27 Ocak 2009 Salı

Karacaların Molla 3.İbrahim (1864 - 1904)

Önce Bozlar’a değinmek isterim. Burası Sakarya ırmağı kenarında, Sakarya’nın İzmir karayolu ile kesiştiği yerden, suyun akışı istikametinde 6 km uzakta küçük bir köydü. Orada Sakarya kıyısında verimli çayırlar, sulanabilen tarlalar yanında, davarcılık için son derece uygun olanaklar vardı.

Elde mevcut 1846 yılına ait olup Sivrihisar’ın o tarihte köylerini ve yerleşim birimlerini gösteren haritada Bozlar adına rastlanmamaktadır.

Buna göre Bozlar’a yerleşim ve oranın bir köy haline getirilmesi muhtemelen 1700 yıllarına rastlar. O tarihte Bozlar’ a yerleşenler ise büyük bir ihtimalle Sivrihisar’dan olup, davarcılık yapmak amacıyla oraya giden ve Karacalardan müteşebbis bir kişi ya da kişiler olmalıdır.

Bunlardan çoğalanlar 1800’li yıllarda Bozlar’ın sakinleri oluşturmuştur. Bilindiği kadarıyla bunların en ünlüsü 1815-1880 yıllarında yaşayan Karacaoğlu Hacı İbrahim Ağa dır. Aslen Sivrihisar’da yaşamakla beraber, işi Bozlar’da olan İbrahim Ağa orayı yayla olarak kullanıyordu. Oranın geliriyle zengin olmuştu.

Bozlar’da nüfus birkaç aileden ibaret olup, bunların hepsi Karacalar soyuna aitti. Bozlar sanki Karacalardan bir iki ailenin çiftliği gibiydi.

İsmail oğlu Molla İbrahim de Sivrihisar’da 1864 yılında doğdu. Dedesi Hacı İbrahim Ağa ulemadan, zengin, ileri görüşlü bir kişiydi. Oğlu İsmail’in okumamış olmasına karşın kendi adını taşıyan torununun okumasını istiyordu. Sonuçta İbrahim , molla ünvanını (molla:medrese öğrencisi, bilgin kişi) kazanmış oldu.

Karacalar medresesi, Meydan mahallesinde Hoşkadem camii yanındaydı. Bu medresede Kıyık Hacı Efendi ders vermekteydi. Adı geçen bu kişi aynı zamanda Sivrihisar’da müftülük de yapmıştır. İlmi, irfanı ve seciyesi ile çok itibar kazanmış iyi bir müderristi.

2.İbrahim ise kısa zamanda hocası Ali Efendinin takdirine mazhar olmuş, onun en iyi öğrencilerinden biriydi. Zekası, dürüstlüğü ve çalışkanlığıyla hocası üzerinde etki yapan İbrahim, ikinci evliliğinde hocasının kızına talip olmuş ve Zeynep’i almıştır.

Ten rengi açık(kumral), göz rengi bal köpüğü renginde olan Karacaların Molla İbrahim geçimini Bozlar’dan davarcılık ve tarımdan sağlardı. Yazları Bozlar’a giderler, kışları Sivrihisar’da otururlardı.

Evlilik yaşına ulaştığında Molla İbrahim’e Askeroğlular dan bir kıza talip olunur. Ve 1.Ahmet’in tek kızı Emine için söz alınır ve nikah kıyılır.

Talihsiz Emine’nin arka arkaya iki oğlu dünyaya gelir. Birinciye dedesini adı verilir: İsmail. Diğerine ise Fevzi adı verilir.

Yukarıda talihsiz ifadesinin kullanmamızın nedeni, Emine’nin henüz hayatının baharında 25 yaşında ölmesinden dolayıdır. Talihsiz Emine ilk darbeyi, büyük oğlu ismail’i 1897 yılında kaybetmekle alır. Artık o tek oğlu Fevzi ile yaşarken , talih ona bu yaşamı da çok görür ve henüz 25 yaşındayken yaşama veda eder. Geride dul kocası İbrahim ile henüz 3 yaşında öksüz Fevzi kalır.

Bir süre küçük Fevzi ile birlikte yaşayan baba İbrahim için yaşamın güçlükleri, başkaları tarafından da fark edilmeye başlar ve bunun böyle gidemeyeceği anlaşılmaya başlar.

Bakıma muhtaç çocuk ve baba için yeni bir anne arayışları başlar. Derken İbrahim’in değerli hocası Kıyık Hacı Ali Efendinin kızlarından Zeynep uygun bulunur. İbrahim’i medresede okurken tanıyan Hoca Efendi bu izdivaca muvafakat eder ve İbrahim ile Zeynep evlenirler.

Bozlar’da ikinci yaşam Zeynep anne ile başlar. Gene kışları Sivrihisar’a gelinir, yaz başlayınca Bozlar’a gidilir. Fevzi henüz 6-7 yaşlarındadır. Bu arada Zeynep anneden Fevzi’ye bir oğlan ile bir de kız kardeş gelmiştir. Oğlan çok küçükken ölür. Kıza ise Maksude adı verilir. Ancak Maksude doğmadan babası İbrahim ölür ve kızını göremez. Talihsizliğe bakın ki Maksude’de henüz 13 yaşındayken ölür.

Bundan sonrasını Annem Gülsüm Karaca anlatır:

Babanızdan çok kez dinledim. Babanız Fevzi, üvey annesi ve babasıyla mutlu bir yaşam sürdürürken Bozlar’da kayınpederim İbrahim Efendinin hastalık haberi gelir. Orada tedavi olanaksız. Çeşitli tedaviler uygulamaya çalışılarak zaman kaybedilir. Bu koşullarda iyileşemeyeceği anlaşılınca, ilçeye nakline karar verilir.

Ne var ki yol uzun ve tek araç da öküzlerle çekilen kağnı arabası. Sonunda kağnıya öküzler koşulur. Bir yatak düzenlenip, içine hasta yatırılır. Bu sefer hastayı ve kağnıyı Sivrihisar’a kimin götüreceği sorun olur. Her ne kadar İbrahim efendinin Bozlar’da 2 kardeşi varsa da bunlardan birisi davarları diğeri tarladaki işlerini bırakamayacaklarını öne sürerek kardeşlerini götürmek istemezler.


Zavallı hasta İbrahim ateşler içinde yanarken, tanrıdan başka kendisine kimsenin yardımcı olamayacağı gerçeğini geç fark eder. Güvendiği dağlara kar yağmıştır. Sonuçta iş Fevzi’ye düşer. Henüz 12 yaşındaki Fevzi biner kağnıya, alır üvendireyi eline ve yola koyulur.

Hasta baba Fevzi’ye derki:
- Sen öküzlere karışma onlar yolu bilir. Kasabaya gelince ben yolu gösteririm. Veremezsem bile öküzler evi ve kapıyı bulurlar.

Fevzi 26 km bu yola kendi başına ilk kez çıkmaktadır. 6-7 saatlik yolculuktan sonra akşam ezanı vakti öküzler ve kağnı büyük bir konağın bordakapısı (arabaların girmesine elverişli iki kanatlı büyük kapı) önünde dururlar. Adres tamamdır. Öküzler yanılmadılar. Burası hasta İbrahim ‘in kayın pederi müderris, müftü Kıyık zade Hacı Ali Efendinin konağıdır.

Uzun yol hastayı bitkin düşürmüş, gece ateşi daha da artmıştır.

Burada anama sordum:
- Sen kayınpederini gördün mü?
- Görmez olurmuyum? Yeşil gözlü (Kadir Karaca’nın göz rengi) açık renk tenli, güler yüzlü, konuşkan, hatırnaz bir babaydı. O önce benim halamla evlenmişti. Sonra kıyık kızı Zeynep ile evlendi.
- Sonra hasta ne oldu? İnşallah doktor bir çare bulmuştur.
- Ne gezer. Hasta gece ateşler içinde yanarken, su ister ve aralıklarla neredeyse bir küçük testi suyu bitirir. Ama sabaha çıkamaz. Sabah ezanıyla birlikte sela verilir. Kıyıkların konağın bahçesinde kazan ocağında su ısıtılır, yıkanır ve Karacaların Molla İbrahim göz yaşlarıyla ebedi istiratgahına yolcu edilir.

Hasta, ölüm döşeğinde yatarken, diğer kardeşlerin ufak bir fedakarlığa katlanamayacak kadar kendilerini dünya işlerine vermiş olmalarına ve aralarındaki kardeşlik bağlarını yok edenlere güler misin ağlar mısın.

Molla İbrahim Efendi öldüğünde henüz 40 yaşındaydı. Hastalığı halk arasında Saplıcan denilen Zatürre idi.

Ölüm olayı , oluştuğu yerde çoğu zaman köklü değişikliklere yol açar. Bu değişimden karlı çıkanlar, zararlı çıkanlar olur.

Ölüm 2. İbrahim Efendinin de hanesine kara kilit vurmuştur.

Ölünün ardından kalan üvey anne-evlat ne olacaktı şimdi?

Fevzi’nin 6 dayısı vardı. Ancak bunlardan bir tanesi Fevzi ile ilgileniyordu, diğerleri ilgisizdi. İlgilenen kişi Molla Mehmet idi.

Bundan sonrasını kadir’in eşi Cihan Karaca’dan dinleyelim:
Kıyık kızı Zeynep anne çok zeki ve akıllı bir kadındı. Doğru görüşleri vardı. Otorite sahibiydi. Fevzi’yi de yönlendirmek istiyordu. Ona göre Fevzi’ye dayılar arasından yalnızca biri babalık edebilirdi. O da Mehmet Dayı idi. Bu düşünceleri o Fevzi’nin kafasına sokar. Onu öğretir ve bu düşüncelerle Fevzi’yi dayısı Mehmet Efendiye gönderir. Fevzi dayısına gider ve ödevin ezberlemiş bir öğrenci ciddiyetiyle ona:
- Dayı ben senin oğlun olacağım. Sana da bu yakışır. Herkes böyle münasıp görüyor.
Hoca efendi bir an durakladı, düşündü. Fevzi sanki onun da aklından geçenleri söylemişti.Demek ki Hoca efendi bu konuyu Fevzi’den önce düşünmüş ve aynı kanıya varmıştı. Mehmet efendinin gözleri dolar:
- Gel yavrum, öp elimi. Bugün den itibaren benim iki oğlum oldu. Birisi Ahmet diğeri Fevzi. Allah sizleri korusun ve hayırlı istikbal nasip etsin. Haydi şimdi de Kezban annenin elini öp ve kardeşlerine sarıl. Allah sizleri ayırmasın.

Cihan, Kıyık Kızının bu önerisinin üç dayanağının olduğunu ifade eder.. Birincisi Mehmet dayının, Yavşan göz önüne alındığında kendilerinden bir adama ihtiyaçları vardı. İkincisi Mehmet dayının 3 kızı vardı. Üçüncüsü ne de olsa Fevzi’nin dayısıydı.

Fevzi’nin 12 yaşından sonraki hayatı Mehmet dayısının evinde geçerken birgün o haneye içgüveysi olacağı yolunda kendisini hazırlıyordu.

Kıyık kızı Zeynep’e gelince. O ikinci izdivacını yapmıştı. Bu evlilikten de Ayşe ve Maksude adında 2 kızı dünyaya gelmiştir.

Fevzi Karaca’nın yaşamı 12 yaşından sonra Dayısının yanında yani bir Askeroğlu hanesinde geçti. O tamamen Askeroğlu kültürüyle yetişmiştir. Zaten çevre onu bir Karaca olarak değil Askeroğlu olarak tanır. Ona Askeroğulların Fevzi denir.

Fevzi’nin Karaca’lar ile maddi manevi ilişkileri çoktan kesilmişti. Soyadı alırken onun da Eroğlu adını alması münasıp olurdu. Bence insanların genetik yapıları kadar, kültürel yapıları da kimliklerinin belirlenmesinde rol oynar. İnsanların genetik yapıları(DNA,RNA) günümüzde analizle belirlenebiliyor. Tıpki kan grupları gibi. Kimlik ve kişilik bir madalyonun iki yüzü gibidir. Birinde kişinin genetiksel yapısı, diğerinde ise kültürel yapısı. Her ne kadar biz, insanları daha çok kültürel yapılarıyla değerlendiriyorsak da insan kişiliğinin oluşumunda genetik yapının rolü bence ağır basmaktadır.

Etkin kültürel kimlik açısından değerlendirildiğinde Fevzi ve onun oğulları halis birer Askeroğlu’dur.

Böylece iç içe yaşayan iki aileden Karaca soyu, bu aileye mahsus olmak üzere Askeroğlu yanında çekinik kalmış ve Askeroğlu soyu başat(dominant) olmuştur.