21 Mart 2009 Cumartesi

Giriş


Çok kaba ve ana hatlarıyla bildiğim, yaşadığımız yerler ve ailemizin Atalar zinciri uzun süre zihnimi meşgul etmiştir. Bu alandaki bilgileri tümüyle ortaya çıkarmak ve akrabalarıma hediye etmek üzere işe koyuldum. Daha önceleri vaktim olmamıştı. Emekli olduktan sonra da araya bazı önemli olaylar girmişti. Bir türlü başlayamamıştım.

Bir gün Çeşme’deki yazlık evimde, akşam vakti, oğullarım ve diğer yakınlarımla sohbet sırasında, söz bu konuya geldi. İçlerinden biri, bu işi benim mutlaka yapmam gerektiğini söyleyince, diğerleri de desteklediler. Anladım ki bu işin vakti gelmiş; içimden kararımı verdim. Ne var ki, bu konuda bana yardımcı olabilecek, gerçek tanıkların hepsi bu dünyadan göçüp, gitmişti…Gene de bana Prof.Dr.İhsan Sarıkardeşoğlu, Kadir ve Cihan Karaca, Sabahattin Eroğlu, Salahattin Eroğlu, Engin Eroğlu, Süleyman Anık, İrfan Anık çok yardımcı oldular. Kendilerine çok teşekkür ederim.

Böyle bir kitabın yazılmasında geç kalmanın yararlı bir yönü de olmuştur. Yazarın, belli bir olgunluğa eriştikten sonra, olayları daha yansız, abartmadan, doğruluğuna inanarak ve bir bütünlük içinde yazabilme etkinliğine erişmiş olması. Eskilerden dinlediklerimden aklımda kalanlar, tek dayanağım, referansım olmuştur. Ancak eskiyle ilgili yazılı belge bulmakta zorlandığımı söylemek isterim. Ama gene de vakıfnamelerden bazı bilgiler elde etmiş bulunuyorum. Bunlardan en eski olanı Sultan 2.Murat' ın vakıfnamesi, başlangıç alınmıştır. Bilindiği gibi vakıfname yada vakfiyye’ler Osmanlı Devleti zamanında, bir vakfın koşulllarını göstererek, şeriat hükümlerine uygun düzenlenmiş senetlerdir. Bu senetler bir mülkün kendisinin yada gelirinin, özünde kamu yararı olan bir kuruluşa, bir çıkar karşılığı olmadan bağışlanmasını öngörür. Vakıfname denilen bu senetlerde ilgililerin adları, baba adları ve tarih bulunur. Bazı kişilerin ellerinde ve Devletin arşivinde yararlanmaya uygun vakıfnameler bulunmaktadır.

Bu kitabı bir düz yazı üslubunda kaleme aldım; tarihi, geçmişi öyküler halinde anlatmaya çalıştım. Geçmişteki olaylardan beni etkilemiş olanlar, belleğimde kaldığından, ancak onları yazabildim.

Bana gelince, kendimi yalnızca Atalar zincirinde yerim gelince, tıpkı ötekiler gibi ismimi yazıp geçmekle yetindim.Çünkü kendim kendimi anlatamazdım. Belki bir gün biri çıkar, o da beni anlatır. Bu görüşüme Prof.Dr.İhsan Sarıkardeşoğlu karşı çıktı ve dedi ki:

- Sen bu zincirin ana halkalarından birisisin. Okuyucu seni tanımak ister. Bu nedenle kitapta en azından otobiyoğrafin yer almalı.

Ve bu dilek yerine getirilerek, kitabın en sonuna yazarın özgeçmişi eklenmiştir. Bu kitap bol resimle süslenip, daha cazip bir hale sokulabilirdi. Ancak kitapta adı geçenlerle ilgili yeteri kadar fotoğraf bulmam mümkün olmadı. Kitap dört bölümden oluşmaktadır. Birinci ve ikinci bölümler, ele alınan ailelerin yaşamlarının geçtiği mekan hakkında bilgileri içeren kısımdır. Üçüncü bölüm, Askeroğlu ailesinin Atalar zinciridir. Bu ailenin bilinen en eski mensuplarından başlayıp bugün yaşayanlara kadar uzanıp giden bir zincirin halkalarını anlatır. Buna bir çeşit yazılı aile albümü de diyebiliriz. Dördüncü bölüm ise Askeroğlu ailesi ile yaşamlarını içlı dışlı bir hale getirerek bütünleşen Karaca’ların bir koluna ayrılmıştır.

Okurlar bu kitapta Yavşan’ın tarihini oldukça detaylı bir biçimde bulacaklardır. Yavşan’la ilgili bilgiler tamamen orijinal olup, bu güne kadar hiçbir şekilde açıklanmamış bilgilerdir. Bu kitapta insan manzaraları yada karakterleri önemli yer tutmuştur. Akrabaların birbirlerini tanımaları bakımından buna gerek olduğu görüşündeyim. Ancak bazı insanlar vardır; özel yaşantılarını , kendi iç sandıklarında ölünceye kadar saklamayı yeğlemişlerdir. Bu kitapta bu tür kişilerin mahremiyetlerine saygılı davranılmıştır. Kitapta kimi zaman yıllar öncesine giderek, çok özel yüzler ve insan manzaralarıyla tanıştırıyorum, sizleri. Kitap baştan sona tetkik, inceleme ve araştırmaya dayanmaktadır. Bu şekilde kazanılan veriler, titiz bir incelemeye tabi tutularak değerlendirilmiştir. Yerine göre yorumlar yapılmış, mesajlar verilmeye çalışılmıştır. Görüleceği gibi yorumlar, belli verilere dayandırılmış olup, yeni fikirlerin kapılarını açacak doğrultudadır.
Kitapta yer alan bazı simalarda karşınıza çıkacak eleştiriler, kişilik tahlilleri, onların benim üstümde yarattıkları izlenim ve etkiye dayanmakta olup, kişisel görüşümdür. Bu görüşlere katılmayanlar olacaktır.

Bizim kültürümüzde insanların anılarını yazma alışkanlığı yoktur. Onun için bilgiler ve anılar insanlarla birlikte toprağa gömülürler. Bence gerçek tarih toprağın altındadır. Zaman, ne varsa insandan yana, onu gömmeye pek isteklidir. Sanki tek işi buymuş gibi..Her giden beraberinde maziyi de alıp götürüyor. Araştırdığınızda tarihi belge niteliğinde bilgi bulamıyorsunuz.Çünkü bunlar bulunamıyacak kadar geçmişin yıkıntıları altında kalmıştır.İnsanlar anıların yazmalıdırlar. Bunlar günü gelince çok değerlenecektir. Çünkü zaman süreci anıları, giderek tarihi birer belge derecesine yükseltir. Bugünkü kuşağın atalarına layık olabilmesi, onların yaptıklarını bilmesi, anlaması ve takdir etmesiyle mümkündür.

Ünlü Çin düşünürü Konfiçyus’un şu sözlerinde saklı manayı anlamaya çalışalım:


Dünyaya güzel karakterlerini göstermeyi isteyen eskiler,
önce devletlerini bir düzene koymaya çabaladılar.
Devletlerini düzenlemek isteyenler,
önce evlerine çeki düzen verme gereğini gördüler.
Evlerini düzene koymak isteyenler,
önce kişiliklerini terbiyeden geçirmeleri gereğini anladılar.

Yukarıdaki sözler bizim de bu kitabımızda kişiliklere önem verişimizin gerekçesini açıklamaya yeter kanısındayım. Bireyin kişiliği, ailenin kişiliğini şekillendirerek onu çevrede temsil eder.