12 Mart 2009 Perşembe

Yavşan'da Eski Bağlar


Yavşan da bağcılığı ve bağlarla Yavşan arasındaki tarihi bağı kurabilmek ve bundan sonuçlar çıkarabilmek için tüm yöredeki bağcılığın geçmişine bir bakmak gerekir. Üzüm bağları, geçmişte halkın çok yönlü yarar sağladığı gelir kaynaklarından biriydi. Öncelikle üzüm, hemen hemen temel gıda maddesi sayılırdı. Halkın tatlı ihtiyacı pekmez, üzüm şırası vb. Ürünlrden sağlanırken, üzüm sofralık ve kurutmalık olarak değerlendirilirdi. Üzümden sirke ve meraklılar kişisel ihtiyaçları için şarap, pestil ve sucuk yaparlardı. Asmaların budanmasından arta kalan çubuklar yakacak olarak kullanılırdı.

Bağlarda asmanın yanında meyva ağaçlarıda bulunurdu. En çok zerdali, badem gibi kurağa dayanıklı meyva ağaçları olurdu. Bunların dışında nemli ve iyi topraklarda armut, yazlık elma, vişne, ceviz gibi meyvelere de rastlanırdı.
Sivrihisar bağcılığının bir başka yönü de sayfiye kavramıyla özdeşleşmesiydi. Yaz gelince, tatil günlerinde şehir halkı tümüyle bağlara akın eder, kimileri bağın rutin bakımıyla uğraşırken, kimileride şehrin kendilerine yüklediği sıkıntıları giderirdi. Bağlarda piknikler yapılır, eş, dost ağırlanırdı. Kentte yaşayan her ailenin en az bir bağı birde eşeği olurdu. Bu yüzden kentteki her evde bir de ahır olurdu.
Bizans döneminde sınırları daha da geniş olan bağcılık, şarap yapımı nedeniyle daha bir önem ve ayrıcalık taşıyordu. Yavşan o zaman bağların arasında kalıyordu. Daha yakın zamana kadar Sivrihisar bağlarla sarılıydı. Kentin kuzey batısında Gavur köyü(Ermenilere ait bağlar), kuzeyde Hisarönü, doğuda Bögürtler(Çiftlik köyü), Ağaçarası, Köşk, Kanlıkavak, güneyde Kozlar Sekisi ve Porsuk semti ile Kızılcameşe’de Eskiköy başlıca bağ alanlarını oluşturuyordu.

Doğu Roma imparatoru 1.Justinian(483-565) Sivrihisar’a çok önem vermişti. Zaten o zaman kentin adı da Justinianopolis olarak değiştirilmişti. O devirde genişlemeye başlayan bağ alanları, yukarıda adı geçen yerlere ilave olarak Yavşan’ın çevresini, doğu, kuzey ve batı yönlerinden sarmıştı.
Şimdi mera ve tarla haline dönüşmüş bulunan eski bağların sınırları ve sınırlara yığılan taşlar, her ne kadar toprakla örtülmüş olsa da eski durumları hakkında bir fikir vermektedir.
Yavşan’ın batısında 300 m. uzaklıkta, dere içinde koyun sürülerinin sulandığı(suvat) bir yer vardır. Derenin tabanında iki adet çoban çeşmesi ile su yolunda söğüt ve kavak ağaçları yer alır. Burası Şarapana(Şaraphane) dır. Şaraphane ile köy arasındaki tarlalar sürülürken, toprak altından kare biçiminde kırmızı renkli tuğlaların çıktığını görmüştük. Burada bir yapının varlığına işaret teşkil eden bu tuğlalar ile şaraphane arasında bir ilişki olabileceği daima düşünülmüştür.
Bugünkü Şaraphane çeşmelerinin merkez olarak kabul edersek tüm bahsedilen bağ alanlarının 1 km. çapındaki daire içinde kaldığını görürüz. Roma imparatorluğu zamanında gördüğümüz geniş bağ alanlarının varlığı, bize bir ip ucu vermektedir. Demek ki o dönemde Yavşan yöresinde koyunculuk ve çiftçilik yoktu.
Roma-Bizans devrinde varlığını kabul ettiğimiz bağ alanlarındaki çakılların, bağ anlarındaki taş duvarların toprakla örtülmesi ve bağ toprağı üzerindeki bitki örtüsünün, bugünkü step florasına dönüşebilmesi için 700-1000 yıl geçmesi gerekir. Bu düşünce tarzı bizi, yöreye müslüman ulusların gelmesiyle bağcılığın daralmaya yüz tuttuğu düşüncesine götürür. İslamiyette şarabın haram sayılması, bağcılığın ekonomik sınırlarının daralmasına yol açmıştır diyebiliriz. Zaten tüm dünyada, üretimi sınırlı olan kurutmalık Sultaniye üzümü hariç, üzüm üretimi şarap üretimine yöneliktir.
Sivrihisar’da bağcılıktan beklenen yararlar yukarıda açıklanmıştı. Bu tüketim potansiyeli, geçmişte bağcılığın sınırlarını yeniden çizmiş ve bu sınır gerçekci bir ekonomiye dayandığı için yüzyıllarca artık değişmemiştir. Ancak herşeyi değiştiren zaman, yakın geçmişte Sivrihisar bağcılığına bir darbe daha indirmiştir. Artık bu kenti saran, bağlardan kalan tek tük yeşil alanlar ve ağaçlarda can çekiştirmektedir. O yeşilim bağ örtüsü, her çeşit renkten üzüm salkımları meyveler ve de insanların neşesi maziye karıştı ve anı olarak işlendi belleklere. Şimdi sap, saman sarısı anızlı buğday tarlaları aldı o bağların yerlerini. O bağ topraklarında ne tat kaldı, ne de insan izi.. Artık sise bürünmüş gülümseyen, mutlu insan silüetlerinin yerini, homurdayan makina ve traktör sesleri aldı.
Türkiye’de şeker endüstrisi gelişti. Pancar tarımı yaygınlaştı. Şeker her yerde bulunabilen temel bir gıda maddesi olarak tüketim ekonomisinde rakipsiz yerini aldı.O pekmezi piyasalardan silip süpürdü. İnsanlar şekeri tercih eder oldular. Ata yadigarı pekmez ise insan sağlığına dönük tüm avantajlarına rağmen rekabeti kaybetti. Ülkede şarap üretimi de sınırlı kalınca, üzüm üretilse bile pazar bulmada zorlanacak ve elde kalacaktı.
Öte yandan iş gücü zorluluğu baş göstermişti. İşci, usta ve bağ sürücüsü bulunamaz olmuştu. Bulunanların ücreti ise pahalı olup, bağdan elde edilen gelire göre yüksek kalıyordu.. Neticede üzümün maliyetini kurtarmaması, bağların terk edilmesinin belki de başlıca nedenini oluşturmuştur.

Resimdekiler: İbrahim Karaca, İhsan Sarıkardaşoğlu, Kadir Karaca