Anadolu da iş hayvanı olarak en yaygın olanı öküz idi. Bu belirleme Yavşan içinde geçerliydi. Orada da üretim öküze endekslenmişti. İş hızının dışında, yaşam hızı da bu kutsal hayvan ile sınırlanmıştı. İş hayvanı olarak atın Yavşan ekonomisinde rol almasının bir deneyimden ileri gidemediği söylenebilir.
Genel de dağ köyleri fakir, ova köyleri zengindir. O günün koşullarında dağ köylerinde dekara 90 kg buğday alınırken, bu miktar ova köylerinde 170 kg ı bulmaktaydı. Zengin köylerin o günkü simgesi at idi.
Atı Sivrihisar köylerine getirenler, Kafkasya dan gelerek Ertuğrul(Yakapınar) a yerleşen çerkezler ile ilçenin batısında köyler kuran Kırım Tatarlarıdır. Yavşanlılar da ata heves etmişlerdir. Önce Fevzi Karaca daha sonra ise Avni Anık ve Çakır Eroğlu birer çift at almışlardır. At ile çiftçilik yapmak zevkli ve heyecanlıydı. Ne varki bu heves çok uzun sürmedi. Çünkü atlar çok masraflı olmaya başlamıştı. Bir at bütün bir yıl boyunca arpa ile besleniyordu; bu da aile bütçesini zorluyordu. Öte yandan Yavşan yaylalarında arpa her yıl verimli olmuyordu. Çünkü gübre bulunamıyordu. Arpalar yeterli boy ve başak yapamıyordu. Bu yüzden arpalar bazan işciler tarafından elle ve orakla yolunmak zorunda kalınıyordu.
İşte bu nedenler bir süre sonra atların terk edilerek yeniden öküze dönülmesini zorunlu kılmıştır. Böylece anlaşıldı ki ekonomik koşullar Yavşan’da atlı tarıma izin vermiyordu. Bir çift öküz ile en çok 70-150 dekar arazi işlenebiliyordu. Daha önce yaşanan kara saban döneminden, pulluk dönemine geçilmişti. Bu öğünülecek bir gelişmeydi. Ancak üretim bu kez de öküzün hızıyla limitlenmişti. Yavşan koşullarında dekara ortalama buğday verimi 120 kg civarındaydı. Bir çift öküzle çalışan bir çiftçi ailesi ancak 8,400 kg buğday üretebiliyordu. Bu üretimden gelecek yılın tohumluğu ve hayvanların yemi çıktıktan sonra kalanı ancak aileye yetecek.
Yavşan'da bir hastalık yüzünden önce patlıcan üretimi kesintiye uğramış ardından da domates, biber ve patates bitkilerinin de etkilendiği görülmüştür.
Bu hastalığın çaresi yok mudur diye bir soru akla gelebilir. Vardır; toprak dezenfeksiyonu. Ancak bu uygulama hem çok pahalı hem de özel bir teknolojiyi, araç ve gereçleri temin etmeyi zorunlu kılmaktaydı. İşte o günden beri Yavşan da patlıcan üretimi yapılmamaktadır. Yavşan’ın rakımı yaklaşık 1000 metredir. Soğuk ve rüzgarlı havasına karşılık, bahçeler nisbeten alçakta ve kuytudadır. Kırağı korkusu yüzünden ekim ve dikim geç yapılır. Bu nedenle burada Ağustos ve Eylül ayları olmak üzere senede iki ay yerli ürün idrak edilir. Eskiden 10 ay taze sebzeden ve meyveden mahrum yaşanırdı.
Ülkedeki taşımcılığın gelişmesiyle, pazarlara yığılan sebze ve meyve karşısında Yavşan yeterli rekabet gücünü gösterememiş ve sebze ve meyve üretimi eski önemini kaybetmiştir. Buna karşılık bazıları sırf kendi ihtiyaçlarını karşılamak için patlıcan hariç diğer sebzeleri üretmektedirler.
Meyveciliğe gelince bu konuda söylenecek söz daha azdır. Çünkü bu köy ait meyve açısından bir özellik yoktur. Üretilen başlıca meyveler elma, armut, erik, zerdali, badem ve ceviz dir. Bunların dışında tek tük kiraz ve vişne vardır. Meyve çeşitleri yerlidir. Standart çeşitlerden yalnızca starking elma yetiştirilir. Badem, zerdali ve ceviz erken çiçek açtığından hemen her yıl geç ilkbahar donlarından zarar görür ve nadiren ürün verirler. Yavşan meyvecilik için uygun bir yer değildir.
Eskiden çok önem verilen bağlar, ekonomik açıdan değerini kaybtmiş olsa da her ailenin kendine yetecek kadar bağı vardır. Çok sayıda yerli üzüm çeşitlerine sahip bölgede bağcılık eski, geleneksel yöntemlerle yapılmaktadır.
Teras Bahçeler
Yavşan tarihinin en hareketli ve parlak dönemini 1.Ahmet zamanında yaşanmıştır. Onun gününde köy adeta yeniden kurulmuş, yeniden yapılanmıştır. 18.yy da köyün gerçek yüzünü tam olarak bilemiyoruz. Yerleşim düzeni nasıldı? Evlerin, hanelerin özellikleri, sayıları ve uygarlık düzeyi hakkında yeterli bilgiye ulaşabilmiş değiliz. Ancak o yıllarda yaylacılık olayı daha ön plana çıkmış olabilir. Düzen ve yerleşim ona göre tanzim edilmiş olabilir. 19. yy başında da Yavşan da yaylacılar vardı. Salim Hoca(Çıracı zade) ve oğullarıyla, Karaali gibi aileler yüzyılın başında köye yaylacı olarak gelirlerdi. Karaali 23 nolu evde otururdu. Şimdi arsası kalan bu yer Ekrem Eroğlu tarafından satın alınmıştır. Salim hoca ise 19 nolu evde otururdu.
19. yy da 1.Ahmet ve oğulları ile kardeşi Sarıali Yavşanda ağırlıklarını hissettirmişler ve buranın gerçek sahipleri olduklarını göstermişlerdir. Onlar önce işe mesken sorununu çözmekle başlamışlardır. Ahmet tüm oğulları için ayrı bir ev yaptırırken Sarıali de kendi evini yaptırmıştır. Baba 1.Ahmet 21 ve 22 numaralı hanelerde ömrünü tamamlamıştır.
Yedi evlattan türeyen züriyet, kalabalık bir aile topluluğu yaratmıştır. Birbirleriyle dayanışma içinde olan bu kalabalık aile, Yavşan’ a alışılanın dışında bir hayatiyet ve hareket getirmiştir. Böylece 20. yy gelindiğinde Yavşan en kalabalık, en görkemli ve canlı günlerini yaşamıştır. O günlerde nüfus sayısı 70 civarındaydı. Köyde en az 1500 adet davar ve 40-50 adet çift hayvanı, 25 adet eşek ve 8-10 adet at vardı. Bir kaynağa göre Yunan istilasında yani 1922 yılında Yavşan da 11 hanenin bulunduğu işaret edilmektedir.
Bu insanların geçim kaynağı yalnızca tarım idi. Her aile yıllık gelirini hayvancılıktan, tarla ziraatından, bağ-bahçe ürünlerinden sağlıyordu. Bu dönemde ek gelir kaynakları bulmak zorunluluğu , onları yeni arayışlara yöneltti. Görülen tek olasılık ise sebzecilik idi. Onlar gerçekten sebzeciliğin alt yapısını kurmakla işe koyuldular. Eski Yavşan evleri eğimli bir yüzeyin başlangıcındaki düzlükte kurulmuştu. Bunu hemen bir eğik düzey daha izlemekteydi. İşte bu düzeyde bahçe oluşturabilmek için meyilli arazinin teraslanması yoluna gidildi. Teraslı bahçeleri görenler burada saklı insan gücünün ne büyük miktarları bulduğunu anlamakta zorlanmazlar. O günün kazma ve kürekten başka hafriyat aracının bulunmadığı düşünüldüğünde işin önemi daha iyi anlaşılır
Arazide eğimin son bulduğu yerlere kadar uzanan teraslı bahçelerin sayısı 30 civarındadır. Bunlardan bazıların duvarlarının yüksekliği 1.5-2 metredir ve uzunlukları onlarca metredir. Teras duvarları kurukalama denen yöntemle, harç ve çamur kullanmadan yapılmıştır. Gerekli miktarda taşın toplanıp, taşınması, duvarların örülmesi dışında, terasın toprağının bir yerde kazılıp, diğer bir yere taşınarak doldurulması ve tesviye edilmesi olayının yalnızca insan gücüyle yapılışı karşısında bunu yapan insanları takdir etmek azdır, derim.
Bu teras bahçeler bizlere miras kaldı. Bunların getirisinden yıllarca yararlanan kuşaklar, bu gün aynı zahmeti acaba ne kadar üstlenebilirler. Öyleyse onlara teşekkür boçlu olduğumuzu unutmayalım.
Ancak bir zamanlar bu zor işi başaran kişilere ve onların mirasçılarına önemli kaynak oluşturan bu teraslı bahçeler, ekonomik koşulların değişmesi nedeniyle giderek önemini yitirmeye başlamıştır. Hatta bazı yerlerde teras duvarların yıkılmaya yüz tuttuğunu görüyoruz.
Önce de ifade ettiğimiz gibi köy çeşmesi daha önceleri, evlerin aşağı kısmında, malesef kestirilmiş olan ebecevizinin altındaydı. Burada bulunan havuzdan, yeni yapılan terasların bir kısmının sulanamayacağı anlaşılınca çeşme ve havuz daha yüksek bir yer olan bu günkü yerine taşınmıştır. Yeni çeşmeni bu günkü yerine 200 yıl önce getirildiği söylenebilir.
Aşağıdaki resimlerde solda Arpa sağda buğday başaklarının görüyorsunuz.
Tarla edinmeye gelince, bu yöndeki faaliyetler de 1. Ahmet zamanında başlamış ve onun oğulları, Yavşan’ın güneyinde ve batısında, mera arazileri sabit ve baki kalmak koşuluyla, yeterli miktarda tarla edinmişlerdir. Hem de en iyi topraklarda, istedikleri kadar. Burada dikkat çeken nokta, Yavşan köy sakinlerinin tarla arazisi kazanacağız diye meralara tecavüz etmemiş olmalarıdır. Köye yakın araziler koyun sürülerine bırakılırken, tarlalar uzak mesafelerde açılıyordu. Örneğin Kayışoğlu, Öztarlalar, Kızıldere, Pirenli, Çakıllı, Kötüpınar, Kağnısalağı gibi .
Köyün doğusu, kuzeyi, batısı mera olarak tahsis edilmişti. Güney yönündeki tarlalar arasında sürülerin Adatepe’ye geçmelerini sağlamak amacıyla, bir koridor bırakılmasında mutabakat sağlanmıştı. Bu planlama bilimsel olarak da doğrudur. Kuşkusuz bu doğru bir uzlaşma ve anlaşmanın ürünüydü. Uzlaştırıcı iradenin kaynağı baba Ahmet idi. Uzlaşanlar ise kardeşlerdi; çıkarları aynı noktada birleşen kardeşler.
Üç uşak sonra ise, ne müşterek bir irade ne de uzlaşma kaldı. Çıkarların müşterek bileşkeleri bile yok oldu. Her hane ortak çıkarları sömürme, ya da başı boşluktan yararlanma yoluna saptılar.