Ela gözlü, beyaza yakın kumral tenli, sert bakışlı ve top sakallıydı. İsrafçı bir padişah olarak tanınmasına rağmen, çok sade giyinir, sarayda bir terlik, bir entari ile dolaşırdı.
Babası öldüğü zaman dokuz yaşlarındaydı. Ancak ağabeyi Sultan Birinci Abdülmecid, onun eğitimine gerektiği gibi dikkat etti. Şehzadeliği sırasında rahat ve korkusuz bir hayat sürdü.
İyi Fransızca konuşurdu. Şiire ve müziğe de ilgisi vardı. Kendine ait besteleri vardır. Resim yapma kabiliyeti de çok üstün olan Sultan Birinci Abdülaziz, Osmanlı donanmasına ısmarlayacağı gemilerin planını bizzat kendisi çizmişti.
Ok atmayı, ata binmeyi, avlanmayı ve özellikle güreşmeyi çok severdi. Güçlü, kuvvetli ve pehlivan yapılıydı. En iyi pehlivanlarla güreşir ve sırtlarını yere getirirdi.
Padişahın tahtta kaldığı sürece en çok üzerinde çalıştığı konu Osmanlı Donanması'nın modernizasyonu idi. Bu nedenle o dönemlerde Avrupa devletlerinden alınan kredilerin çoğu bu konuda harcandı. Sayısı gün geçtikçe artan Osmanlı Ordusu'nun askerlerine yetecek dönemin son model top ve tüfeklerin de sağlanması Abdülaziz döneminde gerçekleşmiştir.
Sultan Abdülaziz hükümdarlığı süresince sık sık ülke içi ve ülke dışı temaslarda bulunmuş geziler düzenlemiştir. Yavuz Sultan Selim'den sonra Mısır'ı ziyaret eden ilk ve tek Osmanlı Padişahı Abdülaziz'dir. Eyaletlerin yanısıra Abdülaziz Batı Avrupa'da ziyaretler yapan ilk ve tek padişahtır.
Ayrıca Richard Wagner'in Bayreuth operasına maddi yardımda bulunmuş ve davet edilmiştir.
Siyasi gelişmeler
Abdülaziz tahta çıktığında Osmanlı Devletinde dış borç sorunu vardı. Hazine boşalmış ve Osmanlı Devletinin eski görkemli dönemleri geride kalmıştı. Osmanlı içinde yaşayan milletler Fransız İhtilalinin getirdiği özgürlükçü ve milliyetçi duygulardan ve Avrupalı devletlerin kışkırtmaları sonucunda yeniden ayaklanmaya başlamışlardı.
Karadağ Sorunu
Balkanlarda Rusya'nın ve Avusturya'nın teşvikiyle Karadağ'da ayaklanma başladı. Ancak Serdar-ı Ekrem Ömer Paşa komutasındaki birlikler ayaklanmayı bastırdı. Rusya'nın ve Fransanın baskıları sonucu 8 Eylül 1862 tarihinde imzalanan İstanbul Protokolü ile Belgrad kalesinin iç kesimleri Osmanlılara kalacak, dış bölgeleri ise Sırplara bırakılacaktı.
Mısır Seyahati
Sultan Birinci Abdülaziz Mısır seyahatine çıkmaya karar vermişti. 3 Nisan 1863 günü Feyz-i Cihad vapuru ile İstanbul'dan ayrıldı. Yanında yeğenleri Şehzade Murat, Şehzade Abdülhamid ve Şehzade Mehmed Reşad da bulunuyordu. Mısır'da halk padişaha çılgın sevgi gösterilerinde bulundu. Yavuz Sultan Selim'den bu yana hiçbir Osmanoğlu Mısır'a ayak basmamıştı.
Mısır'a önem veren Abdülaziz sonraki yıllarda da Mısırla ilgili yeni düzenlemelerde bulundu. Mısır Valileri 2 Haziran 1866 gününden itibaren "Hıdiv" ünvanıyla anılmaya başlandı.
Romanya Sorunu
İmzalanan Paris Antlaşmasında belirtilen maddeye göre Eflak ve Boğdan Beyliği iç işlerinde bağımsızdılar. 1862'de Bükreş'te toplanan Eflak ve Boğdan ortak Meclisi Romanya'nın birliğini sağladılar. Romanya prensinin güvesizlik oyu alamamasından sonra olaylar büyüdü ve Romanya'daki kargaşa bitmedi. 1866 yılında Romanya birliği ve Romanya Prensi 1.Carol'un prensliği kabul edildi.
Girit Sorunu
18. yüzyıl sonlarında başlayan Girit sorunu 19. Yüzyıl boyunca devam etmiş, Girit'te yaşayan Rumlar her fırsatta ayaklanmışlardı. Osmanlı Devleti Sultan Abdülaziz döneminde de adada isyan çıktı. Osmanlı Devleti sorunu hem askeri hem de idari açıdan çözmek için girişimlerde bulundu. Ancak Yunanistan'a ilhaktan (Enosis) başka bir düşünceleri olmayan Giritli Rumlara karşı başarı sağlanamadı (2 Eylül 1866).
(Resim: Sadrazam Mehmet Emin Ali Paşa)
Girit'e gönderilen Sadrazam Mehmed Emin Ali Paşa, 6 Ekim 1867'de adanın yeni statüsünü belirlemek için bir ferman yayınlattı. Bu fermanla Girit'e yeni bir idare şekli getiriliyordu. Sivil yönetim padişahça atanan yeni valiye, Askeri idare ise komutana veriliyor, atanan valinin biri müslüman diğeri hıristiyan iki yardımcısı olacaktı. Gümrük vergisi hariç diğer vergilerden ada muaf olacak, iki resmi dili olacaktı. Karma meclis tarım, bayındırlık, ticaret ve endüstri işlerini planlayacaktı.
Belgrad’ın elden çıkması
Paris antlaşmasından sonra Sırplar düşmanca davranışlar sergiliyor, Müslümanlar ve Sırplar arasında çarpışmalar oluyordu. 1862'de varılan mutabakata göre Belgrad kalesi Osmanlılarda kalmış, Sırplar ise Belgrad yakınlarındaki Sokod ve Owitza kalelerine hakim olmuşlardı. Sırplar Avrupalı devletlere güvenerek Belgrad'ı da istediler. Yeni bir savaşa girmek istemeyen Osmanlı Devleti, Kanuni Sultan Süleyman tarafından alınan Belgrad'ı 10 Nisan 1867'de Sırbistan'a teslim etti.
Avrupa Seyahati
Sultan Abdülaziz ülke dışına çıkıp, Avrupa Başkentlerini ziyaret eden ilk padişahtır. Zira o tarihe kadar bir Osmanlı hükümdarının yabancı bir ülkeyi resmi veya gayri resmi şekilde ziyaret etmesi asla görülmemişti.
1867 yılında Paris'te açılan büyük bir sanat sergisine III. Napolyon'un daveti üzerine katılan Abdülaziz, sergiden sonra imparator ile temaslarda bulunmuş İngiltere, Belçika, Almanya, Avusturya-Macaristan gezilerinden sonra da geri dönmüştür. Seyahatlerinde İngiltere kraliçesi Victoria, Belçika kralı II. Leopold, Prusya kralı I. Wilhelm, Avusturya-Macaristan imparatoru François-Josef ve Romanya Prensi I. Karol ile görüşmüştür.
(resim: İngiltere kraliçesi ve Prusya Kralı)
(resim: Belçika kralı ve Avusturya Macaristan imparatoru)
Sultan Abdülaziz'in 21 Haziran 1867 günü İstanbul'dan hareketinden, 7 Ağustos 1867 günü İstanbul'a dönüşüne kadar bir ay on altı gün süren bu Avrupa seyahati, bilhassa Rusya ile müttefik şekilde hareket eden Fransa'ya, Balkanlardaki Türk siyasetini açıklamak ve yeni bir Rus savaşını önlemek amacıyla düzenlendi.
(Resim: III.Napolyon ) Sene 1867, gun 12 Temmuz sabah saatleri; III. Napolyon'un yati Reine Hortense kabarik Mans denizini astiktan sonra agir agir Dover limanina dogru yaklasiyordu. Kralice Viktorya'yi temsilen oglu Galler Prensi ve Cambridge Duku'nun aralarinda bulundugu bir merasim alayi, yatın taşıdığı önemli misafiri kıyıda sabırsızlıkla bekliyordu. Bu karşılama töreni III. Napolyon icin degil, ancak onun seref misafiri olarak aynı ay Paris'te Dünya Sergisi'nin açılışına davet edilen Türk padişahı Sultan Abdulaziz içindi.
Sene 1867 idi. Paris'te bir Uluslararası Dünya Sergisi açılacaktı. Ve 37 yaşındaki Türk Sultanı da, 3. Napolyon'un davetlisi olarak sergiye katılacaktı. 43 günlük ziyaret programında Kraliçe Viktorya'nın İngiltere'si ile birlikte Belçika, Almanya ve Avusturya da vardı. Sultan yaklaşık 70 kişilik bir heyetle yola koyuldu.
Türk heyeti 1 Temmuz 1867 günü Paris'e vardı. 3.Napolyon, Türk konuğu için Lyon Garı'nda muhteşem bir karşılama hazırlatmıştı. Abdülaziz trenden inince Fransızlar Türkler'i, Türkler Fransızlar'ı süzdüler. Tören üniformaları içinde her iki taraf da birbirini garipsemişti. Osmanlı, Avrupa'yla ilk kez o gün orada tanıştı.
İstanbul'un o dönemki Belediye Başkanı Hafız Ömer Faiz Efendi, günlüğünde ilk izlenimlerini şöyle yazdı: "Kadın erkek hepsi bir arada kaynaşmış gibi... Bakışlarına dikkat ettim. Evvela kılığımızla alakalılar. Aradaki farka rağmen diyebilirim ki, bizimkilerin hususiyeti onlarda yok. Fakat onlar basitlik içinde daha rahat giyiniyorlar. Mesela kafalarındaki şapka, güneşten kendilerini daha iyi koruyor. Biz, fesler altında buram buram terliyoruz."
Heyeti asıl şaşırtan, kadınlar oldu. Yüzler açıktı. Bedenler ise hareketi kolaylaştıran fistanlar içindeydi. Batı'da yaşayan Osmanlı tabeası da karşılamaya gelmişti. Sultan Aziz bir ara Fuad Paşa'nın kulağına eğildi, kadınları sordu. Bu kadınların büyük çoğunluğunun Türk tabeası olduğunu öğrenince dedi ki: "Paşa.... Valide Sultan Hazretleri duymasın amma, bizim hanımlarımıza Avrupalılar gibi giyinmek de çok yakışmış. Ne de tabii bir halleri var..."
Gezi boyunca Türkler, Avrupa'nın adetleriyle, insanlarıyla, sanayi ile ve siyasetiyle de tanışma fırsatı buldular. Herşey, ama herşeyden şaşkına dönüyorlardı. Uzun ince masalardaki tabaklan soğuk yiyeceklerle doldurup, ayakta yeme adetinden tutun da sokaklarda yanan gaz lambalarına kadar herşey çok şaşırtıcıydı. Hele ki Parlamento... Milleti temsil eden zevat, Hükümet icraatını nasıl da eleştirebiliyordu. Osmanlı, bu düzene ne kadar da uzaktı? Asıl ilgilerini çeken, Avrupa sanayiinin gelişmişliği oldu. O güne dek "diyar-ı küfür" olarak tanımlanan şu gavur memleketi nasıl da kalkınmıştı? Londra'daki merasim için 4 günde inşa edilen salonu görünce Padişah dayanamadı ve patladı:
"İstanbul'da sık sık yangın olur. Yüzlerce ev yanar. Yerlerine yenilerinin yapılması için seneler geçer. Herifler, 50 evlik yere 4 günde inşaat yapmışlar. Bunun sebep ve hikmeti nedir? Tahkik ediniz de istifade edelim."
Aslında "işin hikmeti" belliydi. Osmanlı kendi debdebesi içinde yaşarken, Avrupa el aletleri devrini kapatmış, Sanayi Devrimi'ni başlatmıştı, İstanbul Belediye Başkanı Ömer Faiz Efendi, bu sırrı Padişah'a şöyle fısıldadı: "Şevketmaap... Bu memleketlerde sadece insanlar ana karnında yetiştiriliyor. Geri kalan herşey fabrikalarda imal ediliyor. Ana karnından çıkanlara da onları icabeden yerlere koymak düşüyor, inşallah bu fabrikalar zaman-ı saltanatlarında tesis edilir de, Ömer Faiz kulun İstanbul'u baştan aşağı yakar, o harap evler yerine hazır mamurelerinin mimarlığını bizzat ifa eder."
Avrupa yolculuğu, "Hasta adam" unvanı yakıştırılan Osmanlılar üzerinde pek büyük etki bıraktı. Doğrusu Tanzimat'tan beri Avrupalı olma sevdası yüreklere düşmüş, ama Avrupa'nın ne olduğu da tam anlaşılamamıştı. Şimdi Türkler Avrupa'yla tanışıyorlar ve ister istemez Osmanlı ile karşılaştırıp, farkı farkediyorlardı. Osmanlı, "Medeniyet treni"ni kaçırmak üzereydi.
Dönemin İstanbul Belediye Başkanı Ömer Faiz Efendi, Belçika'da gördüklerinden öylesine etkilendi ki, yanındakilere dönüp, "Birader" dedi, "Gelin Yemen'i verip, buradan birkaç kasaba alalım".
Heyettekiler "İyi de o zaman Yemen kahvesi nereden gelir" diyecek oldular. Ömer Faiz Efendi cevabı yapıştırdı:
"Sen altından, servetten, o kahveyi taşıyacak gemiden, onu satın alacak tüccardan haber ver... Bu saydıkların Yemen'in sahibi olan bizde değil, şu küçücük Belçikalılar'da. Heriflerin mal alacak altını, taşıyacak gemisi, bu işe aracılık yapacak tüccarı olduktan sonra Yemen'in kahvesini senden, benden önce içer, artarsa da karla bize satar"
Dışarda Belçikalılar "Yaşasın Büyük Türk" diye yeri göğü inletirken, trenin içinde "Büyük Türk", düşüncelere dalmıştı. Sultan Aziz, gördüğü her başkentte biraz daha büyüleniyor ve imparatorluğu adına endişeleniyordu. Londra'da İngiltere Deniz Kuvvetleri'nden bir zırhlının makina dairesini gezince yanındakilerden biri "Bizim Barbaros Hayrettin Paşa merhumun devri bitmiş" diye iç geçirdi.
Paris'te düzenlenen Uluslararası Dünya Sergisi'nde diğer ülkeler, sanayileşmelerinin son ürünlerini gururla sergilerken, Türk pavyonunda pala bıyıklı erkekler kahve ve nargile ikram ediyorlardı.
Viyana Heykel Galerisi'nde ise başka bir "sıkıntı" yaşandı. Osmanlı'nın ayıp saydığı çıplak heykeller, burada olanca tabiliği ile gösterime sunulmuştu. Aslında heykellerin çoğu Anadolu ve Mezopotamya kökenliydi ama anavatanlarında "utanç abideleri" haline geldiklerinden Avrupa'da sürgünde yaşıyorlardı. İstanbul Şehreminisi Ömer Faiz Efendi, çıplak heykellerin yeraldığı sergiyi Sultan Aziz'le nasıl gezdiklerini günlüğüne şöyle aktardı:
"Kaçamak gözlerle bu heykellere bakarken, adeta bir ayıp yapmış gibi birbirimizin, bilhassa da Zat-ı Şahanenin yüzüne bakmaktan kaçıyor idik. Beraber bulunduğumuz imam-ı Sani Hasan Nami Efendi'ye yavaşça sordum: "Efendi hazretleri, bunlara bakmak haram mıdır, günah mıdır?"
Hoca Efendi kadim dostumdu. Yüzüme öyle bir baktı ki cevaba lüzum kalmadı. Fetvayı almış idim. Hoş benim için fetvaya lüzum yoktu. Ben güzele bakmanın sevap olduğuna inanmış hakiki bir Müslüman'dım ve binbir şükür ki softa değildim."
43 günlük bu geziden sonra İstanbul'da yapılan bir değerlendirme toplantısında Sadrazam Ali Paşa, bir yemek sohbetinde "Avrupa'yı gördünüz" diye söze girdi, "Şimdi samimi olarak söyleyiniz: Avrupa'nın hayatından ve şartlarından hangilerine muhtacız? Yoksa başka bir yol mu takip etmeliyiz?"
ilk söz alan İkinci İmam Hasan Nami Efendi oldu. Hoca Efendi, sakalını sıvazladı ve fetva veren bir edayla şunları söyledi:
"Paşa hazretleri... Aslımıza halel getirmemek üzere ne alabilirsek, almaya mecburuz. İlimlerini, vasıtalarını, mesai şekillerini... Ümran ve refahlarını memleketimizde görebilmek için başka çare yoktur". Kimine göre ise bu karar o kadar gecikmişti ki Osmanlı'yı kurtarmaya yetmedi.
Abdulaziz'in Avrupa seyahati Osmanli tarihinde önemli bir olaydı; bir Osmanlı padişahı ilk ve son defa resmi bir ziyaret amacı ile ülkesinden ayrılmış ve Avrupa'nın diğer hükümdar ailelerinin mensuplari ile bir araya gelmişti. İstikbalin padişahları Şehzade Murat ve Abdülhamid Efendi'nin de katıldığı bu seyahatte Osmanlı heyeti İngiltere ve Fransa'nin yanı sıra, Belcika, Almanya ve Avusturya-Macaristan Imparatorlugu'nu da ziyaret etmişti. Osmanlı padişahının bu beklenmedik ziyareti dönemin Avrupa sosyetesinde de büyük meraka yol açmış ve basında da geniş ölçüde yer almıştı. Nitekim Abdülaziz'in İngiltere'ye varışı, 13 Temmuz 1867 tarihli The Times gazetesinde okurlara şu uslup içerisinde aktarılıyordu:
'İngiltere tarihinde ilk defa olmak üzere, Hilafet ve Saltanatin uzun soyunun temsilcisi, sadece bir asir öncesine kadar kuvveti bütün Bati Avrupa'yı korkutan Müslümanlar'ın büyük lideri dün topraklarımıza ayak basmıştır.'
Bir başka gazete, The Illustarted London News, ise saray fotografcilari Abdullah Freres'den getirtmiş oldukları padişahın bir portre fotoğrafından hazırlattıkları gravuru aynı gün tam sayfa halinde yayınlamıştı.
Abdulaziz Dover limanında görkemli bir torenle karşılanmasının ardından trenle halkın çoşkulu tezahüratları arasında Londra'nin Charing Cross İstasyonu'na vardı. Burada müzeden çıkartılan Kral III. George'un at arabasına bindirilen Padisah, atlı kortej eşliğinde Ingiltere'de ikameti süresince kalacağı ve özel olarak bu ziyaret icin bazı odaları tekrardan restore edilmiş olan Buckhingam Sarayi'na getirildi. O sıralarda Prens Albert'in ölümünden sonra derin bir mateme bürünen Kralice Viktorya ile tanışması da ertesi günü Windsor Kalesi'nde onuruna verilen bir öğle yemegi sırasında gerçekleşti.
'Kralice, kiyafetleri yüz yillar evvelini hatırlatan kalabalik maiyeti ile Zat-i Şahane'yi merdiven başında karşıladı. Kralice Viktorya bu tarihte 48 yaşında idi. Fakat yaşından çok gösteriyordu. Zat-i Şahane'nin mehabeti onu büyülemiş gibi idi. Daha sonra dinlediğime göre, adab-i muaserete çok bağlı olan Ingiliz sarayının kaidelerine çok riayetkar olmasına rağmen adeta gayr-i ihtiyari birkaç adım attı ve Al-i Osman Padisahı'nın elinden tuttu. Zat-i Şahane ilk defa III.Napolyon'la karşılaşması sırasında müşahade edilen ürkekliğinden tamamen kurtulmuştu. Tabii bir tavırla bu eli takdis etti ve maiyetindeki zevati Hidiv Ismail Paşa ile biraderi Mustafa Fazil Paşa da dahil olarak Kraliçe'ye tanıttı. Kraliçenin bu takdim sırasında, zarif ve cidden kibar çehreli, fevkalade iri ela gözlu, ince endamli Veliahd Murad Efendi'ye dikkatle baktığını görduk. Nitekim, Zat-i Şahane şerefine Windsor Sarayi'nda verilen yemeği takip eden saatlerde Kralice Viktorya Murad Efendi ile meşgul oldu. Veliahd akıcı ve Paris şiveli Fransızcası ile Kraliçe'nin suallerine cevaplar verdi'.
Bu satırları okuduktan sonra son derece iyi eğitim almış, kültürlü, Batı müziği bestekari Sultan Murad'i bekleyen akibete, yani üç ay padisahlığının ardından otuz sene Çırağan Sarayı'nda geçen hapis hayatına, üzülmemek elde değildir.
Bir hayli protokol ve satafata meraklı olan Ingilizler Sultan Abdülaziz'in ülkelerine yapmış olduğu bir haftalik ziyarete anlam kazandırabilmek için onun şerefine pek çok merasim, ziyafet, balo, gezi ve müzik temsilleri düzenlemişlerdi. Bu kapsamda padisah bir gün Portsmouth'daki donanmayı Kralice Viktorya ile teftişe gitmisti. İki tatbikata katılan yaklaşık yüz gemi arasında Trafalgar Savasi'nin meşhur amiral gemisi Victory de vardi. İngiliz Kraliyet yatı Victoria and Albert''in güvertesinden deniz tatbikatı seyredildikten sonra Kralice Viktorya Osmanlı Sultanı'na dizbaği nişani takarak onu Garter şövalyesi ilan etti. Böylece tarihte herhalde ilk defa bir Halife'ye Hiristiyanlığı korumakla yükümlü bir şövalyelik sınıfının üyeliği veriliyordu. Windsor Kalesi'nin St George Kilisesi'nde baş rahibin huzurunda gerçekleşmesi gereken bu tören belki de bu hassas sebepten dolayı bir gemi güvertesine alınmıştı.
Sultan Abdulaziz'in İngiltere ziyaretinin en unutulmaz olayi yaklaşık 1600 kişilik bir koronun katılmasıyla onun şerefine Crystal Palace'ta gercekleştirilen muazzam konserdi. Abdülaziz Avrupa müziğine merakli bir padisahtı; İtalya'da kendi besteleri olarak bazi piyano parçalari bile basılmıştı. Invitation a la Valse, La Gondolle Barcarolle ve La Harpe Caprice gibi isimler taşıyan bu eserlerin her ne kadar padisah tarafindan gercekten bestelenmis olup olmadığını bilmesek de, bu parçaların varlığı onun Batı müziğine ilgisini gösteriyordu. Aynı şekilde Alman bestecisi Richard Wagner'in Bayreuth opera binasının inşa fonuna bircok Alman Prensi ilgisiz kalırken Abdülaziz'in para yardımı yapmış olması da onun Avrupa müziği ile adını bağdaştırma arzusunda olduğunun açık kanıtıydı. Wagner her ne kadar bu yardımın üzerinde pek durmamışsa da Franz Liszt Osmanli padisahının bu tavrını takdir etmis ve diger Alman prenslerine örnek göstermisti. Ne var ki, yurtdisindaki bir opera binasının inşasına böyle bir yardım yapılırken Abdülmecid'in Dolmabahçe Sarayı'nda inşa ettirdiği, bir yangınla kul olan opera binası enkaz halinde bırakılmıştı.
16 Temmuz 1867, Sali gunu Crystal Palace'ta verilen konser Kralice Viktorya'nin emri ile duzenlenmisti. Konserden once gunlerce gazetelerde boy boy cikan ilanlara bakıldığında bu olayın hiç de küçümsenmeyecek boyutlarda olduğu anlaşılıyor.
"Kraliyet emri ile Majeste Sultan'ın şerefine verilecek olan olağanüstü müzik şöleni ve havai fişek gösterisi: Bu müstesna temsil müthiş bir müzik festivali ve havai fişek gösterisini kapsayan, binanın da aydınlatılacağı essiz bir şölen olacaktır. Muazzam bir opera festivali şeklinde gerçekleşecek olan geceye Her Majesty's Theatre'in sanatçıları, Crystal Palace orkestrası, askeri bandolar ve bütün Londra'nın koro derneklerinden seçilen koristler katılacaklardır. Gecede Signor Arditi'nin besteledigi ve Zafiraki Efendi'nin sözlerini yazdığı bir Türk kasidesi orijinal dilde söylenecektir'' (The Illustrated London News, 13 Temmuz 1867).
İlandan da anlaşıldığı gibi İngilizler büyük bir incelik göstererek, İngilizce bilmeyen Abdülaziz şerefine Türkçe dilinde anlayabileceği bir kaside ısmarlamışlar ve bunu da 1600 kişilik bir İngiliz korosuna fonetik dilde öğretmeye karar vermişlerdi.
Koro burada Sultan Abdülaziz'in teşrifinden dolayı duydukları mutluluğu dile getiriyordu. Bütün kasidenin İngilizce tercümesi de konserin ertesi günü çıkan The Times gazetesinde olduğu gibi yer almıştı. Kasidenin uzunluğu yaklaşık altı dakikaydı. Londra'da basılan British Library nüshasının kapağında da Abdulaziz'in tuğrası yer almıştı.
İlanda da belirtildiği gibi bu konsere Londra'nın bütün koro dernekleri katıldığı için o gece şehirdeki çoğu opera ve tiyatrolar kapalıydı. Konsere de seyirci olarak yaklaşık otuz bin kişi katılmıştı. İlanlarda Mecidiye nişanı takan subayların Crystal Palace bahçelerine bedava olarak girebilecekleri de bildirilmisti. Konserin gerçekleştiği Crystal Palace meshur 1851 sergisi için önce Hyde Park'ta inşa edilen ve sonra sergi bitişi sökülerek Londra'nin Sydenham semtinde tekrardan monte edilen dev camekan yapıydı. Burası 1936 senesinde korkunç bir yangında yok oluncaya kadar Londra'da pek çok büyük konser ve fuara ev sahipliği etti. Hatta Abdulaziz'in gelişinden önce de bina yangın tehlikesi geçirmiş ve Osmanlı Sultanı da yardım fonuna bin liralık bir bağışta bulunmustu. Bellini, Verdi, Donizetti, Mozart ve Mendelssohn'un eserlerinin yer aldığı yaklaşık altı saatlik konser maratonu öğleden sonra başladı. Sultan ve beraberindekiler ise sadece son kısmına iştirak ettiler. Abdulaziz'in salona girişi ile dev koro etkileyici bir dille Sultan'a kasideyi söylemeye başladı. Zamanın The Musical Times dergisinde çıkan kritik bu olayı İngiliz müzik dünyası açısından şu şekilde yorumlayacakti:
'Sultan'a Kaside Türkçe soylendi; daha doğrusu koristlerin çıkartabildikleri en yakın telaffuzla, çünkü eseri ancak Ingiliz alfabesi yardımı ile okuyabildiler. Ancak Sultan'ın kulaklarına ulaşan kelimeler kendisine gerçekten Türk dili gibi mi geldi, bunu bilemiyoruz, ancak müziğin evrensel dilinden yola çıkarsak, şüphesiz hiç olmazsa işittiği notalar kalbine ulaşmış ve bu ülkenin kendisine gösterdiği misafirperverliğin hiç de sıradan olmadığını anlamıştır'.
Nitekim Turk heyeti açısından Ömer Faiz Efendi'nin de bu olayı aktarışı İngiliz görüşünü teyid ediyordu:
'İki bin santoz, Zat-i Sahanenin nam-i humayunlarına tertip edilmiş manzumeyi bir ağızdan söylüyorlardı. Bu ahenk harikulade bir çoşkunlukla saatlerce devam etti. Bu nezaket tezahürü belki dünyada görülmemiş bir şeydi'.
(Resim: İtalyan besteci Luigi Arditi )
Bütün bu sözler söylenirken ortada hic kimsenin bilmedigi bir gerçek vardi. Eseri besteleyen Luigi Arditi'nin yolu Osmanlı Hanedanı ile daha önceden de kesişmişti. Arditi 1856 senesinde bir sezon Istanbul'daki Naum Tiyatrosu'nda orkestra şefliği ile opera direktörlügü yapmış, bu sırada Sultan Abdülmecid'in huzurunda da temsiller idare etmiş ve hatta Padişah icin taltif edici sözlerle bir de kaside bestelemişti. Abdülmecid de kendisini, aynen Abdülaziz'in Londra konserinden sonra yaptığı gibi para ve nişan ile ödüllendirmiştir. Crystal Palace konserindeki kasidenin de Arditi'ye sipariş edilmesi belki Türkleri tanıdığı içindi. Oysa Arditi gazete ilanlarının duyurduğu gibi yepyeni bir eser bestelememişti; Abdülmecid'e ithaf edilen bu kaside ile Abdülaziz'e ithaf edilen kasidenin notalarını yan yana koyduğumuz zaman karşımıza son derece şaşırtıcı bir gerçek çıkar: İki eser tipatıp aynıdır, sadece sözler değiştirilmiştir. Abdülmecid'e ithafen 'Ardit kulun eylerdua' gibi sözler çıkartılmış ve bunun yerine 'Tesrifi tesrifi Abdulaziz Han sadumanedir sebep' gibi sözler konmuştur. Kısaca Arditi iki padişaha da aynı eseri ithaf etmiş ve ikisinden de on sene arayla iki ödül almıştır.
Crystal Palace'taki konser sona ererken dev orkestra ve koro Handel'in Messiah oratoryosundan Hallelujah korosunu seslendirmeye başladı; bir yandan da Abdülaziz ve beraberindekiler başlarını Londra göklerinde patlayan havai fişeklere çevirmişlerdi. Müzik şüphesiz evrensel bir dildir ve Padisah dahil Turk heyetinin bu şekildeki bir nezaketten etkilenmemis olmalarına imkan yoktur.
Osmanli padisahinin Londra ziyaretinin müzik dünyasında yarattığı tek etki de Crystal Palace konserindeki kaside değildi. Ziyaretin gerçekleştiği ay çıkan gazetelerdeki ilanlara göre pek çok Türk Marşı'nın değişik versiyonları Ingiliz halkı evlerinde çalsın diye satışa sunulmustu. O dönemlerde Osmanlı milli marşı sayılan Guatelli Paşa'nın besteledigi Aziziye Marşı da devamlı olarak ziyaret esnasında Kralice Viktorya'nin bandoları tarafından çalınmıştı. Abdülaziz Covent Garden'da da Auber'in Maseniello operasını seyretti. Bütün bu yaşananlar, fazla bilinmeyen veya araştırılmayan tarihimizin renkli, heyecan verici unutulmuş anılarıydı.
Bosna Hersek ve Bulgar isyanı
1875 Yılında Bosna-Hersek'te de ayaklanma çıktı. Bu bölgedeki ayaklanmaya müdahale eden Avrupalı devletler bazı reformlar yapılmasını istediler. Hazırlanan reform paketi Bulgaristan'da ayaklanma başladığı için uygulanamadan rafa kaldırıldı. Bulgaristan'ın amacı tam bağımsız bir devlet olabilmekti. Ayaklanan Bulgar çetelerine destek veren Avrupalılar kendi çıkarlarına uygun bir nokta bulamadıkları için Bulgaristan sorunu da askıda kaldı.
Osmanlı'da Abdülaziz döneminde batıyla iyi ilişkiler kurulmasına özellikle dikkat edildi. Tanzimat Fermanı ile Osmanlı'nın girdiği batılılaşma süreci bu dönemde de devam etti. Ülke genelinde yeni vilayetler ilan edildi ve İstanbul Üniversitesi Fransız Eğitim sistemi örnek alınarak tekrar düzenlendi. Doğu Ekspres'in bir durağıı olan Sirkeci Garı'nın temelleri Abdülaziz döneminde atılmıştır.
Döneminde yaşanan önemli olaylardan bir kısmı ise Rusya ve Avrupa devletleri'nin kışkırttığı Balkan isyanlarıdır. Girit ve Sırbistan'da çıkan isyanlar ise devletin ve padişahın otoritesini derinden sarsmıştı.
Abdülaziz 30 Mayıs 1876 bilekleri kesilerek ölmüş olarak bulundu. Doktorlar tarafından intihar ettiğine karar verilmişse de yaygın kanı öldürüldüğü yönündedir. İddiaya göre Mabeynci Mithat Efendinin yardımıyla odasında bilekleri güreşçiler tarafından kestirilip öldürülen talihsiz padişah Divanyolu'nda II. Mahmut Türbesine babasının hemen yanına defnedildi. Osmanlı tarihinde en acı olaylardan biridir.
Eşleri ve Çocukları
Dürrinev Başkadınefendi'den : Veliaht Yusuf İzzeddin Efendi, Saliha Sultan IV
Edadil Kadınefendi'den : Şehzade Mahmud Celaleddin Efendi
Hayranıdil Kadınefendi'den : Nazime Sultan , II. Abdülmecit
Nesteren Kadınefendi'den : Şehzade Mehmed Şevket Efendi , Emine Sultan
Gevheri Kadınefendi'den : Esma Sultan , Şehzade Mehmed Seyfeddin Efendi
Reform ve Yenilikler
Abdülaziz döneminde, Abdülmecid döneminde başlayan yenilik hareketleri sürdürüldü.
Yeni bir vilayet teşkilatlanmasına geçildi
Yeni asker üniformalarına geçildi
İlk kez posta pulu kullanıldı.
Sahillere deniz fenerleri inşa edildi.
Osmanlı Bankası açıldı.
Kadılık kurumu daha sıkı denetim altına alınarak 1 Nisan 1868 Şura-yı Devlet ve 1870 yılı içerisinde de Divan-ı Muhasebat kuruldu (Danıştay ve Sayıştay).
Lise ve sanayi okulları açıldı.
Orman madencilik ve tıp okulları açıldı.
İtfaiye teşkilatı kuruldu.
Fransa, Avusturya ve İran yöneticileri İstanbul'a ziyaretlerde bulundu
Sultan Abdülaziz döneminde donanmanın modernleştirilmesine de çalışıldı. 1875 yılına doğru Türk donanmasında 816 top taşıyan 21 zırhlı ve 173 yardımcı gemi vardı. Türk Bahriyesinde 50.000 efrad, 700 subay, 208 yüksek rütbeli subay, 11 Tümamiral, 6 Koramiral ve üç Oramiral vardı. Bu görüntüsüyle İngiltere ve Fransa'dan sonra dünyanın üçüncü büyük donanması haline gelmişti.
Sultan Abdülaziz 14 sene 11 ay beş gün tahtta kalmıştır. Bu süre içerisinde meşrutiyet fikrine başta sıcak baksa da, sonraları değişip bu fikri savunanlara karşı zor kullanacaktır. Dönemin aydınlarından Şinasi, Namık Kemal ve Ziya Paşa ile padişahlığının ilk dönemlerinde sıcak ilişkiler kurduysa da Namık Kemal'i Vatan Yahut Silistre piyesinden sonra Kıbrıs'a sürgün edecek kadar sertleşmiştir. Ülkede meşruti yönetimin gelmesini isteyenlerin yarattığı bu özgürlük havası içerisinde Abdülaziz'in tahttan indirilmesi konusunda kamuoyu oluşturuldu. Mithat Paşa'nın kışkırtmaları sonucu üniversite öğrencileri 10 Mayıs 1876 tarihinde bir protesto yürüyüşü düzenlediler. Bundan bir süre sonra, 30 Mayıs 1876 salı günü sabaha doğru saray Hüseyin Avni Paşa komutasındaki askerlerce basılmış ve Sultan Abdülaziz kansız şekilde tahttan indirilmiştir.
Sultan Abdülaziz'in tahtan indirildikten dört gün sonra, hapis hayatı yaşadığı Feriye Sarayında sakalını düzeltmek için istediği söylenen makasla bileklerini keserek intihar ettiği söylense de öldürülmüş olabileceğine dair kanıtlar da vardır (4 Haziran 1876).
İmar çalışmaları
Hemen hemen tüm Osmanlı padişahları gibi Sultan Abdülaziz'de, mimari konuda çalışmalar yapılmasını destekledi.
Harbiye binası,
Resim 1920 yılından. Önde Harbiye binası arkada Süleymaniye camii. Harbiye binası şimdi İstanbul üniversitesi
Aksaray Valide Camii,
Sadabad Camii,
Maçka sırtlarında Aziziye Camii,
Konya'da Aziziye Camii,
Beylerbeyi Sarayı
Çırağan Sarayı
Ölümü
Resmi tarih, Sultan Abdülaziz'in 30 Mayıs 1876'da tahttan indirildikten dört gün sonra iki bileğini keserek intihar ettiğini yazsa da, tarihçilerin büyük bölümü öldürüldüğü konusunda hemfikir. Giysileri sandıkta saklayan Pertevniyal Valide Sultan da, oğlunun intihar ettiğine hiçbir zaman inanmadı. Hatıratında, Abdülaziz'in Feriye Sarayı'na gizlice sokulan üç pehlivan tarafından öldürüldüğünü söyledi.
Pertevniyal Valide Sultan'ın, elbiseleri bugüne ulaşmasını sağlayarak tarihi gerçeklerin ortaya çıkmasını amaçladığı belirtiliyor. Tarihçiler, bir insanın her iki bileğini keserek intihar etmesinin mantıken mümkün olmadığına işaret ediyor.
Abdülaziz dönemiyle ilgili çalışmalarıyla tanınan Prof. Dr. Vahdettin Engin, padişahın öldürüldüğü kanaatini yineliyor. Serasker Hüseyin Avni Paşa ile meşrutiyet arayışında olan Yeni Osmanlılar'ın bir olup Sultan'ı katlettiğini düşünen Engin, tarihin bu belgeler ışığında yeniden yazılması gerektiğini söylüyor. "Sultan Abdülaziz neden öldürüldü?" sorusunu ise şöyle cevaplıyor: "Abdülaziz'den sonra başa geçen V. Murad, akli dengesi yerinde olmayan sağlıksız biriydi. Bunu herkes biliyordu. Onun başarısızlığı halinde başa yeniden geçecek ilk isim Abdülaziz olacaktı. Darbeciler bu ihtimali göz önünde bulundurarak padişahı katletti." Tartışmalı tarihi olaylarla ilgili kitaplarıyla tanınan Dr. Erhan Afyoncu, "Sultan Abdülaziz'in öldürüldüğü şüphe edilmeyecek bir gerçektir. Bir bileğini kesen biri diğer bileğini nasıl keser? Bu bir kere akla mantığa ters. Sultan, gerek hapsedildiği sarayda gerekse bu saraya götürülürken ağır hakaretlere uğradı. Sadece o değil, Harem'de yaşayan annesi, ablası da hakaret gördü. O dönemde kimse tahttan indirilse bile padişah ailesine bunu yapmaya cesaret edemezdi. Öldürüldükten sonra padişahın cesedi günlerce karakolda bekletildi. Bu bile çok ağır ve birçok soruyu içinde barındıran bir durum. Zaten padişahın kayınbiraderi Çerkes Hasan, bir süre sonra Hüseyin Avni Paşa'yı öldürüyor. Bu cinayet de bize padişahın intikamını almak için yapıldığını gösteriyor." diye konuştu. Abdülmecid döneminde başlayan yenilik hareketlerini sürdüren Abdülaziz (1830-76), 14 yıl 11 ay 5 gün tahtta kaldı. Mithat Paşa'nın kışkırtmalarıyla üniversite öğrencileri 10 Mayıs 1876'da bir protesto yürüyüşü düzenledi. 30 Mayıs 1876 Salı günü sabaha doğru saray Hüseyin Avni Paşa komutasındaki askerlerce basılmış ve Abdülaziz kansız şekilde tahttan indirilmiştir. Abdülaziz'in tahttan indirildikten 4 gün sonra, hapis hayatı yaşadığı Feriye Sarayı'nda sakalını düzeltmek için istediği söylenen makasla bileklerini keserek intihar ettiği iddia edilse de öldürülmüş olabileceğine dair kanıtlar var.
ABD Özgürlük Anıtı'nın hikayesi
Mısır'ın Port Said Limanı'na dikilmek üzere Fransız Heykeltraş Bartholdi'ye sipariş edilen anıtın ön ödemesi Sultan Abdülaziz Han tarafından yapılmıştı. Hem de 'elinde doğudan yükselen ışığı simgeleyen meşale ve Osmanlı Sultanı'nı simgeleyen yedi sivri uçlu tacı olsun” denilerek…
30 Kasım 1854. Sultan Abdülmecid dönemi. Mısır, Osmanlının bir eyaleti. İçişlerinde bağımsız, dışişlerinde Osmanlı sultanına bağlı. Mısır Valisi Said Paşa, dünyanın en büyük kanallarından biri olan Kızıldeniz ve Akdeniz'i birbirine bağlayan Süveyş Kanalı projesini hazırlatıp onaylaması için Sultan Abdülmecid'e sunuyor. Said Paşa, tasdik gecikince projenin gerçekleşmesi için gerekli şirketin kurulmasını emrediyor.
Projeyi onaylamadan vefat eden Abdülmecid Han'ın yerine geçen Sultan Abdülaziz ise denizciliğe önem verdiği için zaten başlamış olan proje için gerekli onayı ve parayı hemen veriyor. İşte o proje içinde bir de heykel bulunuyor. Doğunun, medeniyet ışığından batıyı da faydalandırdığını anlatmak üzere, elindeki meşaleyle yüzünü batıya dönecek bir heykel. O heykel yapılıyor ama konulduğu yer Mısır olmuyor. Evet tahmin ettiğiniz gibi ama önce hikayenin başına dönelim.
Said Paşa'nın hazırladığı Süveş Kanalı Projesi'nin arkasında Fransa, önünde de -bir engel olarak- İngiltere duruyordu. Zira Akdeniz ve Hindistan'daki İngiliz hakimiyetini sona erdirebilecek bu kanal, Osmanlı'nın mali gücünün yanında denizlerdeki gücünün de artmasına sebep olacaktı. Bu yüzden İngiltere, Sultan Abdülmecid Han'ı, projeyi reddetmesi için sürekli baskı altında tutuyordu. Said Paşa, bu sebeple Sultan Abdülmecid'in onayını beklemedi. 30 Kasım'da Fransız mühendise gereken izni verdi. Fransız sermayesiyle kurulan şirketin hisse senetlerinin tamamı satılınca İngiltere, Osmanlı'ya baskılarını daha da artırdı. Sultan Abdülmecid ise Said Paşa'nın projesini yıllarca bekletti. Sultan, projenin kendisine gelişinden yedi sene sonunda Ihlamur Kasrı'nda veremden vefat ettiğinde proje hala onay bekliyordu. Ancak onaylanmasa da ağır aksak ilerlemeye devam ediyordu. İki sene sonra Said Paşa da aniden vefat etti. Yerine geçen İsmail Paşa ise İngiliz taraftarıydı. Fakat bu kanalın Mısır için hayati önemini fark etmekte gecikmedi ve işe dört elle sarıldı.
Sultan Abdülmecid'in vefatıyla Osmanlı tahtına geçen Sultan Abdülaziz Han'a da İngiliz baskıları devam etti. Ama İngilizlerin unuttuğu bir şey vardı ve Abdülaziz Han donanma ve denizciliğe çok önem veriyordu. Sultan, 19 Mart 1866'da yayınladığı fermanla kanala izin vererek projeyi tasdik etti. Bununla da kalmayıp, Mısır'ın kanal için yaptığı dış borçları devlet garantisi altına alarak, kanal şirketi hisselerine de bizzat kendisi oldukça yüklü paralar yatırdı.
Said Paşa ile kanalın mühendisi Ferdinand de Lesseps arasında 1854'te yapılan anlaşma maddelerinde, bir de heykel projesi vardı. Süveyş Kanalı'nın Akdeniz'e açılan sahillerinde bulunan Port Said şehri limanına dikilecek olan dev bir kadın heykeli. Bu heykel, hem Osmanlıyı hem Mısırı temsil edecekti. Bu yüzden Mısır'ı temsilen firavunlar dönemi kıyafetlerini giymiş kadın heykelinin başında, 7 iklimin padişahı olan Osmanlı Sultanını temsilen 7 kıta ve 7 denizi simgeleyen 7 sivri uçlu bir taç olacaktı. Elinde de bir meşale tutacaktı. Sultan Abdülaziz Han, heykelin yüzünün batıya dönük olmasını istedi. Zira elindeki ışığı doğudan batıya götürdüğünü, ışığın, medeniyetin, uygarlığın, doğudan yükselip batıyı aydınlattığını simgelemesini istiyordu padişah. Heykelin parası da bizzat Sultan Aziz Han tarafından ödendi. Sipariş, Fransa'nın meşhur heykeltıraşlarından Frederic Auguste Bartholdi'ye verildi. Frederic Bartholdi, Fransa'daki atölyesinde çalışmalara başladı. Heykelin bakır ve çelikten oluşan iskeletini ve mühendislikle alakalı kısımlarını, daha sonra Paris'teki kendi adıyla anılan kuleyi yapacak olan Gustave Eiffel ile birlikte tamamladı. Heykele Singer dikiş makinelerinin kurucusu Isaac Singer'in dul eşi Isabelle Eugenie Boyer modellik yaptı.
Said Paşa'nın ölümünden sonra yerine vali olan İsmail Paşa, bu heykelin Müslüman Mısır halkı arasında hoşnutsuzluğa sebebiyet vereceğini söyleyerek mühendis Ferdinand de Lesseps'e, heykelin Mısır'a getirilmemesi talimatını verdi. Mühendisin, İsmail Paşa'yı ikna çalışmaları fayda vermedi. Nihayet Kasım 1854'te yapımına başlanılan Süveyş Kanalı'nın Kasım 1869'da açılışı yapıldı. Dünyanın dört bir yanından gelen binlerce insanın katılımıyla oldukça görkemli fakat heykelsiz bir açılış oldu. Çünkü heykel Fransa'da kaldı. Bartholdi'nin bu muhteşem eseri, Fransa'daki bir depoda yapayalnız, akıbetini beklemeye başladı.
O yıllar, Amerika ile Fransa'nın dostluk yıllarıydı. Karşılıklı hediyeleşmeler sırasında Paris'te kurulan Fransız-Amerikan dostluk grubunun başkanı Edouard Rene Lefebvre de Laboulaye'den, Fransız hükümetine bir teklif geldi: Amerika'ya devasa bir heykel hediye edilsin! İkna edilen Fransız hükümeti, bu heykel için Frederic Bartholdi'yi görevlendirdi. Bartholdi'nin eseri zaten hazırdı. Fransa Hükümetinin istediği heykel, elindeki meşaleye kadar Mısır için hazırlanan heykele benzerlik arzediyordu. Fransa hükümetinden gelen talimata göre heykel, sol elinde “hukuku temsilen bir kitap” tutacak, sağ elinde de, “Dünyayı aydınlatan özgürlüğün sembolü bir meşale” olacaktı. Yani neredeyse Fransa tarafından istenen heykel, Abdülaziz Han için hazırlanan heykelin aynısıydı. Sadece küçük bir iki değişikliğe ihtiyaç vardı. Bartholdi, heykelin yüzünü tamamen değiştirdi ve annesi Charlotte'nin yüzünü işledi. Özgürlük Heykeli, Fransa tarafından kuruluşunun 100. yılı münasebetiyle Amerika'ya 10 yıl gecikmeyle hediye edildi. Heykeltraş, heykeli 350 parçaya bölerek, İsere adındaki bir Fransız gemisiyle Amerika'ya taşıdı. Newyork limanındaki adalardan birine, daha önce görmeye geldiği Özgürlük Adası'na, kaidesini Richard Morris Hunt'un hazırladığı yere, 4 ay içinde monte etti. Ve 28 Ekim 1886 da açılışını bizzat kendisi yaptı. Heykelin sol elindeki kitap üzerinde Bağımsızlık Bildirgesi'nin ve Amerika'nın kuruluşunun tarihi 4 Temmuz 1776 yazıyor. Heykel 1886 dan beri de Amerika'nın Newyork adalarından birinde bulunuyor. Ve yüzü Sultan Abdülaziz Han'ın isteğinin tam aksine doğuya bakıyor. Lakin güneş ışığı hala doğudan yükseliyor ve her sabah Özgürlük Heykeli'nin yüzünde parlıyor
25.06.1861 Sultan Abdülmecid’in ölümü. Sultan Abdülaziz’in Padişah olması.
06.08.1861 Mehmet Emin Paşa’nın azli, Ali Paşa’nın dördüncü sadareti.
31.08.1861 Karadağ meselesinin İşkodra’da yapılan görüşmelerle barış yolu ile halledilmesi.
29.10.1861 Ali Paşa’nın azli, Keçecizâde Fuat Paşa’nın sadareti.
15.06.1862 Belgrad olayı.
01.07.1862 Keçecizâde Fuad Paşa’nın mali önlemleri. Devletin malî sıkıntısı, kağıt paranın tedavülden kaldırılması.
23.08.1862 Karadağ Ordusu’nun mağlup edilmesi. Reika zaferi.
31.08.1862 İşkodra anlaşması.
08.09.1862 Sırbistan’daki Türk Kaleleri hakkında anlaşma.
08.10.1862 Sırbistan ile ilgili meselelerin bir protokol ile halledilmesi.
02.01.1863 Keçecizâde Mehmet Fuat Paşa’nın istifası.
05.01.1863 Yusuf Kamil Paşa’nın sadareti.
03.04.1863 Sultan Abdülaziz’in Mısır gezisine başlaması.
01.06.1863 Yusuf Kamil Paşa’nın azli, Keçecizâde Fuat Paşa’nın ikinci sadareti.
28.06.1864 İstanbul Protokolü.
19.04.1866 Eflak-Boğdan Beyliği’nin başına Prusyalı Charles’in seçimi.
02.06.1866 Mısır valilerine-Hidiv unvanı verilmesi.
04.06.1866 Keçecizâde Fuat Paşa’nın azli ve Mütercim Rüştü Paşa’nın sadareti.
02.09.1866 Girit isyanı, asilerin Yunanistan’a ilhakı kararı.
08.09.1866 Girit ıslahatı.
11.02.1867 Mütercim Rüştü Paşa’nın istifası. Mehmet Emin Paşa’nın beşinci sadareti.
24.03.1867 Yeni Osmanlılar Cemiyeti’nin Paris’de propagandası.
10.04.1867 Belgrad ve bazı kalelerin Sırbistan’a terki.
21.06.1867 Sultan Abdülaziz‘in Avrupa gezisi, Ali Paşa’nın saltanat vekaleti.
10.07.1867 Sultan Abdülaziz’in Paris’den Londra’ya hareketi.
12.07.1867 Padişah’ın Londra’ya varışı.
23.07.1867 Londra’dan Brüksel’e geçiş.
25.07.1867 Padişah’ın Coblenz’de Prusya Kral ve Kraliçesi tarafından karşılanması.
28.07.1867 Padişah’ın Viyana’ya gelişi.
31.07.1867 Padişah’ın Budapeşte’ye varışı.
07.08.1867 Devlet tarihinde bir Sultan’ın çeşitli Avrupa ülkelerine yaptığı en kapsamlı geziden Padişah’ın İstanbul’a dönmesi.
02.10.1867 Ali Paşa’nın olağanüstü yetkilerle Girid’e hareketi.
04.01.1868 Girit’de ıslahat hareketleri.
01.04.1868 Şuray-ı Devlet kurulması.
09.06.1868 Yabancılara mülkiyet hakkı verilmesi.
02.12.1868 Türk-Yunan siyasi ilişkilerinin kesilmesi.
11.12.1868 Osmanlı Hükûmeti’nin Yunanistan’a ültimatomu.
09.01.1969 Türk-Yunan meselesinin, Batılı Devletlerin isteği üzerine Paris Konferansı’nın toplanması.
12.02.1869 Keçecizâde Mehmed Fuad Paşa’nın ölümü.
18.02.1869 Girit sorunu hakkında Paris konferansı.
19.11.1869 Süveyş Kanalı’nın açılışı.
11.03.1870 Bulgar kilisesinin bağımsızlığı.
13.03.1871 Karadeniz’in tarafsızlığına son veren Londra anlaşmasının imzalanması.
07.09.1871 Sadrıâzam ve Dışişleri Nazırı Mehmed Emin Ali Paşa’nın ölümü.
08.09.1871 Bahriye Nazırı Mahmud Nedim Paşa’nın sadareti.
13.09.1871 Ünlü şair Şinasi’nin ölümü.
16.04.1872 Antakya zelzelesi.
30.07.1872 Mahmud Nedim Paşa’nın azli, Mithat Paşa’nın ilk sadareti.
28.09.1872 Mısır Hidivine dışarıdan borçlanma yetkisinin verilmesi.
19.10.1872 Mithat Paşa’nın azli, Mütercim Rüştü Paşa’nın sadareti.
15.02.1873 Mütercim Rüştü Paşa’nın azli, Ahmet Esat Paşa’nın sadareti.
15.04.1873 Ahmed Esat Paşa’nın azli, Mehmet Rüştü Paşa’nın sadareti.
03.05.1873 Haydarpaşa-İzmit demiryolu hattının açılması.
15.02.1874 İstanbul-Edirne-Filibe demiryolu hattının açılış töreni.
13.04.1875 Mehmed Rüştü Paşa’nın azli, Hüseyin Avni Paşa’nın sadareti.
25.04.1875 Hersek isyanı.
20.08.1875 Hüseyin Avni Paşa’nın azli ve Ahmed Esat Paşa’nın ikinci sadareti.
26.08.1875 Fransa’nın Hersek sorununa karışması.
06.10.1875 Ahmed Esat Paşa’nın azli, Mahmut Nedim Paşa’nın sadareti.
31.01.1876 Faizlerin düşürülmesi kararı.
02.05.1876 Bosna-Hırvatistan isyanlarıyla ilgili (Andraşi Layihası)
06.05.1876 Bulgar ihtilali, Otluk köyü vakası.
10.05.1876 Selanik Olayı (Bir Bulgar kızının Müslüman olması konusu).
11.05.1876 Yüksekokul öğrencilerinin Hükûmet aleyhine gösterileri.
13.05.1876 Mahmud Nedim Paşa’nın azli, Mehmed Rüştü Paşa’nın dördüncü kez sadareti.
30.05.1876 Berlin Memorandumu. Abdülaziz’in tahttan indirilmesi. V. Murad’ın Padişah oluşu.