Birinci tertip erat sevk edildikten bir süre sonra Fevzi’ye celp gelir. Fevzi elinde celp ile Askerlik şubesine başvuruncaona geç kaldığı ancak üç gün sonra yeni bir sevkiyat yapılacağını ve kendisinin de bu sevkiyata dahil edileceğini ve bu maksatla kendisini 3 gün şubede alıkoyacaklarını söylerler. Şubede 3 gün bekletilen Fevzi’nin dosyasına ise şu kayıt düşülür ‘masarıfı rahtan tasarruf için 3 gün şubede ipka kılındı’. Bunun anlamı şudur: Yol parasından tasarruf etmek için Askerlik şubesinde 3 gün bekletildi.
Ancak aradan yıllar geçtikten sonra Arap harfleriyle ve Türkçe Farsça karışımı bir dille dosyaya düşülen bu notları yeni nesil okuyamayınca çare cami imamlarında bulunur. Ancak onlar yazıyı doğru okusalar bile Farsça bilmediklerinden değerlendirmeler de çok yanlışlıklar yapılmıştır. O sıra kayıtlar hocalara okutturularak yeni harflerle yazılıyordu. Bazı hocaların dil bilgisi çok yetersiz olduğundan onların okuduklarından mağdur(haksızlığa uğrayan) olanlar çıkabiliyordu.
İşte bu mağdurlardan biri de Fevzi Çavuş idi. Onun dosyasındaki not şuydu: ‘ masarıfı rahtan tasarruf için 3 gün şubede ipka kılındı’. Hoca efendi bu ifadeyi ‘ Firar ettiği için 3 gün şubede hapsedildi’ şeklinde tercüme etmiş ve yeni kayıtlara bu şekilde geçirilmişti. Böylece Fevzi çavuş asker kaçağı oluyordu. Ve de madalya hakkı elinden alınıyordu.
O günlerde bazı din hocalarının bu görevlerini kötüye kullanabildikleri rivayet olunur. Bazen de dile hakim olamama.
Bugün de arap harfleriyle yazılmış Arapça, Türkçe ve Farsça karışık metinleri anlayabilecek kişilerin sayısı çok azdır. Bunun önemli bir eksiklik olduğunu görüyorum. Şanlı be zengin geçmişimizin doğru değerlendirilmesi bu alanda uzmanlaşmış kişilerin varlığını zorunlu kılar. Bu konuda üniversitelerimize önemli görevler düşmektedir.
Madalya kanununa göre Kurtuluş savaşında rütbe alan ve yararlılığı görülen ve bu savaşa katılan er, astsubay , subay ve generallere ‘ istiklal madalyası ‘ verilir. Bu madalyayı Atatürk madalyaların en değerlisi olarak niteler ve yalnızca onu takar.
O zaman Sivrihisar’da madalyaya hak kazananların madalyaları Milli Savunma bakanlığınca Askerlik şubesine gönderilir. Şube ilgililere duyurur. Ancak masraf olan 25 lira mukabilinde verileceği söylenince çok kimse almaz ve madalyalar Ankara’ya gönderilir.
Aradan çok uzun yıllar geçer. 1980 yılına gelindiğinde ben Ege Üniversitesi Rektörü idim. Bir sohbette bu durumu Ege Ordu Komutanı Orgeneral M.Süreyya Yüksel’e anlatmıştım. Kendileri yardımcı olmayı kabul buyurdular. Sonuçta benim adıma düzenlenmiş resmi yazıyla, madalya Sivrihisar askerlik şubesine gelir. Şubede babamın kaydına bakılır ve görülür ki, dosyada bir not vardır. Notta Fevzi Karaca’nın 1921 yılında firar ettiği ve 3 gün şubede hapsolduğu yazılıdır. Oysa ki bu iftira yukarıda anlatıldığı gibi bütünüyle yanlıştır. Ama şube müdürü dosyadaki nota bakar. Anlatamazsınız.
Sonuçta Fevzi çavuşun asker kaçağı olduğuna hükmedilerek madalyaya hak kazanmadığına karar verilir.
‘ İyi olacak hastanın hekimi ayağına gelirmiş’ derler. Ya da Arap’ların bir sözüne göre ‘ Bir şey olacaksa o size yakındır’. O günlerde Prof.Dr. İhsan Sarıkardaşoğlu Eskişehir’de bir tanıdığına rastlar: Kurmay Albay nazım berberoğlu( sonra general oldu) . albay Sivrihisar Askerlik şubesini denetlemeye gideceğini söyleyince İhsan bey konuyu açar ve rica eder. Ve Albay söz konusu kaydın orijinalini kendisi okur ve inceler. Albay Berberoğlu hem Arap harfleriyle okuyabilmekte hem de Osmanlıcayı bilmektedir. Bu sayede gerçek anlaşılır ve camii imamından kaynaklanan yanlış düzeltilir.
Ancak aradan yıllar geçtikten sonra Arap harfleriyle ve Türkçe Farsça karışımı bir dille dosyaya düşülen bu notları yeni nesil okuyamayınca çare cami imamlarında bulunur. Ancak onlar yazıyı doğru okusalar bile Farsça bilmediklerinden değerlendirmeler de çok yanlışlıklar yapılmıştır. O sıra kayıtlar hocalara okutturularak yeni harflerle yazılıyordu. Bazı hocaların dil bilgisi çok yetersiz olduğundan onların okuduklarından mağdur(haksızlığa uğrayan) olanlar çıkabiliyordu.
İşte bu mağdurlardan biri de Fevzi Çavuş idi. Onun dosyasındaki not şuydu: ‘ masarıfı rahtan tasarruf için 3 gün şubede ipka kılındı’. Hoca efendi bu ifadeyi ‘ Firar ettiği için 3 gün şubede hapsedildi’ şeklinde tercüme etmiş ve yeni kayıtlara bu şekilde geçirilmişti. Böylece Fevzi çavuş asker kaçağı oluyordu. Ve de madalya hakkı elinden alınıyordu.
O günlerde bazı din hocalarının bu görevlerini kötüye kullanabildikleri rivayet olunur. Bazen de dile hakim olamama.
Bugün de arap harfleriyle yazılmış Arapça, Türkçe ve Farsça karışık metinleri anlayabilecek kişilerin sayısı çok azdır. Bunun önemli bir eksiklik olduğunu görüyorum. Şanlı be zengin geçmişimizin doğru değerlendirilmesi bu alanda uzmanlaşmış kişilerin varlığını zorunlu kılar. Bu konuda üniversitelerimize önemli görevler düşmektedir.
Madalya kanununa göre Kurtuluş savaşında rütbe alan ve yararlılığı görülen ve bu savaşa katılan er, astsubay , subay ve generallere ‘ istiklal madalyası ‘ verilir. Bu madalyayı Atatürk madalyaların en değerlisi olarak niteler ve yalnızca onu takar.
O zaman Sivrihisar’da madalyaya hak kazananların madalyaları Milli Savunma bakanlığınca Askerlik şubesine gönderilir. Şube ilgililere duyurur. Ancak masraf olan 25 lira mukabilinde verileceği söylenince çok kimse almaz ve madalyalar Ankara’ya gönderilir.
Aradan çok uzun yıllar geçer. 1980 yılına gelindiğinde ben Ege Üniversitesi Rektörü idim. Bir sohbette bu durumu Ege Ordu Komutanı Orgeneral M.Süreyya Yüksel’e anlatmıştım. Kendileri yardımcı olmayı kabul buyurdular. Sonuçta benim adıma düzenlenmiş resmi yazıyla, madalya Sivrihisar askerlik şubesine gelir. Şubede babamın kaydına bakılır ve görülür ki, dosyada bir not vardır. Notta Fevzi Karaca’nın 1921 yılında firar ettiği ve 3 gün şubede hapsolduğu yazılıdır. Oysa ki bu iftira yukarıda anlatıldığı gibi bütünüyle yanlıştır. Ama şube müdürü dosyadaki nota bakar. Anlatamazsınız.
Sonuçta Fevzi çavuşun asker kaçağı olduğuna hükmedilerek madalyaya hak kazanmadığına karar verilir.
‘ İyi olacak hastanın hekimi ayağına gelirmiş’ derler. Ya da Arap’ların bir sözüne göre ‘ Bir şey olacaksa o size yakındır’. O günlerde Prof.Dr. İhsan Sarıkardaşoğlu Eskişehir’de bir tanıdığına rastlar: Kurmay Albay nazım berberoğlu( sonra general oldu) . albay Sivrihisar Askerlik şubesini denetlemeye gideceğini söyleyince İhsan bey konuyu açar ve rica eder. Ve Albay söz konusu kaydın orijinalini kendisi okur ve inceler. Albay Berberoğlu hem Arap harfleriyle okuyabilmekte hem de Osmanlıcayı bilmektedir. Bu sayede gerçek anlaşılır ve camii imamından kaynaklanan yanlış düzeltilir.
Teşekkürler Albayım , Teşekkürler Profesörüm..
Sonra bana haber verilince gidip madalyayı ve belgesini aldım. Sağ gögsüme taktım. Fotoğraf çektirdim. Ege Üniversitesi Senato Salonunda 8. rektör olarak asılı duran fotoğrafımda görülen madalya işte bu madalyadır.
İstiklal madalyası, kendi kanunu uyarınca ileri nesillere hep büyük oğla geçerek gider. Ben de büyük oğul sıfatıyla aldım. Şimdilerde ben de bu madalyayı ve adıma yazılı belgeyi büyük oğlum Ecz.Dr. Ahmet Reha Karaca’ya vermiş bulunuyorum.
Ne yazık ki, uğrunda büyük fedekarlık, cefakarlık ve ölüm tehlikelerine katlandığı Kurtuluş savaşının bir hatırası olan bu madalyayı babam Fevzi çavuş yakasına takamadan , takıp ta çarşıya çıkamadan edebiyete intikal etti.
Fevzi Çavuşa Devletten Maaş Bağlanıyor
27 Mayıs 1960 askeri darbesiyle hükümete gelen hükümet bir kanun çıkararak, Kurtuluş savaşına fiilen katılan 1915 ve daha önceki doğumlulara Vatani Hizmet tertibinden maaş bağlamıştır.
Bu maaş bizim köyden iki kişiyi kapsamı içerisine almıştır: Fevzi karaca ve Süleyman Fevzi Anık.
İlgiliye üç ayda bir ödenen ve ömür boyu sürecek olan bu ödeme maaş anlamında olmadığı için mirasçılara intikal etmiyordu.
Gene de herkes buna bir emekli maaşı gözüyle bakmaktaydı. Alanları çok mutlu ediyor. Devlete karşı çok büyük bir minnet duygusu taşıyorlardı. Olayın temelinde yatan düşünce günü geldiğinde Devletin kendisi için savaşanları hatırladığı ve ödüllendirdiği fikriydi. İşte bu değer bilirlikti. Devlet dediğin böyle olmalıydı. Böyle Devlete her durumda arka çıkmak bu maaşı alanların boynunun borcu olmalıydı.
Her üç ay da bir Fevzi’ler traş olur, giyinir, okul çocukları yada yaşlı emekliler gibi sevinçli ve mağrur, İlçenin yolunu tutar ve Ziraat bankasından aldıkları maaşlarını özenle cüzdanlarına yerleştirirlerdi.
Akşama doğru heybeleri dolu olarak köye dönerken köydekilerin nazarından sakınarak evlerine görünmeden girerlerdi.
Gene böyle günlerden biriydi. Bizim evin duvarının gölgesinde 7-8 erkek oturmuş güneşlerken Fevzi Anık kasabadan gelir. Selamlaşırlar. Oturur.
Tevfik:
- Emmioğlu evvelallah maaşı aldın. Hayırlısıyla yedirmek nasip olsun. Hadi bakalım cigaralar senden.
İçine içmeyene Fevzi Anık’tan sigara ikram edilirken o anlatır:
- Valla, arkadaş maaşımı alınca doğru Aşçı Halil’e gittim. 25 kuruş verdim bir güzel çorba içtim.
Ortalığı sessizlik kaplamıştı. Ne saadet. Aşçıya gidebilmek. Çorba içebilmek. Ne lüks.
Celal sessizliği bozar:
- Çorba içmek iyide Habibe ablaya bunun hesabını nasıl vereceksin bakalım.
Benim köylüm için 25 kuruş çok paraydı. O bu lüksü kendisi için bile çok görürdü. Aşçıda bir tek çorba içebilmek. Feleğin onlardan esirgemediği fakat öğülünecek bir lüks idi. Zavallı köylülerim. Körolası fakirlik. Kahrolası cahillik.
Bunca savaşlara girip çıkmış ve ölmeden köyüne dönebilmiş bir askerine felek bu kadar lüksü çok görüyordu. M.Ali’ler, Tevfik’ler, İsmail’ler, Çakır’lar, Avni’ler, Omar’lar, Celal’ler bir kase çorbayı aşçı dükkanında içme lüksünü kıskanırken aynı zamanda imrenirlerdi.
Babama dünyaları verseler, bu maaş kadar sevindirilemezdi. Bu moral iki Fevzi’ye de ömür boyu yetti. Belki onlar bu moralle uzun yaşadılar.