Yavşan’ın kaderinde en kötü anı, Yunan ordusu tarafından istilaya maruz kalışıdır. Yunanlıların tamamen yaktığı köyde, ekonomik olarak ne varsa bir anda yok olmuştur. İnsanlar kurşun yağmurları altında, ölümle yaşam arasında korku dolu günler yaşamışlardır. Ankara’yı hedefleyen Yunan ordusu üç koldan Sakara’ya ya doğru ilerliyordu. Yıl 1922. Bir Yunan alayı, Yavşan’ın 1,5 km doğusunda Hayriye Kadın çeşmesinde konuşlandırılmıştı. Adı geçen çeşme Sakarya nehrine kuzeyden giden yolun üstündeydi. Yunan birliği, doğusu Çürükçal dağının eteklerinin kaplayan üzüm bağları, güneyi Karasivri dağının etekleri, Tekören ve Haydarkavağı köyleri ileYavşan dörtgeni içine karagah kurmuştu. Buradaki ikametini günlerce uzatan Yunan Birliği civar köylere dağılarak gıda ve yiyecek maddesi tedarikine girişmişlerdi.
Küçükana bu günleri şöyle anlatır:
- Diken üzerinde oturur gibiydik. Yolları kesiyorlardı. Durmadan çevremizi tarassut ediyorduk. Bir tehlike anında gizlenme planları yapıyorduk. Saklanacak bir yerimiz vardı. Damadım Fevzi gündüzleri bağda bahçede çalışırdı. O emniyette sayılırdı. Üç kızımdan biri evlenmiş, ikisi yanımdaydı. Birgün Yunan askerlerinin gelmekte olduğu haberi köyde hızla yayıldı. Kızlarım gizlenme yerine saklandılar. Ben evde kalmıştım. Geldiler. İşaretle yiyecek istediler. İçeri girmediler. Ne alabildilerse aldılar, öteki evleride yoklayıp gittiler. Geceleri gelmezlerdi.
Ahmet Atmaca Yunan Mezalimi adıyla yayınlanan kitabında, o günlerde 11 haneden ibaret olan Yavşan yaylasından 1800 koyun ve keçi, 300 okka yağ, 800 okka peynir, 300 okka ekmek, 300 okka bulgur, 300 okka un, 100 adet arı kovanı, 12 adet eşek, 25 adet sığır, 12 adet öküz ve arabanın askerlerce alınıp götürüldüğünü bildirmektedir.(Bu sayıları biraz abartılmış buluyorum)
O günlerde erkekler asker oldukları için, köyde yaşlılar ile kadınlar bulunuyordu. Yunan alayı doğuya doğru harekete geçince bayağı sevindiklerini söyleyen Küçükana :
- içimiz rahat değildi. Bu gidişin sonu bize korku veriyordu. Korkuyla yatıyor, korkuyla kalkıyorduk.
diyerek içinde bulundukları belirsizlikten ne kadar rahatsız olduklarını anlatıyordu. Çok geçmedi. Haymana-Sakarya hattındaki savaşta Yunan cephesinin bozguna uğradığı ve Yunan’ın ricata geçtiği haberi gelmişti.
Küçükana :
- Gözlerimiz gene yollardaydı. Kötü haberler alıyorduk. Yunan önüne geleni yakıp, yıkıp zülum yapıyormuş. Korkmuştuk. Bu kez köyde düşmanı bekleyemezdik. Fevzi’ye dedim ki, haydi oğlum toparlanın kasabaya gideceğiz. Ben, Fevzi ve iki kızım. Önümüzde bir eşek. Eşekte heybeler. Heybede koyabildiğimiz kadar yiyecek ve kıymetli bazı şeyler… İlçeye yaklaştığımızda tepeleri düşman askerlerinin tutmuş olduğunu gördük. Yunan askeri, yoldan geçenlere ateş ediyorlardı. Biz de ateş altında Sivrihisar’a girebildik. Tanrıya şükür isabet almamıştık. O gün ateş altında ilerleyişimizin korku ve heyecanını bir allah bilir, bir de biz. Dualarımız bizi korumuştu. Ertesi gün kötü haber gelmişti. Düşman tüm köy evlerini ateşe vermişti. Zaten köyde kimse kalmamıştı. Herkez ilçeye sığınmıştı. Bizim ev de yakılmıştı.
Şimdi bizim evin ön bahçesindeki dut ağacının gövdesindeki boylu boyunca kalan kabuksu kısım o günkü yangının eseri. Bu ağaca iyi bakın; ibret alem için gelene gidene gösteriniz. Çünkü Yunan mezalimininden bu güne kalan tek canlı kanıt.( 70 yaşındaki gövdesi yanık dut ağacı bugün ailenin koruması altındadır.)
Yunan mezalimini bir defa da Askeoğlu Ahmet Efendi’den dinleyelim:
- Çobanı çağırdım. Dedim ki, bir iki gün içinde Yunan gelecek. Sürüyü su için buralara getirme. Bu civardan yok ol. Yol kenarlarına da yaklaşma. Sürekli olarak çukur, görünmeyen yerlerde otlat. Su için Kepenbaşına git. Sanki ben bu tenbihatı yapmamışım gibi, çoban sürüyü(400 koyun) köye, Şarapana’ya getirir. Köyü yakan düşman, sürüyü görünce el koyar, çobanı, eşeği ve köpekleriyle beraber önüne katar ve hepsini birlikte alır götürür. Ben olayı duyunca hemen arkalarından gittim. Ancak aradan iki gün geçmişti. Yunan alayına ulaştım Komutanı göreceğimi söyledim. Beni komutana çıkardılar. Anlattım.
Komutan :
- Git bak, sürünü bulursan vereyim.
Ahmet Efendi:
- Benimki gibi nice sürüleri götürmüşlerdi. Hepsini gözden geçirdim; bulamadım. Geri döndüm. Gidiş o gidiş… Şu Yunan’a bak, evlerimizi yaktığına mı yanarsın? Koyun sürümüzü alıp, götürdüğüne mi? Bizim uzun yıllar çalışarak kazandıklarımızı bir anda sıfıra düşürmüştü. Herşeyimiz kaybetmiş olarak yeniden başlıyacaktık. Tek tesellimiz canımıza bir zarar gelmemiş oluşuydu.
Şimdi sormazlar mı ona:
Be hey Yunan, senin Ankara önlerinde ne işin vardı ? Masum insanlara bu mezalimi ne hakla yaptın’ diye.
Küçükana bu günleri şöyle anlatır:
- Diken üzerinde oturur gibiydik. Yolları kesiyorlardı. Durmadan çevremizi tarassut ediyorduk. Bir tehlike anında gizlenme planları yapıyorduk. Saklanacak bir yerimiz vardı. Damadım Fevzi gündüzleri bağda bahçede çalışırdı. O emniyette sayılırdı. Üç kızımdan biri evlenmiş, ikisi yanımdaydı. Birgün Yunan askerlerinin gelmekte olduğu haberi köyde hızla yayıldı. Kızlarım gizlenme yerine saklandılar. Ben evde kalmıştım. Geldiler. İşaretle yiyecek istediler. İçeri girmediler. Ne alabildilerse aldılar, öteki evleride yoklayıp gittiler. Geceleri gelmezlerdi.
Ahmet Atmaca Yunan Mezalimi adıyla yayınlanan kitabında, o günlerde 11 haneden ibaret olan Yavşan yaylasından 1800 koyun ve keçi, 300 okka yağ, 800 okka peynir, 300 okka ekmek, 300 okka bulgur, 300 okka un, 100 adet arı kovanı, 12 adet eşek, 25 adet sığır, 12 adet öküz ve arabanın askerlerce alınıp götürüldüğünü bildirmektedir.(Bu sayıları biraz abartılmış buluyorum)
O günlerde erkekler asker oldukları için, köyde yaşlılar ile kadınlar bulunuyordu. Yunan alayı doğuya doğru harekete geçince bayağı sevindiklerini söyleyen Küçükana :
- içimiz rahat değildi. Bu gidişin sonu bize korku veriyordu. Korkuyla yatıyor, korkuyla kalkıyorduk.
diyerek içinde bulundukları belirsizlikten ne kadar rahatsız olduklarını anlatıyordu. Çok geçmedi. Haymana-Sakarya hattındaki savaşta Yunan cephesinin bozguna uğradığı ve Yunan’ın ricata geçtiği haberi gelmişti.
Küçükana :
- Gözlerimiz gene yollardaydı. Kötü haberler alıyorduk. Yunan önüne geleni yakıp, yıkıp zülum yapıyormuş. Korkmuştuk. Bu kez köyde düşmanı bekleyemezdik. Fevzi’ye dedim ki, haydi oğlum toparlanın kasabaya gideceğiz. Ben, Fevzi ve iki kızım. Önümüzde bir eşek. Eşekte heybeler. Heybede koyabildiğimiz kadar yiyecek ve kıymetli bazı şeyler… İlçeye yaklaştığımızda tepeleri düşman askerlerinin tutmuş olduğunu gördük. Yunan askeri, yoldan geçenlere ateş ediyorlardı. Biz de ateş altında Sivrihisar’a girebildik. Tanrıya şükür isabet almamıştık. O gün ateş altında ilerleyişimizin korku ve heyecanını bir allah bilir, bir de biz. Dualarımız bizi korumuştu. Ertesi gün kötü haber gelmişti. Düşman tüm köy evlerini ateşe vermişti. Zaten köyde kimse kalmamıştı. Herkez ilçeye sığınmıştı. Bizim ev de yakılmıştı.
Şimdi bizim evin ön bahçesindeki dut ağacının gövdesindeki boylu boyunca kalan kabuksu kısım o günkü yangının eseri. Bu ağaca iyi bakın; ibret alem için gelene gidene gösteriniz. Çünkü Yunan mezalimininden bu güne kalan tek canlı kanıt.( 70 yaşındaki gövdesi yanık dut ağacı bugün ailenin koruması altındadır.)
Yunan mezalimini bir defa da Askeoğlu Ahmet Efendi’den dinleyelim:
- Çobanı çağırdım. Dedim ki, bir iki gün içinde Yunan gelecek. Sürüyü su için buralara getirme. Bu civardan yok ol. Yol kenarlarına da yaklaşma. Sürekli olarak çukur, görünmeyen yerlerde otlat. Su için Kepenbaşına git. Sanki ben bu tenbihatı yapmamışım gibi, çoban sürüyü(400 koyun) köye, Şarapana’ya getirir. Köyü yakan düşman, sürüyü görünce el koyar, çobanı, eşeği ve köpekleriyle beraber önüne katar ve hepsini birlikte alır götürür. Ben olayı duyunca hemen arkalarından gittim. Ancak aradan iki gün geçmişti. Yunan alayına ulaştım Komutanı göreceğimi söyledim. Beni komutana çıkardılar. Anlattım.
Komutan :
- Git bak, sürünü bulursan vereyim.
Ahmet Efendi:
- Benimki gibi nice sürüleri götürmüşlerdi. Hepsini gözden geçirdim; bulamadım. Geri döndüm. Gidiş o gidiş… Şu Yunan’a bak, evlerimizi yaktığına mı yanarsın? Koyun sürümüzü alıp, götürdüğüne mi? Bizim uzun yıllar çalışarak kazandıklarımızı bir anda sıfıra düşürmüştü. Herşeyimiz kaybetmiş olarak yeniden başlıyacaktık. Tek tesellimiz canımıza bir zarar gelmemiş oluşuydu.
Şimdi sormazlar mı ona:
Be hey Yunan, senin Ankara önlerinde ne işin vardı ? Masum insanlara bu mezalimi ne hakla yaptın’ diye.
Elefterios Venizelos
Megali idea nın fikir babası ve Anadolu'ya asker çıkaran Yunan hükümetinin başbakanı