26 Ocak 2009 Pazartesi

Babam Fevzi Karaca (1897-1979)

( Fotoğraf: Fevzi Karaca ve oğlu İbrahim yıl 1938.)

Babam Fevzi Karaca: Fevzi çavuş, Pehlivan, Askeroğulların Fevzi gibi adlarla anılırdı. Ortadan biraz kısa boylu, ne şişman nede zayıf. Çevik ve tetik bir insandı. Karasarı benizli, koyu kahverengi gözlü, siyah saçlı(saçları erken döküldü), avurtları çökük, kuru yüzlüydü. İçe dönük bir kişiliğe sahipti. Heyecanlı biriydi. Çabuk sevinir çabuk karamsarlığa kapılırdı.

Gençliğinde neşeli bir insandı. İyi türkü söylerdi. Tarlada çalışırken türküleriyle etrafındakileri eğlendirirdi.

Karamsar bir insandı.Her şeyin olumsuz taraflarını görürdü. Bu bakımdan dayımla anlaşamazlardı. Örneğin dayım sorardı:
- Fevzi bu yıl ekinler nasıl?
- Eh işte. Belki yiyeceğimiz çıkartırız.
Oysa o yıl ürün iyidir ve herkes verimli bir yıl olduğunu söylemektedir.

Babam son söylenecek sözü baştan söylerdi; fakat doğruyu söylerdi. Onun bunun etkisinde kalmazdı. Davranışları çok dürüsttü. Dürüstlüğüyle tanınmıştı.

Çok sağlıklıydı, 55 yaşına kadar doktor yüzü görmedi, ilaç bilmezdi. Elli beş yaşları sırasında oğlu Rüştü ile arasında bir tartışma yaşandı. Rüştü’nün bir arkadaşının Sivrihisar’da düğünü vardı. Rüştü düğüne gitmek için izin istedi. Baba ‘bak görüyorsun işimiz var, çalışıyoruz gitme’ deyince Rüştü elindeki küreği atar ve ilçenin yolunu tutar. Bu davranışa çok üzülen babanın kalbine akşam bir ağrı girer. Doktor hafif bir kalp spazmı geçirdiğini söyler. Sürekli gözetim ve ilaçlarla hastalığı atlatır. Bir daha da ömrü boyunca bu hastalığı hissetmez.

Altmışında kollarıyla ayak bileklerinin üst kısımlarında egzama oluşmuştu. Ömür boyu sürdü.

Yetmişinde hafifi bir felç geçirdi. Sağ kolunu başına götüremiyordu. Birkaç ay içinde o da geçti, düzeldi.

Gene bu yaşlarda bacaklarını baldır kısmında dolaşım bozukluğu başlamıştı. Hızlı yada yokuş yukarı yürüdüğünde baldırlarına ağrı girerdi. Böyle hallerde dinlenir, tekrar yürürdü (vitrin hastalığı)

Üşürdü. Kışın üst üste iki yorgan altında uyudu.

İştahlıydı. Çocukluktan beri karbonhidrat ağırlıklı beslenmişti. Temel gıda maddesi unlu besinlerdi. Eti nadiren yerlerdi. Kasaptan çok ender et alınırdı. Ancak bir koyun ölüm derecesinde hasta olacak ki kesilip yensin. Sebze ve meyve ise yılda 3 ay (temmuz, Ağustos, Eylül) çok bol yenir, 9 ay hiç bulunmazdı.

Yiyeceği her şeye fazlasıyla tuz serper, yemekleri tuzlu yaptırırdı.
(Fotoğraf soldan sağa Gülsüm Karaca, Fevzi Karaca, İsmail Eroğlu, Sıdıka Eroğlu, Ankara Ulus Atatürk anıtı önü, 27.11.1951 . Sıdıka'nın hastalığı nedeniyle Ankara gelmişler)
Babam Fevzi Efendi, 1897 yılında Sivrihisar da doğmuştur. Ancak onun Nüfus idaresindeki kaydı 1894 dür. Bunun sebebi kardeşi İsmail’in 1897 de ölmesidir. İsmail öldükten sonra Fevzi doğmuş ve Nüfus ta iki işlem yaptırmamak için kendi aralarında Fevzi İsmail’in yerini alsın düşüncesiyle yeni bir kayıt yaptırmamışlar. Bu nedenle babamın doğum tarihi resmiyette 1894, adı da İsmail Fevzi dir.

Daha önce ifade ettiğimiz gibi Fevzi 3 yaşında öksüz, 12 yaşında yetim kalmıştır.

Fevzi dayısının evinde çok mutluydu.Babasının evinde çektiği sıkıntılar ve üzüntülerden arınmıştı.Üstelik dayısının evlatları kendi yaşıtlarıydı.Özellikle dayızadesi Ahmet ile yaşları eşti.

Fevzi daha çok Yavşan’daki işlerle görevlendirilirken Ahmet medreseyi bitirmiş, molla olmuştu. Molla Mehmet üç kızını da Sıbyan okulunda okutmuştu. Sıbyan okulları genellikle camilerin bitişiğinde 5-10 yaş arası kız ve erkek çocuklara din bilgisi ve okuma yazma öğretilen okullardı. 2.Abdülhamit döneminde 1876 Kanuni Esasi anayasasına göre ilkokul kız ve erkek çocuklar için zorunlu hale gelmişti.

Fevzi dayısının işlerinde çalışırken çok mutluydu. Ancak onun sık hatırladığı bir söz vardı: ona evlilik konusunda zımnen(açıktan olmayarak) verilmiş bir söz vardı. Fevzi henüz küçük olmasına rağmen sırf söz yerini bulsun diye Fevzi ile Gülsüm aile arasında nişanlanırlar.

Artık Fevzi’nin yeri sağlamlaşmış, hayat çizgisi belli olmuştu. O da yıldan yıla köy işlerinde daha başarılı olmaya başlamıştı. Davarcılık ve rençberlik (tarım) onun çocukluktan beri alışkın olduğu işlerdi. Zaten o böyle bir ortamda dünyaya gelmemiş miydi. Onun babası da köyde aynı işleri yapmamışmıydı. Ortak yönler çoktu. Farklı olan yalnızca yerdi. Bozlar yerine Yavşan.









Sivrihisar'da özellikle yaşlı erkekler kışın ayaklarına mes ve lastik giyerlerdi. Mes her tarafı deri olan bir çeşit kısa çizme idi. Evde de terlik yerine o giyilirdi. Dışarı çıkılacağı zaman da mes'in üzerine lastik giyerlerdi. Lastik de dışarının çamurundan mes'i korurdu.