3 Mart 2009 Salı

Tebaayı Devleti Aliyeden Askeroğlu Hanedanı

Prof.Dr.İhsan Sarıkardeşoğlu’ndan duyduğum zaman pek beğenmiştim :Hanedan. Hem Osmanlıca ifadesiyle Tebaayı Devleti Aliyeden Askeroğlu Hanedanı.. Bir vakıf senedinden öğrendiğimize göre birileri Hanedanlığı Askeroğlu Ailesine çok önceleri layık bulmuş ve böyle tanımlamıştı.

Eskiden şehirler küçük hanedanlıkların yaşandığı yerlerdi. Bir aile zenginleşip, dal budak salınca, o aileye hanedan gözüyle bakılırdı; zenginlik, debdebe içinde yaşamak esas kabul edilirdi. Hanedanın bireyleri de giderek, fakir ve yoksul halktan kopar, onlara yukarıdan bakar, kendilerine göre bir dünya yaratmayı başarırlardı.

Temeli zenginliğe dayanan Hanedanlıklar, toplum gözünde ayrıcalığın, sömürünün, yabancılaşmanın odağı haline gelirdi. Onlara karşı toplumda bir çekingenlik oluşur, giderek bu duygu kin ve nefrete dönüşürdü. Gerçek hanedan olmak zordur. Hanedanlık insan sevgisiyle, toplumculukla ve de kültür ile beslendiği sürece var olabilirdi. Bu nedenle gerçek hanedanı halk yaratırdı. Halka rağmen hanedanlık bir kör kuyudan başka bir şey olamazdı. Sivrihisar da hanedanlığı kendilerine münasıp görmüş, yakıştırmış aileler vardı. Bunların hepsi asaletin kaynağını ağalıktan ve zenginlikten alıyordu; hiçbirini onlara halk vermemişti. Yalnız bir tanesi müstesna: Askeroğlu Hanedanı.

Devletin resmi kayıtlarına geçen Askeroğlu Hanedanı deyimini Prof.Dr.İhsan Sarıkardeşoğlu bulup, çıkarmıştır. Hanedanlık, kaynağını mazinin derinliklerinden alan, halkın özümlediği, indirdiği ve benimsediğ bir kurumdur.

Askeroğlu Ailesini içeren bu kurumun kökleri 1350 yılında doğan Mevlana Kasım Veliyüddin Efendiye kadar gider. Sonra gelenler arasında Kadı Mevlana Mola Lütfullah, onu takiben Çelebiler devrinde, daha sonraları 1.Ahmet ve en son Hacı Ahmet Asım(Eroğlu) ile hanedanlık en parlak günlerini yaşamıştır.

Prof.Dr.İhsan Sarıkardeşoğlu’nun ağzından işte hanedanlık :
- Askeroğlu Hanedanlığı, dizi filmlerde gördüğümüz batılı anlamda hanedanlık değildir. Kendiliğinden oluşan ve geniş bir sülalenin bazı görgü ve geleneklere uyarak, kendisine ayrıcalık kazandırması tarzındadır. Bu ayrıcalığın başlıca özellikleri şöyledir: bu güne kadar aileden yüz kızartıcı suç işleyen tek kişi çıkmamıştır. Cumhuriyetin ilk yıllarında yürülüğe giren yol vergisi mükellefiyetinin dışında hiçkimse hapse mahkum olmamıştır. Askerlikten kaçma büyük ayıp sayılmıştır. Bu aile vatan için dört evladını şehit vermiştir. Aileden tek bir kadının bile iffetsizliği görülmemiş, dedikodusu işitilmemiştir. Aileden hiç kız kaçırılmamış yada kaçırılarak aileye sokulmamıştır. İki evlilik yada kuma getirme olayları görülmemiştir. Yetim hakkına saygılı davranılmıştır. Savaş yada askerlik durumlarında evde kalan kadınlar, dişini tırnağına takarak toprağına, koyun ve keçisine, öküzüne ve ineğine sarılmış, hiçkimseye muhtaç olmadan yaşamlarını sürdürmüşlerdir. Ailenin hiç düşmanı olmamış ve kimseye karşı husumet ve düşmanlık uyguları beslenmemiştir. Ailede hiç akıl hastalığı görülmediği gibi, geri zekalılık da yoktur. Ailede kapılar yaz kış herkeze açık tutulmuş, dertlere ortak olma prensibi alışkanlık haline gelmiştir. Ailenin her bireyinde önce öz güven oluşmuş, sonra da birbirlerine güven ve destek düşüncesini yüreklerinde yaşatmışlardır. Önce büyüklere sonra da okumuşlara karşı sevgi ve saygı geleneklerin en güzelini oluşturmuştur. Ve işte bu nedenlerle aile belki de en hakiki anlamda Hanedan olmaya hak kazanmıştır.’

Dr.İhsan bey şöyle devam etti:
- Bu insanlar uygar ve onurlu bir toplumdur. Onur, insanı insan yapan en güçlü erdemliktir. Onur, kimsenin veremiyeceği ve de alamıyacağı bir fazilet duygusudur.
- Peki bu ailenin içinde çoğunluğu fakirler oluşturur. Fakirlikle hanedanlığı nasıl bağdaştırıyorsunuz?


Doktor devam etti:
- Fakirlik bir insanın onurlu ve uygar olmasına engel değildir. Fakirlik ve zenginlik günlük, hatta saatlık nesnelerdir. Zengin bir insan bir saat sonra fakir olabileceği gibi, fakir bir insan da bir saat sonra zengin olabilir.’
- Uygarlık da öyle değilmidir?
- Hayır. Uygar ve onurlu olma birbirini tamamlayan iki kavramdır. Onların anlamını insanların giysilerinden değil, yaşamlarına yön veren düşüncelerinde, fikirlerinde kısaca kafalarının içinde aramak gerekir. Yaratılışlarıyla, kültürleriyle, eğitimleriyle oluşup, insanın yaşam tarzını belirleyen öğelerdir. Bunlar akşamdan sabaha oluşmazlar, varsa vardırlar.
- Söz konusu insanların zengini ve eğitim görmüşü az, fakiri çok Bu onların yazgısı mıdır?


Doktor bakışlarını Emir dağlarına kadar uzatarak, derin bir nefes aldı ve devam etti:
- Evet. Yavşan halkı da Anadou köylüsünün bir parçasıdır. Onlar kendilerini saran yoksulluk çemberini kıramıyorlarsa, bu mucize ellerinden gelmiyorsa, geride güçlü bir silahları kalıyor: dayanmak..Tarih bu ulusa zorluklara karşı dayanmayı, tahammül etmeyi öğretmiştir; onurundan taviz vermeden.

Toplumda değişim önce düşüncelerde başlar küçük, küçük. Sonra küçükler toplanır ve toplumu etkileyecek güçler haline gelir. Bunlardan ekonomik güçler doğar: kapitalizm, endüstri akımı gibi sosyal gereksinmeler doğar: emeğin kutsallığı, güvenlik, adalet, eğitim ve sağlık gibi.. Rejimler. Feodalizm, kırallıklar, monarşi, oligarşi derken günümüzde demokrasi. ‘Bu devirde artık kimse hükümdar değil, şah değil, padişah değildir.’ Ve hanedanlığın hatırası kalsa bile anlamı değişmiştir. Artık bu birlik aile içi dayanışma ve maddi manevi yardımlaşma gücü olarak sürecektir. Çünkü halkın takdir ve değerlendirmesiyle vücut bulan değerler yok olmazlar.

Dr.İhsan hanedanın önemini yitirmesi hakkındaki görüşlerini de şöyle özetlemiştir:
- Genelde hanedanlıları yıkan nedenler kumar ve içki gibi sefahata düşkünlükler, Kan davaları ve Doğal ve özel felaketlerdir. Oysa Askeroğlu hanedanının dağılmasına, yukarıda sayılan faktörler değil aşağıya sıralanan nedenler sebep olmuştur.
1. Sabit kalan ve de giderek yetersiz duruma düşen toprak ve meralar üzerinden, ekonomik nedenlerle uzaklara açılma düşüncesi.
2. Çocuklarını okutma azminden doğan, okulları uygun şehirlere doğru, hanedan ile bağlarını koparmadan intikal kararı

Askeroğu hanedanının, Mevlana Kasım Veliyüddin Efendi’den Ahmet Eroğlu’na kadar 650 yıllık geçmişini devam eden sayfalarda okuyacaksınız.