19 Ocak 2009 Pazartesi

Muzaffer Kadir Karaca Son Veliaht


Fevzi-Gülsüm çiftinin küçük çocukları M.Kadir Karaca 1929 yılında Sivrihisar’da doğmuştur. Ailenin düzenli ve istikrarlı yaşamı içerisinde büyüyen kadir 1941 yılında ilkokulu bitirmiştir.

Ailenin büyük oğlu İbrahim lisede okumaktadır. Belli ki o Üniversiteye de gidecektir. Yolu belirlenmiştir.

Ortanca oğul Rüştü’ye gelince o da Mehmet Tüfekçi’nin ayakkabı mağazasında tezgahtar olmuştur. Ticareti öğrenmektedir.

Olaylar geliştikçe baba Fevzi’nin veliahtı da belirginleşiyordu. Bu kişi ileride Askeroğulların ve Yavşan’ın patronu olacaktır.

Kadir, tarım ve hayvancılık mesleğine babasının yanında başladığında henüz 12 yaşındaydı. O askere gidinceye kadar işleri her yönüyle tanıdı, yaşadı, kavradı ve babasından icazet aldı.

1949 yılında havacı er olarak önce Eskişehir’de ardından Bandırma’da vatani hizmetini yaptı. Askerlikte babası gibi önce onbaşı sonra da aynen babası gibi çavuş oldu. Kadir çavuş.

Askerden dönen Kadir 1951 yılında yoğun köy işleri bekliyordu. O ise yaşı başı gereği mutlak hakimi olduğu tüm işleri üstlenmeye ve başarılı sonuçlara ulaşmaya hazır durumdaydı.

Kadir’in gelmesiyle baba derin bir nefes almışa benziyordu. Bundan sonra baba oğul kalkınma projeleri yaptılar. Anlayışla ve uyumla çalışıyorlardı. Her zaman olduğu gibi kadir o yaşlarda da çok çalışkandı.; çalışmayı ve işini seviyordu.

O yıllarda iklimler farklıydı. Çok kar yağardı. Sabah uyanan kişilerin ilk işi evlerin önünde karda yol açmak olurdu. Böylesine karlı günlerde Kadir Yavşan’da tek başına kalır hayvanlara bakardı. Kendi pişirir kendi yerdi. Arada bir babasıyla nöbet değişirlerdi. Ona ilçeden azık gönderilirdi. Yedikleri içtikleri bulgur pilavıydı. En büyük lüksleri pilava tereyağını, tüm komşular gibi, biraz fazla koymak yanında soğan yada kara turp bulundurmaktı.




Köyde Kadir gibi kışlayan birkaç delikanlı daha vardı. Akşamları bir araya gelerek gaz lambası ışığında vakit geçirirlerdi. Karlı havalarda tavşan ve keklik avına çıkarlardı. Vurdukları av hayvanı ile arabaşı pişirirlerdi. Onların arabaşını yerken duydukları mutluluğu , zenginlerin İstanbul’un restaurantlarında ismini zor telaffuz ettiğimiz menülerden elde edebildiklerinde kuşkum vardır.

Mutluluk doyurulmuş bir duygudur. Bu duygu her insan da vardır. Her insan duygularıyla dürtüleriyle yaşamına anlam kazandırır. Ama yaşadığı sürece onları tatmin etmeye doyurmaya çalışır. Doyuma ulaşmak ise derece derece dir. Kimileri kolay ulaşır, kimileri güç. Kimileri azla yetinirken, kimileri müşkülpesent dir.; doymazlar, doymak bilmezler. Duygularını tatmin edemeyenler mutluluğa eremezler.

Bizim insanımız azla yetinmeyi ve mutlu olmayı yaşayarak öğrenmiştir. Öyle görmüş öyle eğitilmiştir. Bir arabasına kaşık sallamak ya da biraz yağı fazla kaçmış bulgur pilavı ile yanında bir adet ısıtılmış bazlama ekmeği.. İşte mutluluğun formülü.

Karın diz boyunu aştığı günlerde kadir, 25 km uzaklığa önünde yüklü 2 eşek ile karlara bata çıka Karabayır’daki çobanlara erzak azık götürürdü. O geceyi orada çoban tuluğunda (ağıla bitişik çobanların yaşadığı içinde ocak bulunan kulübe) geçirir, ertesi gün aynı koşullarda geri dönerdi. Böyle yolculuklarda Kadir’in güvencesi yola çıkarken beline taktığı babasının tabancası ve kamasıydı.

Kadir çifte gider, nadas yapar gelir hiç dinlenmeden gece öküzleri otlatıp doyururdu. O ekin biçer namlı (toplanmış ekin yığınları) basar, sap çekeri düven sürer, harman savurur, çec (samandan arındırılmış buğday yığını) ve saman çekerdi.

Şimdi der Kadir: ‘Makine ile tarım şehirler otobüs kullanmak kadar bile ustalık istemiyor. Akıllı makineler her şeyi kendisi yapıyor. Hem de insanın yaptığından daha güzel’ ve ilave eder: ‘O devirde bizim bir sloganımız vardı. Öküzümüz aç kalmasın biz kalalım. Öküzümüz yorulmasın biz yorulalım.’

Bu kitabın hacmi müsait olsaydı da ben Kadir’in hayatını yazmış olsaydım, yaptığım iş Anadolu köylüsünün romanını yazmak olurdu.


Kadir 1953 yılında evlendi. Gelin namzedini annesi Gülsüm buldu. Aile büyüklerinin onayı alındıktan sonra ismi açıklandı: Cihan. Cihan Şamdan zade Hacı Sabri Efendinin kızıydı.

Yeni evliler kasabada anne ve babalarıyla birlikte oturdular. Köyde de beraber yaşadılar. Bu beraberlikleri Fevzi ve Gülsüm ölünceye kadar devam etti.

1954 yılında ailece bir talihsizlik yaşanmıştı. Ben Ankara’dan Sivrihisar’a birkaç günlüğüne gelmiştim. Bir Pazar günüydü. Kahvaltıda üç kardeş ve anne, baba tüm aile birlikteydik.

Annem: ‘Tanrıya şükür üç evladımı da dünya gözüyle bir kez daha bir arada görüyorum. Bir talihsizlikten korusun Cenab-ı Hak ‘ demişti. Bu duanın üzerinden henüz 2 saat geçmişti. Rüştü, bir inşaatın camlarını takmak için Hamamkarahisar köyüne gitmek üzere bir otobüsle yola çıkmıştı. Otobüs Devrent Yokuşunu çıkarken otobüsü geçmeye çalışan bir traktörün sıkıştırması sonucu devrilmiş ve Rüştü otobüsün altında kalmıştı. O kazada başka ölen olmamıştı. Rüştü’nün ölüm nedeni otobüsün içinde değil üstünde oluşuydu. O devirde otobüsler içinden başka üstüne de yolcu alırlardı. Ben bir defa Eskişehir’den Sivrihisar’a kadar böyle bir otobüsün üstünde iplere yapışarak geldiğimi hatırlıyorum. O devirde trafik polisi ve kontrolü yoktu.



Rüştü’nün ağır yaralı olarak yoldan alınıp ilçeye getirildiğini haber alır almaz koştuk. Yaralıyı ambulansa aldık. Dayım şöförün yanına, ben ise Rüştü’nün yanına bindik ve Eskişehir yoluna düştük. O zaman 2 saatte gidilen yolu 1 saatte aldık. Ambulans Eskişehir Devlet hastanesine ulaştığında Rüştü’nün henüz ölmüş olduğunu anlayamamıştım. Şuuru kapalıydı. Sadece yarı yolda su istemişti. Hamidiye’de bir bardak su içti ama suya kanmadı.

Hastane de acil servise alınan Rüştü’ye suni teneffüs, göğsüne masaj ve kalbine elektro şok yapılmışsa da hiçbir cevap alınamıyordu.

Otobüsün devrildiği yerde 1-2 saat devrik arabanın altında kalmış, arabadakiler kurtaramamış ancak nice sonra Ankara istikametinden gelen bir yolcu otobüsünden inen yolcularında yardımıyla çıkartılabilmişti. Bacak kemikleri kırıktı ve saatlerce süren bir iç kanama ölüm nedeni olmuştu.

Rüştü’nün cenazesi Sivrihisar’a getirilerek, Kumluyol mezarlığına defnedilmiştir. Mezarı annesiyle babasının mezarları arasındadır.

Daha önce belirtildiği gibi Rüştü, dayısı A.Eroğlu tarafından kardeşi Gülsüm’e verilen dükkanda hırdavat ve inşaat malzemeleri ticaretine başlamıştı. Rüştü ölünce dükkana Kadir’in geçmesi genel kabul gördü. Ve dükkan yeniden açıldı.

Kadir’in ticari deneyimi yoktu. Kendisini geliştirmeye çalışıyordu. Yeni bir heves yeni bir heyecan.

Ancak bu aşamada yeni bir sorun ortaya çıkıyordu. Yavşan.

Baba Fevzi tek başına kalmıştı. ‘ Koyun can derdinde kasap et derdindeydi’. Kadir elinden geldiğince iki yere de yetişmeye çalışıyordu. ‘ Dükkan hak kapısı. Sabah olunca açılır, akşam olunca kapanır’ diyordu Kadir. Öyle zamanlar oluyordu ki dükkan 2-3 gün hiç açılmıyordu. Müşterinin ayağı kesilmeye başlamıştı. İki karpuz bir koltuğa sığmayacaktı.

Başka zorluklar da ortaya çıkınca çözüm köydeki işleri yeniden gözden geçirerek bazılarını bırakmaktı. Ve en karlısı ama en zoru olan davarcılığa son verildi. Eldeki mevcut koyunlar alıcıya teslim edildi.

Büyük hayatta baba Fevzi ile alıcı celep el sıkışıp ‘Hayrını gör’ seramonisinde, babanın dudakları titriyordu. Hele alıcı davarı önüne katıp Yavşan’dan çıkarken Fevzi ve Gülsüm’ün arkalarından baka kalmaları çok trajik bir sahneydi. Alıcı sanki onların davarlarını değil damarlarındaki kanını almış götürüyordu. Sanki onların ellişer yılını önüne katmış götürüyordu.

Bir siyasetçinin mikrofonunu, bir askerin silahını, bir örfün kontak anahtarını yada bir ressamın fırçasını elinden almak gibiydi bu..

Dükkanın sermayesi artırıldı. Önemli engellerden birisi ortadan kaldırılmıştı. Artık dükkan daha az kapalı kalacaktı.

Bu defa da ufukta başka bir tehlikeyi haber veren kara bulutlar belirmişti. Enflasyon

Enflasyonlu yıllar başlamıştı. Sermayesi kuvvetli olmayan esnaf ile cirosunu artıramayan işyerlerini enflasyon vurmaya hazırlanıyordu.

Enflasyonlu yıllar onun yeniden köye dönmesi sonucunu getirdi.

Fevzi ve Gülsüm çiftinin de uygun bulması ve teşvikiyle Kadir-Cihan için İstiklalbağı köyünden, annesi genç yaşta ölen bir kadının çocuklarından bir kız evlatlık alındı. Üç yaşında aileye katılan hamiyet büyüdü, orta okulda okutuldu. Yetişkin bir kız olunca astsubay Mustafa Ede ile evlendirildi.

Cihan kısa boylu, beyaz tenli, hafifçe etine dolgun, yeşil gözlü güzel bir kadın. Dışa dönük, güler yüzlü, konuşkan. Çok özverili, çok fedakar, çok samimi, içi dışı bir. Fitne fücur değil. Çevresiyle ve insanlarla çok ilgilenir. Kaprisleri yoktur. Uyumludur.

Cihan, kayınpederine ve bilhassa kayın validesine çok iyi bakmış, bu sorumluluğunda ihmal ve kusur etmemiş ve onların dualarını almıştır. Kadir ile evlilik hayatı boyunca iyi anlaşmıştır.

Anne ve babasına ölene kadar çok iyi bakan kadir Karaca, orta boylu, tıknazca bir yapıya sahiptir. Gözleri bal köpüğü ten rengi pembe beyazdır. Göz ve ten rengi babasının babasına, vücut şekli babasınınkine benzemektedir. Göğsü geniş, elleri ve kolları çok adaleli ve kuvvetlidir. O işi ve çalışmayı sever. En ağır işlerin altına girmekten çekinmez.



Memlekette motorlu taşıtlar yaygınlaşınca köylülerde iş hayvanlarını bıraktı. Kadir’de bir Anadol Kamyonet alarak işlerde kullanmaya başladı.

Kadir’in maddi ve manevi dayanma gücünün büyük olduğunu gözlemledim. Dengeli ve hesaplı hareket eden bir kişidir.

Eğer hanedanlık devam etseydi, onun şimdiki lideri Kadir Karaca olurdu.

Kadir Yavşan’da Askeroğul’ların simgesi haline gelen anne ve babasından kalan ve onarılarak modernleşen evde oturmaktadır.