17 Ocak 2009 Cumartesi

Sebahat Karaca (1926 - 1995)

Çocukluk arkadaşım ve eşim. Yukarıdaki resme bakınız. Ne kadar anlamlı. Babamın kucağında iki yaşında bir kız(Sebahat) ve yanında dört yaşında bir erkek çocuk (İbrahim) sanki kader daha 1928 yılında bizim nikahımızı kıymış.


Teyzemin kızıyla birlikte büyüdük ve 23.02.1949 yılında evlendik. Evlilk yaşamımızın o ölünceye dek (10.01.1995) tam kırkbeş yıl on ay iki gün sürdü. Bu zaman içinde 3 erkek çocuğumuz dünyaya geldi.

Sebahat, bal köpüğü renginde gözleri olan, yuvarlak yüzlü, düz saçlı, bugday rengi tenli, önceleri ince ve zayıf, sonraları biraz şişman bir görünüşe sahip idi. En küçük kardeşi Müjgan doğunca, ailesi, Sebahati çocuk baktırmak bahanesiyle ilkokulun dördüncü sınıfından aldı. Sonra ailenin Eskişehir’e taşınmasıyla Sebahat orada Akşam Kız Sanat Okulu’na devam etti.

Sebahat, görünüm itibariyle babaannesine benzediği gibi, ruhsal bakımdan da ondan birşeyler almışa benzerdi. O, dışa dönük, konuşma ve insanları seven bir kişiydi. Onun, alıngan olmayan dengeli bir kişiliği vardı. Çok çabuk çevre edinir, kendisini kabul ettirir ve sevdirirdi. Çok alçakgönüllü olup insanları sınıflara ayırmayan Sebahat, Sivrihisar aksanıyla konuşmayı, karakterinin bir parçası olarak kabul ettiğinden özentilere kapılmamış ve lehçesini değiştirme gereği duymamıştı. O, çevresi tarafından çok aranan ve sevilen bir kişiydi. Bulunduğu yere kendiliğinden hakim olur ve insanlar arasında birlik ve bereaberlik oluşturmada üstüne yoktu. Herkese akıl verirdi.

Bilindiği gibi iyi bir yönetici kendisine verilen görevi en iyi yapan kişidir. İyi bir lider ise ne yapılması gerektiğine doğru karar veren insandır. Sebahat'te bu yönden bakıldığında onda liderlik yeteneği olduğu görürdüm. Sebahat derin bir sezi gücüne sahip oldugu gibi, akılcı bir sağduyuya da sahipti. Olacakları önceden sezer gibiydi. Tahminleri çok isabetli idi. Ben iş hayatımda bu özelliklerinden zaman zaman yararlandığımı söylemek isterim.

Hemen hemen tüm insanlarda bulunan temel içgüdülerden olan kıskançlık onda yok denecek kadar azdı. Bu nedenle o çevresinde hiç kimseye ya da bir nesneye karşı açıktan kıskançlık duymamıştır. Arkadaşlarından onun için “O çok akıllıdır. Eğer okumuş olsaydı önemli bir kişi olurdu” sözleri defalarca duydum. Ancak onun inatçılık huyu vardı. Onu inadından kimse döndüremezdi. Onun bu karakteri ççuklğunda da vardı. O, 3-5 yaşlarındayken hırçın ve asabi çocuktu. Çok ağlardı, ağlamaya başlayınca da kimse susturamazdı. O yaşlarda yüzü gülmezdi. Asabi mizaçlıydı.


O, yedi aylık doğmuştu. Dokuz ayı tamamlayıncaya kadar beslenmesi yetersiz ve problem olmuş. Belki bu yüzden sinir sistemi yeterince güçlenme olanağı bulamamıştır diye düşünüyorum. Çünkü o, streslere dayanıklı değildi, çobuk yorulurdu çabuk hırçınlaşır ve çabuk paniğe kapılırdı. Ancak gerisinde kendi menfatı bulunan meşakkatlara herkesten fazla göğüs gererdi. Sebahat yaşamında mala, mülke, paraya çok kıymet verdiği için sağlığında bunun karşılığını görmüştür.

Kendisinin psikologların zor açıklayabildikleri bir yönünü de tanıtmak isterim: O, eğitimsiz ve orta halli bir ailenin kızı olmasına karşın, benim mevkim ve görevim gereği bulunduğu toplantılarda ve partilerde ve de özel temaslarda asla aşağılık duygusuna kapılmamıştır. Bir zamanlar o İzmir’in üç numaralı kadınıyken, bu rolünü böyle bir kompleksi duymadan sürdürmüştür. Ancak o bu rolünü sürdürürken arkasında benim varlığımdan güven aldığını söylerdi.

Sebahat doğuştan var olan yetenekleriyle yaşamında rolünü sürdürmüş sistemli bir eğitimle bu yeteneklerini ilerletme olanağı bulamamış olmakla beraber bu doğrultuda kişisel gayret ve çaba içine girmediği de bir gerçektir. O yaşamı boyunca bu eksikliğinin farkında olmuş okumayan kızlara kendisini örnek göstermiş çocuklarını evlendirirken gelin adayının mutlaka okumuş ve meslek sahibi olmalarını istemiştir.

Kendisi bana ve çocuklarına karşı çok özveriliydi. Bu yolda o arkadaşlarından ve benzerlerinden daha çok mahrumiyetlere severek ve içtenlikle katlanmış ve tanrıda katlanmaları nın karşılığını ona vermiştir. Övünme huyuda olmayan Sebahat kocası ve çocuklarıyla kimseye hissettirmeden gurur ve sevinç duymuştur.

Sebahat 1994 yılında mart ayından itibaren sık sık hastalanmaya başlamıştı. Hekimler ona hep grip ve soğuk algınlığı tehisi koydular. Temmuz ayına gelindiğinde Malta Humması teşhisi kondu ve tedaviye geçildiysede teşhisin yanlışlığı anlaşılmıştı. Eylülde hastaneye yatırıldı. Burada yapılan incelemede karaciğerde kansar görüldü. Oysa daha önce primer olarak yumurtalıklarda başlayan kanserin sekunder olarak karaciğere atladığı anlaşıldı. Ege Üniversitesi Hastahanesinde sarf edilen gayretlerden bir sonuç alınamadı ve 10.Ocak.1995 günü rahmetli oldu.

Şimdide çocuklarımın özgçmişi ve kişilikleriyle ilgili kısa bilgiler vererek onları tanıtmak istiyorum. Bu konuda duygusal davranmamak ve tarafsız olabilmek için zorlandım. İnsanların iyi yönlerini söylemenin kolaylığı yanında olumsuz taraflarını ifade etmenin bir baba için ne denli zor bir görev olduğunu okuyucularımın takdir edeceğini umuyorum.