20 Şubat 2009 Cuma

1.Ahmet oğlu Molla Mehmet kızı Hatice Eroğlu

Ailenin en büyük evladı. Genç kızlığını Yavşan’da ve Sivrihisar’da yaşadı. Baba evinde köylülüğün her türlü işlerini yaparak ve öğrenerek büyüdü. Yunan istilasında genç kızdı. O yüzden korkulu anlar yaşadılar. O Yunan’ın çilesinin yaşandığı yıllarda evlendi. Evlendiği kişi, Kurşunlu mahalleden Sarıkardaşoğlu Ahmet idi. Ahmet, deri imalatı ile uğraşırdı. Bu yüzden ona Tabak Ahmet yada kısaca Tabak derlerdi. Tabak Ahmet-Hatice çifti Yavşan’a yaylaya gelirlerdi. Onlar Yavşan’da babası Mehmet’in verdiği 21 nolu evde otururlardı. Bu ailenin 150-180 civarında koyunları vardı. Bunun 100 adedi sağılırdı. Bu işi Hatice, kızı Münire ile yapardı. Kocası bağa düşkündü. Onların Porsuk, Efendi Pınarı, Eskiköy ve Yavşan da bağları vardı.

Tabak Ahmet dükkanda işini bitirince, köye doğru yola çıkar, meşhur ve soylu eşeğiyle (Eşeğin adı Fatma idi) önce Porsuk bağına gelir, bağ odasında hazır bulunan kahve takımlarıyla kendine bir kahve yapar, bağı kontrol eder, bağ omcalarının ve ağaçlarının adeta teker teker hal ve hatırını sorar, sonra köye gelirdi. Bağı da eşeği gibi iyidi hani.. Katır gibi eşeği sanki aile bireylerindenmiş gibi kıymetliydi. Kendi aç kalır onu aç bırakmazdı.

Tabak Ahmet eşi Hatice’ye karşı çok nazik ve anlayışlıydı. Zaman geldi, tabakhane dükkanları işi götürmez oldu. Modern dericilik piyasaları tuttu. Perakendeci dükkanlar rekabet edemez oldular. Ve birer birer kapandılar. Sonunda herkez gibi Sarıkardaşoğlu’lar da işi paydos ettiler. Tabak bu yüzden erken emekli oldu. O, ilgisini bağlarına ve koyunlarına yöneltti.



Ancak Tabak Ahmet çok sevdiği ve adeta kendisiyle özdeşleşen sigarasını ve kahvesini, doktorlara rağmen ölünceye kadar terk etmedi.

Enişte-kayın iki Ahmet’ler, daha çok davarcılığın yönetimi konusunda ters düşerlerdi. Fakat akıllı adamlardı. Bozulan ilişkiyi bir derecenin ötesine taşımazlardı. Birbirlerine muhtaç olmasalarda yakın akrabalık vardı serde. Tabak Ahmet’de kayın biraderine Efendi diye hitap ederdi ve saygıda kusur etmezdi. Tabak Ahmet oğluna, çok düşkündü; hep gözü üstünde olurdu. Zaten ona kendi adını vermişti. Ahmet İhsan. Bütün emeli İhsan’a iyi bir istikball verebilmekti. Bu uğurda kararlıydı ve aşamayacağı bir engel yoktu. Kararlılığı meyvesini verdi ve Allah ona gönlüne göresine ihsan etti. Oğul İhsan okudu, doktor oldu. Profesör oldu. Dekan oldu… Kısaca o, ülkede ve Eskişhir’de popüler, alanında ünlü, herkese yardım eden, yol gösteren, derneklerde çalışan, çok yönlü bir kişi oldu. Baba Ahmet Sarıkardaşoğlu, sağlığında oğluyla gurur duyar ve
- Allah bana istediğimden de çoğunu verdi, diye şükrederdi.

Dr.İhsan Sivrihisar’da hekimlik yaparken, babası ona bir isim listesi vererek, bu listede yer alan kişilerin ve yakınlarının muayene ve tedavi himetlerinde, onlardan ücret almaması talimatını vermişti. Talimata uyulduğunu görmesi ona ayrı bir haz ve gurur veriyordu. Ve o ilave ediyordu: - Sürekli dostluklar, maddiyata dayanmayanlardır.
Tabak Ahmet,:
- Buyrun benden yakın

diye tabakasını uzatıyor ve Bahçeli kahvenin bir masası etrafında oturan 4 emsal kişiye oğlunun, kasaba halkına sağlık konusunda nasıl bir hizmet vermesi gerektiği yolunda arkadaşlarının görüşünü alıyordu. Ve bir, iki yıl içerisinde Dr.İhsan beyin, Sivrihisar’da girip çıkmadığı bir tek ev almamıştı.

Tabak emminin itibarı ve kredisi çok yükselmişti. Ben ve İhsan Eskişehir’de ortaokulda okurken, İhsan’ın babası, eşi Hatice teyzemi Eskişehir’e getirmişti. Hatice teyzem hastaydı. Eve doktorlar geldi gitti. Teşhis kondu:Zatülcenp. Penisilin de yok ki.. Günün olanaklarına göre tedavi edildiyse de ancak ölümden kurtarılabilindi. Hatice teyzemin ciğerinin biri hayat boyu sırtına yapışık yaşadı. Bu yüzden üşüttükçe sık sık hasta olurdu.

Tabak Emmi, Haççe, Haççe diye teyzemin gözünü içine bakardı, çünkü en isabetli görüşlerin, en tutarlı önerilerin Haççe den gelebileceğinin bilincindeydi. İhsan’ın annesi üstün bir zekaya sahipti. Psikoloji biliminde yer alan sapma zeka yöntemine göre 135 derece ile kardeşleri arasında en önde gelmekteydi. Onun konuşmaları, fikirleri gerçekci ve tutarlıydı. Sağlam konuşur, açık vermezdi. Az konuşurdu. Ciddiyetten hoşlanırdı. Kardeşi Efendi gibi az gülerdi. İradesi güçlüydü. Sır tutar, dedikodu yapmazdı. Dedikoduya prim vermez ve bir arap atasözünde olduğu gibi İnsanlar söylediği sözün esiri, söylemediği sözün hakimi olurlar kuralına herkesin uymasını isterdi.

Anne Hatice ailede tasarrufa fazlaca eğilimliydi. Ancak oğlu söz konusu olunca ondan hiçbir şey esirgenmez hatta iyi şeyler kimi zaman oğluna gizli gizli yedirilirdi. Ne de olsa annelik içgüdüsü ağır basıyordu. Belki de bu davranış ona Küçükanne den geçmişti. Tabak Ahmet’in sevgili eşi bir konuda annelik içgüdüsüne yenik düşmüştü. Yıl 1937. İhsan ilkokulu bitirmiştir. Babası oğlunun ortaokula devamını istemektedir. Fakat Hatice hanım bu görüşe karşı çıkmaktadır:

-Ben tek oğlumu yadellere bırakmam. Aç mezarı mı var? Sivrihisar’da kalsın baba mesleğini sürdürsün sözleriyle kocasına engel olmaya çalışıyordu.

Fakat baba Ahmet bu serzenişleri önemsememiş ve Efendi ile de istişare ettikten sonra, benim ve İhsan’ın çıkış belgelerimizi alarak, ortaokula kayıt yaptırmak üzere Eskişehir’in yolunu tutmuştu bile.

Sarıkardaşın Ahmet, belki ilk defa muhterem eşinin görüşüne ters düşüyor ve onu dinlemiyordu. Ya dinleseydi. Belki de Prof.Dr.Ahmet İhsan Sarkardaşoğlu, Sivrihisar ‘ın sıradan bir esnafı olacaktı, ona da Tabak İhsan denecekti. İş burada bitmeyecek, belki benim de okumaya gitmem askıya alınacaktı.

Annelik içdüsü bazen akıl ve mantığın önüne çıkabiliyor. Ancak böyle hallerde bile aklı selim ortaya çıkarak doğru yolu bulabilmektedir. Bravo Sarıkardaş Ahmet, bravo Askeroğlu Ahmet ! Tam zamanında kararlılığınızı gösterdiniz. Ne kadar övgüler yağdırsak hakkınızdır. Helal olsun. Akıl için yol birdir derler. Fakat o akıl nerede veya kimden kaynaklanacaktır ? Bir ailede yol gösterecek insanlar varsa, o ailenin ufku açık, geleceği aydınlık demektir.

Şimdi de Hatice ve Ahmet in soy şemasını görelim.

Necati Sarıkardaşoğlu (henüz 2 yaşındayken öldü)

Molla Mehmet’in evlatlarından ikincisi olan Ahmet ile üçüncüsü olan Gülsüm, ileride ayrı olarak ele alındığından, burada ailenin en küçük kızları Emine ile devam ediyoruz.