Sık sık devlet için şu benzetme yapılır:
"Onlar dışarıdan, biz içeriden yıkamadık!"
Kim söylemiş bu sözü, bugünlere kadar gelmiş? Keçecizade Fuat Paşa...
Padişah Sultan Aziz'in Paris gezisi sırasında Fransa İmparatoru 3. Napolyon, Dışişleri Bakanı Fuat Paşa'ya isteklerini sıralar...
Süveyş Kanalı açılmalı, Girit, Osmanlılardan alınıp Yunanistan'a verilmeli, Kudüs'teki kutsal yerlerin Katoliklere ait olanların yönetimi Fransızlarda olmalı...
Osmanlı devletinin bunlara kolay kolay razı olmayacağını bilen İmparator, aba altından sopa gösterir:
"Bu sorunlar sizin için bir dert... Yorgun omuzlarınızdan bunları atınız... Devletinizin ne kadar zayıfladığı bütün dünyada biliniyor."
Fuat Paşa, gülerek karşılık verir:
"Haşmetmeab, siz, bendenize, başka bir devlet gösterebilir misiniz ki, üç yüz senedir, dışarıdan sizlerin, içeriden bizlerin, devamlı tahribine direnebilmiş! Evet, üç yüz senedir, siz dışarıdan, biz içeriden, bu devleti yıkamadık!"
Osmanlı sadrazamı (İstanbul 1815 - Nice 1869). Şair Keçecizâde İzzet Molla'nın oğlu. Tıbbiye'yi bitirdi (1835) Sultan Abdülaziz devrinin ünlü simalarının başında hiç şüphesiz ki Keçecizade Fuat Paşa geliyordu. İki kez sadrazamlık ve beş kez de Hariciye nazırlığı görevine getirilen bu devlet adamı nükteleriyle ünlüydü.
Bir diğer meşhur özelliği de Galatasaray Lisesi?nin kurucusu olması. Fransa yandaşı, Fransızcı olarak biliniyor zaten
İstanbul sularında (özellikle Boğaz Tafeyninde) tarifeli vapur seferleri Sadrazam Reşit Paşa'nın desteği, Keçecizade Fuat Paşa ve tarihçi Ahmet Cevdet Paşa'nın gayretleri ile 1851 yılında kurulan Şirket-i Hayriye'ye ait vapurlarla başlar. 1867-1872 yılında Üsküdar-Kabataş arasında sefere konulan "Suhulet" ve "Sahilbent" arabalı vapurları dünyada sefer yapan ilk arabalı vapurlardır.
Osmanlı devletinin önemli yöneticilerinden olan Keçecizade Fuat Paşa'dan biraz daha söz edelim. Sultan Aziz Londra'da Kraliçe Viktorya ile görüşürken, Kraliçe kulağındaki pırlanta küpeleri Fuat Paşa'ya göstermiş:
"Bunu bana haşmetmeabların ağabeyi Sultan Abdülmecit hediye etmişti, broştu, bir süre göğsüme taktım, sonra kuyumcuya verip küpe yaptırdım, acaba kendileri bana gücenirler mi?"
Fuat Paşa fırsatı kaçırmamış:
"Bilakis efendim, Türkiye'den gelen şeylere daima kulak verdiğiniz için memnun olurlar!"
Yine Charles Mismaire yazar, Gümrük Bakanı Kani Paşa'dan dinlemiştir.
Devlet Hazinesi Sultan Aziz'in israfını kaldıramamaktadır. Ali Paşa ile Fuat Paşa, huzura giderler, "Mülk - ü milletin sahibinden" fedekarlık isterler!
Sultan Aziz kaşlarını çatar:
"Yani Paşa, sultanların su içtiği altın tasları darphaneye gönderip, onlara bakır tas mı verelim?"
Fuat Paşa lafını hiç çekinmez:
"Padişahım, başımıza bir felaket gelirse, siz ortamızda Konya Ovası'na doğru çekilirken, hanım sultanlar, bu altın taslarla ayrılık çesmesinden su mu içecekler?"
KEÇECİZADE Fuat Paşa'ya sormuşlar:
"Paşam, gerçek dostların kimler?"
Paşa şöyle bir düşünmüş:
"Şimdi iktidardayım, bilemem!"
1864 Büyük Hocapaşa yangınından sonra Sadrazam Keçecizade Fuad Paşa, Babıali çevresiyle Divanyolu?nu genişletmek ister. Yeni cadde 25 metre genişlikte olacaktır. Çokları İstanbul?un bunca geniş yola gereği olmadığı düşüncesindedir. Hüseyin Bey de bunlardan biridir. Gelgelelim cadde yapılıp bitince o derece memnunluklar getirir. Bir gün Fuat Paşa ile burun buruna gelince kendini bağışlatmak için der ki:
-Saye-i Devletinizde caddelerle kaldırımlar pek güzel oldu.
Keçecizade hiçbir sözü alacakaranlıkta bırakmayacak geniş fitilli ağır bir lambadır, yapıştırır: Evet, bu kaldırımlar bize atılan taşlarla yapıldı.?
İnsanın Hali Bir Muammadır
Tarihe uygulamaya koyduğu "Tanzimat Fermanı" ile geçen Osmanlı devlet ricalinin önemli şahsiyetlerinden Mustafa Reşit Paşa'nın (1810/1858) insana ilk anda garip gelen dikkatleri vardı. Ölümünden sekiz ay evvel, Ramazan dolayısıyla sahilhanesinde okunan mevlütte duayı yapan hoca efendi, dua sırasında kendi ismini anmayı unutmuştu. Yalnız kaldıkları zaman, Reşit Paşa, oğlu Ali Galip Paşa'ya dedi ki:
"Bizim şu fani dünyada son senemizdir zannederim. Bugün mevlütte duagu efendi, benim ismimi söylemedi.
İçine doğdu her halde... Zaten, ahiret hazırlıklarının zamanı da geliyor."
Ali Galip Paşa, memlekette olup-bitenler sebebiyle yorgun ve sinirleri bozuk babasını, bunun normal bir unutkanlıktan başka birşey olmadığını söyleyerek teselli etti. Fakat hikmet-i İlahi bu hadiseden sekiz ay sonra Reşit Paşa vefat etti.
Babasının ölümünün kırkıncı günü vesilesi ile Ali Galip Paşa, aynı sahilhanede bir mevlüt okuttu. Tevafuk, aynı hoca efendi mevlüdün "son dua"sını yaptı ve bu defa da, Ali Galip Paşa'nın ismini unuttu.
Önceki hadisenin tesiri ile Ali Galip Paşa olanları mevlütte hazır bulunan Keçecizade Fuat Paşa'ya anlattı. Fuat Paşa da bunlara kafayı takmanın doğru olmadığını söyleyerek konuyu değiştirdi. Fakat çok enteresandır ki, Ali Galip Paşa da, bu mevlüdden kısa bir süre sonra bir deniz kazasında boğularak öldü.
Asıl mesleği hekimlik olan devlet adamı Keçecizade Fuat Paşa, bu iki hadiseyi sık sık anlatır ve
"İnsanın istikbali bir muammadır." derdi.
Keçecizâde Fuad Paşa : Osmanlı sadrazamı (İstanbul 1815 - Nice 1869). Şair Keçecizâde İzzet Molla'nın oğlu. Tıbbiye'yi bitirdi (1835). Üç yıl kadar Trablusgarb'da bulundu; dönünce, Babıâli Tercüme Odası'na girdi ve başmütercimliğe kadar yükseldi (1839). Sonra, Londra Sefareti başkâtipliğine getirildi (1814). Londra'dan dönüşünde İspanya ortaelçisi oldu ve "rütbe-i sâniye" nişanı aldı (1844). Ertesi yıl, Dîvân-ı Hümâyun tercümanlığına ve âmedciliğine tayin edildi (1847). O, bu görevdeyken, bütün Avrupa'da çıkan ve Tuna yörelerine de yayılan milliyetçi ayaklanmalar sebebiyle, bir Rus ordusu Eflak'a girince, Bükreş'e gönderildi (1848). Orada, Ruslarla iyi ilişkiler sağlamaya çalıştı. Macar ve Leh devrimcileri, Rusların Avusturyalılara yardımı dolayısıyla güç durumda kalarak, Osmanlı Devletine sığınmışlardı. Fuad Efendi, dostluk bağlarını koparmamak için, mültecilerden üç subayın iadesini, diğerlerinin de Vidin'e sevk edilmelerini teklif etti. Fakat Babıâli, sadrazam Mustafa Reşit Paşa'nın görüşünü benimseyerek, hiçbirinin geri verilmemesini kararlaştırdı. Rusya ve Avusturya'nın, mülteciler en kısa zamanda geri verilmediği takdirde siyasî ilişkileri kesmek zorunda kalacaklarını bildirmeleri üzerine (1849), Vükelâ Meclisi, Bükreş'te bulunan Fuad Efendi'nin, fevkalâde büyükelçilik payesiyle Rus Çarına gönderilmesine karar verdi. Fuad Efendi, Çar iade talebinde ısrar ettiği takdirde, münasebetleri kesmeden, durumu İstanbul'a bildirerek yeni talimat beklemek gibi ağır bir görev yüklenmişti. Öte yandan, yetkisinin sınırlı olması da, kendisini zor durumda bırakıyordu. 4 Ekim 1849'da, padişahın mektubunu çara verdi. Mülteciler meselesinin iki hükümdar arasında özel bir mesele olduğunu, dışişleri bakanı Nesselrod'a kabul ettirerek, müzakerelerin devamını sağladı. Babıâli, Fuad Efendi'nin hizmetlerini takdir ederek, onu bâlâ rütbesiyle Sadaret müsteşarlığına tayin etti. İstanbul'a dönünce (1850), kendisine mükâfat olarak imtiyaz nişanı verildi. Bir süre Bursa'da kalan Fuad Efendi, Cevdet Efendi (Paşa) ile birlikte Kavâid-i Osmaniye (Osmanlıca Kuralları) adlı gramer kitabını yazdı; Şirket-i Hayriye'nin tüzük tasarısını kaleme aldı. Bursa'dan dönüşünde, o sırada kurulan Encümen-i Dâniş'e, Sadaret Müsteşarı sıfatıyla üye tayin edildi. Sadrazam Reşid Paşa tarafından Mısır'a gönderildi (Mart 1852). Orada kaldığı üç buçuk ay içinde, Mısır'ın 60 000 kese olan yıllık vergisini 80 000 keseye yükseltti. Dönüşünde Hariciye Nazırlığına getirildi. Bu sırada, Mukaddes Makamlar meselesi son haddine gelmişti. Ruslar, Fuad Efendi'nin bu konuda Fransızları tuttuğunu öne sürmüşlerdi. Prens Mençikof, bu konuyu görüşmek için İstanbul'a geldi. Doğruca sadrazamı ziyaret etti. Bu tutumu usule aykırı bulan Fuad Efendi, nazırlıktan çekildi. Babıâli, Mençikof'un isteklerini geri çevirdi ve Rusya'ya savaş açtı (1853). Bundan yararlanarak Yanya üzerine yürüyen Yunan çete kuvvetlerini bastırma görevi, Fuad Efendi'ye verildi (1854). İstanbul'a dönüşünden sonra, Meclis-i Âlî-i Tanzimat reisliği de verilerek, vezirlik rütbesi ile Hariciye Nazırlığına getirildi (Nisan 1855). Ancak, işlerinin çokluğu yüzünden, Meclis-i Tanzimat reisliğini bıraktı. Paris Konferansına katılmasını önlemek amacıyla, İngiliz elçisi Lord Strafford, padişahtan Fuad Paşa'nın değiştirilmesini isteyince, görevinden ayrıldı (Kasım 1856). Meclis-i Âlî'ye memur edildi; ertesi yılın ağustos ayında ikinci defa Meclis-i Âlî-i Tanzimat reisliğine getirildi; çok geçmeden de Hariciye Nazırlığına tayin edildi. Eflak ve Boğdan'ın yeni idaresini kararlaştırmak için toplanan Paris Kongresine, Hariciye Nazırlığı da uhdesinde bırakılarak, murahhas tayin edildi (Nisan 1858).
Fuad Paşa, 1860 yılında, Cebel-i Lübnan'da Marunîler ile Dürzîler arasında çıkan anlaşmazlığın çözümlenmesine, Hariciye Nazırlığı uhdesinde olduğu halde, fevkalâde komiser sıfatıyla memur edildi. Beyrut'a gitti, Şam'daki karışıklıkları şiddet kullanarak bastırdı. Suçlu Dürzî reislerinin teslim olmaları, Fuad Paşa'nın, özellikle Fransızlara karşı, durumunu daha da güçlendirdi, onların müdahalesini önledi.
Fuad Paşa Suriye'de iken, Abdülmecid Han vefat etti, tahta Abdülaziz Han geçti. Yeni padişah, Meclis-i Vâlâ ile Meclis-i Âlî-i Tazimat'ı birleştirerek, reisliğine Fuad Paşa'yı getirdi (14 Temmuz 1861). Kısa bir süre sonra, dördüncü defa Hariciye Nazırlığına ve ardından da sadrazamlığa tayin edilen (22 Kasım 1861) Fuad Paşa, bir buçuk yıl kaldığı Suriye'den ayrılarak İstanbul'a döndü. Bu görevi sırasında, devletin içinde bulunduğu malî buhranı gidermek amacıyla, hazinenin genel nezaretini üzerine aldı ve gerekli gördüğü tedbirleri, uzun bir yazı ile padişaha bildirdi. Ama bütün çabalarına rağmen, malî durumu istediği gibi düzeltemedi. Milliyet fikirlerinin Rumeli'de yayılması yüzünden gittikçe ağırlaşan siyasî durumu da ileri sürerek, sadaretten istifa etti (6 Ocak 1863). Bir süre sonra, padişahın ısrarı üzerine Meclis-i Vâlâ-yı Ahkâm-ı Adliye reisliğini kabul etti. Abdülaziz Han'ın Mısır seyahatinde refakatinde bulundu (3 Nisan - 3 Mayıs 1863). Dönüşte, Yâver-i ekrem unvanını aldı. Çok geçmeden, seraskerlik görevi üzerinde kalmak üzere, ikinci defa sadarete getirildi (1 Haziran 1863). Fuad Paşa, Abdülaziz Han'a hitaben, büyük devletlerin siyaseti karşısında devletin çıkarlarını korumak için tutulması gerekli yolları gösteren siyasî bir vasiyetname yazmış, bu vasiyetname sonradan, Paris'te çıkarılan Meşveret gazetesinde yayımlanmıştı. Siyasî görevleri sırasında, dış ilişkiler, malî ve askerî ıslahat dışında birtakım idarî icraatta da bulunan Fuad Paşa, eyalet teşkilatı yerine, yetkili valiler eliyle yönetilen vilayet teşkilatının kurulması, şehirlerde kârgir yapı usulünün uygulanması fikirlerini ortaya attı ve bunları gerçekleştirmeğe çalıştı. Bu arada görevinden alındı.
Âlî Paşa'nın sadarete (sadrazamlığa) gelmesi üzerine, beşinci defa Hariciye Nazırı oldu (Şubat 1867). Abdülaziz Han'ın Avrupa seyahatine katıldı (21 Haziran - 17 Ağustos 1867). Kalp hastalığı sebebiyle, bu seyahatten yorgun ve hasta döndü, doktorların tavsiyesine uyarak kışı geçirmek üzere gittiği Nice'te öldü (12 Şubat 1869). Cenazesi İstanbul'a getirilerek, Peykhane sokağındaki türbesine gömüldü.
"Onlar dışarıdan, biz içeriden yıkamadık!"
Kim söylemiş bu sözü, bugünlere kadar gelmiş? Keçecizade Fuat Paşa...
Padişah Sultan Aziz'in Paris gezisi sırasında Fransa İmparatoru 3. Napolyon, Dışişleri Bakanı Fuat Paşa'ya isteklerini sıralar...
Süveyş Kanalı açılmalı, Girit, Osmanlılardan alınıp Yunanistan'a verilmeli, Kudüs'teki kutsal yerlerin Katoliklere ait olanların yönetimi Fransızlarda olmalı...
Osmanlı devletinin bunlara kolay kolay razı olmayacağını bilen İmparator, aba altından sopa gösterir:
"Bu sorunlar sizin için bir dert... Yorgun omuzlarınızdan bunları atınız... Devletinizin ne kadar zayıfladığı bütün dünyada biliniyor."
Fuat Paşa, gülerek karşılık verir:
"Haşmetmeab, siz, bendenize, başka bir devlet gösterebilir misiniz ki, üç yüz senedir, dışarıdan sizlerin, içeriden bizlerin, devamlı tahribine direnebilmiş! Evet, üç yüz senedir, siz dışarıdan, biz içeriden, bu devleti yıkamadık!"
Osmanlı sadrazamı (İstanbul 1815 - Nice 1869). Şair Keçecizâde İzzet Molla'nın oğlu. Tıbbiye'yi bitirdi (1835) Sultan Abdülaziz devrinin ünlü simalarının başında hiç şüphesiz ki Keçecizade Fuat Paşa geliyordu. İki kez sadrazamlık ve beş kez de Hariciye nazırlığı görevine getirilen bu devlet adamı nükteleriyle ünlüydü.
Bir diğer meşhur özelliği de Galatasaray Lisesi?nin kurucusu olması. Fransa yandaşı, Fransızcı olarak biliniyor zaten
İstanbul sularında (özellikle Boğaz Tafeyninde) tarifeli vapur seferleri Sadrazam Reşit Paşa'nın desteği, Keçecizade Fuat Paşa ve tarihçi Ahmet Cevdet Paşa'nın gayretleri ile 1851 yılında kurulan Şirket-i Hayriye'ye ait vapurlarla başlar. 1867-1872 yılında Üsküdar-Kabataş arasında sefere konulan "Suhulet" ve "Sahilbent" arabalı vapurları dünyada sefer yapan ilk arabalı vapurlardır.
Osmanlı devletinin önemli yöneticilerinden olan Keçecizade Fuat Paşa'dan biraz daha söz edelim. Sultan Aziz Londra'da Kraliçe Viktorya ile görüşürken, Kraliçe kulağındaki pırlanta küpeleri Fuat Paşa'ya göstermiş:
"Bunu bana haşmetmeabların ağabeyi Sultan Abdülmecit hediye etmişti, broştu, bir süre göğsüme taktım, sonra kuyumcuya verip küpe yaptırdım, acaba kendileri bana gücenirler mi?"
Fuat Paşa fırsatı kaçırmamış:
"Bilakis efendim, Türkiye'den gelen şeylere daima kulak verdiğiniz için memnun olurlar!"
Yine Charles Mismaire yazar, Gümrük Bakanı Kani Paşa'dan dinlemiştir.
Devlet Hazinesi Sultan Aziz'in israfını kaldıramamaktadır. Ali Paşa ile Fuat Paşa, huzura giderler, "Mülk - ü milletin sahibinden" fedekarlık isterler!
Sultan Aziz kaşlarını çatar:
"Yani Paşa, sultanların su içtiği altın tasları darphaneye gönderip, onlara bakır tas mı verelim?"
Fuat Paşa lafını hiç çekinmez:
"Padişahım, başımıza bir felaket gelirse, siz ortamızda Konya Ovası'na doğru çekilirken, hanım sultanlar, bu altın taslarla ayrılık çesmesinden su mu içecekler?"
KEÇECİZADE Fuat Paşa'ya sormuşlar:
"Paşam, gerçek dostların kimler?"
Paşa şöyle bir düşünmüş:
"Şimdi iktidardayım, bilemem!"
1864 Büyük Hocapaşa yangınından sonra Sadrazam Keçecizade Fuad Paşa, Babıali çevresiyle Divanyolu?nu genişletmek ister. Yeni cadde 25 metre genişlikte olacaktır. Çokları İstanbul?un bunca geniş yola gereği olmadığı düşüncesindedir. Hüseyin Bey de bunlardan biridir. Gelgelelim cadde yapılıp bitince o derece memnunluklar getirir. Bir gün Fuat Paşa ile burun buruna gelince kendini bağışlatmak için der ki:
-Saye-i Devletinizde caddelerle kaldırımlar pek güzel oldu.
Keçecizade hiçbir sözü alacakaranlıkta bırakmayacak geniş fitilli ağır bir lambadır, yapıştırır: Evet, bu kaldırımlar bize atılan taşlarla yapıldı.?
İnsanın Hali Bir Muammadır
Tarihe uygulamaya koyduğu "Tanzimat Fermanı" ile geçen Osmanlı devlet ricalinin önemli şahsiyetlerinden Mustafa Reşit Paşa'nın (1810/1858) insana ilk anda garip gelen dikkatleri vardı. Ölümünden sekiz ay evvel, Ramazan dolayısıyla sahilhanesinde okunan mevlütte duayı yapan hoca efendi, dua sırasında kendi ismini anmayı unutmuştu. Yalnız kaldıkları zaman, Reşit Paşa, oğlu Ali Galip Paşa'ya dedi ki:
"Bizim şu fani dünyada son senemizdir zannederim. Bugün mevlütte duagu efendi, benim ismimi söylemedi.
İçine doğdu her halde... Zaten, ahiret hazırlıklarının zamanı da geliyor."
Ali Galip Paşa, memlekette olup-bitenler sebebiyle yorgun ve sinirleri bozuk babasını, bunun normal bir unutkanlıktan başka birşey olmadığını söyleyerek teselli etti. Fakat hikmet-i İlahi bu hadiseden sekiz ay sonra Reşit Paşa vefat etti.
Babasının ölümünün kırkıncı günü vesilesi ile Ali Galip Paşa, aynı sahilhanede bir mevlüt okuttu. Tevafuk, aynı hoca efendi mevlüdün "son dua"sını yaptı ve bu defa da, Ali Galip Paşa'nın ismini unuttu.
Önceki hadisenin tesiri ile Ali Galip Paşa olanları mevlütte hazır bulunan Keçecizade Fuat Paşa'ya anlattı. Fuat Paşa da bunlara kafayı takmanın doğru olmadığını söyleyerek konuyu değiştirdi. Fakat çok enteresandır ki, Ali Galip Paşa da, bu mevlüdden kısa bir süre sonra bir deniz kazasında boğularak öldü.
Asıl mesleği hekimlik olan devlet adamı Keçecizade Fuat Paşa, bu iki hadiseyi sık sık anlatır ve
"İnsanın istikbali bir muammadır." derdi.
Keçecizâde Fuad Paşa : Osmanlı sadrazamı (İstanbul 1815 - Nice 1869). Şair Keçecizâde İzzet Molla'nın oğlu. Tıbbiye'yi bitirdi (1835). Üç yıl kadar Trablusgarb'da bulundu; dönünce, Babıâli Tercüme Odası'na girdi ve başmütercimliğe kadar yükseldi (1839). Sonra, Londra Sefareti başkâtipliğine getirildi (1814). Londra'dan dönüşünde İspanya ortaelçisi oldu ve "rütbe-i sâniye" nişanı aldı (1844). Ertesi yıl, Dîvân-ı Hümâyun tercümanlığına ve âmedciliğine tayin edildi (1847). O, bu görevdeyken, bütün Avrupa'da çıkan ve Tuna yörelerine de yayılan milliyetçi ayaklanmalar sebebiyle, bir Rus ordusu Eflak'a girince, Bükreş'e gönderildi (1848). Orada, Ruslarla iyi ilişkiler sağlamaya çalıştı. Macar ve Leh devrimcileri, Rusların Avusturyalılara yardımı dolayısıyla güç durumda kalarak, Osmanlı Devletine sığınmışlardı. Fuad Efendi, dostluk bağlarını koparmamak için, mültecilerden üç subayın iadesini, diğerlerinin de Vidin'e sevk edilmelerini teklif etti. Fakat Babıâli, sadrazam Mustafa Reşit Paşa'nın görüşünü benimseyerek, hiçbirinin geri verilmemesini kararlaştırdı. Rusya ve Avusturya'nın, mülteciler en kısa zamanda geri verilmediği takdirde siyasî ilişkileri kesmek zorunda kalacaklarını bildirmeleri üzerine (1849), Vükelâ Meclisi, Bükreş'te bulunan Fuad Efendi'nin, fevkalâde büyükelçilik payesiyle Rus Çarına gönderilmesine karar verdi. Fuad Efendi, Çar iade talebinde ısrar ettiği takdirde, münasebetleri kesmeden, durumu İstanbul'a bildirerek yeni talimat beklemek gibi ağır bir görev yüklenmişti. Öte yandan, yetkisinin sınırlı olması da, kendisini zor durumda bırakıyordu. 4 Ekim 1849'da, padişahın mektubunu çara verdi. Mülteciler meselesinin iki hükümdar arasında özel bir mesele olduğunu, dışişleri bakanı Nesselrod'a kabul ettirerek, müzakerelerin devamını sağladı. Babıâli, Fuad Efendi'nin hizmetlerini takdir ederek, onu bâlâ rütbesiyle Sadaret müsteşarlığına tayin etti. İstanbul'a dönünce (1850), kendisine mükâfat olarak imtiyaz nişanı verildi. Bir süre Bursa'da kalan Fuad Efendi, Cevdet Efendi (Paşa) ile birlikte Kavâid-i Osmaniye (Osmanlıca Kuralları) adlı gramer kitabını yazdı; Şirket-i Hayriye'nin tüzük tasarısını kaleme aldı. Bursa'dan dönüşünde, o sırada kurulan Encümen-i Dâniş'e, Sadaret Müsteşarı sıfatıyla üye tayin edildi. Sadrazam Reşid Paşa tarafından Mısır'a gönderildi (Mart 1852). Orada kaldığı üç buçuk ay içinde, Mısır'ın 60 000 kese olan yıllık vergisini 80 000 keseye yükseltti. Dönüşünde Hariciye Nazırlığına getirildi. Bu sırada, Mukaddes Makamlar meselesi son haddine gelmişti. Ruslar, Fuad Efendi'nin bu konuda Fransızları tuttuğunu öne sürmüşlerdi. Prens Mençikof, bu konuyu görüşmek için İstanbul'a geldi. Doğruca sadrazamı ziyaret etti. Bu tutumu usule aykırı bulan Fuad Efendi, nazırlıktan çekildi. Babıâli, Mençikof'un isteklerini geri çevirdi ve Rusya'ya savaş açtı (1853). Bundan yararlanarak Yanya üzerine yürüyen Yunan çete kuvvetlerini bastırma görevi, Fuad Efendi'ye verildi (1854). İstanbul'a dönüşünden sonra, Meclis-i Âlî-i Tanzimat reisliği de verilerek, vezirlik rütbesi ile Hariciye Nazırlığına getirildi (Nisan 1855). Ancak, işlerinin çokluğu yüzünden, Meclis-i Tanzimat reisliğini bıraktı. Paris Konferansına katılmasını önlemek amacıyla, İngiliz elçisi Lord Strafford, padişahtan Fuad Paşa'nın değiştirilmesini isteyince, görevinden ayrıldı (Kasım 1856). Meclis-i Âlî'ye memur edildi; ertesi yılın ağustos ayında ikinci defa Meclis-i Âlî-i Tanzimat reisliğine getirildi; çok geçmeden de Hariciye Nazırlığına tayin edildi. Eflak ve Boğdan'ın yeni idaresini kararlaştırmak için toplanan Paris Kongresine, Hariciye Nazırlığı da uhdesinde bırakılarak, murahhas tayin edildi (Nisan 1858).
Fuad Paşa, 1860 yılında, Cebel-i Lübnan'da Marunîler ile Dürzîler arasında çıkan anlaşmazlığın çözümlenmesine, Hariciye Nazırlığı uhdesinde olduğu halde, fevkalâde komiser sıfatıyla memur edildi. Beyrut'a gitti, Şam'daki karışıklıkları şiddet kullanarak bastırdı. Suçlu Dürzî reislerinin teslim olmaları, Fuad Paşa'nın, özellikle Fransızlara karşı, durumunu daha da güçlendirdi, onların müdahalesini önledi.
Fuad Paşa Suriye'de iken, Abdülmecid Han vefat etti, tahta Abdülaziz Han geçti. Yeni padişah, Meclis-i Vâlâ ile Meclis-i Âlî-i Tazimat'ı birleştirerek, reisliğine Fuad Paşa'yı getirdi (14 Temmuz 1861). Kısa bir süre sonra, dördüncü defa Hariciye Nazırlığına ve ardından da sadrazamlığa tayin edilen (22 Kasım 1861) Fuad Paşa, bir buçuk yıl kaldığı Suriye'den ayrılarak İstanbul'a döndü. Bu görevi sırasında, devletin içinde bulunduğu malî buhranı gidermek amacıyla, hazinenin genel nezaretini üzerine aldı ve gerekli gördüğü tedbirleri, uzun bir yazı ile padişaha bildirdi. Ama bütün çabalarına rağmen, malî durumu istediği gibi düzeltemedi. Milliyet fikirlerinin Rumeli'de yayılması yüzünden gittikçe ağırlaşan siyasî durumu da ileri sürerek, sadaretten istifa etti (6 Ocak 1863). Bir süre sonra, padişahın ısrarı üzerine Meclis-i Vâlâ-yı Ahkâm-ı Adliye reisliğini kabul etti. Abdülaziz Han'ın Mısır seyahatinde refakatinde bulundu (3 Nisan - 3 Mayıs 1863). Dönüşte, Yâver-i ekrem unvanını aldı. Çok geçmeden, seraskerlik görevi üzerinde kalmak üzere, ikinci defa sadarete getirildi (1 Haziran 1863). Fuad Paşa, Abdülaziz Han'a hitaben, büyük devletlerin siyaseti karşısında devletin çıkarlarını korumak için tutulması gerekli yolları gösteren siyasî bir vasiyetname yazmış, bu vasiyetname sonradan, Paris'te çıkarılan Meşveret gazetesinde yayımlanmıştı. Siyasî görevleri sırasında, dış ilişkiler, malî ve askerî ıslahat dışında birtakım idarî icraatta da bulunan Fuad Paşa, eyalet teşkilatı yerine, yetkili valiler eliyle yönetilen vilayet teşkilatının kurulması, şehirlerde kârgir yapı usulünün uygulanması fikirlerini ortaya attı ve bunları gerçekleştirmeğe çalıştı. Bu arada görevinden alındı.
Âlî Paşa'nın sadarete (sadrazamlığa) gelmesi üzerine, beşinci defa Hariciye Nazırı oldu (Şubat 1867). Abdülaziz Han'ın Avrupa seyahatine katıldı (21 Haziran - 17 Ağustos 1867). Kalp hastalığı sebebiyle, bu seyahatten yorgun ve hasta döndü, doktorların tavsiyesine uyarak kışı geçirmek üzere gittiği Nice'te öldü (12 Şubat 1869). Cenazesi İstanbul'a getirilerek, Peykhane sokağındaki türbesine gömüldü.