8 Aralık 2008 Pazartesi

II.Mahmut (1785 - 1839)


II. Mahmut, (d. 20 Temmuz 1785 – ö. 2 Temmuz 1839). 30. Osmanlı padişahıdır.

20 Temmuz 1785 tarihinde İstanbul, Topkapı Sarayı'nda doğdu. Öğrenimi ile Sultan III. Selim padişahlığı sırasında bizzat meşgul olmuştur.

Sultan III. Selim ve Şehzade Mahmut

Padişah I. Abdülhamit 6 Nisan 1789 ’da ölünce, yerine III. Mustafa’nın oğlu III. Selim geçti. Padişah olmadan önce (Şehzadelik döneminde) Osmanlı İmparatorluğu, Avusturya ve Ruslarla savaş halinde idi. Ordu güçlü değildi, sık sık yenilgiler alıyordu. Bu sırada Belgrat’ın elden çıkması büyük üzüntü yaşatmıştı. O dönemde Fransa’da meydana gelen Fransa İhtilali (1789), Osmanlı İmparatorluğu’nun imdadına yetişti. Avusturya ile 4 Ağustos 1791 ‘de ZİŞTOVİ barış anlaşması yapıldı. Avusturya aldığı toprakları geri vermek zorunda kaldı.

III. Selim şair ruhlu, sanata düşkün ve ilhami mahlası (takma adı) ile şiirler yazan bir çok besteleri olan, 14 yeni makam oluşturmuş bir divan müziği ustası, hatta dehası idi. Şehzadelik döneminde de Batı ile mektuplaşarak bilgi alıyordu. Padişah olunca ilk işi Türk alimi Hoca İshak Efendiyi Fransa’ya göndererek onların idari yapısını, yeni gelişmeleri öğrenmek istedi.

Yapılacak ıslahat çalışmalarının nasıl ve nerelerde olması gerektiğini tam olarak öğrenebilmek için devrinin ileri gelen alim ve bilge kişilerine yazılı olarak sorular sordu ve cevap vermelerini istedi. Şimdiki tabirle anketler yaptırdı. Aldığı cevaplara göre askeri, malî, mülkî ve adlî alanlarda esaslı ıslahat yapılması gerekmekte idi. Bu arada Avrupa’daki gelişmeleri yakından takip için Osmanlı tarihinde ilk kez Paris’e Seyid Ali Efendi, Londra’ya Agah Efendi ve Viyana’ya da Muhip Efendiyi daimi elçi olarak gönderdi.

Bu düşünülen reformların yapılabilmesi için para gerekiyordu. Hazinenin durumu ise müsait değildi .Çare olarak saraydaki altın ve gümüşler eritilip hazineye yardım etmek istedi. Bunlar da yeterli olmayınca yeni kaynak için İradi Cedid adında yeni bir vergi koymak zorunda kaldı.

Yaptırdığı araştırmalar sonunda 72 alanda ıslahat yapılmalı ve bunlara öncelikle askeri alanda başlanmalı idi. O dönemde Yeniçeri ocağı çok bozulmuştu. Yerine yeni bir ordu kurulması, ayrıca donanmanın da güçlendirilmesi kaçınılmaz görülmekte idi.

III. Selim ıslahata askeri alanda başladı. Yeniçeri ocağına dokunmadan yeni bir askeri teşkilat kurdu (1792). Adını da Nizami Cedid (Yeni düzen) koydu. Yeniçeri ocaklarından ayrı olsun diye hemen iki büyük kışla yapıldı. Üsküdar’da Selimiye Kışlası ve Levent çiftliğindeki kışla. Bunlar yapılırken askeri okullar, tersaneler, tophaneler, Heybeliada’da denizcilik okulu gibi askeri tesisler açılmasına da karar verildi.

Nizami Cedid askerleri Avrupavari modern, eğitim görecek, kıyafetleri ve öğretmenleri yeni olacaktı. Bunun için Fransa’dan yardım alındı.

Nizami Cedid birlikleri ilk aşamada iki piyade alayı ve iki süvari bölüğü olarak kuruldu. Her alay 10 bölüklü, bölüklerin mevcutları da 70-80 kişi idi. Toplam mevcutları 30.000 kişi idi.
Üniformaları; kırmızı ceket, mavi pantolon, başlarında kırımızı külah idi. Bu şartlarda İstanbul ve Anadolu’da Nizamı Cedid birlikleri kuruldu ve kısa sürede halk tarafından da benimsendi. Trakya’da (Rumeli) yeni ordunun kuruluş hazırlıklarına başlandı. Ancak o sırada Sadrazam Hafız İsmail Paşa, padişaha karşı iki yüzlülük yapıyor, Nizami Cedid’e evet derken, gizlice karşı hareketlerde bulunuyordu. Çünkü Nizami Cedid’in Trakya’da kurulmasına karşı idi. Nitekim padişahın Tekirdağ’da Nizami Cedid’in kurulması fermanı okunurken okuyan görevli öldürüldü. Bu Nizami Cedid’e karşı bir tepki idi. Olay İstanbul’da duyulunca, zaten için için kaynayan ve fırsat bekleyen yeniçeriler yeni düzene karşı harekete geçtiler.

Yeniçerileri yeni düzene karşı kışkırtan da Şehülislam Topal Ataullah Efendi ile Köse Musa Paşa idi. Yeniçeriler bahaneler bulup eğitime çıkmıyor, meydanlarda gösteri yapıp “Moskof oluruz Nizami Cedid olmayız” diye bağırıyorlardı.

Köse Musa Paşa boğazdaki kalelerde muhafız olarak bulunan 2.000 kadar askeri isyana teşvik etti. Başlarına da Kabakçı Mustafa’yı geçirerek, saraya doğru sevk etti.

Asiler saraya yaklaştıkça mevcutları daha da artı. 25 Mayıs 1807 ‘de sarayı tamamen kuşattılar. Maksatları III. Selim’i tahtan indirip, yerine kendilerine daha yakın buldukları IV. Mustafa’yı tahta geçirmekti. Bu hareket Nizami Cedid’e karşı açık bir reaksiyondu.

III. Selim sarayı kuşatan yeniçerilerin üzerine asker gönderip dağıtmak istedi. Bunun için Şeyhülislam’a danıştı. O da “Kardeş kanı dökülmesin” yolunda fetva verince, kararından vazgeçti. Sultanın bu pasif kalışını gören Yeniçeriler işi daha da azıtıp, esasen kendilerini destekleyen Şeyhülislam’dan aldıkları yeni bir fetva ile 29 Mayıs 1807 ‘de III. Selim’i tahtan indirip yerine IV. Mustafa’yı padişah ilan ettiler. (IV Mustafa, Şehzade Mahmud’un üvey kardeşidir). Yeni padişah isyancıların her dediğini yapabilecek karakterde birisi idi. Burada Sadrazam Hafız İsmail Paşa gibi, Şeyhülislam’ın da ikiyüzlü hareket ettiği açıkça görülmektedir.

IV. Mustafa padişah olunca III. Selim ve Şehzade Mahmud’u kafese kapattırdı. Kendisine yardımcı olan Kabakcı Mustafa’yı da sarayda Turnacıbaşlığına (Yeniçeri ocağında padişahın av partilerini düzenleyen bir sınıf) getirdi. (Kafese atılmak, sarayın bir bölümündeki odada hiçbir yetkisi bulunmadan yaşamak, oda hapsinde olmak idi. III. Selim ve Şehzade Mahmut kafeste 29 Mayıs 1807 ’den 28 Temmuz 1808’e kadar kaldılar.)

III. Selim’in ıslahat çalışmalarını destekleyen ve onu çok seven Tunaboyları Seraskeri (Başkumandanı) Alemdar (Bayraktar) Mustafa Paşa idi. Bu olaylar olurken, Tuna boylarında Ruslar ve Avusturyalılarla yoğun mücadele içinde idi. Barış sağlanıp rahatlayınca,Yeniçeri ocağının başlattığı irticai başkaldırılara karşı harekete geçti. 20.000 kişilik bir kuvvetiyle İstanbul’a geldi (28 Temmuz 1808). Maksadı kafesteki III. Selim’i tekrar padişah yapmaktı. Alemdar Mustafa Paşanın İstanbul’a geldiğini öğrenen padişah IV. Mustafa kızlar ağasına kafesteki III. Selim ve Şehzade Mahmud’un hemen öldürülmesi emrini verdi.

10 Kişilik cellat gurubu III. Selim’in kaldığı odaya girdiler. III. Selim gelenleri görünce durumu anladı, şaşırıp “siz cellat mısınız” diye sordu, içlerinden biri, “kader böyleymiş” diye cevap verdi. Cellatlar 29 Mayıs 1808 III. Selim’in boynuna kementi atıp sıkmaya başlarlar. Kement koptu, ölmemiştir diye palalarla yüzünü vurarak parçaladılar.

Aynı katiller (cellatlar) Şehzade Mahmud’u aradılar. Onu Lalası (mürebbiyesi) Cevriye Kalfa halıların arasına saklamıştı. Cellatlar yanlarına sokulunca, Cevriye Kalfa mangallardaki külleri gelenlerin üzerine avuç avuç serper ve ortalık toz duman olur. Bu fırsattan istifa eden Şehzade Mahmut kaçarak sarayın damına çıkar.

Bu sırada Alemdar Mustafa Paşa saraya girmiş, olay yerine kadar ulaşmış, ama çok geç kalmıştı. Yerde kanlar içinde yatan III Selim’in naaşı ile karşılaşan Paşa, çok üzüldü, göz yaşlarını tutamadı. Sonra kendini toparladı. Şehzade Mahmud’u sordu. Damda olduğunu öğrenince, aşağıya indirip hemen padişah ilan etti. Şehzade Mahmut, Sultan II. Mahmut oldu. Alemdar Mustafa Paşa bütün bu olaylara sebep olan Padişah IV. Mustafa’yı yakalatıp kafese koydurdu. Bu olaya karışan asileri de yakalatıp isyancıbaşı Kabakcı Mustafa dahil 33 kişiyi hemen idam ettirdi.

Böylece Osmanlı tarihinde III. Selim gibi değerli bir sultanın hazin sonu, ondan kafeste çok şeyler öğrenen II. Mahmud’da yeni bir umud kapısı acıyordu. Tabii burada en büyük rölü Alemdar Mustafa Paşa oynamıştır.

Sultan II. Mahmut 28 Temmuz 1808 tarihinde tahta çıktığında 23 yaşındaydı. Avrupa'daki yenileşme hareketlerini benimsemişti. Adalet işlerine gereken önemi verdi, yeni kanun ve tüzükler hazırlattı ve bu sebeple kendisine "Adli" sanı verildi.

Şiiri, edebiyatı ve bilimi seven, halk arasında dolaşmayı ve onların dertlerini dinlemeyi gerekli gören Sultan II. Mahmut, Osmanlı İmparatorluğunu gerek sosyal bakımdan, gerekse uygarlık açısından ileri bir ülke yapmaya çalıştı. 14 Mart 1827'de, İstanbul'da, Türkiye'nin ilk tıp okulu olan Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane'yi kurdu.


Sultan II. Mahmut yakalandığı verem hastalığından kurtulamayarak, 1 Temmuz 1839 günü dinlenmek için gittiği kardeşi Esma Sultan'ın Çamlıca'daki köşkünde, 54 yaşında vefat etti. Büyük bir cenaze töreni ile halkın gözyaşları arasında Divanyolu'nda kendisi için oğlu Abdülmecit tarafından Mimar kardeşler Ohannes Dadyan ve Boğos Dadyan'ın inşa ettiği II. Mahmut Türbesi'ne defnedildi.


Saray politikası

II. Mahmut Alemdar Mustafa Paşa'ya geniş yetkiler tanıdı. Sadrazam, ilk iş olarak da Kabakçı ayaklanmasıyla ilgili görülenleri cezalandırdı. Rusçuk ileri gelenlerine önemli görevler verdi. Rumeli ve Anadolu'daki ayanı İstanbul'da toplayarak onlarla Sened-i İttifak'ı yaptı (29 Eylül 1808). Bu belge ile ayanlar, hükumet emirlerini dinleyeceklerine söz veriyorlardı. Ama bu antlaşma merkezi otoritenin Ayanları tanıdığı anlamına da geliyor ve merkezi otoriteyi zayıflatıyordu. O döneme dek mutlak tek yönetim ile idare edilen Osmanlı toplumu şimdi belirli bölgelerde ayan adı verilen derebeyler aracılığıyla yöneltiliyordu. (Karaosmanoğulları, çapanoğulları, Tuzcuoğulları gibi).

Nizam-ı Cedid ordusunu Sekban-ı Cedid adıyla yeniden kurdu. Konya'dan çağrılan vezir Kadı Abdurrahman Paşa'yı yeni ordunun başına getirdi. Esame adı verilen yeniçeri ulufe cüzdanlarını, bedellerini ödeyerek satın alıp, imha ettirdi. Alınıp satılabilen bu cüzdanlar sayesinde, askerlikle münasebeti olmayanlar, asker maaşı alabiliyorlardı. Binlerce esame imha ettirdiyse de bu konuda tam bir başarı gösteremedi.

Gelişmeleri öfkeyle izleyen IV. Mustafa ve Kapıkulu ocakları mensubu ağalar 14 Kasım 1808 gecesi, Alemdar'ın konağını bastılar. Gelecek yardımı bekleyerek yeniçerilerle kıyasıya çarpışan sadrazam, damı delmekte olan yeniçerileri görünce patlattığı barut fıçısıyle intihar etti. II.Mahmut müdahale etmeyerek bir dönemin sona ermesine olanak tanıdı. Sadaret kethüdası Mustafa Refik Efendi asiler tarafından parçalandı. Ayaklananlar II. Mahmut'u tahttan indirmek için saraya saldırdılar. IV.Mustafa’nın yeniden tahta çıkarılmasını istediler. II.Mahmut kardeşi IV.Mustafa'yı öldürttü.

Kadı Abdurrahman Paşa Sekban-ı Cedid askeriyle Topkapı Sarayı'nı savundu. Bozguna uğrayan ayaklananların üzerine giden Abdurrahman Paşa, 3.000'den fazla yeniçeri ve diğer ayaklananları kılıçtan geçirtti. Bu sırada donanma toplarıyle İstanbul'u ateşe tuttu. Yıkılan binalar ve ölen insanlar karşısında neye uğradığını anlayamayan İstanbul halkı, saldırıyı durdurtan ulema sayesinde can güvenliğine kavuştular. İki taraf da birbirine karşı üstünlük gösteremedi. Kadı Abdurrahman Paşa Anadolu'ya kaçtı ama hakkında çıkan ferman gereği idam edildi. Rusçuk ayanından Ramiz Paşa'yı gizlice Rumeli'ne kaçırtan Sultan II. Mahmut, 18 Kasım 1808 tarihinde Sekban-ı Cedid'i dağıtmak zorunda kaldı.

Alemdar Mustafa Paşa yerine sadarete getirilen Çavuşbaşı Memiş Paşa, 1 ay 9 gün sonra bu görevden azledilerek Sakız'a sürüldü.

Daha sonra Halep beylerbeyi Kör Yusuf Ziyaüddin Paşa sadarete çağınldı. 1809 Osmanlı-Rus Savaşı'na katılan Yusuf Ziyaüddin Paşa, savaş bitmeden görevinden alındı.

Yerine sadrazam olan Laz Aziz Ahmet Paşa (10 Nisan 1811) Rusçuk'u Rusların elinden aldı (9 Temmuz 1811). Savaşın sonunda imzalanan Bükreş Antlaşması'yla (28 Mayıs 1812) Besarabya'nın tamamı Rusya'ya bırakıldı.

Sadrazam Ahmet Paşa, 5 Eylül 1812'de görevinden alınarak, yerine Hurşit Ahmet Paşa getirildi. Bu sırada, Arnavutluk ile Yunanistan arasındaki Epir bölgesinde nüfuz kazanan Tepedelenli Ali Paşa, ikinci bir Mısır hidivi Mehmet Ali olma yolundaydı. Oğullarıyla birlikte bağımsız bir devlet kurmak istiyordu. Sultan II. Mahmut, nişancısı Halet Efendi'nin de etkisiyle, sadrazam Hurşit Ahmet Paşa'yı Tepedelenli'nin üzerine gönderdi. Hurşit Ahmet Paşa, Tepedelenli'nin elinden işgal ettiği yerleri geri alarak oğullarıyla birlikte perişan etti.

1 Nisan 1815 tarihinde sadrazamlık görevinden alınan Hurşit Ahmet Paşa'nın yerine, Mehmet Emin Rauf Paşa sadrazam oldu. 2 yıl 9 ay bu görevde kaldıktan sonra azledilerek yerine Bursa valisi Burdurlu Derviş Mehmet Paşa getirildi. Mustafa Reşit Paşa'nın amcası Seyyit Ali Paşa, 5 Ocak 1820 tarihinde, Derviş Mehmet Paşa'nın yerine sadrazam oldu.

Seyyit Ali Paşa'nın sadareti zamanında başlayan Yunan ayaklanması (12 Şubat 1821) kaptan-ı derya Nasuhzade Ali Paşa'nın, Sakız limanına girmesiyle bastırıldı (11 Nisan 1822). Ayaklanmanın bastırılması Avrupa devletleri arasında geniş yankı uyandırdı.

Sadaret makamındaki değişiklikler şu sırayla devam etti: Seyyit Ali Paşa 28 Mart 1821'de görevinden alınarak, yerine Çıldır valisi Benderli Ali Paşa getirildi. 8 gün fiilen sadrazamlık yapan Ali Paşa, İstanbul'da olmadığı zamanda yerine kaymakam Hacı Salih Paşa vekalet etti. Ali Paşa azlinden bir ay sonra Kıbrıs'ta idam edildi. 19 Kasım 1822'ye kadar görevini sürdürebilen Salih Paşa, bu tarihte azledilerek yerine Bostancıbaşı Deli Abdullah Paşa sadrazam oldu. 4 ay sonra İzmit'e sürülen Abdullah Paşa'nın yerine Turnacızade Silahtar Ali Paşa sadrazamlığa getirildi (10 Mart 1823). 9 ay 4 gün sonra 13 Aralık 1823'te azledildi ve Konya valiliğine getirildi.

Yerine Benderli Mehmet Selim Sırrı Paşa atandı. Sultan 1825’de Eşkinci ocağı adlı bir yeni bir sınıf kurduğunda yeniçeriler ayaklandı. 1826 Haziran ayında yeniçeriler meşhur et kazanlarını Et meydanına çıkardılar. Sultan da Sancak-ı Şerif’i saray kapısına çıkardı. Eşkinci ocağı askeri, başlarında Ağa Hüseyin ve İzzet paşalar, ulema, medreseliler ve İstanbul halkı yeniçerilere saldırdı. Binlerce yeniçeri öldürüldü, katledildi. Tarihte Vaka-i Hayriye adıyla anılan 16 Haziran 1826'da gerçekleşen bu olaydan sonra Asakir-i Mansure-i Muhammediye adlı yeni bir ocak kuruldu.


Osmanlı-Rus ilişkileri

Sultan II. Mahmut tahta geçtiği zaman Osmanlılar Ruslarla savaş halindeydi. İngiltere ile 1809'da yapılan antlaşma sonucu Ruslarla savaşa devam kararı alındı. Rusların Fransa ile olan sorunları, Osmanlı Devleti ordularının yıllarca süren savaştan yorgun düşmesi yüzünden iki devlet de barış imzalamaya mecbur kaldılar.

(resim Rus çarı Alexander I (1777-1825)

28 Eylül 1812 tarihinde imzalanan Bükreş Antlaşması ile;
-Rusya, Eflak ve Boğdan'dan çekilecek, Besarabya bölgesi ise Ruslara bırakılacaktı.
-Osmanlılar Bosna ve Eflak'dan 2 yıl vergi almayacak,
-Sırplar kendi içlerinde serbest kalacak.
-Tuna nehrinde hem Osmanlı hem de Rus gemileri serbestçe dolaşabilecekti.
-Prut ve Tuna nehirlerinin sol sahilleri iki ülke arasında sınır kabul edilecekti.

Daha sonra Rusya 1826 yılında II. Mahmut'un yeniçeri ocaklarını kaldırmasından dolayı zayıflığından yararlanarak Osmanlı Devletiyle Akkerman Antlaşması'nı imzaladı. Bu antlaşmayla hükümlerince Eflak ve Boğdan'da Rusya'ya ek haklar tanındı.

Fatih Sultan Mehmet zamanında fethedilen Sırbistan, Osmanlının adaletli ve hoşgörülü yönetiminden çok memnundu. Sırp isyanının nedenleri şunlardır:
-Rusya ve Avusturya'nın kışkırtmaları,
-17. yüzyıl'da Osmanlı yönetimindeki otorite zayıflığı,
-Sırbistan'daki yeniçerilerin halka iyi davranmaması,
-Fransız İhtilalinden sonra ortaya çıkan milliyetçilik akımları
-Osmanlı-Avusturya Savaşı sırasında Sırbistan topraklarının savaş alanı haline gelmesi dir.

1804 yılında Kara Yorgi'nin başlattığı Sırp isyanını Rusya desteklemişti. Osmanlı Devleti Rus savaşı ile meşgul olduğu için Sırp isyanı 1812'den sonra ancak bastırılabildi. Osmanlı Devleti ve Rusya arasında imzalanan Bükreş Antlaşması ile Sırplara bazı imtiyazlar verildi.

Sırbistan'daki ikinci isyanı Miloş Obrenoviç çıkardı. Osmanlı Devleti Miloş'u Sırp Prensi olarak kabul etti. 1828-1829 yılları arasında yapılan Edirne Antlaşması ile Sırbistan yarı bağımsız hale gelmiştir.


Yunan isyanı ve Navarin Deniz Savaşı

Çok uluslu bir devlet olan Osmanlı İmparatorluğunda, Yunanlılar da Fransız ihtilalinin etkisi altında kalmışlardı. Rusya ve Avrupa devletlerinin kışkırtmaları ile birlikte Filiki Eterya cemiyetinin çalışmaları sonucu Yunanlılar Osmanlı Devletine karşı harekete geçtiler. Filiki Eterya cemiyetinin amacı Bizans İmparatorluğunu yeniden kurmaktı. Rus Çarının yaveri Alexander İpsilanti'nin kurduğu bu cemiyet Yanya Valisi Tepedelenli Ali Paşa'nın varlığından dolayı rahat hareket edemiyorlardı. Tepedelenli Ali Paşa'nın Osmanlı yönetimine karşı isyan etmesini fırsat bilen Yunanlılar ayaklandılar. Ayaklanma ile ilgisi olduğu düşünülen Fener patriği V.Grigorios, 22 Nisan 1821'te sadrazam Benderli Ali Paşa tarafından idam ettirildi. Bu olay Avrupa kamuoyunun Türkler aleyhine dönmesine neden olmuştur. Eflak'da başlayan bu ayaklanma kısa bir sürede bastırıldı.
(Resim Fener Rum Patrikhanesindeki Aya Yorgi Kilisesi içi. Patrikhanenin ana kapısı Yunan isyanına destek olduğu için osmanlı tarafından patrikhanenin ana kapısında asılan V.Grigorios ve 3 patrik anısına o günden beri kapalı tutulmaktadır. )

İkinci isyan Mora'da çıktı. Kısa sürede genişleyen bu isyanı bastırması için, başarılı olduğu takdirde Mora ve Girit valilikleri vaad edilen Mısır Valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa görevlendirildi. Kavalalı Mehmet Ali Paşa, oğlu İbrahim Paşa komutasındaki kuvvetli bir ordu ve donanmayı Mora'ya gönderdi ve isyanın bastırılmasını sağladı. Yunan İsyanın bastırılması Avrupa'da büyük üzüntü yarattı. Ayrıca Mora ve Girit'in Kavalalı Mehmet Ali Paşa'nın eline geçmesi İngiltere'nin işine gelmemişti. Zayıf bir Yunan Devleti'nin kurulması İngiltere ve Rusya'nın çıkarlarına daha uygundu.



Yunan ayaklanmasının bastırılmasından hoşnut olmayan İngiltere, Rusya ve Fransa aralarında bir antlaşma yaparak Yunanistan'a bağımsızlık verilmesini istediler. Sultan II. Mahmut'un bu isteği reddetmesi üzerine bu devletler donanmalarını Yunan kıyılarına gönderdiler. Mora'nın Navarin Limanı'na giren birleşik donanma, burada demirlemiş Osmanlı donanmasını, top ateşine tutarak 3 saat içerisinde yok etti. (20 Ekim 1827) osmanlı 57 gemi 5000 asker kaybetti. Müttefiklerin kaybı 1000 asker oldu.

Navarin faciası sonunda Osmanlı İmparatorluğu müttefik devletleri protesto ederek tazminat istedi. Saldırganlar bunu ret ettiler. Bu yetmiyormuş gibi, Londra anlaşması ile Rum asilerine af çıkarılmasını sağladılar. Bu da yetmedi, fırsatı kaçırmak istemeyen Ruslar, Ortodoks Rumlara zulüm yapıldığı “Müslüman Taassubu ve barbarlığı”nı bahane ederek, donanması imha edilmiş, Yeniçerinden sonra yeni ordu kurma telaşında olan Osmanlıya 26 Eylül 1828 ‘de harp ilan ettiler.

Rum Patriği V. Gregorus'un idam edilmesi

1821 Mart ayında Mora yarımadasından, Rusya tarafından desteklenen Rumların isyan haberleri gelemeye başlamıştı. Bu isyanın Rum Patrikhanesi (İstanbul) ile de ilişkisi olduğu bilindiği için Şeyhülislam, Patrik, V. Gregorius ‘la bir görüşme yaptı. Onu ikaz etti. Sultan II. Mahmud’un da mesajlarını iletti. Patrik istekleri reddetti. Dolayısı ile uzlaşma olmadı. Rumlar ve Patrik yeraltı faaliyetlerine devam ettiler. (Daha önce bu gizli faaliyetleri nedeniyle 7 Rum Piskoposu Sadrazam tarafından hapsedilmişti).

Bunlarla beraber, ikazlar sonucu Pazar günü patrik kendisinin ve 22 ileri gelen Papazın imzasını taşıyan göstermelik Anathema (Kilisenin önemli kararları) bildirisini yayınlayarak, isyancıları resmen kınadı, bazılarını aforoz etti. Ayaklanmalara karşı çıkılmasını istedi. Aksi halde “Cehennem’de yanacaklarını” belirtti. Bunlar yetmedi.

Bütün bunlara rağmen Padişah, Patriğin bir oyun içinde olduğunu düşünüyordu. Çünkü isyancılar Patriğin köylüsü (Patras’lı) idi ve Patrikle gizli gizli mektuplaşıyorlardı. Bir çok mektupları yakalanmıştı. Ayrıca, Patriğin koruması altındaki Rum ve Sırp ailelerin Rusya’ya giden gemilere binerek kaçtıkları haberi de gelince, Gregorıus’un kaderi belli olmuştu.

(Resim Fener Rum Patrikhanesindeki Aya Yorgi Kilisesi içi. Patrikhanenin ana kapısı Yunan isyanına destek olduğu için osmanlı tarafından patrikhanenin ana kapısında asılan V.Grigorios ve 3 patrik anısına o günden beri kapalı tutulmaktadır. )

22 Nisan 1821 günü öğleden sonra yaklaşan Paskalya için ayin yaparken, silahlı askerler (Muhafız cavuşlar) Patrikhaneye girdiler. Ayin biter bitmez Patriği ve yanındaki Piskoposlarla, Papazları yakaladılar. Kementleri boyunlarına geçirdiler. V. Gregorius’u Fener Patrikhane kapısının üstündeki çengele astılar. Patriğin cesedi 3 gün ibret olsun diye orada asılı kaldı. Yerine yeni bir patrik seçildi. Ünvanı tasdik edilmek üzere saraya gönderildi. İki yüksek rütbeli Papaz da İstanbul’un başka semtlerinde asıldılar. Üç gün sonra Gregorıus’un cesedi indirildi. Hakaret olsun diye Yahudiler sürüyerek Haliçin sularına attılar.

Saray bir beyanname yayınlayarak, burada “Bu Rumlar Hıristiyan oldukları için değil, asi oldukları için cezalandırıldılar” ifadesine yer verildi. Ayrıca “Rum papazların çıkan isyanların başta gelen kışkırtıcısı ve destekleyicisi” oldukları bildirildi. Yabancıların kanaati ise, “Sultan II. Mahmut bu olaylarla Tebaasının ¼’ini kendisine düşman ettiği” yolunda idi.

Patrikğin cesedi Haliç’in sularında çürümemişti. 1821 ’in Paskalya haftasında, İstanbul’dan Rusya’ya tahıl götüren gemi Haliç’ten geçerken bir tayfa cesedi gördü.Tören elbiseli olduğu için bunun Patrikğin cesedi olduğunu anladı. Gizlice cesedi gemiye alıp, Rusya’ya (Odesa’ya) götürdüler. Orada kendisine din uğruna canını verenlere uygun tören yapıldı. 50-60 sene sonra da Ruslar Ortodoks kilisesinin bağımsızlığını benimseyerek, Gregorius’un kemiklerini Yunanistan’a gönderdiler. (Patrik Gregorius’un kemikleri halen Atina’da Metropol Katedralinin girişindeki türbede ziyaret edilmektedir). Bu olay Ruslarla Rumlar arasında var olan dinsel ve siyasi birlikteliğin bir kanıtı olarak değerlendirilir.


Mora isyanı ve Yunanistan'ın bağımsızlığı (24 Nisan 1830)

Sultan II. Mahmud’u saltanatı döneminde en çok üzen olaylardan biride Yunanistan’ın Osmanlı İmparatorluğu’ndan ayrılmasıdır. Yunanistan, İstanbul’un fethinden hemen sonra Venediklilere karşı ileri üs olarak görülmesi nedeniyle Fatih Sultan Mehmet tarafından 1458 de önce Atina ve Mora alınarak sancak ilan edilmiş, daha sonra 12 Temmuz 1470 ‘de tamamı Osmanlı İmparatorluğu sınırlarına katılarak bir eyaleti yapmıştı.

Coğrafi olarak Akdeniz’e uzanan Yunan yarımadası Akdeniz’e inmek isteyen bütün kuzey devletlerinin ilgisini çekmiştir.

Tarih boyunca Rusların en büyük hayali Akdeniz’in sıcak sularına inmekti. İstanbul ve Çanakkale boğazlarından inemeyeceklerini bildiklerinden, dikkatleri hep Balkanlar ve Yunanistan üzerinde idi. Balkan halklarının çoğunlukla Ortodoks olmaları, Rusların da Ortodoks kilisesinin koruculuğuna soyunması bu düşünceyi cazip hale getiriyordu.

Rus Çariçesi Katarina’nın “Grek Projesi” vardı. Bu proje “eski Bizans İmparatorluğu’nu Ortodoks kilisesi etrafında toplamaktı.” Bu proje dinî ve tarihîi esaslara dayanıyordu. Bunu gerçekleştirmek için Ruslar, Balkanlar ve Mora ile her zaman ilgilenmişlerdi.

Çariçe Katarina iktidarı döneminde (1762-1792) Gregori Orlof’la kardeşi Aleksi Orlof’u bu proje için görevlendirmişti. Bu kardeşler yanlarına Rus papazları alarak Mora’ya gitmişler, Ortodoks Rumları Osmanlı idaresine karşı isyana davet etmişlerdi.Bunların telkin ve vaatlerine uyan Rumlar isyan etmiş ise de Osmanlı idaresi zamanında aldığı tedbirlerle isyanı kısa zamanda bastırmıştı. Rusların arzu ettiği büyüklükte bir isyan olmamıştı.Mora’daki isyan girişiminde başarılı olamayan Aleksi Orlof Rus donanmasını tahrik ederek, Çeşme ‘de demirli bulunan Osmanlı donanmasına 10 Temmuz 1770 ‘de saldıtarak büyük kayıplar verdirmişti.

Sultan II. Mahmud’un saltanatı döneminde, Ruslar başarılı olamadıkları önceki Mora planını-projelerini yeniden yürürlüğe koydular.

Merkezi Rusya (Odesa’da) da bulunan Etniki Eterya adlı Rum gizli cemiyetinin ajanları ve Rus papazları Mora’ya giderek köy köy, kasaba kasaba dolaşarak Rum halkını Osmanlı idaresine karşı isyana teşvik ettiler. Başpiskopos Germanes’in yönettiği onbin Rum asi gurubu Patras kalesini kuşatarak Yunan ayaklanmasını fiilen başlattı ve 5 Ekim 1821 ‘de de Patras kalesini ele geçirdiler. Kale içerisinde yaşayan 8.000 kadar Türkü kılıçtan geçirdiler. Civardaki Türk köylerini ve kendilerine yardım etmeyen Hıristiyan Rum köylerini yaktılar. Kendi kendilerine 13 Ocak 1822 ‘de geçici Yunan hükümetini kurdular.

Bu vahim olay karşısında Osmanlı hükümeti harekete geçti. Bu ayaklanmayı bastırmaya derhal karar verdi. Osmanlı hükümeti kendi öz kuvvetlerini Balkanlarda hazırlarken, Mısır valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa’dan yardım istedi. Mehmet Ali Paşa yardım edeceğini, karşılık olarak da Girit ve Mora valiliğini istediğini bildirdi. Şartları Sultan II Mahmut kabul edilince oğlu İbrahim Paşa’yı bu hareket için görevlendirdi.

İbrahim Paşa 54 harp gemisi, 16.000 asker 150 sahra topu ve bunları taşıyacak bir çok Ticari gemi ile Temmuz 1824 ‘de İskenderiye limanından hareket etti. Osmanlı donanması Rodos açıklarında idi. İki donanma Rodos’ta birleşti. Birleşik donanma hava şartlarını ve kışı geçirmek üzere Girit adası limanlarına gitti.

Müşterek donanma ilk baharda Mora yarımadasındaki Modon sahiline yanaştı, karaya çıkan askerler kuzeye doğru harekata başladı. Osmanlı ordusu da başkomutan Mehmet Paşa komutasında kuzeyden güneye doğru inmiş, Misolongi kalesini kuşatmıştı. Güneyden gelen İbrahim Paşa kuvvetleriyle burada birleştiler.

Osmanlı ordusu güneye inerken Fransa’dan Rumlara yardım için gelen gönüllüler ve Albay Faviye kuvvetlerini de mağlup ederek ortadan kaldırdılar.

Birleşik Osmanlı kuvvetleri Atina’yı alınca isyanı tamamen bastırmış oldu. Mora isyanın bastırılması Avrupa’yı ayağa kaldırdı. “İbrahim Paşa ve Osmanlı kuvvetleri adadaki tüccar, diplomat ve Hıristiyanları kesiyor, barbarlık yapıyorlar” probogandası yoğun şekil yapılmaya başladı.

Avrupa devletlerinin Mora için siyasi düşünceleri çok farkı idi. İngilizler, Rusya’nın Akdeniz’e inmesini istemediği için kuvvetli bir Yunan devletinin kurulmasını istiyor. Fransa, Mora isyanını destekleyerek Osmanlı ordusunu oyalamasını kendisinin Mısır ve Afrika’da serbest kalmasını istiyor. Ruslar da Mora isyanından, Ortodoks halkın desteği ile Akdeniz’e inmek istiyordu.

İngilizler, Mora’daki askeri harekatın durdurulması için Osmanlı hükümetine nota verdiler. Bu notada Rum asilerinin af edilmesi de vardı. Osmanlı hükümeti bu notayı dikkate almadı.

6 Temmuz 1827 ‘de Londra’da İngiltere, Rusya, Fransa kendi aralarında anlaşma yaparak “Bağımsız Yunan devletinin” kurulmasını kabul ettiler. Osmanlı hükümeti iç işlerine müdahale olduğu için bunu kabul etmedi. Mora’nın işgal edilmesi ve notaların ret edilmesine misilleme olarak Akdeniz’deki müttefik donanma (İngiliz-Fransız-Rus) Navarin’de bağlı, yelkenleri inmiş Osmanlı donanmasına baskınla saldırdı.

Sultan II. Mahmut Yeniçeri ocağını kaldırmış, yeni bir ordu kurup onun teşkilatı ve eğitimi ile uğraşırken Rus Çarı I.Nikola 26 Eylül 1828 ‘de Osmanlı devletine harp ilan etti. Böylece 1828-1829 Osmanlı Rus Harbi başlamış oldu. Bu harp iki cepheli idi. Rus kuvvetleri doğuda Kafkasya’dan Erzurum ve Bayburt’a, Batıda Tuna boylarından Edirne, Kırklareli, Lüleburgaz’a kadar ilerlemişti.

Bu durumun karşısında Osmanlı hükümeti Başkent İstanbul’u koruma telaşına düştü. Daha dün Osmanlıya saldıran İngiliz ve Fransızlar da Rusların tek başlarına İstanbul’u almamaları için araya girerek 14 Eylül 1829 ‘da Edirne Anlaşması imzalandı. Osmanlı hükümeti bu anlaşmayı çok zor şartlarda imzalamak zorunda kaldı. Çünkü bu anlaşmanın bir maddesi de “Yunanistan’ın istiklalini” tanıma, kabul etme idi. Osmanlı hükümeti 24 Nisan 1830 ‘da anlaşmayı kabul ederek tasdik etti.

Yunanistan, Valas-Aro körfezleri arasından çizilen hattın güneyinden kalan topraklar ile Egriboz, Spiros, Siklat adalarından oluşuyordu. 850.244 kişilik nufusla Yunan devletini kurdular. Bu topraklar resmen Osmanlı idaresinden ayrılmış oldu..

1832 ‘de üç büyük devlet (İngiltere-Fransa-Rusya) korunmasında “Yunan bağımsız devleti” kuruldu. Bavyeral Prensi Otto kral olarak tayin oldu. 1834 ‘de Atina başkent oldu.

Böylece, 380 sene Osmanlı idaresinde yaşayan Yunanistan, Sultan II. Mahmut döneminde ayrılmış oldu.

Kavalalı Mehmet Ali Paşa isyanı

Kavalalı Mehmet Ali Paşa, Napolyon tarafından işgal edilen Mısır'ı kurtarmak için Mısır'a giden gönüllülerdendi. Okur yazar değil fakat zeki bir kimseydi. Askeri yeteneklere de sahip olan Kavalalı Mehmet Ali Paşa Kahire'de başı bozuk askerin belli bir disiplin altına alınmasını sağlamış, gösterdiği başarılardan sonra Mısır'a vali olmuştu (1804). Kavalalı Mehmet Ali Paşa valililiği sırasında önemli hizmetlerde bulunmuş değerli bir devlet adamıydı. Kölemen beylerini ortadan kaldırdı. Fransızların desteğiyle kuvvetli bir ordu ve donanma kurdu, sulama kanalları açarak tarıma önem verdi ve Mısır'ın kalkınmasını sağladı.

Kavalalı Mehmet Ali Paşa, Mora isyanı sırasında Mora ve Girit valiliklerinin kendisine verilmesi şartıyla Sultan II. Mahmut'a yardım etti. Mora isyanını bastıran Kavalalı Mehmet Ali Paşa, Osmanlı-Rus savaşlarında Osmanlı Devletinin yardım istemesine rağmen kuvvet göndermedi.

Mora valiliği yerine Suriye valiliğini isteyen Kavalalı Mehmet Ali Paşa, bu isteğinin reddedilmesi üzerine önce oğlu İbrahim Paşa'yı, borçlarını ödemeyen Akka Valisi Abdullah Paşa'nın üzerine gönderdi. İbrahim Paşa, isyan sırasında Akka, Şam, Hama, Humus'u (Suriye) alarak Toroslar'ı aştı. İbrahim Paşa'nın kuvvetleri Adana ve Konya'da Osmanlı kuvvetlerini yenilgiye uğrattı.

Bu başarılardan sonra Mehmet Ali Paşa kuvvetlerini İstanbul'a kadar durdurabilecek herhangi bir güç kalmamıştı. Sultan II. Mahmut Ruslardan yardım istedi. Rus donanmasının İstanbul'a gelmesinden tedirgin olan İngilizler ve Fransızlar, Mısır ile Osmanlı Devleti arasında bir barış antlaşması imzalanmasını sağladılar. Osmanlı Devleti ile Mısır valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa arasında imzalanan Kütahya Antlaşmasına göre Kavalalı Mehmet Ali Paşa'ya Mısır ve Girit valiliklerinin yanı sıra Suriye valiliği, Oğlu İbrahim Paşa'ya da Cidde valiliğine ek olarak Adana Valiliği de verildi.

Mısır'da güçlü bir yönetimin bulunması İngilizlerin işine gelmemişti. Çünkü Mehmet Ali Paşa İngilizlerin bu bölgede ticaret yapmalarını engelliyordu. Bu sorunun o bölgede tekrar Osmanlı Devletinin hakim olmasıyla çözüleceğine inanan İngiltere, Sultan II. Mahmut'u Kavalalı Mehmet Ali Paşa'ya karşı kışkırttı. Yeteri kadar güçlendiğine inanan II.Mahmut, Mısır meselesini halletmeye karar verdi. Bunun için Hafız Mehmet Paşa komutasındaki kuvvetleri Mısır üzerine gönderdi. Nizip'te Osmanlı ordusu ile yapılan savaşta Osmanlı ordusu bir kez daha yenildi (24 Haziran 1839) . Kaptan-ı Derya Ahmet Paşa Osmanlı Donanmasını Kavalalı Mehmet Ali Paşa'ya teslim etti (1839). Artık Osmanlı Devleti'nin, kendi valisine karşı yaptığı savaşlar sonunda ne ordusu, ne donanması kalmıştı. Bu gelişmelerin yaşandığı günlerde Sultan II. Mahmut öldü (1 Temmuz 1839), yerine oğlu Abdülmecit Osmanlı padişahı oldu.


Yeniçeri Ocağının Kaldırılması (17 Haziran 1826)

Yeniçeri ocaği, Osmanlı İmparatorluğu’nun kuruluş dönemlerinden beri var olan, orduyu oluşturan en eski yaya asker sınıfı idi.

Padişah I. Murat (Hüdavendigar1360-1389) döneminde Sadrazam Çandarlı Kara Halil Paşa tarafından devşirme usulü ile örgütlenmiş ve 1326 ’da ilk yaya daimi ordu olarak kurulmuştu. 350-400 sene üç kıtada Osmanlı sancağını dalgalandıran, sayısız zaferler kazanmış, döneminde dünyanın en güçlü asker ocağı idi. Eğitimlerinin temeli itaat, dayanıklılık, aclığa tahamüldü.

Ancak, Yeniçeri ocağı 1683 ‘den itibaren zayıflamaya, bozulmaya başlamış kötü idareler yüzünden aslî görevleri dışında ayaklanmaya (kazan kaldırmaya), vezir kellesi istemeye; bahşiş, ulüfe az verdi diye padişahları bile tahtan indirmeye teşebbüs etmiş, söz dinlemez topluluk haline gelmişti. Ayrıca orduyu kuvvetlendirmeye, modernleştirmeye batılılaştırmaya da en büyük engel yine Yeniçerilerdi. Doğru dürüst eğitim yapmazlar, harbe gitmek istemezler, meslekleri dışında işlerle uğraşır, bazen itfaiyecilik bile yaparlardı. Hele son zamanlarda işsiz güçsüzler, esnaf ve başı bozuklar ocaklara kayıt olup devletten maaş ve ulüfe alırlardı. 1811 ‘de İstanbul’dan Edirne yönünde cepheye gönderilen 13.000 Yeniçerinin Silivri’ye gelmeden firarlar yüzünden mevcutları 1.600 kişiye düşmüştü. Yeniçeriler sosyal bir vakaya dönüşmüştü. Islahat yapmak isteyen Padişah Genç Osman’ı III. Selim’i, Sadrazam Alemdar Mustafa Paşa ‘yı isyan sonucu öldürmeleri bunu gösteriyordu.

Şehzadeliğinden beri büyük ıslahat idealleri olan Sultan II. Mahmut, Yeniçeri ocağını ortadan kaldırmayı devamlı düşünüyordu. Bu işin kolay olmayacağını III. Selim örneğinden çok iyi biliyordu. İlk iş olarak kendisine sadık ve becerikli kişileri ordunun ve donanmanın kritik mevkilerine, devletin önemli noktalarına yerleştirdi. Ulemayı (din bilgini ve alimlerini) çeşitli yöntemler kullanarak yanına aldı. Yeniçerilerin başına yine kendi taraftarı olan Yeniçeri ağalarını tayin etti. (Eski çete reisi Yeniçeri ağası Kara Hüseyin Paşa ve Celalettin Mehmet gibi).

1823 ‘de Şeyhülislam konağında orduda yapılacak Hattı Şerif’i (islahat meclisini) kurdu. Bu mecliste üst düzey yetkililer, İstanbul kadısı, Yeniçeri ağaları da vardı. Hepsine Sultan II. Mahmut fikirlerini anlattı. Yeni ocağa gireceklerin haklarının kaybolmayacağı, haklarının korunacağı güvencesini verdi. Yine bu toplantıda ordunun eğitiminin Hıristiyanlar değil, Avrupa eğitimi almış Arapistan ve Mısır’dan gelen Müslüman öğretmenlerin eğitecekleri güvencesi verildi ve talimli yeni bir ordu kurulacağı fikrini de toplantıdakilere kabul ettirdi.

İlk olarak Yeniçeri ocaklarından 51 ortadan (100 kişilik Yeniçeri topluluğu) 150 ‘şer maksada uygun er seçildi. Toplam 7.650 kişiden oluşan Eşkinci adı altında yeni bir ocak kuruldu. Bunların eğitimi için dışarıdan, Mısır’dan Davut Ağa getirildi. Bu suretle Avrupaî eğitim ve kıyafet orduya girmiş oldu. Ayrıca Şeyhülislam’ın “yeni talim ve elbiseler Avrupa değil, asri Müslüman kıyafetidir, bu yeni nizam Kurân’a ve Şeriata uygundur”. Şeklinde fetva yayınlaması sağlandı.

15 Haziran 1826 günü sadrazam tören kıyafetiyle, 4 talim öğretmenini ve 200 Osmanlı askerini yeni kıyafetleri (kordonlu ceket, setre-dar pantolon) ile eğitimin yapıldığı, Trampetlerin çaldığı Sultan Ahmet Meydanı’ndaki eğitim alanında denetledi. Bu kıyafetler modern Avrupa kıyafeti idi.

18 Haziran 1826 Pazar günü II. Mahmut, Yeniçerileri yeni üniformalarını giyerek teftiş edeceğini de birliklere bildirmişti. Bu hazırlıkları takip eden Yeniçeriler Çarşamba akşamı tepki olarak At Meydanı’nda (Sultan Ahmet Meydanı) toplandılar. 5 ortadan gelen Yeniçeriler “Bu eğitim ve kıyafetlerden derhal vazgeçilmesini” istediler. Yakın kışlalardaki Yeniçeriler kazan kaldırmaya başladılar. Meydan toplanan binlerce Yeniçeri “Biz bu kafir eğitimi istemeyiz” diye bağırmaya, meydanın etrafındaki evleri, konakları, paşa konaklarını yağmalamaya, bazılarını da yakmaya başladılar. Karşı gelenleri ve bu fetvayı verenleri parçalayacaklarını bağıra bağıra söyleyerek saraya doğru yürümeye başladılar.

Sultan II. Mahmut önceden tedbir almıştı. Boğaz içinde kalelerdeki topçuları hazırlatmış şehrin kilit noktalarına ve eğitim alanı civarına sevk etmişti. Saraya yaklaşan Yeniçerileri Kara Hüseyin Paşanın yeni askerleri karşıladı ve durdurdu.

Şeyhülislam Mehmet Tahir Efendi, padişahın emriyle Sancak-ı Şerifi Sultan Ahmet Camii’nde açtı. Tellallar “Müslüman olanlar sancağı şerifin altında, Yeniçeri (asi) olanlar kazanların yanına gelsinler yollar tutuldu” diye devamlı bağırarak ikaz ediyorlardı. Bu olayları Sultan II. Mahmut Topkapı Sarayı giriş kapısı üstündeki odadan izliyordu. Durum çok gergindi. Yeniçeriler kendilerine güvenip zorlayınca çatışma başladı. Önceden mevzilenen topçular Yeniçerilerin üzerine ateş açtı. Yeniçeriler panikledi. Daha disiplinli olan yeni askerler de saldırınca Yeniçeriler dağıldı. Topçular Yeniçerilerin kışlalarına da ateş etmeye başladı. Yüzlerce yeniçeri asisi öldürüldü. Kaçanları kovalayıp yakaladılar. Asileri koruyanların da cezalandırılacağı tehdidinde bulununca asiler kaçacak, sığınacak yer bulamadılar. Yakalananlar için 8 cellat görevlendirildi. Yakalananları derhal idam ediyorlardı. Tarihçilere göre o gün en az 6.000 Yeniçeri öldürüldü. 5.000’ni de sürgüne gönderildi.

Bu olay 300 yıldan sonra Hanedanla (sarayla) Yeniçeri ocağı arasındaki hesaplaşma idi. Osmanlı tarihinde Yeniçerilerin ortadan kaldırılması önemli kilometretaşı oldu. Bu olaya bu nedenle “Vakayı Hayriye” (hayırlı olay) dendi. 17 Haziran 1826 ’da İstanbul dahil bütün vilayetlerde Yeniçeri ocakları bir daha anılmamak üzere kapatıldı.

II. Mahmut Yeniçeri ocağı yerine Asakiri Mansureyi Muhammediye (Muhammedi’n Muzaffer askerleri) adında yeni bir askeri teşkilat kurdu. Bu yeni kurulan teşkilatla askerliğin modernleşmesine çalışıldı.


Boğazlar Sorunu

Sultan II. Mahmut Mehmet Ali Paşa isyanı sırasında boğazlara gelen Ruslarla, Hünkar İskelesi Antlaşmasını imzaladı(1833). İmzalanan bu antlaşma ile aşağıdaki maddeler kabul edildi;

-Hem Osmanlı Devleti hem de Rusya, herhangi bir savaşa girdiğinde birbirlerine yardım edeceklerdi.
-Osmanlı Devleti, savaş tehlikesi ile karşı karşıya kaldığı zaman Rusya, Osmanlı Devletine kuvvet gönderecekti.
-Rusya'ya karşı bir saldırı olduğu zaman, Osmanlı Devleti Çanakkale ve İstanbul Boğazlarını kapatarak diğer ülke donanmalarının Karadeniz'e açılmalarına engel olacak ve Rusya bu sayede güneyden deniz yoluyla gelecek saldırılarla uğraşmak zorunda kalmayacaktı.
-Bu antlaşma 8 yıl boyunca yürürlükte kalacaktı.

Bu antlaşma Osmanlı Devletinin boğazlar üzerindeki egemenlik haklarını kullanarak imzaladığı son antlaşmadır. Ayrıca Ruslar bu antlaşma sayesinde Karadeniz'de güvenliklerini sağlamış oluyorlardı.

Askeri ve İdari alanda ıslahatlar yapmaya çalışan Sultan II. Mahmut, Sekban-ı Cedid adı verilen yeni bir askeri teşkilat kurdu (14 Ekim 1808). Ancak yeniçeriler kendilerine tehlike olabilecek alternatif bir askeri kuvvet istemiyorlardı. Ayaklanarak Sekban-ı Cedid'in kaldırılmasını sağladılar.

Eşkinci adı verilen yeni bir askeri teşkilat kuran Sultan II. Mahmut'a karşı yeni bir yeniçeri ayaklanması oldu. Sultan II. Mahmut, artık Osmanlı Devleti için kanayan bir yara haline gelen yeniçeri ocaklarını Vaka-i Hayriye adı verilen olayla ortadan kaldırıldı (15 Haziran 1826). Yeniçeri ocağı kaldırıldıktan sonra, onun yerine Asakir-i Mansure-i Muhammediye adı verilen yeni bir askeri teşkilat oluşturuldu. (Rami Kışlası yeni kurulan bu ocağın ilk kışlası olmuştur)


Yapılan yeniliklerin merkezden uzakta bulunan valiler ve idareciler tarafından da benimsenmesi gerektiğine inanan Alemdar Mustafa Paşa Sultan II. Mahmut döneminde Ayanlarla Sened-i İttifak'ı imzaladı. Buna göre ayanlar merkeze sadık kalacak ve yenilik hareketlerini destekleyecek, padişahlar da ayanların elde etmiş oldukları hakları tanıyacaktı. Sened-i İttifak ile ayanlar, padişahın mutlak otoritesine karşı siyasi bir meşruiyet kazanmış oluyorlardı. Padişah otoritesinin başka herhangi bir güçle ortaklık kabul etmesi mümkün değildi ve Osmanlı idari yapısının hem ruhuna hem de tabiatına aykırıydı. Bu sebeple zaten ölü doğan Sened-i İttifak çok uzun ömürlü olmadı. Kısa bir süre sonra Sultan II. Mahmut, idareyi tamamen eline alarak ayanları bir bir ortadan kaldırarak merkezi otoriteyi güçlendirmeye çalışmıştır.

Baltalimanı Antlaşması (16 Ağustos 1838)

Osmanlı Devleti'nin İngiltere ile İstanbul'un Baltalimanı semtinde imzaladığı ticaret antlaşmasıdır. Osmanlı Devleti 1826'dan beri yerli ham maddelerin yurt dışına çıkarılmasını önleyen yed-i vahid (tekel) sistemini uygulamaya koymuştu. Bu sistem İngiltere'nin çıkarlarına uygun düşmüyordu ve İngilizler kendilerine Osmanlı topraklarında kendilerine ayrıcalıklar verilmesi için Osmanlılara baskı yapıyorlardı. Dışişleri bakanı Mustafa Reşit Paşa, Mısır valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa'nın isyanını bastırmak için İngilizlerden yardım istedi. Bu yardıma karşılık olarak da İngilizlere ticari bakımdan büyük ayrıcalıklar veren bir antlaşmayı Baltalimanı'nda kendisine ait olan yalısında imzaladı. Antlaşma 8 Ekim 1838’de Kraliçe Viktorya, bir ay sonra da Sultan II. Mahmut tarafından onaylandı.

Bu antlaşmanın bazı maddeleri şunlardır
-Tekel sistemi kaldırıldı.
-İç ticarete Osmanlı vatandaşları yanısıra İngilizlerin de katılması öngörüldü.
-İngiliz vatandaşları Osmanlı ürünlerini ihraç etme hakkına sahip oldular.
-Transit resmi kaldırıldı.
-İngiliz gemileriyle gelen İngiliz malları için bir defa gümrük ödendikten sonra mallar alıcı tarafından nereye götürülürse götürülsün bir daha gümrük ödenmeyecekti. Böylece İngiltere vatandaşları Osmanlı Devleti sınırları içinde ticaret yaparken Osmanlı vatandaşlarından bile daha az vergi ödeyeceklerdi.
-1838-1841 yıllarında buna benzer antlaşmalar Fransa, İsveç, Norveç, İspanya, Hollanda, Belçika, Danimarka ve Portekiz'le de imzalandı. Bu antlaşmalar kapitülasyon sistemini sağlamlaştırdı, Osmanlı sanayine büyük bir darbe vurdu. Osmanlı Devleti'nin diğer devletlere borçlanmasına yol açtı ve mali çöküntüsünü hızlandırdı.


Osmanlı Devleti'ndeki çöküşü farkeden II. Mahmut, hayatı boyunca imparatorluğu batı düzenine uydurmaya çalıştı. Böylece, olumsuz gidişi durduracağını düşünüyordu.

Bunun için çıkarttığı kıyafet kanunuyla (3 Mart 1829) devlet memurlarının kavuk, sarık, şalvar ve çarık giymelerini yasakladı. Bunların yerine fes, pantolon, ceket giyilecekti. Buna karşı çıkanları şiddetle cezalandırdı. Yeni kurulan askeri birliklerin eğitim ve kıyafetleri Avrupaîi idi. Askerin kıyafeti kırmızı ceket, setre (dar) pantolon ve fes. Fes giyme o devirde modernleşme simgesi (işareti) idi.

Fes’in adı Fas şehrinden gelmesine rağmen Tunus’un milli baş örtü giysisidir. Kırmızı cuhadan yapılmaktadır. Sultan II. Mahmud’un müslüman topluma peygamberlerin, Padişahların ve ülema sınıfının baş giysisi kavuk ve sargı kaldırıp yerine fes giydirmesini Ülema ve Hoca sınıfı hoş karşılamamış. Kışkırtmalarla Arnavutluk, Makedonya ve Bağdat’ta isyanlar çıkmış. İstanbul’un Beyoğlu semtinde yüzlerce ev yakılmış olmasına rağmen Sultan II. Mahmut kararından dönmemiş, modern giysi ve fesi giydirmiştir.

Tunus’tan acele 50.000 adet fes getirtildi. Feshaneler, fabrikalar kuruldu. Fes giyme önce asker, daha sonra devlet memurları, 1829 sensi sonuna kadar da bütün vatandaşlar için mecburi hale getirildi.

Saray yaşayışını değiştirerek Avrupalı hükümdarlar gibi davrandı; setre pantolon giydi, sakalını kısa kestirdi, resmini devlet kurumlarına astırdı. Bu değişikliklerin lüzumunu anlayamayan halk, II. Mahmut'u "gavur padişah" diyerek andı.

Yeni orduyu eğitmek için Fransa’dan öğretmenler getirtildi. Askere alma belirli esaslara bağlandı, vilayetlerde askerlik şubeleri açıldı. Askerlik müddeti 5 yıl olarak belirlendi.

29 Haziran 1827 ‘de yerli tüfek üretimine merasimle başlandı. Dolmabahçe civarında silah fabrikaları kuruldu. Ordunun barut ihtiyaçları dışarıdan temin ediliyor, fakat çoğu bozuk çıkıyordu. Yerli üretim için Yeşilköy civarında Baruthaneler kuruldu.

Batılı kurumların çalışmalarından esinlenerek yalnız erkekleri belirten nüfus sayımı yaptırttı (1831). Böylece yeni kurduğu ordunun devamını sağlayacak insan ve servet durumunu öğrendi. Bu sayım sonucunda 4 milyon Hristiyan ve 8 milyon Müslüman tespit edildi. Ayrıca Anadolu'da 2.500.000'dan fazla, Rumeli'de de 1.500.000 erkek vatandaşın yaşadığı tespit edildi.

Avrupa'nın önemli şehirlerinde daimi elçilikler kurdurttu.

İlk resmi gazete olan Takvim-i Vekayi'nin çıkmasını sağladı(1 Kasım 1831). Yukarıdaki resim. Gazeteler, padişah fermanları, takvimler 4 dilde de yazılıyordu: Arapça, Rumca, Ermenice ve Fransızca .

Fransızca öğrenme modası Osmanlıda hızla yayıldı.. Nerdeyse Fransızca ikinci lisan gibi olmuştu. Sultan II. Mahmud’un oğulları Abdulmecid ve Abdülaziz özel Fransızca dersleri almaya başladı.
Medreselerin yanında Avrupalı tarz eğitim veren yeni okullar açıldı ve Avrupa'ya öğrenciler gönderildi.

İstanbul’da bol miktarda kilise yapılmaya başlandı.

Bol bol Av partileri düzenlenerek Avrupalılar İstanbul’a davet edildiler. 25 Ocak 1835 ‘de İngiliz sarayında verilen baloya İstanbul’dan Saray Bandosu gönderildi. Valsler, dans müzikleri çalındı. Baloyu Osmanlı Başkumandanı (Serasker) Fransız sefiresini dansa kaldırarak açtı.

Avrupa hükumet düzenini benimseyerek Divan teşkilatını kaldırdı ve onun yerine bakanlıklar (nazırlık) kurdu. 30 Mart 1838'de Sadrazamlık makamına "Başvekalet", Sadrazama "Başvekil" denilmesi kararlaştırıldı.

Ölen ya da azledilen devlet memurlarının mallarına el konması anlamına gelen "Müsadere" usulünü kaldırdı.

Ayrıca Devlete ıslahat hareketlerinde yardımcı olmak, yeni teklifler getirmek, memurların terfi ve yargılanmasıyla uğraşmak üzere Darü'ş Şuray-ı Bab-ı Ali kuruldu. Başvekalet, Maliye, Dahiliye, Hariciye, Evkaf nezaretleri gibi teşekküller hep onun emriyle kuruldu.

Askeri konuları görüşmekle görevli Dar-ı Şura-yı Askeri, sivil görevlilerin yargılanması ve hükumetle halk arasında davaların görüşülmesi için Meclis-i Vala-yı Ahkam-ı Adliye kuruldu.

Bir fermanla ilköğrenimin zorunlu ve parasız olduğunu ilan etti. Rüştiyeler (orta okul) ve devlet memurlarının yetişmesi için Mekteb-i Maarif-i Adliye kuruldu. Tıbbiye ve Harbiye okulları açıldı. Bu okullar için yabancı kaynaklı eserler Osmanlıca'ya çevrildi.

Posta teşkilatının kurulması ve Karantina uygulaması da yine Sultan II. Mahmut döneminde gerçekleştirildi. Avrupalı tüccarlarla rekabet edebilmeleri için Türk tüccarlara gümrük kolaylıkları getirildi.

Ülke içinde ve dışında yapılacak seyahatlar için, bazı esaslar kabul edildi. Buna göre ülke içinde seyahat yapacak yurttaşlar mürur teskeresi (geçiş belgesi) taşıyacaklar, ülke dışına çıkacak yurttaşlar da Hariciye Nezaretinden (Dış İşleri Bakanlığı) pasaport alacaklardı.

1836 ‘da 1 km. uzunluğundaki Haliç Köprüsü açıldı. Sultan II. Mahmut Avrupaî saltanat arabası ile köprüden ilk geçen oldu.

Bugünkü Galatasaray Lisesinin karşısında (Mikail Nauma Efendi tarafından) ilk tiyatro binası açıldı. Yabancı eserler Türkçe’ye çevrilmeye başlandı. Vilayetlerde Rüştiyeler (Ortaokul) açılması için emirler verildi.

Türk bayrağı, kırmızı zemin üzerine hilal ve 8 köşeli yıldız oldu. (29 Mayıs 1936 Türk Bayrağı Kanunu ile bayrağımızın bugünkü şekli ve ebatları kabul edildi.)


Mimari çalışmalar

Sultan II. Mahmut döneminde, mimari alanda da yeni bir gelişmenin başladığı görülür. İmparatorluğun değişik bölgelerinde birbirinden güzel yapılar inşa edildi. Sultan II. Mahmut'un yaptırdığı eserlerden bazıları şunlardır;


Rodos Süleymaniye Camii,


İzmir Bıyıklıoğlu Mahmut Camii,


II.Mahmut'un hayatını kurtaran Cevri Kalfa'nın adını verdiği mektep,


Tophane Nusretiye Camii,




İstanbul Kocamustafapaşa Küçük Efendi Camii ve Külliyesi,

Taş Kışla

Taş kışla şimdi İTÜ Mimarlık fakültesi olarak kullanılmaktadır. Taksim Hyatt Regency otelinin karşısında

Alay Köşkü



Gülhane Parkı girişindeki Alay Köşkü. Merasim Alaylarını padişahların seyretmesi için Surlar üzerine yaptırılmış köşktür. Halen korunmaktadır.

Sultan II. Mahmut ayrıca, İstanbul'daki bütün büyük camilerin tamirini de yaptırdı. Unkapanı köprüsü yine onun zamanında yapıldı. Mekke-i Mükerreme'de bir medrese yaptırdı ve Mescid-i Aksa'yı tamir ettirdi.

Aynı zamanda hattat, bestekar ve şair olan Sultan II. Mahmut yazdığı şiirlerde Adli mahlasını kullandı.
II.Mahmut Sonrası
II.Mahmut'un Devlet idaresinde köklü değişiklikler yapmak için elinde iyi bir kadro vardı. Mustafa Reşit Paşa bunlardan biri idi. Batıda görev yapmış, Batı medeniyetini tanımış, Batıların da gözünde “Batı medeniyeti ile eş anlamda tutulan” birisi idi.

Yapılacak ıslahatın temel hazırlıkları başlatıldı, projeleri hazırdı. Ancak Sultan II. Mahmud’un sağlığı bozulmuştu. Ömrü yetmedi, 30 Haziran 1839 ‘da vefat etti.

Sultan II. Mahmud’un yerine 16 yaşındaki büyük oğlu Abdülmecit padişah oldu. O da çok şansızdı. Bir ay içinde babasını, Nizip muharebesinde ordusunu ve Kaptanı Derya Ahmet Fevzi Paşa tarafından Mısır’a teslim edilen donanmasını kaybetmişti. Bu çok olumsuz şartlara rağmen babasının yarım kalan ıslahat hareketlerini devam ettirmeye kararlı idi. Londra’da görevli bulunan Mustafa Reşit Paşa’yı, İstanbul’a davet etti ve onu Sadrazam yaptı. Daha önce hazırlıklarına başlanan Tanzimat Fermanı’nı yeniden kaleme almasını istedi.

Mustafa Reşit Paşa fermanı hazırladı ve Padişah Abdülmecit’e sundu. Beğenildi ve Padişah Fermanı (Hattı Hümayun) olarak ilan edilmesini istedi.

3 Kasım 1839 ‘da Gülhane Parkı’nda, o zamana kadar görülmemiş büyüklükte yerli ve yabancı davetliler huzurunda, Tanzimat Fermanı Mustafa Reşit Paşa tarafından okundu. Padişah Abdülmecit de töreni sonuna kadar izledi.

Bu Tanzimat Fermanı’nda özetle;
“halkın canı ve malı korunacak,
Müslüman, Hıristiyan herkes kanun karşısında eşit olacak,
vergi ve asker toplama bir düzene sokulacak,
modern ordu ve donanma hizmete sokulacak,
idarî, hukukî ve mülkî yenilikler getirilecek ve uygulanmaları da sağlanacak”
şeklinde birçok yenilikleri içeren maddeler vardı. Bu Tanzimat Fermanı bir anlamda, Doğu medeniyetinden Batı medeniyetine geçiş hamlesi idi.

O zamanki anlayışa göre; Batılılaşma, Batı medeniyetinin ilim ve tekniğini Türkiye’ye sokmak, yeni üniversiteler, liseler, sanat okulları, ortaokullar açarak alt yapıyı oluşturup sanayileşmek; Muasırlaşma ise, hukukî ve idarî alanlarda reformlar yaparak demokrasiye geçme hamleleri anlamında idi.

13 Temmuz 1841 tarihli Londra Boğazlar Antlaşması ile, Düvel-i Muazzama (Büyük Devletler) Babaali’ye Avrupa devletleri arasına giriş belgesi vererek, Çanakkale ve İstanbul boğazlarının tüm harp gemilerine kapatma yetkisinin padişaha ait olduğunu kabul etmişti.

18 Şubat 1856 ‘da Islahat Fermanı (Tanzimatı Hayriye) Sultan Abdülmecit zamanında, Kırım Harbi bitiminde İngilizlerin de baskısı ile ilan edildi. Bu fermanı Sadrazam Ali Paşa okuyup halka ilan etti. Bu ferman, 1839 fermanının genişletilmiş şekli idi. Daha çok hukukî ve idarî ıslahata yer vermişti. Fermana istedikleri maddeleri koydurdukları için de yabancılar çok memnundu.

Ancak, Islahat Ferman’ın uygulanmasına yabancı elçiler sık sık müdahale ediyorlardı. O devirde elçiler Osmanlılar için 6. güç olarak kabul ediliyordu. İngiliz elçisi “Lord Ponsonby” çok etkili idi. İngilizler Rusya’ya karşı Osmanlıyı tutuyordu, daha doğrusu tutar görünüyordu. 30 Mart 1856 ‘da yapılan Paris Antlaşması’nın 7. maddesine göre “Osmanlı İmparatorluğu’nun bağımsızlığı ve Toprak bütünlüğü, Boğazlardan savaş gemilerinin geçme yasağı Rusların Karadeniz’de filo bulundurmaması, Osmanlı İmparatorluğu’nun Avrupa hukukuna kabul edildiği” İngiltere’nin öncülüğü ile bir bildiri olarak ilan edildi.