9 Mart 2009 Pazartesi

Yavşan Köy Odası ve Pazarcılar

Eskiden köylerde Köy odası denilen bir çeşit misarfirhane bulunurdu. Yolcular burada konaklar, misafir edilirdi. Şehirlerde Kervansaray olarak bilinen yerler, kervanların güncelliğini yitirmesi üzerine Han'a dönüşmüştü.

Sirihisar ‘da da gelişme bu yönde olmuş. 1930 yıllarından sonra bu kente deve kervanları gelmez olmuş. O tarihten sonra söz konusu yerler Han adı altında hizmet vermeye devam etmişlerdir. Sivrihisar da bu hanlardan dört tanesini biliyorum. Hana gelen yolcular, ordaki odalarda kaldıkları gibi, arabaları, atları, öküzleri ve eşekleri için de hanlarda kapalı ve açık mekanlar olurdu. Şimdiki moteller gibi. Görülüyor ki zaman içinde değişen, insanların ihtiyaçları değil, gereksinim duyulan araçlardır. Konaklama ihtiyacı hiç değşmezken, bir yüzyılda kervansaraylardan, hanlara ve hanlardan motellere, beş yıldızlı otellere gelinmiştir.
Şehirlerdeki hanların köy düzeyinde emsali köy odasıdır. Yavşan köy odası gündüz yaşlı erkeklerin kahvehanesi gibiydi. Erkekler orada toplanırdı. Benim aklımın erdiği yıllarda, köy odasının ocağının bir yanına Körağa(İbrahim Eroğlu), öbür yanına Kelağa(Süleyman Anık) otururlar, diğerleri yerdeki kilim üstüne yaş sırasına göre dizilirlerdi. Köy odasının demirbaş olarak bir de kahve takımı vardı. Genelde kahve yaşlılara pişerdi. Bitince sırayla biri boş kahve kutularını doldururdu. O zamanlar çay yoktu ve bilinmiyordu.

Köy odası bir nevi köy meclisi gibiydi. Köyle ilgili herşey orada konuşulurdu. Haftadan haftaya pazara Sivrihisar’a gidenlar Köroğlu gazetesi getirmişlerse, ben ya da İhsan çağrılır, okutturulurdu. Köroğlu gazetesi döt sayfa çıkar, birinci sayfada devletleri karikatürize eden bir resim bulunurdu. Bu karikatürlere merakla bakarken enterasan konuşmalar geçerdi.

Çiçekdağlı Ahmet anlatıyordu:
- Beni başkumandan yapacaklar ki görsünler. Ben askerliğimi Çorlu da yaptım. Alimallah 24 saatte Selanikteyim. O Yunanın bize yaptıklarını yanına bırakmam.

Köy odası haftanı iki günü akşamdan yabancılarla dolardı: Salı ve çarşamba akşamları. Çünkü çarşamba günü şehrin halk pazarıdır. Köylerde halk ihtiyacını temin için pazarı bekler. O gün gelince arabasını koşan, eşeğine binen Sivrihisar’ın yolunu tutardı. Eşekli yolcular kafileler halinde yollara dökülürdü. Arabalar tıklım tıklım dolardı. Akşam dönüşü de aynı şekilde olurdu. Kiminin heybesi gelirken dolu olurdu, kiminin dönerken. Uzak köylerden eşekleriyle gelen köylüler pazarda işlerini görüp aynı gün köylerine ulaşamazlardı. Bu nedenle pazarcılar bir gün önceden evlerinden çıkarlar, salı akşamı Yavşan’da geçirip, çarşamba sabahı erken vakitte pazar yetişirlerdi. Çarşamba akşamı pazar programı tersinden tekrarlanırdı. Pazar dağılınca yola çıkacak olanlar, köylerine gündüz ulaşamıyacakları için gene en uygun geceleme yeri olarak Yavşan’ı seçerlerdi. Yavşan köy odasına gelen pazarcılar Koçaş, Sadıkbağı, Dinek, Çaygoz, Karacaören, Kuzören, Yörme ve Holanta(Kayakent) köylerine mensup köylülerdi.

Sivrihisar’da kadınlı, erkekli müthiş bir pazar alışkanlığı başlamıştır. Giderek pazarda alışveriş eden kadın sayısı artmaktadır.Evlerin pazar ihtiyaçlarını çoğunlukla kadınlar üstlenmektedir. Buna paralel olarak satıcı kadın sayısı da artmaktadır.

Yavşan Köy odası kitabımızdaki köy planında 5 numara ile gösterilmiştir.5-A ise yolcuların hayvanlarına ait kapalı ahırdır. Köy odasına gelen yolcular tanrı misafiri sayılır ve bunların yemek ihtiyaçları geleneksel olarak köyün ağasının sorumluluğunda kabul edilirdi. Yavşan köyü ağası ise Molla Mehmet idi. Yani Askerkoğlu Ahmet efendinin babası. Küçükana(Ağanın karısı) salı ve çarşamba akşamları köy odasını kontrol ettirir, yolcu durumu hakkında bilgi alırdı. Zaten o bu günler için hazırlıklı olurdu. Yolcular kendi karınları doyurduktan sonra, hayvanları için bile yiyecek ot, saman, yem gibi şeyler isterlerdi. Tabii tanrı misafiri olduğunca ağırlanır, ancak karşılık beklenmezdi. Küçükana bunları en doğal bir insanlık görevi olarak yapıyordu. Böylece o hem kendi hemde Askeroğlu soyunun prestijini yükseltiyordu. Günümüzde böyle ağalar ve küçükanalardan kaç tane kaldı acaba ?


Kervansaraylar
ilk defa 10. yüzyılın sonlarına doğru Selçuk Hanları tarafından Orta Asya'da yaptırılmıştır. Önceleri Askeri savunma için düşünülmüş, zamanla artan ticaret ve dini ihtiyaçları karşılaması için genişletilmiştir. Selçuklu devrinde ticari yol ağı üzerinde kervanların akşamları güvenli bir şekilde konaklamaları ve ihtiyaçlarını görmeleri için sultan hanı da denilen kervansaraylar yapılmıştır. Büyük ticaret yolları üzerinde kurulmuş olan Selçuklu kervansaraylarının aralarındaki uzaklıklar, deve yürüyüşü ile günde dokuz saat, yani 40 kilometre esas tutularak saptanmıştır. Çevrelerindeki yüksek duvarlarla korunan ve barış zamanlarında pazaryeri olarak da iş gören bu kervansaraylar savaşta kale olarak da kullanılırdı. Selçuklu kervansarayları üç genel tipe uygun olarak yapılmışlardır. Bunlar, yazlık denilen avlulu, kışlık denilen kapalı ve her iki türün birleştirilmesinden oluşan karma tiplerdir. Osmanlı İmparatorluğu döneminde şehirlerdeki hanlar ticaret ve konaklamak için yapılmış gelir getirici vakıf yapılarıdır...



Bugünün otel ve garaj vazifesini birlikte gören yapılara eskiden "han" denmekteydi. Han, vasıtalı, vasıtasız yabandan gelen yolcuların barınacağı, hayvanlarla insanların geceleyebileceği yerlerdir.

Selçuklular ve Osmanlılar, sosyal bir vazife gördüğü için hanlar yapımına ehemmiyet vermişler, mimarî bakımdan güzel eserler vücûda getirmişlerdir. İki şehir arasındaki mesafe uzunsa orta bölümde münasip bir yerde han yapılırdı. Buna "Kervansaray" denirdi. Şehirler dışında yapılan bu yapıların bol suyu bulunur, içinde kahvehanesi, erzak ambarları, yem depoları bulunurdu. Kervanlar bir süre gittikten sonra burada mola verirler, geceleyerek kendilerini ve hayvanlarını dinlendirirlerdi