4 Aralık 2008 Perşembe

I.Abdülmecit (1823 - 1861)


Abdülmecit, (d. 25 Nisan 1823, İstanbul – ö. 25 Haziran 1861, İstanbul). 31. Osmanlı padişahıdır. Saltanatı 2 Temmuz 1839-25 Haziran 1861.

II.Mahmut'un Bezmialem Sultan'dan olan oğludur. Osmanlı Devleti'nin son 4 padişahının hepsinin babasıdır. Ayrıca en çok sayıda oğlu padişahlık yapmış olan padişahtır. 16 yaşında padişah olmuştur.

Batı kültürüyle yetiştirilmiştir. İyi Fransızca konuşur ve batı müziğinden hoşlanırdı. Babası II. Mahmut gibi yenilik yanlısıydı. Babasının vefatı üzerine tahta çıktı. I. Abdülmecit'in tahta çıkışı sevinç uyandırmıştı. Talihi, Mustafa Reşit, Mehmet Emin Ali, Fuat paşalar gibi devlet adamlarına rastlamasıydı. Saltanatı sırasında en çok tutucuların muhalefetiyle karşılaştı. Doğrudan aracısız halkın dertlerini halkın kendi ağzından dinleyen padişahtır.
Kişilik yapısı olarak imparatordan daha fazla sanat ve gönül adamlığına yakındır. Hükümdarlığı döneminde hiç idam cezası verilmemiştir. Kendisine suikast düzenleyeneleri, yanlış yapan eşlerini bile, affetmiştir. Zamanında Avrupai düzen iyice yaygınlaşmış. Müsrif harcamalarda bulunulmuştur.

Tanzimat Fermanı I. Abdülmecit'in zamanında ilan edildi. Tanzimat'ın uygulamasında karşılaşılan güçlükleri yerinde görmek amacıyla yurt gezilerine çıktı. 1844'te İzmit, Mudanya, Bursa, Gelibolu, Çanakkale, Limni, Midilli, Sakız'ı ziyaret etti; 1846'da Silistre'ye kadar uzanan bir Rumeli gezisi yaptı. Girit'i ziyaret etti. Her yıl Meclisi Valayı Ahkamı Adliye'yi bir nutukla açması, onun milletvekili düzenine yakınlığını gösterir.

Abdülmecit, babası gibi tüberküloza yakalanmıştı. Ihlamur Köşkü'nde öldüğünde (25 Haziran 1861) 39 yaşındaydı. Fatih'te Sultan Selim semtinde Yavuz Selim Camii Haziresi'nde Sultan Abdülmecit Türbesi'ne defnedildi.

Mısır Sorunu

1 Temmuz'da (1839) tahta çıktığında; Mısır sorunu Nizip yenilgisiyle (24 Haziran 1839) çıkmaza girmiş durumdaydı. Babasının cenaze töreni sırasında başvekil Mehmet Emin Rauf Paşa'dan padişahın mührünü zorla alan, Meclisi Valayı Ahkamı Adliye Reisi Koca Mehmet Hüsrev Paşa, kendisini sadrazam ilan ettirdi (2 Temmuz 1839).

Henüz Nizip bozgunundan haberi olmayan padişah, sorunu çözmek için orduya ve donanmaya harekatı durdurmaları için emir gönderdi. Mısır valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa'yı bağışladığını ve anlaşmak istediğini bildirmek üzere Köse Akif Efendi'yi Mısır'a yolladı.

Nizip yenilgisinin haberi İstanbul'a ulaştı. İngiltere, Fransa, Rusya, Avusturya ve Prusya, verdikleri ortak bir notayla Mısır sorununun kendilerine danışılmadan çözülmemesini istediler (27 Temmuz 1839). Bu nota kabul edildi. Böylece Osmanlı Devleti, Avrupa devletlerinin bir tür güdümü altına girmiş oldu.

Firari Ahmet Fevzi Paşa'nın Donanmayı Mısır'a Kaçırması

Abdülmecit tahta çıkar çıkmaz Hüsrev Paşa'yı sadrazam tayin etmişti. Hüsrev Paşa ile, o sırada Kaptan-ı Derya olan Ahmet Fevzi Paşa birbirlerine düşmandılar.

Ahmet Fevzi Paşa, donanma ile birlikte Çanakkale'den çıkmış, Ege sularında idi. Sadrazamın kendisini İstanbul'a çağırması üzerine öldürüleceğinden korktu ve İstanbul'a gelmek istemedi. Emrindeki subaylardan, aynı zamanda sırdaşı olan Riyale Osman Bey'in de teşviki ile Mısır'a gitmeye karar verdi. Mısır'a sığınıp Hüsrev Paşa'nın makamından indirilmesi için çareler arayacaklardı.

Kaptan-ı Derya gemi kaptanlarına asıl amacını söylemedi, yalan yanlış açıklamalarla herkesi kandırarak emrindeki donanmayı İskenderiye limanına getirdi ve donanmayı Kavalalı Mehmet Ali Paşa'ya teslim etti.

Bu akıl almaz olay İstanbul'da duyulunca henüz tahta çıkmış olan genç padişah ve tüm devlet ileri gelenler şaşkınlık içinde kaldılar. Tarihe firari veya hain sıfatları ile geçen Ahmet Fevzi, aslen Giritli idi, genç yaşta İstanbul'a gelmiş, kayıkçılık yapmış, donanmaya girmiş ve mesleğinde hızla ilerleyerek 10 Kasım 1836 da Kaptan-ı Derya olmuştu. Bu hainin kaçırdığı gemiler uzun süre Mısır'da kaldı. 1841 yılında, Abdülmecit'in imzaladığı ferman ile, Kavalalı Mehmet Ali'nin Mısır Valiliğinin miras yolu ile sülalesine geçmesi usulü kabul edildi ve Mısır imtiyazlı eyalet statüsüne geçti. Böylece Kavalı Mehmet Ali isyanı sona ermiş oluyordu. Bu arada Firari Ahmet Fevzi Paşa da ölmüştü, rivayete göre bir cariye tarafından zehirlenmişti. Kaptan-ı Deryayı Mısır'a kaçmaya teşvik eden Riyale Osman Bey'de çok pişman olduğunu söyleyerek affedilmesi için yalvarıyordu. Sonunda, Mısır'da bulunan donanma İstanbul'a döndü. Osman Bey de affedildi, hatta daha sonraları kendisine rütbeler verildi, Paşa oldu, Valilik, Vezirlik bile yaptı. Bu Osman Bey, bir ayağı sakat olduğu için "Topal Osman Paşa" diye bilinirdi.

Tanzimat fermanı

Londra ve Paris'te, Osmanlı devletindeki ıslahat hazırlıkları konusunda görüşmelerde bulunan hariciye nazırı Mustafa Reşit Paşa, bir ıslahat programının gerekliliğine padişahı inandırdı. Hazırlanan Gülhane Hatt-ı Hümayunu (Hatt-ı Şerif ya da Tanzimat Fermanı da denir) Mustafa Reşit Paşa tarafından 3 Kasım'da Gülhane'de okundu.

(Resim: Sadrazam Mustafa Reşit Paşa)

Tanzimat dönemini açan bu belgeyle, yargılamasız kimsenin cezalandırılamayacağı, mal ve mülkünün zorla alımına gidilemeyeceği ilkesi getiriliyor, devletle birey arasındaki ilişkileri düzenleyecek yasaların çıkarılacağı açıklanıyordu.

Tanzimat Fermanı'nın uyandırdığı olumlu hava Mısır sorununun çözümünü kolaylaştırdı. İngiltere'nin önerisiyle, beş büyük devlet Londra'da bir araya geldiler. Mısır valisini destekleyen Fransa dışlanarak, 15 Temmuz 1840'ta İngiltere, Rusya, Avusturya, ve Prusya arasında Londra Antlaşması imzalandı.
-Mısır valiliği veraset yoluyla Mehmet Ali Paşa'ya bırakılarak,
-Mısır'ın ele geçirdiği topraklar osmanlı'ya iade edildi
-Mısır Osmanlı donanması geri verdi.

Aynı devletler, aralarına Osmanlı Devletiyle Fransa'yı da alarak imzaladıkları Boğazlar Sözleşmesi ile (13 Temmuz 1841) Osmanlı Devleti'nin boğazlar üzerindeki egemenliği tanındı ve boğazlar yabancı savaş gemilerine kapatıldı.

Tanzimatın öngördüğü ilkeleri uygulamak için Meclis-i Ali-i Tanzimat kuruldu (1853). Her eyaletten, yörelerinin gereksinmelerini bildirmek üzere ikişer temsilci İstanbul'da toplantıya çağrıldı. Merkezden her bölgeye gönderilen imar meclisleri çalışmaya başladı.

Maliye, Fransa'daki örgütlenme temel alınarak düzenlendi. Mali yetkililer, idare amirlerinden alınarak defterdarlara verildi. Vergilerin saptanması vilayet meclislerine, toplanması da muhassıl adı verilen vergi memurlarına bırakıldı. İltizam yöntemi kaldırıldı. Aşar, her yerde eşit olarak alınmaya başladı. Hristiyanlardan alınan vergilerin toplanmasında patrikhanelerin aracılığı kabul edildi. Ticaret meclisleri kuruldu.

Fransız ceza kanunu çevrilerek uygulamaya konuldu.

Meclis-i Maarif-i Umumiye toplandı (1845). İlk idadiler açıldı. 1847'de Mekatibi Umumiye nezareti kuruldu. 1848'de ilk muallim mektebi, aynı yıl Harbiye'de kurmay sınıfı, 1850'de Darülmaarif adı verilen lise, 1851'de ilk bilim akademisi sayılan Encümen-i Daniş açıldı. 1846'da Darülfünun binasının temeli atıldı.

Askerlik yasası çıkarılarak (6 Eylül 1843) kura yöntemi benimsendi, askerlik süresi 4-5 yıl olarak sınırlandı.

Devletin bütün kurumlarında başlatılan yenileşme çabaları, karşılaşılan tepkiler dolayısıyla istenilen sonucu vermedi. Abdülmecit zaman zaman tutucuları görevlendirmek zorunda kaldı. Olanaksızlıklar nedeniyle yeniden iltizam yöntemine dönüldü. 1840'ta kaime-i mutebere adıyla ilk kağıt para çıkarıldı.

Devlet ıslahat işleriyle uğraştığı sırada İngiltere ve Fransa'nın çıkar çatışmaları ve kışkırtmalarıyla Suriye ve Lübnan'da Dürziler ile Maruniler arasında olaylar çıktı (1845).

1848 ihtilalleri sırasında Avusturya'ya karşı bağımsızlık savaşı veren Macar yurtseverleri Türkiye'ye sığındı. Bab-ı Ali'nin, Avusturya ve Rusya'nın baskı ve tehditlerine karşın sığınanları geri vermemesi Avrupa'da Osmanlı Devleti'nin saygınlığını yükseltti. Eflak ve Boğdan'a da yansıyan ayaklanma, İngilizlerle yapılan Baltalimanı Antlaşmasıyla (1 Mayıs 1849) geçici olarak sonuca bağlandı.

Kırım Savaşı

4 Ekim 1853 - 30 Mart 1856 tarihleri arasındaki Osmanlı-Rus Savaşıdır. İngiltere, Fransa ve Piyemote-Sardinya’nın Osmanlı tarafında savaşa dahil olmasıyla savaş, Avrupalı devletlerin Rusya'yı Avrupa ve Akdeniz dışında tutmak amacıyla verdiği bir savaş halini almıştır. Savaş, müttefik güçlerin zaferiyle bitmiştir.

Rusya, 1853 yılından itibaren Kavalalı Mehmet Ali Paşa bunalımı sırasında takip ettiği zayıf bir Osmanlı Devleti üzerinde etki alanı kurma politikasını bırakarak, bu devleti yıkma politikası takip etmeye başladı. Bunu gerçekleştirebilmek için de kutsal yerler sorununu kullandı.
Osmanlı Devleti, Hıristiyanlarca kutsal sayılan Kudüs ve çevresinde Katolik ve Ortodokslar'a çeşitli ayrıcalıklar tanımıştı. 1853 yılına gelindiğinde ayrıcalıklar konusunda Rusya ile Katolikliğin dünya çapında savunuculuğunu yapan Fransa çatışmaya başladılar. Bu durumu bahane eden ve asıl amacı "Hasta adam" gözüyle baktığı Osmanlı devleti'ne ve onun bekasına son vermek isteyen Rusya, İngiltere'ye mirasın paylaşılması teklifinde bulundu. Ancak, çıkarları gereği Osmanlı Devleti'nin toprak bütünlüğünün muhafazasından yana olan İngiltere bu teklifi kabul etmedi. Bunun üzerine Rusya, tek başına harekete geçerek, Osmanlı Devleti'ne bir ittifak teklifinde bulundu ve bu devletin sınırları içinde yaşayan Ortodoksların koruyuculuğunun Rusya'ya bırakılmasını önerdi. Osmanlı Devleti İngilizlerin de desteğine güvenerek Rus isteklerini reddetti.
Kırım Savaşı, Osmanlı devletine yardım etmekten çok, Avrupa'nın siyasal statüsü ile ilgili idi. İngiltere için önemli olan husus, Avrupa'daki güç dengesiydi ve bunun İngiltere aleyhine bozulmasına izin verilemezdi. Bu nedenle, Avrupa'nın statükosu tek taraflı iradelerle değil, "Avrupa uyumu" içinde diplomasi yoluyla yapılmalıydı.

Özellikle 1848 yılında çıkan Macar ayaklanmasının Rusya tarafından kanlı bir şekilde bastırılmasıyla yara alan Avrupa özgürlükleri korunmalı ve dengeleri Rusya'nın tek başına bozmasına göz yumulmamalıydı. Fransa'ya göre başarının anahtarı İngiltere ile anlaşmaktan geçiyordu ve Kırım Savaşı bunun için bir fırsattı. İngiltere ile Fransa'nın ortak düşüncesi ise Rusya'nın Avrupa dışında tutulmasıydı. Böylece Avrupa Büyük Devletleri Koalisyonu şu sonuçlar sağlayabilirdi:
-Rusya, Avrupa dışında tutulabilir ve büyük devlet statüsünden indirilebilirdi.
-Polonya (Lehistan) yeniden kurulabilirdi.
-Osmanlı Devleti zamansız bir dağılmadan kurtulabilirdi.
-Fransa Avrupa'da yeniden üstün duruma gelebilirdi.
Tüm bunlara karşı Prusya başta olmak üzere merkezi Avrupa devletleri bu düşüncelere karşıydı. Özellikle Avusturya, savaş sonunda yapılacak antlaşmadan ve ortaya çıkacak yeni statükodan endişeli idi.

Kısacası; batılı devletler "neye" karşı savaşacaklarının bilincinde olmakla birlikte "ne" için savaşacaklarını tam bilmiyorlardı. Dolayısıyla, gerçek barış antlaşması hemen hemen hiçbir sorunu çözemedi.

Rusya ile Batı Avrupa'nın arası gergindi.Yani bir nevi Soğuk savaş vardı. O aslında bir Rus-Osmanlı savaşından çok Rus-Batı savaşı idi.

Rusya'nın İstanbul'da görevli elçisi Aleksandr Mençikof isteklerinin reddedilmesi üzerine 19 Mayıs 1853'te İstanbul'dan ayrıldı. Rus orduları savaş dahi ilan etmeden 22 Haziran 1853'de Eflak ve Boğdan'ı (Memleketeyn) işgale başladılar. Çar, bu hareketinin bir savaş başlangıcı kabul edilmemesi gerektiğini açıkladı ve bu teşebbüsün bir güvenlik tedbiri olduğunu belirtti. Ancak, bu durum Avrupa'nın statüsünü değiştirmeye yönelikti. Bunun üzerine Avusturya'nın teklifi ile Viyana'da bir konferans toplandı. Fakat toplantıdan sonuç alınamadı. Bu sırada İstanbul'da, Rusya'ya karşı savaş ilanı için halk padişaha baskı yapmaya başladı. 4 Ekim 1853'te Rusya'ya bir nota verildi ve Eflak ile Boğdan'ın 15 gün içinde boşaltılması istendi. Rusya bu notaya kayıtsız kaldı ve tanınan sürenin sonunda savaş fiilen başladı.
Savaşın başlangıcında Osmanlı ordusu Balkanlar'da başarılı oldu. Bu halkta büyük bir sevinç yarattı 1.Abdülmecid'e cephede olmamasına karşın GAZİ ünvanı verildi. Doğuda ise durum kötü idi. Osmanlı ordusu Arpaçay'ın gerisine çekilmek zorunda kaldı. Daha da önemlisi daha savaş başlayalı 2 ay olmamıştı ki Batum'a yardım götüren Osmanlı donanması 30 Kasım 1853'te Rus donanması tarafından Sinop açıklarında batırıldı. Rusların bu ani hareketi ve Karadeniz'de durum üstünlüğü sağlamaları Boğazlar'ı ve İstanbul'u tehlikeye düşürdü. Bu durum Avrupa devletlerini endişelendirdi. İngiltere ve Fransa devreye girerek tarafları uzlaştırmak istedi, ancak yapılan teklifi Rusya reddetti. Bunun üzerine Fransa ve İngiltere, Rusya'ya bir ültimatom verdiler ve taraflardan şu isteklerde bulundular:

Rusya'dan istenenler:
-Eflak ve Boğdan'dan çekilmesi;
-Osmanlı Devletinin ülke bütünlüğüne riayet etmesi;
-Ortodoksların himayeciliği iddiasından vazgeçmesi istendi.

Osmanlı Devleti'nden istenenler:
-Vatandaşlarına eşit haklar tanıması ve tatbik etmesi;
-Hıristiyanlara olumsuz muamelede bulunulmaması;
-Karma mahkemeler kurulması;
-Hıristiyan tebaadan vergi alınmaması .

Çar, ültimatomu ve istekleri kabul etmedi ve Rus ordusuna Tuna nehrini geçerek ilerleme emrini verdi. İngiltere ve Fransa, 12 Mart 1854'te Rusya'ya savaş ilan ettiler. Amaç Kırım'a saldırarak Rusya'yı barışa zorlamaktı.

İngiltere ve Fransa, Osmanlı Devleti lehine savaşa girerken Avrupa kamuoyunu tatmin edecek ve özel menfaatler sağlayacak tedbirleri almayı da ihmal etmediler. Bu maksatla 12 Mart 1854'te İstanbul'da; 10 Mayıs 1854'te Londra'da ve 14 Haziran 1854'te de; Avusturya ile antlaşmalar imzaladılar. Avusturya ile yapılan antlaşma Tuna eyaletlerinin Rus ordusundan boşaltılmasını öngörüyordu ve Avusturya, gerekirse asker göndermeyi taahhüt etmekteydi. Bu nedenle 15 Mart 1855'te Sardenya'da ittifaka katıldığını açıkladı.

Savaş devam ederken Osmanlı ülkesinin Epir, Etolya ve Teselya eyaletlerinde Rum halkının isyan hareketleri başladı. Yapılan ikazlar dikkate alınmadı ve bunun üzerine Fransızlar Pire limanına asker çıkararak Yunanistan'ı abluka altına aldılar. Bu hareket Yunanistan'ı tarafsızlığa mecbur etti ve Rusya da bir müttefikini kaybetti.

Savaş Tuna, Kafkas ve Karadeniz'de yoğunluk kazandı. Tuna cephesinde durum önce Osmanlılar lehine gelişti. Fakat bir süre sonra Rus ordusu Silistre'ye kadar ilerledi. Bunun üzerine İngiliz ve Fransızlar Gelibolu yarımadasına asker çıkardılar ve çıkan birlikleri Varna bölgesine sevk edildi. Bu sırada Avusturya'da Rusya'yı baskı altına aldı. Rus ordusu Silistre önlerinden çekilmeye mecbur kaldı. Müteakiben de Eflak ve Buğdan'ı tahliye ederek savunmaya geçti.

Müttefikler, Rusya'yı barışa zorlamak için Kırım yarımadasında da bir cephe açmaya karar verdiler. 20 Eylül 1854'te 30 bin Fransız, 21 bin İngiliz ve 60 bin Osmanlı askerinden oluşan müttefik kuvveti 89 harp ve 267 nakliye gemisiyle Kırım'a çıkarıldı. Ancak Kırım Savaşı düşünüldüğü gibi kısa sürede tamamlanamadı. 1855 ilkbaharında 140 bin kişilik bir müttefik kuvveti daha bölgeye çıkarıldı. Amaç Sivastopol'u ele geçirmekti. Ruslar mağlup oldu ve çekilmek zorunda kaldılar.

Kafkas cephesinde ise Ruslar başarı kazandılar ve Kars'ı ele geçirmeye muvaffak oldular. Bu sırada Çar I. Nikolay öldü, yerine geçen II. Aleksandr barış istemek zorunda kaldı. Barış şartlan Avusturya tarafından kendisine verilen bir ültimatomla bildirildi. II. Aleksandr istenen şartları esas tutarak barış teklifini kabul etti. Önce 15 Mayıs'dan 14 Haziran 1855'e kadar Viyana'da barış için hazırlık görüşmeleri yapıldı ve Paris Konferansı esasları tespit edildi. Paris Antlaşması Avrupalı devletlerin Osmanlıyı Avrupa İttifakının bir parçası olarak gördüklerinin yazılı tahahüte geçirildiği bir antlaşma oldu. Osmanlı avrupa birliğine girmişti.

Savaşın Sonucunda kâğıt üzerinde, savaşın galiplerinden olan Osmanlı devleti, aslında savaştan çok büyük zarar alarak çıkmıştır. Çok pahalı olan bu savaşı yürütebilmek için Osmanlı devleti, ödeme yeteneğinin çok üstünde borç almıştır. Endüstrileşmeyi kaçırdığı için ekonomisi çağdışı kalmış olan devlet, bu borçların altından kalkamayacak ve 1881 yılında II. Abdülhamit döneminde Düyunu Umumiye idaresinin kurulmasıyla, Avrupalı devletlerin mali denetimi altına girip, yarı sömürge olacaktır. Özellikle Fransa'daki Yahudi Rothschild Ailesinin sahibi olduğu bankalardan alınan borçlar sonucunda, Yahudilerin vaat edilen topraklara yerleşmesine engel olunamamıştır.

Islahat Fermanı

Osmanlılar Paris konferansına hazırlık amacıyla ülkenin iç düzeninde hak, hukuk, özgürlük ve eşitlik alanlarında yapılacak devrimlerin ilanı için bir ferman yayınlamaya karar verdi.

Dr.Keçecizade Fuat Paşa

Sadrazam Mehmet Emin Paşa

Sadrazam mehmed Emin Ali paşa ile Keçecizade Fuat paşa fermanı hazırladılar ve 28 şubat 1856 da yayınlandı.

Kırım Savaşı'nın sonunda ilan edilen Islahat Fermanı, Osmanlı reform hareketlerinde çok önemli bir yer tutar. Islahat Fermanı'nın amacı, imparatorluk içindeki herkese Osmanlı yurttaşlığı vererek, yasalar önünde dine bakılmaksızın eşitlik sağlamaktı. Islahat Fermanı ile Batı'da dolaşan liberal düşünceler Osmanlı'ya girmeye başlayacaktır.


  • Her din ve mezhebe mensup vatandaşların can, mal güvenliği ve namusunun korunması için güvence verilmişti
  • Kimse inandığı dinin ayinini yapmaktan alıkonamaz, din değiştirmeye zorlanamaz
  • Mahkemelerde duruşmalar açık olacaktır.
  • İşkence yasaktır
  • Vergi eşitliği sağlanacaktır
  • Müslüman olmayanlarda askerlik yapacaktır
İtalya Birliği
Kırım Savaşı, İtalya birliğine giden yolu hızlandırmıştır. Savaşa asker göndererek İngiltere’nin sempatisi ve Fransa'nın etkin desteğini kazanan Sardinya-Piemonte Krallığı, savaşı izleyen yıllarda İtalya birliğini kuracaktır .

Siyasi buhranları bu şekilde atlatan Abdülmecit, yeniden ıslahat işlerine döndü.

1856'da askerlik teşkilatı yedi ordu esası üzerine kuruldu ve Hristiyanlar da askere alınmaya başlandı.

Maarif-i Umumiye nezareti kuruldu (28 Nisan 1857). Avrupa'ya öğrenci gönderildi (1857). Mülkiye Mahreç Mektebi (1859), Telgraf Mektebi (1860) gibi bazı meslek okulları açıldı.

Yeni toprak kanunu (Arazi kanunnamesi) yayınlandı (1857). Devletin gelir ve giderleri bir bütçeye bağlandı.

Kölelik kaldırıldı.
Tersane yeniden düzenlendi.

Abdülmecit, çeşitli toplulukları eşitlik ilkesi içinde ve Osmanlılık düşüncesi çevresinde birleştirmeye çalıştı. Fakat, özellikle gayri müslimlerde uyanan ve batılı devletlerce desteklenen ulusçuluk duyguları böyle bir birliğin kurulmasını olanaksızlaştırıyordu. 1856 Islahat Fermanı'yla gayri müslimlere verilen geniş ayrıcalıklar, müslümanların tepkisine yol açtığı gibi, gayrimüslimler de askere alınma kararına karşı çıktılar. Osmanlı toplumu yeniden huzursuz bir ortama sürüklendi. Cidde'de (1857), Karadağ'da (1858) olaylar çıktı. Avrupa devletleri olayların bir Avrupa kurulunca denetlenmesini istediler.

Avrupa devletlerinin devletin içişlerine karışmasından hoşlanmayanlar, padişahı ve hükümet erkanını öldürüp Abdülaziz'i tahta çıkarmak için örgütlendiler. Kuleli Vakası olarak bilinen bu örgütlenme, bir ihbar üzerine dağıtıldı (14 Eylül 1859), önderleri cezalandırıldı.

Bu sırada mali durum da çıkmaza girmişti. Savaş giderlerini karşılamak üzere ağır koşullarla alınan dış borçların hazineye büyük yükü yanında padişahın ve sarayın sorumsuz harcamaları da durumu gittikçe ağırlaştırıyordu. Devlet, Kırım Savaşı sırasında ilk kez dışarıdan borç almak zorunda kalmıştı (24 Ağustos 1854). Bunu ikinci (1855), üçüncü (1858), dördüncü (1860), borçlanmaları izledi. Beyoğlu sarraflarından alınan borçlar da 80 milyon altın lirayı aştı. Bunlar için rehin verilen mücevherlerle borç senetlerinin bir bölümü yabancı tüccar ve bankerlerin eline geçti. Durumu sert biçimde eleştiren sadrazam Mehmet Emin Ali Paşa azledildi (18 Ekim 1859).

İngiltere, Fransa, Avusturya, Prusya ve Rusya Bab-ı Ali'ye bir nota vererek, Islahat Fermanı'nda sözkonusu edilen ıslahatların gerçekleştirilmesini istediler (Ekim 1859). Bunların sağlanması için ayrı ayrı müdahalede bulunacaklarını da belirttiler.

Nitekim Rusya ilk adımı atarak, Bosna-Hersek, ve Bulgaristan'daki Hristiyanların durumunu uluslararası bir kurulun incelemesini istedi. Bu sorun çözülmeden, Lübnan olayları yeniden alevlendi (1860). Ardından Şam olayı patlak verdi. Hollanda ve Amerikan konsolosları bu karışıklıklar sırasında öldürüldü (1860). Hariciye nazırı Fuat Paşa, olağanüstü yetkili olarak Lübnan'a yollandı. Fransa, Beyrut'a asker çıkardı. Sonunda Lübnan ayrıcalıklı sancak durumuna getirildi (9 Haziran 1861).

Düzenin bozulması
Osmanlı'da hazinenin iki büyük kaynağı vardı. Çiftiden alınan vergi ile gümrüklerden alınan vergi. Hazinenin bunları toplayacak örgütü yoktu. Çiftiçiden alınan vergiler Mültezim adı verilen kişiler aracılığıyla toplanırdı. Her ilçe yada sancakta bu kişiler toplayabilecekleri vergiyi belirler ve devlete teklif ederlerdi. Devlet de en yüksek verigi tahattüt edene toplama iznini verirdi. Mültezimler bu işi devletten alabilmek için çoğu kez devlet adamlarına büyük rüşvetler, hediyeler verirlerdi. Sonra da bu parayı da çıkarabilmek için çiftiden onda bir yerine daha fazla vergi toplarlardı. Benzer şekilde dış ticaret işlerinde de büyük rüşvetler dönerdi. Bu bozuk düzen çiftiçinin daha da fakirleşmesine, devletin de vergi geliri kaybına uğramasına neden olmuştur.
Çıkarılan fermanlarla hiristiyanların korunması için yabancı devletlere tanınan imtiyazlar sonucunda Avrupa ülkeleri Osmanlı'daki hiristiyanlara krediler açarak onların ekonomide söz sahibi olmasını sağlamıştır. Böylece Osmanlıda ticaret ve sermaye tamamıyle hiristiyanların eline geçmiştir.
II.Mahmut döneminden itibaren Avrupa da serbest ticaret çok yaygınlaşmıştı. özellikle İngiltere sanayi devrimiyle ürettiği mallar için yeni pazarlar arıyordu. II.Mahmut'un son döneminde imzalanan Osmanlı-İngiltere ticaret antlaşması ile İngilizler büyük avantajlar elde ettiler. İngilizler Osmanlı'dan ithal ettiği tüm ürünleri çok düşük bir vergiyle satın alma imtiyazına sahip oldu. Daha sonra bu imtiyazlar diğer ülkelere de verildi. Böylece Osmanlı bir açık pazara dönüştü. Benzer şekilde mamül ürünler de Avrupa ülkelerinden Osmanlı'ya kolayca girdi. Zaten hiçbir sanayi altyapısı olmayan ülke yabancı mallar ile rekabet etme şansını da kaçırdı.
O dönemdi yöneticilerin mantığı aman ülkede yokluk olmasın, herşey bulunabilsin mantığıydı. Liberal ekonominin, sanayini geliştirememiş, tarım ülkeleri için ne derece sıkıntılar yaratabileceğini hiç kimse görmemişti.
Mimari çalışmalarSultan Abdülmecid, dışardan aldığı borçların bir kısmıyla saray ve köşkler yaptırdı.
Dolmabahçe Sarayı (1853)
Dolmabahçe Sarayı'nın bugün bulunduğu alan, bundan dört yüzyıl öncesine kadar Osmanlı Kaptan-ı Derya'sının gemileri demirlediği, Boğaziçi'nin büyük bir koy'u idi. Geleneksel denizcilik törenlerinin yapıldığı bu koy zamanla bir bataklık hâline geldi. 17. yüzyıl'da doldurulmaya başlanan koy, padişahların dinlenme ve eğlenceleri için düzenlenen bir "hasbahçe"ye dönüştürüldü. Bu bahçede çeşitli dönemlerde yapılan köşkler ve kasırlar topluluğu, uzun süre Beşiktaş Sahilsarayı adıyla anıldı.

III. Selim, Boğaziçi'nde Batı tarzında ilk binaları inşa ettiren padişahtır. Mimar Melling'e Beşiktaş Sarayı'nda bir kasır yaptırmış. II. Mahmut, Topkapı Sahil sarayı'ndan başka, Beylerbeyi ve Çırağan bahçelerinde Batı tarzında iki büyük saray yaptırmıştır. Bu devirlerde Topkapı Sarayı fiilen olmasa bile, terkedilmiş sayılırdı. Beylerbeyi'ndeki saray, Ortaköy'deki mermer sütunlu Çırağan, eski Beşiktaş Sarayı ile Dolmabahçe'deki kasırlar II. Mahmut'un mevsimlere göre değişen ikametgâhlarıydı. Abdülmecit de babası gibi Yeni Saray'a fazla itibar etmemekteydi, orada yalnızca kış mevsiminde bir kaç ay kalıyordu. Kırkı aşkın çocuğunun neredeyse tümü Boğaziçi saraylarında dünyaya gelmiştir

Abdülmecit, eski Beşiktaş Sarayı'nda bir süre oturduktan sonra, şimdiye kadar tercih edilen klasik saraylar yerine, ikamet, sayfiye, misafir kabul ve ağırlama, devlet işlerini yürütme amacıyla, Avrupai plan ve üslupta bir sarayın inşaatına karar verdi.

1842'de eski Beşiktaş sarayının yerinde olduğu ve bu tarihten sonra yeni sarayın inşaatına başlandığı tahmin edilmektedir.
(Resim: Zonaro tarafından yapılan Dolmabahçe önünde sultan kayığı resmi)


Sultan I. Abdülmecit tarafından yaptırılan sarayın cephesi, İstanbul Boğazı'nın Avrupa kıyısında 600 metre boyunca uzanmaktadır. Avrupa mimari üsluplarının bir karışımı olarak, Ermeni olan Garabet Amira Balyan ve oğlu Nigoğos Balyan tarafından 1843-1855 yılları arasında inşa edilmiştir. 1855 yılında tamamıyla bitirilen Dolmabahçe Sarayı'nın açılış töreni Ruslar'la yapılan Paris Antlaşması (30 Mart 1856)'dan sonra olmuştur. 7 Şevval 1272 (11 Haziran 1856) tarihli Ceride-i Havadis adlı gazetede, sarayın 7 Haziran 1856'da resmen açıldığı haberi verilmiştir.

Dolmabahçe Sarayı'nda Sultan Abdülmecit sadece altı ay yaşayabilmiştir.


Ihlamur Kasrı (1855)
Ihlamur vadisinde Hacı Hüseyin bağı denilen mevkide küçük bir ev vardı. Fransız şair ve yazarı Lamartine 1.Abdülmecit'i ziyaret etmek istediğinde padişah onu köhne bulduğu Beşiktaş yada Topkapı sarayı yerine bu av evinde kabul etmişti. Sonradan bu ev yıkılarak Balyan'a bugünkü kasır yaptırılmıştır (1855). Nüshetiye köşkü adıyla da bilinir. Padişah son döneminde burayı sıkça ziyaret etti ve bu köşkde veremden öldü.


Beykoz Kasrı(1855)

Beykoz Kasrı (1855), Daha önce aynı yerde 1.Mahmut döneminde 1752'de yapılan ve Küçüksu kasrı denilen ahşap bir yapı vardı. Abdülmecit döneminde yeniden yapıldı.


Ortaköy Mecidiye Camii (1849)

Büyük Mecidiye Camii, halk arasında Ortaköy Camii, İstanbul Boğaziçi’nde Beşiktaş ilçesinin, Ortaköy semtinde sahilde bulunan Neo Barok tarzda bir camiidir.

Cami, Sultan Abdülmecit tarafından Mimar Nigoğos Balyan’a 1853 yılında yaptırılmıştır. Oldukça zarif bir yapı olan cami Barok üslubundadır. Boğaziçi’nde eşsiz bir konuma yerleştirilmiştir. Bütün selatin camilerinde olduğu gibi harim ve hünkar bölümü olmak üzere iki kısımdan oluşur. Geniş ve yüksek pencereler Boğaz’ın değişken ışıklarını caminin içine taşıyacak biçimde düzenlenmiştir.

Merdivenle çıkılan yapının tek şerefeli iki minaresi vardır. Duvarları beyaz kesme taştan yapılmıştır. Tek kubbenin duvarları pembe mozaiktendir. Mihrap mozaik ve mermerden, mimber ise somaki kaplı mermerden yapılmıştır ve ince bir işçiliğin ürünüdür


Teşvikiye Camii (1854)

Teşvikiye Camii İstanbul'un Teşvikiye semtinde 1854 yılında Abdülmecit tarafından yaptırılmış olan camidir. 1794-1795 yıllarında III. Selim tarafından inşa ettirilmiş olan mescidin yerine yapılmıştır.
Bezmialem Valide Sultan Gureba Hastanesi (1845-1846).
Vatan caddesi üzerinde I.Abdülmecid'in annesi Bezmialem sultan tarafından yaptırılmıştır.

Yeni Galata Köprüsü
ilk Galata Köprüsü, 1845 yılında, Sultan Abdülmecid zamanında annesi Bezm-i Alem Valide Sultan tarafından yaptırıldı.

Köprüye ‘Cisr-i Cedid’, ‘Valide Köprüsü’, ‘Yeni Köprü’, ‘Büyük Köprü’, ‘Yeni Cami Köprüsü’, ‘Güvercinli Köprü’ adları takılmıştı. Günümüzde yalnızca Galata Köprüsü olarak bilinmektedir. 1863, 1875 ve 1912 yıllarında yenilenen Galata Köprüsü, 1912′de açılan son köprü, 1992′de yandı. Yanan köprü onarıldıktan sonra Balat-Hasköy arasına yerleştirildi ve Karaköy-Eminönü arasındaki eski köprü yerine modern bir köprü yapıldı.

Opera ve Tiyatro Binası(1859)
Kalıcı saray tiyatrolarının ilki, Sultan Abdülmecid'in yaptırdığı Dolmabahçe Sarayı Tiyatrosu'dur. Bu tiyatro, sarayın az ilerisinde, Gümüşsuyu'na çıkan yokuşun başındaydı. Bugün yerinde İnönü Stadı'nın bulunduğu tiyatronun mimarları Dieterle ve Hammont'dur. İç dekorasyonunu ise Dolmabahçe Sarayı'nda Abdülmecid'in dairesinin iç dekorasyonunu yapmış olan Sechan üstlenmiştir. 300 seyirci kapasiteli tiyatronun zemin katında parter ve localar, birinci katta yine localar, ikinci katta ise saray kadınları için kafesli localar bulunuyordu. Sahnenin teknik donanımı ise çağının en iyisiydi.

Dolmabahçe Sarayı Tiyatrosu 12 Ocak 1859'da açıldı. Açılışa şehzadeler, bütün saray halkı, devlet ileri gelenleri ve yabancı devletlerin elçileri çağrılmıştı. Önce Ricci'nin bir operasının iki perdesi, arada kısa bir keman konseri ve en son bir bale gösterisi sunuldu. Bu tiyatronun Türk dramatik yazarlığı için de önemi büyüktü. Çünkü ilk Türkçe oyun bu tiyatroda oynanmak üzere şair-gazeteci İbrahim Şinasi Efendi'ye ısmarlanmıştı. O da Anadolu'daki evlilik törelerini hicveden kısa, fakat güzel bir komedya yazmıştı: Şair Evlenmesi... Bu sahnede daha çok Naum Tiyatrosu'na gelen topluluklar gösterim veriyordu. Ayrıca Muzıka-i Hümâyun Okulu'nun öğrencileri için de bir uygulama sahnesiydi. Ne var ki, tiyatronun ömrü kısa sürdü. Sultan Abdülaziz döneminde, 1863 yılında binada yangın çıktı, tiyatronun içinin bir kesimi yandı. Bir daha da yapılmadı.

Abdülhamit ise bu binayla ilgilenmeyip, Yıldız'da başka bir tiyatro sahnesi yaptırmayı tercih etti. Dolmabahçe Tiyatrosu'nun arşivlerde kalmış gravürü, ihtişamını çok iyi gösteriyor. 1900'lü yılların başındaki fotoğraflarda da binanın ayakta olduğunu görüyoruz. Bu güzelim bina ilgisizlik ve bakımsızlık nedeniyle uzun süre, depo, saray ahırı vb. gibi amaçlarla kullanıldı.

1939 yılında İstanbul'a büyük bir stat yapma fikri gündeme gelince bu binanın yıkılmasına karar verildi. Yıkım yapıldı, stat inşası ise İkinci Dünya Savaşı nedeniyle ertelendi. Savaşın bitiminden sonra inşaat sürdü. 1947 yılında stadın yapımı tamamlandı ve ilk maç 1948 yılında oynandı. İsmet Paşa, Mithat Paşa isimleri alan stada son olarak İnönü Stadı adı verildi.

ABD Washington Anıtı(1853)

ABD Washington DC de başkanları George Washington adına bir anıt dikmeye karar verdiklerinde bazı dost ülkelerden anıta konacak yazı ve taş isterler. Dönemin padişahı Abdülmecid 1853 yılında yukarıdaki resimdeki mermer tuğra ve yazıyı gönderir. ABD de kulenin üst bölümlerine bu taşı ülkelerin dostluğu adına yerleştirir. Yazıda aşağıdaki ifade yer almaktadır.
'Abdülmecid Han'ın temiz adı, dostluğun devamını göstermek için, Washington'da dikilen bu yüksek taşa yazıldı'

Eşleri ve çocukları21 erkek 21 kız çocuğu olmuştur.
Şevkefza Valide Sultan'dan : V. Murat
Gülcemal Kadınefendi'den : Fatma Sultan, Refia Sultan, V. Mehmet Reşad
Tirimüjgan Kadınefendi'den : II.Abdülhamit
Düzdidil Kadınefendi'den : Cemile Sultan
Verdicenan Kadınefendi'den : Münire Sultan, Şehzade Ahmet Kemaleddin Efendi
Nesrin Hanımefendi'den : Behice Sultan
Nükhetseza Hanımefendi'den : Şehzade Mehmet Burhanettin Efendi
Nalanıdil Hanımefendi'den : Seniha Sultan
Mehtab Kadınefendi'den : Şehzade Ahmet Nureddin Efendi
Gülistu Kadınefendi'den : Mediha Sultan, VI. Mehmet Vahdeddin
Şayeste Hanımefendi'den : Naile Sultan
Ayşe Serfiraz Hanımefendi'den : Şehzade Süleyman Selim Efendi
Servetseza Başkadınefendi,
Hoşyar Kadınefendi,
Şayan Kadınefendi,
Zerrinmelek Hanımefendi (ö. 1842),
Ceylanyar Hanımefendi (ö. 1855),
Navekmisal Hanımefendi (ö. 1854),
Nergis Hanımefendi (ö. 1848),
Neveser Hanımefendi (ö. 1889),
Bezmara Hanımefendi,
Piristû Kadın Efendi

Florence Nightingale, (d. 12 Mayıs 1820 – ö. 13 Ağustos 1910).


1820'de adını taşıyan İtalya/Floransa'da doğdu. Modern hemşireliğin kurucusudur.

Florence Nightingale daha küçük yaşlarda hastahanelerde hastalara yeterince ilgi gösterilmediğini düşünür ve bunu düzeltmek için hasta bakıcı olmak ister. Ailesi Nightingale'e izin vermez. Hasta bakıcıların hastalarla birlikte pis işler yaptılarını söyler ve karşı çıkar. Çünkü o dönemlerde hasta bakıcılık hiç bir işi olmayan kızların yaptığı pis bir iştir. Ailesine ne kadar baskı yapsada kabul ettiremez ve ailesinden ayrılarak hastabakıcı olur. Hasta bakıcılığın kötü adını silmek ve bunu meslek haline getirmek ister. Bunu ülkenin bakanlarına kadar iletir fakat ülkenin başkanları buna izin vermez. Kırım savaşında yaralanan askerlerin iyileşmemesi ve ilaç yetersizliği yüzünden Nightingale'i ararlar ve bunu bir tek kendisinin düzeltebileceğini söyler böylece 1854 yılında Üsküdar'daki Selimiye Kışlası'nda, Kırım Savaşı sırasında yaralanan askerlerin tedavi ve bakımını yapmıştır. Ayrıca İtalyanca, Fransızca ve İngilizce öğrenmiştir. Savaşın zor koşullarında, gece gündüz demeden yaralılara baktığı için askerler ona Lambalı Kadın adını vermiştir.

Savaştan sonra Londra'da hemşirelik okulu açmıştır. 1907 yılında Liyakat Nişanı alan ilk kadın olmuştur. 1910 yılında ölmüştür. 1961 yılında, Türkiye'de, Şişli'de açılan ilk Yüksek Hemşirelik Okulu'na onun adı verilmiştir. Böylece dünya üzerinde ismini altın harflerle yazdıran ilk hemşire olmuştur.
Mahmudiye, Osmanlı Donanması'na ait kalyon tipi savaş gemisi.

II.Mahmut döneminde 1829'da mühendis Mehmet Efendi ile mimar Mehmet Kalfa tarafından İstanbul tersanesinde inşa edilmiştir. Padişah Abdülhamit zamanında, kızağa çekilerek sökülmüştür. Üç ambarlı 128 toplu kalyon olarak yapıldığı dönemde dünyanın en büyük savaş gemisi olan Mahmudiye Kalyonu, çok büyük bir savaş gemisidir. Okyanuslara hükmeden İngiliz ve Fransız gemilerinden bile daha büyük olan bu gemi Abdülmecid döneminde Kırım Savaşına katılmış ve çok büyük yararlılıklar göstermiştir.
Osmanlı'da Buharlı Gemiler
Osmanlı donanmasının esas gücünü büyük kalyonlar, firkateynler ve korvetler teşkil ediyordu. Yelkenli devrinin son gemileri olan bu gemilere buhar makineleri takılmaya başlandı. Tanzimat'ın ilanı ile her alanda olduğu gibi denizcilikte de yeniliklere hız verilmişti. Gemicilikte, donanmada başlayan ilk yenilik, mevcut ahşap ve yelkenli gemilere ilave güç olarak buhar makinesi takılmasıydı.

Buhar makineleri İngiltere'den ithal ediliyordu. Bu makineleri işletecek çarkçılar, makinistler de Avrupa'dan, özellikle İngiltere'den geliyordu. Deniz ticaretinde ve posta işlerinde kullanılan ilk buharlı gemiler, asker ve eşya naklinde de yararlı oluyordu, ancak bunlar gerçek savaş gemileri değildi.

İlk buharlı gemiler Tersane-i Amire tararından yönetiliyordu, gemicilerin gelirleri de Tersane-i Amire hazinesine veriliyordu. İlk ticaret gemileri Eser-i Cedit ve Girit idi.
En büyük Mecidiye vapuru 1500 tonlukta ve 450 beygir gücünde makinesi vardı. Çok yeni olan buharlı gemiler İngiliz çarkçılar tarafından yönetiliyor, Türk personel de yeni denizcilik kurallarını onlardan öğreniyorlardı.

Esasen İngiltere'de modern buharlı gemi inşaatı ilerlemiş, yapılan gemiler, teknik bilgileri zayıf ülkelere satılmaya başlanmıştı. Osmanlı gibi, Ruslar da İngilizlerden buharlı gemi satın alıyorlardı, gemilerin gövdesi ülkede inşa ediliyor, bunlara ithal malı makineler monte ediliyordu.

1860 yılına gelindiğinde, İstanbul'da Haliç'teki tersanede inşa edilen gemilere İngiltere'den ithal edilen makinelerin monte edilmesinden sonra denize indirme törenlerine padişahın gelmesi adet olmuştu.

İngiliz firmalarının Türkiye mümessilleri de genellikle Ermeni tüccarlardı. Bunlar İngiltere'den yapılan ithalata aracılık ediyorlardı. Gemilerin makineleşmesi bir montaj sanayi halinde idi. Bu gemilerin gerektiğinde bir savaş gemisine dönüştürülmesi mümkündü. İngilizlerin Ruslara kolaylıkla savaş gemisine dönüşecek gemiler yaptıkları, buna karşılık bize daha zayıf gemi makinesi verdiklerinden şüpheleniliyor bu konuda ermeni mümessiller itham ediliyordu.

Buharlı gemilerde en önemli sorun kömür idi. İngilizler gemi makinesi ile birlikte kalorisi yüksek olan Newcastle kömürü de ihraç ediyorlardı. İstanbul'da makineleri monte edilmiş olan buharlı gemiler bu ithal malı kömürle işliyordu. Bu nedenle buharlı gemi işletmesi çok pahalıya geliyordu. Çare, yerli malı kömür kullanmak idi ve Ereğli havzasından çıkartılan kömürlerle bu gemileri işletmek pekala mümkün idi. Ancak ithal malı kömürden menfaati olanlar, yerli malı kömür kullanılmasını istemiyorlardı. İthal kömür tüccarları, Ereğli'den kömür gelmesini engellemek için pek çok entrikalar çevirdiler. Sonunda, Ereğli'deki kömür merkezinin Bahriye Meclisi tarafından idare edilmesi kararlaştırıldı. Böylece tersane, tophane ve deniz filosunun gittikçe artan kömür ihtiyacı Karadeniz Ereğlisi'nden ve kısmen de ithal yoluyla karşılanarak sorun çözüldü.