış etmedik. Yol uzadıkça dikkatimizi çekmeye başladı. Uzun bacaklı, sarı-kahve tüylü, 2-3 yaşlarında, alımlı bir köpek. Biz onun nereden geldiğini, kime ait olduğunu bilmesek de sanki o bizi eskiden tanıyormuş gibiydi. Bunun için fırıncı dedi ki: Bizim burada ortaya çıktı. Üç gün kuru ekmekleri verdim. Kaldı burada. Müşterilerim korkar diye ekmeğini kestim. Lakin gitmedi. İyi etmiş gitmediğine, bak ! Zengin ellere düşmüş der.

Gülbenin her sabah sahipsiz kediler için kapı önüne koyduğu yemeği bu sabah sarı yedi ertesi gün yemeğini ben verdim.Köpek hemen alışıverdi iki eve birden.Girip çıkanları tanıdı derken kedileri kovdu bu sokaktan.

Bir hafta içinde köpeğin beslenmesi iki ev arasında programa bağlanınca, tüyleri parladı, keratanın. Genelde sarı olup, ancak kulakları, göz etrafı ve ağzı koyu kahve olan hayvan parladı ve canlandı.

Önceleri Sarı diye çağırdığımız köpeğe daha kişilikli bir ad bulmak için düşündük. Doriti adında anlaştık. Artık o , Sarı değil, Doritidir.

Uzun bacaklı, uzun kuyruklu, tilki çeneli gösterişi olan Doriti sevilmekten çok hoşlanır; kendini zorla sevdirir. Çok sadık, koruyucu, anlayışlı ve hareketi seven bir hayvan. Onu mahalle halkı hemen sevdi. Kısa zamanda iki evin gülü oluverdi. Gelip geçenlere hırlamadı. Ancak hırpani giyimlilerle, işçi kılığında olanları sevmedi. Onlarla arası iyi olmadı. Bir de motosikletlileri ve özel otoları sevmedi ; onları kovalamaktan çok zevk alırdı. Bizi bahçede görünce hemen yanımıza gelir ; yaklaşır, sokulur ve kendini sevdirmek isterken, kıskançlık damarının kabardığı da olurdu.
Bir sabah erken Gülben ile yürüyüşe çıkmıştık. Ayaklarında spor ayakkabıları bacaklarında şortla. Kalabak mahallesinden başlayan yürüyüş, Urla iskelesinden dönerek tekrar Kalabakta son bulur. Bu uzun yolu Gülben ve Gülbahar her sabah yürürler.
Yürüyüşlere kendiliğinden bir katılan daha olur : Doriti. Nereye gidileceğini bilmeden kah önümüzde, kah arkamızda. Bizi koruma görevini kesin kendi kendine vermiştir.

Fırının önüne geldiğimizde, Doritiyi fırıncıdan sormak ıstedik. Fırının çevresinde sahipsiz köpekler her zaman bulunur. Fırıncı bunlara kuru ekmekleri vererek besler. Olaki fırıncı bizimkini de görmüştür. Fırına girerek :
-Günaydın dedik.
Çok şakacı olan fırıncı :
-Üzgünüm,ekmek daha çıkmadı. Sandalye versem oturur musunuz? Bu sabah şansım güzellerden açıldı. Herhalde uğurlu olur der.
-Biz ekmek almaya gelmedik. Bir bilgi rica edecektik dedi Gülben. Sözün gerisini beklemeye sabrı olmayan fırıncı :
-Polis, savcı olmadığınıza göre, evlenecek iki genç hakkında soracaksınız ; hemen söyleyeyim, ikisi de pırlanta gibi gençler
Gülbahar:
-Bak ! Şu bizimle gelen Sarı var ya;Şu köpek mi
-Köpek değil o , Doriti. Onu tanıyor musun? Neyin nesi? Nerden geldi ? Kime ait

Benimki hariç bunların hepsi çarşı köpeği , benim gözümle. Sarı yı daha önce burada gördüm. Üç gün buralarda dolandı durdu. Kuru ekmeklerden verdim. Baktım ki, kalıcı, ekmeğini kestim. Anlarsınız ya, müşterilerim korkar. Demek şimdi sizleri buldu. Aferin köpeğe. Vallahi akıllıymış. Ben bir şeye benzetememiştim. Ne bileyim, işte çarşı köpeği sanmıştım
Gülbahar sinirlendi çarşı köpeği sözüne .

Ne demek, çarşı köpeği. Bak şunun asaletine, gözlerine bak.. Bizi bekliyor. Kimseyi kılımıza dokundurtmaz, buyruğa uyan bir hayvan der.

Gülben alır sözü, ilerde otlar arasında, yerleri koklayıp duran ufak bir köpeği göstererek : İşte şunun gibi olur çarşı köpeği; arsız, nankör, söz dinlemez, vefasız der. Fırıncı öfkelenir. Meğer baltayı taşa vurmuşuz.

Saygı değer hanımefendi, o var ya o,ufak köpek ; köpeklerin kralıdır Ben bu fırını insanlara değil, bu köpeğe inanırım. Güvencemi kötüye kullanan nice insanlar gördüm. Ama bu köpek asla... Siz onun ufaklığına bakmayınız. Öyle cesur ve gözü pek ki... Hırsız onu öldürmeden içeriye giremez.. Biz nice ev köpekleri gördük, iri, güçlü, kuvvetli ama, kediden bile korkar

İskeleye kadar o da geldi bizimle ve döndü. Sonra haftalarca süren yürüyüşlerimizi birlikte yaptık. Doriti bu yürüyüşlerimizden duyduğu hoşnutluğu belli ediyordu. Zaman geçtikçe o durumdan görev çıkarmış, bizim korunmamızı üstlenmişti. Daha cesur, atılgan, biraz da saldırgan olmuştu. Şımarıklığı yüzünden birkaç kez başımızı belaya sokmadı, değil.

Günlerden biriydi. O gün Aysu hanımın köpeklerini gezdirmek için bizim sokağı seçeceği tutmuş. Olur ya...O iki köpeğiyle sokağın başında görünür görünmez yüreğim hop ! etti. Bizimkini aradı gözlerim. Aysu nun boş olan köpeği bizim evin önüne geldiğinde, Doriti nereden çıktıysa, birden çullandı köpeğin üstüne. Bir anda yumak gibi oldular ; alt alta, üst üste boğuşuyorlardı. Doriti onu altına almış, imiğine çökmüştü. Bu manzarayı gören Aysu kontrolündekini salıverdi. Kara köpek tank gibi gelerek, Doritiyi göğüsleyip yere yıktı. Bu sefer ikisi birden bizimkine yüklendiler. Zavallı onlarla savaşırken hem canı yanıyor, hem de panik içinde korkunç sesler çıkartıyordu.
Kimse onları ayırmaya cesaret edemiyor ,Aysu nun da gücü yetmiyordu bizim ki çevik hareketleriyle altlarından kurtulmayı başardı kaçmaya başladı. Doriti koşuyor, hayır kaçıyor, ötekiler kovalıyorlardı. üçü birden sokağın öteki uçundan kaybolup gittiler. Nereye kadar koştular, kaçtılar, kovaladılar bilmiyoruz. Ama Doriti genç yorulmaz, zaten iyi koşar. Ötekiler yorulup pes edinceye kadar gitmişlerdir.

Doriti dönmedi. Gözlerim yollara takılıp kaldı.Ya yakaladılarsa... ya parçaladılarsa... Sabahı güç yaptım. Ekenden pencereye vardım. Onu aradı gözlerim. Yerinde yoktu. O gün, o gece de gelmedi. Gülbenin koyduğu yemekleri kediler yedi. Ben artık umudumu kaybetmek üzereydim. Kesin öldürdüler diyordum. İkinci gün yeni bir umutla uyandım. İçimdeki ses beni pencereye çekti. Sani onu göreceğim içime doğmuştu. Ve işte gördüm. Oradaydı ; her zamanki yerinde. O da bana bakıyordu, bir garip ifadeyle. Özür diler gibi bir hali vardı. Yürüyüş vaktinin geldiğini söylemek ister gibiydi. İçim bir hoş oldu. Vardım yanına, okşadım, sarıldım.
Gülben dışarıda bizi görünce kendini tutamadı, sarıldı ona. Bir daha yaramazlık yok ha diye hafif yollu azarladı.

Bahçede güller arasındayım.. Şu sarı,şu beyaz, şu ise pembe. Bunlardan ibaret değil güllerim. Koyu kırmızı, şarap rengi, melezler de var.Şu da sarı gülüm : Doriti. Ben gül bahçemde salıncağımda, o, ayaklarımın dibinde. Ben kahve içiyorum, o bana hayran. İki kız çocuğu oturmuş masada dama oynuyor.Doktor odasında öykü yazıyor ve insanları soruyor masasındaki boş fincana : Nasıl görünüyor gelecek falda. Sen söyle ben yazayım

Günlerden birinde yürüyüşümüze evinin önünde bizi bekleyen Müjgan hanımı da alacaktık. Kapılarına vardığımızda onların bir çift dobermanı ortalığı inletiyordu. Anladık ki, Doritiyi görmüşlerdi. Doriti ise onların bahçe duvarlarından çıkamayacaklarını bildiğinden hiç istifini bozmuyor, kendisi için yapılan yaygarayı duymazlıktan geliyordu.
Müjgan hanım eşinin köpek sevgisini anlatıp dobermanlar hakkında bilgi verirken, bizim Doriti tipi köpeklerin çok sevecen olduklarını da söylemeyi ihmal etmiyordu. Sonra sordu :
-Al götür, kışın bak
-Kışın ne yapacaksınız bu şamatayı?”
-Biz de onu düşünüyoruz. Ne yapacağımızı bilmiyoruz
. Gülben diyor ki .
-Ben apartmanda köpek istemem. Sen al, ben masrafını vereyim, diyorum. Henüz anlaşamadık. Bu delioğlanı da kalabak ta kaderine terk etmek istemiyoruz. Müjgan bu konularda deneyimli ya... Konuyu yeniden açtı :
-Eğer Kalabak ta yaz kış oturyor olsaydınız sorun yoktu. Benim deneyimim var. Apartman dairesinde olmuyor. Sonra kocalarınızla aranız açılır
-Size bir öneride bulunabilirim:
-Onu kışın bir köpek evine misafir verin. Siz de o da rahat edersiniz
Bu öneriyi sevinçle karşıladık. Urla da köpek çiftliği diye sorarak bulduk. Bulduk bulmasına da orada ne köpek vardı ne de bir canlı. Tel örgüyle çevrili bir bahçe. İçinde tek katlı bir ev. Bahçede tel örgüyle çevrili kulübeler.Geldiğimizi görünce, kulübe benzeri evin önünde bir kadın belirdi.Seslendik, gelir misin diye. Eski giysiler içinde, ayağında plastik terlik, başı örtülü, elli yaşlarında bir kadın geldi yanımıza.Daha bahçe kapısını açmadan ve selamlaşmadan:

-Köpek için geldiyseniz, yok
-Burası köpek çiftliği değil mi
-Öyleydi, önce. Bıraktık o işi
-Gülben sokuldu usulca sordu kadına:
-Peki. Bakmak için köpek almıyor musunuz? Bizim bir köpeğimiz var da... Bu kış buraya bırakmak istiyorduk.
-Hanım o iş eskidendi dedim ya. O zaman başımda erkeğim vardı, o bakardı..
-Ne oldu kocana?
-Aha şu bölmede bir köpek vardı. O köpek kaptı. Hastaymış, bilemedik.. Olurdu böyle şeyler bazen. Sonra köpek ölünce aklımız başımıza geldi. Meğer kudurukmuş. Bir ay sonra da benim adam sizlere ömür. O günden sonra paydos ettik köpek işini
-Vah vah ! Üzüldüm
diyerek geri çekildi Gülben . Bir de ben şansımı deneyeyim diye ceza evini andıran tel kafesin arkasından dişsiz kadına sokularak :
-Hanım anlıyorum ki, ihtiyacınız var. İyi para veririz. Sana diş de yaptırırız Diye yumuşatmaya çalışdıysam da boşuna.
-Erkeğimi geri getirebilir misiniz? Yeminim var, bir daha bu işi yapmayacağım. Köpek möpek yok gali. Diş de istemem gali.

Düş kırıklığıyla döndük. Eşe dosta duyurduk, alır mısınız? diye. Oysa kimseden bir yanıt gelmedi.
Ah kıymetlim ahh! Seni almıyorlar. Bilmezler ki sen sarı tüylerinle bir altın topsun. Bu senin şanssızlığın mı, yoksa şanssızlığın mı? Anlayamıyorum Doriti ile beraberliğimizin altıncı ayındaydık. Bu sabah Kalabak ta serin bir sabah. Mavi bir gök yüzü. Yanıbaşımızdaki kavak ağaçlarına dün akşam konan sürüyle kuşun uyanış saati. Cıvıl cıvıl sesleri başladı bile. Biraz sonra hele güneşi bir görsünler, onlar da insanlar gibi nasiplerinin peşine düşecekler; dere tepe demeyecekler, konacaklar, kalkacaklar.Yaşam gecenin nemli sıcağını ve alaca karanlığı insanların üstünden kaldırmaya hazırlanırken pencereyi açıyorum. Ormanla kaplı dağlara, dağların içi gizemle dolu ormanına, ormanın içinde çeşit çeşit dertlerin türediği evlere bakıyorum. Şimdi güneş doğacak. Derin sessizlik dağılacak. Kuşlar başladı bile. Yeni bir koşuşturma yeni umutlar peşinde.


Saat 7:oo . Gülben zile bastı. Kapıyı açtım. Bu gün değişik yoldan yürüyelimdedi..Çeşme younu seçtik. Bu yol düm düz.. İnşallah Doriti görmez derken o hınzırı yanımızda bulduk. Bizimle gelmekten çok mutluydu. Yolda bir yere gelince o, öne geçti. Her zamanki yolu zanederk İskele yoluna saptı. Beş dakika birbirimizi görmeden ayrı yollardan gittik. Bizi görmeyince mahalleye döner sandık. Dememize kalmadı, ara yollardan önümüze çıkışını gördük. Yolun başında durdu, etrafına bakındı ve bizi görmesiyle, koşup yanımıza gelmesi bir oldu.. Sakın şımarma Doriti diye uyardık onu. Çünkü bu yolda taşıtlar hızlı gidiyordu. Buna karşın o , önce bir polis otosuna takıldı; onu yoruluncaya kadar kovaladı. Daha sonra bir özel arabaya takıldı. Gülben dedi ki :
-Bu köpeğe bir gün sadist sürücünün teki bindirecek. Ona bir tasma takıp, yularıyla yedeğiize alalım
-Ağzından yel alsın. Ama ben de kuşkuluym. Çok gözü pek. Araçlara çok sokuluyor

Shell Petrol e yaklaşmıştık. Bizimki bu kez bir kamyoneti kovalıyordu. Kovalamak şöyle dursun, onu ısıracak kadar sokuluyordu. İkimizin de yüreğimiz ağzımıza gelecek gibi oluyordu. İkmiz de sesleniyorduk, çekilmesi için. Fakat dileyen kim? O an bir gümleme sesi duyduk ki, gözlerimize inanamıyorduk. Bizimki top gib üç metre havaya fırlatılmış , sonra da ağırlığıyla betona çakılmıştı. Öldü dedik. Katil sürücü arkasına bile bakmadan basıp gitti.

Çığlık çığlığa koştuk ona. Yerde külçe gibi yatıyordu. Korkmuştu, bizim gibi. İnliyerek yüzümüze bakışından bir yardım beklediğini anlıyorduk. Ayağa kalkmak istedi, iki kez denedi, üçüncüde kalkabildi. Ön sol ayağının üstüne basamıyordu. Anlaşılan onda kırık vardı. Yürümek istedi, olmadı. Ne yapmamız gerektiğine bir türlü karar veemiyorduk. Ayağını yoklamak istedik, dokundurtmadı. Belli ki çok acıyordu. Ayak sallandıkça inliyordu acısından. Hele şu benzinciye varalım, orada düşünürüz; Belki bırakırız birkaç saat Bizimle iki yüz metreyi zor yürümüştü. Biz kalkınca o da kalktı Bizle gelmek istiyordu. Ama nasıl? Üç ayala üç adım atıp, bir duruyor ve inliyerek bize bakıyordu: Beni böyle bırakıp, nereye der gibiydi . İçim bir hoş oldu. Yüreğim burkuldu. Bu ne bağlılık... Biz gittik, o geldi ; izdiraplar içinde eve kadar. Doğruca yerine sokuldu.
Vet. Hekime koştuk. O da evde yokmuş. Eli boş döndük. Yarın ola, hayr ola dedik. Sabah Urla Veterinerine Hoca telefonla durumu anlattı. Hoca , üniversiteden hekimin hocası olduğundan çok ilgi gösterdi ; Atlayıp geldi ve Doriti yi gördü. Muayene için kliniğe götürmesi gerektiğini söyledi. Onun talimatıyla özel bir araç geldi onu almaya.

Araç onu götürürken, iyi haberlerini umut ediyorduk Haydi Doriti şifalı ellere gidiyorsun. Ağrıların dinecek, iyileşeceksin diyorduk , sanki anlarmış gibi. Aslında bu sözler ona değil, bizeydi.

Vet. Hekim telefonla aradığında bir arada oturuyorduk. Telefondaki ses Hocabeyle görüşmek istiyorum dedi. Profesör telefonu telaşla aldı ve sordu :
-Ne haber doktor bey? Durum umut verici mi
-Maalesef Hocam. Ön kol üç dört yerden kırık. Zor bir ameliyat. Ayrıca protezi grektirir. Burada olanaksız. Üstelik alçıya alınacak ve de iki ay hreket etmeyecek
-Doktor bey,başka bir öneriniz yok mu? Daha kolay ve pratik
-Dilim varmıyor ama, sorduğunuz için söyleyeyim. İnsanlara uygulanan ötenazi gibi bir şey; acısız, sancısız, ilaçla itlaf. Kararınızı bekliyorum
-Size cevabımızı bildireceğiz
Doriti klinikte acılar içinde kıvranırken, biz de aramızda görüşüyorduk. Çaresizlik ne kadar kötü bir şey. Bir yerde ölümle pençeleşen, öte yanda eli kolu bağlı insanlar. Sadece gözyaşlarının akmasına izin verilen bir çaresizlik...Telefonu ben açtım, bu defa, onu sesinden tanıdım.
Biz karar verdik. Onu ilaçla........... diyebilmişim Elimden telefon kaydı farkında olmadan. Yığılmışım. Kendime geldiğimde eşimin konuşmayı sürdürmekte olduğunu gördüm.
İlaçla... Acı çektirmeden...İtlaf.........


23/ 03 / 05
Urla
İbrahim Karaca