25 Ocak 2009 Pazar

Fevzi Karaca Çanakkale Savaşlarında (1915-1916)

Derken Fevzi’nin askerliği geliverdi. Onu büyük bir yeis, keder ve hüzün içerisinde askere yolcu ederken en içten üzülen kuşkusuz nişanlısı Gülsüm idi. Gülsüm o güne kadar askerlikle ilgili olarak çok olumsuz hatıralar dinlemiş, kötü haberler alındığına şahit olmuştu. Ne de olsa onun belleğinde Yemen’den Kafkasya’dan, Galiç’ya dan mektubu gelen hemşehrilerinin acı hatıraları ve talihsizlikleri vardı. Gidip de gelmemek vardı. Gülsüm bütün bu duyguları içinde bastırarak nişanlısını metanetle vatan hizmetine yolcu ediyordu(1916).

Şansı onu Ankara’ya sevk etmişti. Fevzi acemi er eğitimini Ankara’da Yıldırım Beyazit (Dışkapı) semtindeki Sarı kışla’da yaptı. Acemilik bittiğinde çavuş rütbesine yükselmişti.
Babamın hayatında çok sevdiği ve de benimsediği olgular vardı. Yeri geldikçe bunlara değineceğim. Bunlardan birisi Çavuşluk rütbesiydi. Nitekim askerden döneli çok yıllar olduğu halde bizler küçükken ‘kimin oğlusunuz’ diye sorulduğunda ‘ Askeroğullarından Fevzi Çavuş’un oğluyuz’ dememizi tenbih ederdi.

Fevzi Çavuş, Sarı Kışladaki dağıtımda Gelibolu’ya düşmüştü. Arkadaşlarıyla birlikte Gelibolu’ya sevkedilen Fevzi Çavuşun taburu 2 ay sonra Seddülbahir’deki Alaya takviye olarak gönderilir.

Bu alayın Atatürk’ün komuta ettiği alay olduğunu söylerdi. Atatürk yanlarından geçerken birkaç kez gördüğünü hatırlıyordu. ‘ O zaman o Atatürk değildi ki, Miralay Mustafa Kemal idi. Bir gün onun Atatürk olacağını bilseydik daha yakından görmek isterdik.’ Demişti.


Fevzi çavuş , Çanakkale savaşları olarak tarihe geçen çarpışmaları o günkü heyecanı ve tazeliğiyle anlatırken, torunları sanki ağzına girecekmiş gibi heyecanla dedelerini dinlerdi.
- Bizim taburumuz ateş hattının gerisindeydi. Bu yüzden çok kırılmadı. Ancak bazı Taburlar hepten sıfıra düştüler.
Dediğinde ‘ Öldürmeyen Allah öldürmez’ sözünün ne kadar doğru olduğunu düşünüyordum.

Anafartalar Komutanı Mustafa Kemal silah arkadaşlarıyla birlikte. Çanakkale savaşlarını bilançosu 250,000 şehit.



Gelibolu’ya çekilmelerinden bir yıl sonra Fevzi çavuşu, Jandarma sınıfına ayırarak, Boğazın karşı tarafında Lapseki ilçesine görevlendirirler. Burada uzun süre Jandarma çavuşu olarak hizmet gören Fevzi Çavuş, tekrar Ankara’ya Sarı kışlaya gönderilir.

Onlar bu yolculukta önce İstanbul’a, sonra eski bir vapurla bir bölük asker İnebolu’ya hareket emri alır. Fırtınalı bir deniz havasında yol alan geminin maruz kaldığı dalgalarda, deniz tutmasından nasıl perişan olduklarını , rol yaparcasına , canlı olarak anlatırdı. Ve ömründe denizi görmeyenler ve deniz yolculuğu yapmamış olanlar için bu serüven, macera dolu bir gerilim filmi gibi dinleyenleri etkiliyordu. İnebolu’da karaya çıkan asker , kara yoluyla ve yaya olarak Kastamonu üzerinden Ankara’ya ulaşmıştı.

Fevzi çavuş, bu yolculukta yol güzergahının Ilgaz dağlarından ve ormanlarından geçişi nedeniyle, buraların güzelliğini şairlere taş çıkartırcasına ballandıra ballandıra anlatırken, onu dinleyenler içinde Sivrihisar steplerinden gayrı bir doğal güzelliği görmemiş olanlar iyiye mi yorsalar , kötüye mi bilemiyorlardı. O dev cüsseli ağaçları, boşa akıp giden suları anlattıkça dinleyenler Allahın oralara bu kadar cömert davranırken bizim çevremize neden her şeyi kısıtlı verdiğinin muhakemesini yapıyorlardı. Fevzi çavuş dinleyenlerden birisine dönerek:
- emin ol Halamoğlu, Ilgaz ormanlarını üç gün piyade yürüyüşüyle ancak geçebildik.Sonra Kastamonu üzerinde ver elini Ankara.

O zaman askeri topluca Çanakkale’den Ankara’ya götürecek başka bir yol yoktu. Ya da bu askeri ve stratejik bir plandı. Fevzi çavuş bu kez de Sarı kışlaya gelen yeni acemi erleri eğitiyordu. O terhis oluncaya kadar bu görevi sürdürdü.

Askerliğinin birinci kısmından sağ salim eve dönen Fevzi Çavuş Sivrihisar’a asker elbisesi ile gelmiş, Askerlik şubesine teslim olunca, evine haber verilmiş ve tüm yakınları şubeye koşmuşlar, tedarik ettikleri bir takım sivil elbiseyi de getirmeyi ihmal etmemişlerdi.

Fevzi çavuş askerlik şubesinde soyundu. Ancak çavuşluğu orada bırakmadı. Onu ömür boyu taşıyacaktı. Yıl 1921.

O yıl Fevzi, yıllardan beri yolunu gözleyen ve küçük yaştan beri nişanlısı olan Gülsüm ile evlendi.

Yavşan’da her şey Fevzi çavuşun 6 yıl önce bıraktığı gibi değildi. İşler duraklamış ve gerilemişti. Tarla, bahçe ve davacılık işleri 3 kızın fedakarlıklarıyla ve Ahmet’in çalışmalarıyla orta düzeyde gidiyordu.
İçinde bulunulan şartların zorlamasıyla girilen savaşlar Osmanlı ordusuna çeki düzen verme fırsatı vermediği gibi Devlet hazinesi de savaş ekonomisine endekslenmiş vaziyette koca bir imparatorluk dünyanın gözleri önünde eriyip gidiyordu. Balkanlar’da, Arabistan yarımadasında ve Kafkaslarda her cephede yenilgi ve gerileme halkımızın ümitlerini yok etmiş, Devlete karşı güven duygularını ortadan kaldırmıştı. Memlekette hüküm süren fakirlik, yoksulluk, her türlü ümitsizliği üzerine adeta tuz biber ekiyordu.

Bu koşullar içinde yaratılan Kurtuluş savaşı milletin bitmediğini, ümitlerin yeniden yeşerebileceğinin müjdecisi oldu. Batan bir cisim dibe vurmadan su yüzüne çıkamaz derler. Osmanlı’nın dibe vurduğu yer Arabistan, Balkanlar ve Kafkaslar oldu.


Ve de bunlardan sonra bir Atatürk ve bir Kurtuluş Savaşı.