2 Aralık 2008 Salı

V.Mehmet Reşat (1844 - 1918)

V. Mehmet Reşat, (d. 2 Kasım 1844, İstanbul – ö. 3 Temmuz 1918). 35. Osmanlı padişahıdır. 100. İslam halifesidir. Sultan Reşat olarak da bilinir.

II. Mahmut'un torunudur. Babası Sultan Abdülmecit, annesi Gülcemal Kadın Efendi'dir. Çocukluğu, padişah olan babasının yanında geçti. Amcası Sultan Abdülaziz zamanında rahat bir şehzadelik yapmasına rağmen ağabeyi Sultan II. Abdülhamit zamanında sarayda hapis hayatı yaşadı. Veliaht olduğu için devamlı kontrol altında tutuluyordu. Günlerini haremde geçirir, şiir ve kitap okurdu.

Sultan V. Mehmet Reşat, İttihat ve Terakki Cemiyetinin desteğiyle 1909'da tahta çıktığında 65 yaşındaydı. Sultan II. Abdülhamit'in padişahlığı sırasında hapis hayatı yaşadığı için devlet işlerinde tecrübe edinememişti. Padişahlığı sırasında yönetim daha çok İttihat ve Terakki partisinin ileri gelenlerinden Enver Paşa, Talat Paşa ve Cemal Paşa'nın elinde kaldı.

Mehmet Reşat'ın saltanatı 9 yıl sürdü. 3 Temmuz 1918 tarihinde kalp yetmezliğinden vefat etti. Sağlığında mimar Kemalettin Bey'e yaptırdığı Eyüp'teki Sultan Reşat Türbesi'nde yatmaktadır.

Eşleri ve çocukları :
Kamres Başkadınefendi'den : Şehzade Mehmet Ziyaeddin Efendi
Dürriadn Kadınefendi'den : Şehzade Mahmut Necmettin Efendi
Mihrengiz Kadınefendi'den : Şehzade Ömer Hilmi Efendi
Diğer eşleri : Nazperver Kadınefendi ve Dilfirib Kadınefendi ( ö .1953 )


Trablusgarp Savaşı

Trablusgarp Savaşı, 1911-12 yılları arasında Osmanlı Devleti ve İtalya Krallığı arasında geçen bir savaştır. Özellikle yabancı kaynaklarda 1911-12 Türk-İtalyan Savaşı olarak da geçer. Adı, "Trablusgarp Savaşı" olmasına rağmen çarpışmalar, Trablusgarp'ın dışında, Adriyatik Denizi, Ege Adaları, Çanakkale Boğazı ve Kızıldeniz gibi çeşitli bölgelerde de sürmüştür. Bu savaşı İtalya, diğer büyük devletlerin ve Balkan Savaşı'nın sayesinde kazanarak sömürgelerini arttırmıştır

Savaşın nedenleri ve öncesi
16. yüzyılda başlayan sömürgeleştirme hareketlerinin dışında kalan İtalya, 1870 yılında siyasi birliğini sağladığında sömürgelerin çoğu İngiltere ve Fransa tarafından paylaşılmıştı. 1881'de Fransa'nın Tunus'u işgali, ardından da İngiltere'nin 1882'de Mısır'ı ele geçirmesinden sonra İtalya, Kuzey Afrika'da kalan son Osmanlı toprağı olan Trablusgarp'la ilgilenmeye başlamıştı. Aslında Doğu Roma İmparatorluğu'nu yeniden kurmak isteyen İtalya'nın Trablusgarp'la ilgilenmesi yeni değildi. 1890 yılında, İtalyan başkanı Francesco Crispi'nin, bir İngiliz lorduna yazdığı özel bir mektupta, Trablusgarp'la ilgilendiklerini belirttiği bilinmektedir. Ancak Crispi 1891'de başkanlıktan inince, Trablusgarp planları da rafa kalktı ve savaş 20 yıl beklemiş oldu.

1898 yılında İngiltere ve Fransa arasında, Kuzey Afrika'daki sömürgelerin paylaşımı yüzünden çıkan Faşoda Olayı ("krizi" de denir) sonunda Kuzey Afrika'nın paylaşımı yapıldı ve böylece Trablusgarp da İtalya'ya bırakıldı.

1902 yılından itibaren İtalya, Trablusgarp üzerinde bir "Barışçıl İşgal" politikası uygulamaya başladı. Buna göre Roma Bankası'nın maddi desteğiyle ekonomik ve ticari alanlarda bir takım girişimler başladı. Böylelikle kurulan fabrikaların ve diğer işyerlerinin, gerekirse silahlı bir saldırıya zemin hazırlaması amacı güdülüyordu. Ancak Trablusgarp Valisi Müşhir İbrahim Paşa, bu ard niyetli ekonomik gelişimi durdurabilmek için çok çaba sarfederek,İtalya'nın Trablusgarp'taki bütün ekonomik imtiyazlarını sonlandırarak sonunda önünü kesmeyi başardı. Ortaya çıkan büyük mali çöküntü sonunda, hissedara alacaklarının ödenebilmesi için, Roma Bankası, İngiliz ve Alman finansörlerle görüşmeye başladı.

Bunun yanında, Almanya, Üçlü İttifak'ta beraber olduğu İtalya'nın Trablusgarp'a sahip olmasını istemiyordu. Çünkü Kuzey Afrika'daki bu bölgeyi ileride kullanabileceği bir istasyon olarak görüyordu.

1911 yılının eylül ayında Trablusgarp meselesi, İtalya basınında yer almayı başardı. Basında yer alan iddialara göre Osmanlılar, İtalyanlar'a adaletsizce davranmakla beraber, Almanlarla da çeşitli entrikalar çeviriyordu. 26 Eylül'de, silah ve cephane taşıyan bir Osmanlı gemisi Trablusgarp'a ulaştı. Bir gün sonra İtalya, Osmanlı Devleti'ne bir ültimatom vererek, 48 saat içinde Trablusgarp'un İtalyan yönetimine bırakılmasını ve İtalya'ya yıllık vergi verilmesini talep etti. 29 Eylül'de İngiliz ve Fransız hükümetlerinin desteğini de arkasına alan İtalya, Osmanlı Devleti'ne savaş ilan etti. Aynı gün İtalya'nın Adriyatik Denizi'ndeki bazı Osmanlı gemilerini batırması üzerine, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu,bu bölgede savaşılmasını yasakladı. 30 Eylül'de Trablus şehri bombardımana tutuldu. Kenti eski silahlarla savunmaya çalışan 8 bin kişilik Osmanlı kuvveti dayanamadı ve 5 Ekim'de İtalyanlar şehri ele geçirdi. Bunun üzerine Osmanlı kuvvetleri kıyıdan 15 km içeriye çekildiler. 18 Ekim'de Derne'yi, 20 Ekim'de de Bingazi'yi ele geçiren İtalyanlar, buralara asker çıkartmaya başladılar. 23 Ekim'de saldırıya geçen Osmanlı ordusu, İtalyanları kuşatmış ve uzun süren savaştan sonra İtalyanlar kurtulmuşlardı. 26 Ekim'de yapılan bir başka Osmanlı saldırısı, İtalyan kuvvetlerinin büyük kayıp vermesiyle geri püskürtüldü. 5 Kasım'da İtalyan resmi gazetesi, Trablusgarp'ın İtalya tarafından ilhak edildiğini yayımlamışsa da bu henüz gerçekleşmemişti. Osmanlı direnişi karşısında İtalyan kuvvetleri sahilden fazla uzaklaşamamışlardı.

Enver Paşa, Mustafa Kemal, Fuat (Bulca), Nuri (Conker) ve Fethi (Okyar) gibi Osmanlı subayları gizli yollarla Trablusgarp'a gelip (Örneğin Mustafa Kemal, buraya "gazete muhabiri Şerif Bey" adıyla Mısır üzerinden ulaşmıştır) buradaki kuvvetleri düzenleyerek, İtalyanlara rahat vermeyecek şekilde sürekli saldırılar başlattılar. Enver, yaptığı bir gazete röportajında, "Buraya geldiğimde 900 çöl savaşçısı bulmuştum. Şimdi ise elimin altında 16 bin talimli asker var" diyerek durumu ortaya koymaktadır. Bu ordu, yapılan savaşlar sonucunda 2 makineli tüfek, 250 tüfek, 2 top, sayısız mermi ve 10 tane de katır ele geçirmiştir.

Yerel halkın da desteklediği direnişe Sunusi tarikatı şeyhi ve adamları destek vermişti. Ancak İtalyanların düşündüğünün aksine, buradaki Osmanlı direnişi çok kuvvetli olmuş, Enver, Mustafa Kemal ve Neşet gibi komutanların yönettiği ordular, sayıca çok üstün olan İtalyan kuvvetlerine karşı kahramanca savaşmışlardır. Trablusgarp'taki Osmanlı birlikleri başlıca üç komutanlığa ayrılmıştı:

Trablus Komutanlığı: Kurmay Albay Neşet
Bingazi Komutanlığı: Kurmay Binbaşı Enver
Derne Komutanlığı: Kurmay Binbaşı Mustafa Kemal

Kasım 1911'de İtalyanlar Çanakkale Boğazı'na saldırmak için hazırlıklar yaptılar. Ancak Rusya ticari kaygılardan dolayı buna karşı çıktı.

Kasım ayında İtalyanlar, Ekim ayında boşalttıkları bazı mevzileri tekrar ele geçirdiler. 19 Aralık'ta bir İtalyan kolu, imha olmaktan son anda kurtuldu. Ayrıca bu dönemlerde İtalyan basını Almanya, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ve Fransa'yı, İtalya'nın başarılarına engel oldukları iddiasıyla suçlamaya başlamıştı.

8 Aralık'ta Trablusgarp'a gelen Mustafa Kemal, 22 Aralık'ta Tobruk Savaşı'nı kazandı. Derne'de 16/17 Ocak 1912 taarruzunda gözünden yaralandı. Bir ay hastanede tedavi gördükten sonra, 6 Mart 1912'de Derne komutanı oldu ve burada başarılı savunma muharebeleri yaptı.

Ocak 1912'de İtalyanlar'ın 100 bin kişilik askerine karşılık Bingazi'de 15 bin, Trablus'ta da yaklaşık 10 bin Osmanlı askeri savaşmaktaydı. Şubat ve martta İtalyanlar Bingazi'yi tamamen ele geçirdiler. Bunun yanında Beyrut limanındaki 2 küçük Osmanlı gemisini batırdılar. Yemen'de Ocak 1911'de başlayan isyan nedeniyle daha savaş başlamadan önce Trablus'taki kuvvetlerin bir kısmı bu bölgeye kaydırılmıştı. Ocak 1912'de İtalyan donanması Kızıldeniz'e girip, buradaki Osmanlı gemilerinden bazılarını batırarak Hudeyde limanını bombalamaya başladı. İtalyanlar'ın bölgedeki varlığı, deniz ulaşımını aksattığı için Yemen isyanının bastırılmasını zorlaştırıyordu.

25 Mart 1912'de Osmanlı Devleti'nin koruyucusu görevini üstlenen ve İtalya'nın müttefiki olan Almanya, arabuluculuk yapmak için İtalya Kralı'yla Venedik'te görüştü. Ancak bu görüşmeden bir sonuç çıkmadı.

18 Nisan'da İtalya donanması Çanakkale Boğazı'nı bombalamaya başladı. Bunun üzerine Osmanlı Devleti,boğazları kapattı. Ancak bu hareketin uluslararası ticarete darbesi çok büyük oldu. Rusya'nın tahıl ihracatı milyonlarca dolarlık zarara uğrarken, İngiltere, Bulgaristan, Yunanistan ve Romanya gibi ülkelerin zararları da günlük 100 bin $'ı buluyordu. Karadeniz'e gidecek olan İngiliz gemileri, Süveyş Kanalı üzerinden Hindistan'a gitmek zorunda kaldılar. Ancak 10 Mayıs'ta Avrupa ülkelerinin baskılarından dolayı boğazlar tekrar ticarete açıldı.


Bunun üzerine 5 Mayıs'ta İtalya kuvvetleri,Rodos Adası'na çıkarma yaptılar ve 10 gün içerisinde Rodos'u, daha sonraki 2 hafta süre içerisinde Oniki Ada olarak bilinen adalar grubunu ele geçirdi.Böylece 389 yıldır Osmanlı yönetiminde kalmış ,yönetim merkezi Rodos Adası olan Cezair-i Bahr-i Sefid Eyaleti (Oniki Ada) tamamen İtalya'nın eline geçti. 8 Haziran'da Trablus'taki Osmanlı kuvvetleri çöle püskürtüldü. Haziran'dan Ağustos'a kadar süren çarpışmalar sonunda bütün batı sahil şeridi İtalyanların hakimiyetine geçti. 12 Temmuz'da 5 İtalyan savaş gemisi, Osmanlı filosuna saldırmak için Çanakkale Boğazı'na girdi. Ancak boğazın girişine Kilitbahir civarında çelik kablolar çekildiği için İtalyanlar ilerleyemeden ağır ateş altında kaldılar ve geri çekildiler (18 Temmuz). Bu, ayrıca savaş içindeki son deniz savaşı olmuştur. Eylülde Osmanlı Devleti ve İtalya Krallığı arasında barış görüşmeleri başladı. İki taraf da savaşın bitmesini istemesine rağmen çatışmalar devam ediyordu. 22 Eylül'de güçlü bir Osmanlı mevkii ele geçirildi. Binbaşı Enver Bey komutasındaki Osmanlı kuvvetleri bazı saldırılar yapsalar da, ağır kayıplar vererek geri çekilmek zorunda kaldılar.

8 Ekim'de Karadağ'ın Osmanlı Devleti'ne savaş ilan etmesiyle Balkan Savaşları başlayınca, Osmanlı Devleti her ne pahasına olursa olsun İtalya'yla barışa razı oldu, çünkü Ege Denizi'ndeki İtalyan donanması, Makedonya'ya yardım gönderilmesini engelliyordu. Sonuçta İtalya'nın şartları kabul edildi ve 15 Ekim 1912'de İsviçre'nin Ouchy (Uşi) kentinde antlaşma imzalandı.


Uşi Antlaşmasına göre;
-Osmanlı Devleti Trablusgarp ve Bingazi'deki kuvvetlerini çekecek ve burayı İtalya'ya bırakacak,
-Osmanlı Devleti, Trablusgarp'taki Müslümanların haklarını koruyacak,
-İtalya,Oniki Ada'yı Osmanlı Devleti'ne geri verecekti. Ancak Osmanlı Devleti,Balkan Savaşları'nda Oniki Ada'yı Yunanistan'a kaptırma endişesi içinde kaldığı için adaları, savaştan sonra geri almak şartıyla İtalya'ya verdi.Ancak İtalya, Balkan Savaşları bitmesine rağmen adaları kendi topraklarına kattığını ilan etti.

Savaş sonunda Osmanlı Devleti, Kuzey Afrika'daki son topraklarını da kaybetmiş oluyordu. Ayrıca ileriki yıllarda Türkiye ve Yunanistan arasında sıkça sürtüşmelere neden olacak olan adalar sorunu da başlamıştı. II. Dünya Savaşı sırasında Almanya tarafından işgal edilen Oniki Ada, bir taktik olarak Türkiye'ye hediye edilmek istenmiş, ancak ülkenin tarafsızlığını bozacağı için, bu öneri reddedilmiştir. Oniki Ada, 1947 yılındaki Paris Antlaşması'yla Yunanistan'a bağlanmıştır.

İtalya'da ise savaş, İtalyan milliyetçiliğinin gelişmesine katkıda bulunmuş ve 1922 yılında Benito Mussolini'nin iktidara gelişini kolaylaştırmıştır.


Trablusgarp Savaşı, içinde barındırdığı bazı ilkler sebebiyle de ayrıca ilginç bir savaştır. Dünya tarihinde ilk kez uçakların savaş aracı olarak kullanılması bu savaşa rastlar. Trablusgarp Savaşı'nda İtalyan uçakları savaş sırasında bombalama ve bildiri dağıtma gibi görevler üstlenmişlerdi. Bunun için italyanlar dünyada bir ilki gerçekleştirmişlerdir


I. Balkan Savaşı

1911 Kasım ayında Mebusan meclisinde rejimden hoşnut olmayanları bir araya toplayan Hürriyet ve İtilaf Fırkası ortaya çıktı. Sadrazam İbrahim Hakkı paşa yerini Sait paşa'ya bırakmıştı. Yeni fırka Damat Ferit paşanın, Kamil paşanın ve Prens Sabahattin 'in sürüklediği bir parti oldu. Muhalefet jön türklerin merkeziyetçiliğini, sıkıyönetimin uzatılmasını ve şiddete başvurulmasını eleştiriyordu. Bu durum altında yeni seçime gidildi. Ocak 1912 de yapılan bu seçime Sopalı seçim adı verilir. Jöntürkler ezici çoğunlukla seçildiler sadece 6 muhalif milletvekili seçilmişti. JönTürkler basını, dernek kanunundaki boşlukları kullandılar hatta şiddete başvurdular.


1912 başlarında Makedonya'da ittihat ve Terakki'ye karşı kulüpler kurulmaya başlamıştı. 1912 ilkbaharında bu gruplar ile ilişkili İstanbul'da Halaskar Zabitan grubu kuruldu. Askeri baskılar ve tehditler sonunda 17 Temmuz'da Sait paşa görevinden ayrıldı. Sultan Reşat Gazi Ahmet Muhtar paşayı yeni hükümet kurmaya çağırdı. Büyük kabine adı verilen yeni hükümette ittihatçılar devre dışı bırakılmıştı. 5 Ağustos 1912'de parlemento feshedildi böylece Jöntürkler sayısal pozisyonlarını kaybetmişlerdi. 1912 haziran ayında Hürriyet ve İtilaf partisi, Sadrazam Ahmet Muhtar Paşa yerine Kamil Paşa'yı geçirmeye karar verir.


1878 tarihli Berlin Antlaşması'nda umduğunu bulamayan Bulgaristan 1908 yılında bağımsızlığını kazandıktan sonra Balkanlarda etkin bir politika izlemeye başlamıştı. Avusturya Macaristan İmparatorluğu'nun yine 1908 yılında Bosna-Hersek'in ilhak etmesi ise Sırbistan'ı aynı yönde bir politika izlemeye itti.

1912 yılında Rusya bu iki devletin çıkarlarının çatışmaması için Bulgaristan ve Sırbistan arasında arabuluculuk ve düzenleyicilik yapmaya başladı. Osmanlı Devleti'ne karşı yapılan ittifaka Yunanistan ve Karadağ da katıldı.

Yine 1912 yılında İngiltere, Rusya ile Tallinn'de gizli bir anlaşma yaparak, Rusya'yı İstanbul ve Boğazlar üzerinde serbest bıraktı.

Osmanlı Devleti'nin Balkanlardaki varlığına son vermek isteyen Yunanistan, Bulgaristan, Sırbistan ve Karadağ, Rusya'nın aracılığıyla aralarında anlaşarak, Türkleri Balkanlardan atmak istediler. Trablusgarp Savaşı da onları cesaretlendirdi.

-Trablusgarp Savaşı’nın çıkması (1911),
-Osmanlı Ordusunda bölgeyi çok iyi tanıyan 1000 kadar subayın İttihat ve Terakki örgütünün ordu üzerindeki hakimiyetini artırmak amacıyla orduyu gençleştirmek görüntüsü altında emekli etmesi,
-Balkanlarda olası bir karışıklığın olamayacağı kanısıyla bölgeden 200 taburluk (75,000 asker) bir kuvvetin terhis edilmesi,
-Ordunun donanımının düşman güçlerden çok daha üstün olmasına rağmen silah depolarının sabotaj ve baskınlara açık ileri mevkilerde konuşlandırılması,
-İrtibat yollarının ve istihbari noktaların dış taarruzlara açık bırakılması,
-Sırbistan'ın Almanya'dan satın aldığı ağır silahların Selanik Limanı üzerinden geçirilmesine izin verilmesi ve dolayısıyla Balkan devletlerinin silahlanması hususuna ses çıkarılmaması.
-Askerlikle politikanın tamamıyla birbiri içine girmesi sonucu İttihat ve Terakki Partisi ile Hürriyet ve İtilaf Partisi mensubu subay ve generallerin, sırf siyasi görüş farkı nedeniyle birbirine yardım etmemesi.

İkmal ve Levazım Teşkilatı'nın bozulduğu Osmanlı ordusu seferberliğini çok geç yapabildi. Bulgaristan ' a karşı çıkacak kuvvetler 5 kolordu halinde, Şark Ordusu namıyla toplandı ve Birinci Ferik Abdullah Paşa'nın kumandasına verildi. Edirne mevkiindeki bağımsız kuvvetler Şükrü Paşa'nın emrinde idi. Yunanistan'a karşı Selanik'te bir kolordu ve Yanya Kalesi'ndeki kuvvetler bırakılmıştı. Sırbistan'a karşı Makedonya'yı Garp Ordusu kumandanı müstakbel sadrazam Birinci Ferik Ali Paşa savunmuştu.

Savaşı idare kabiliyetinden mahrum Nazım Paşa'nın hiçbir hazırlığı olmayan orduyu hemen Bulgarlar' a karşı taarruza geçirmesiyle hezimet başladı ve artık arkası alınamadı. Osmanlı orduları Bulgarlar' a karşı bütün Trakya'yı bırakarak Çatalca'ya kadar çekilmek zorunda kaldı.
Sırbistan'a karşı Kumova'da yenilmişti.

6 Kasım ' da Preveze'yi alan Yunanlılar , Veliaht Konstantin idaresindeki büyük kuvvetlerini Selanik üzerine gönderdiler.

Selanik'i korumakla görevli jandarma paşası Tahsin Paşa, tek silah atmadan, muazzam kolordusunu bütün silahlarıyla beraber Yunanlılar'a teslim etti.

Bütün Kuzey Arnavutluk da Sırp- Karadağlılar tarafından işgal edildi. Sultan Reşat, gazete okuması yasak olduğu için dört Balkan devletinin ittifakını çok geç öğrenmişti. Selanik'i ele geçiren Yunanlılar daha soma Ege adalarından Bozcaada, Limni, Somatraki ve Taşoz adalarını ele geçirdiler .

22 Ekim 1912 tarihinden beri Şükrü Paşa kumandasında Edirne'yi müdafaa eden Osmanlı birlikleri, İstanbul ile bağlantı kesik olduğundan silah yokluğu ve açlık gibi sebeplerle teslim olmak zorunda kaldılar.

Üst üste gelen mağlubiyetler üzerine Osmanlı Devleti Bulgaristan'a müracaat ederek ateşkes istedi. Böylece 3 Aralık 1912'de imzalanan ateşkes antlaşması ile silahlı çatışma durmuş oldu. Balkan devletleri ile Osmanlı Devleti arasında antlaşma 30 Mayıs 1913'te Londra'da imzalandı. Bu barış antlaşması ile :

- Arnavutluk bağımsızlığını kazanmakta
-Osmanlı Devleti Ege adalarının durumunun tayinini ve Arnavutluk'un sınırlarının çizilmesi işini büyük devletlere bırakmakta,
-Girit'i hukuken Yunanistan'a terk etmekte
-Midye-Enez hattının batısında kalan toprakları da Balkan devletlerine vermekte
-Edirne de Bulgaristan terk edilmektedir.

Sonuçları
-Osmanlı Devleti yaklaşık 700,000 civarında asker ve yılların çabasıyla elde edilmiş binlerce top ile silah stoklarını kaybetti.
-6 milyonu Türk, 2 milyonu Arnavut olmak üzere toplam 8 milyon sivilin kaybına yol açtı.
-Ordu deneyimsiz ve baltalayıcı subaylarca yönetildiğinden Doğu ve Batı cephesi olarak iki tertipte savaşan Osmanlı Ordusunun ilk önce doğu ordusu Bulgarlar tarafından yok edilmiştir. Daha sonra Batı cephesiyle irtibatı kesilen Osmanlı Ordusu, Sırp ve Yunanlarla savaşan birliklerini de kaybetmiştir.
-1910'daki sıkıntılar nedeniyle Arnavutlar Osmanlı tarafında yer almamıştır.
-İttihatçı askeri örgütlenme ve taraftarların beceriksizliği nedeniyle Trakya Türkleri ancak 45,000 civarında bir seferber çıkarabilmiştir.
-Öte yandan savaşın kısa sürmesi Osmanlı Devleti'nin Anadolu ve Arap Yarımadası'ndaki birliklerinin bölgeye nakledilmesine dahi fırsat tanımamıştır.
-1.Balkan Savaşı tam bir baskındır.
-Balkan Savaşı'nda Osmanlı Devleti'nin kendisinden daha küçük Balkan devletlerine yenilmesi düvel-i muazzamayı(İngiltere ,Fransa, Rusya) kışkırtmış ve Çanakkale Savaşına yol açmıştır.

Kaybedilen Topraklar
Bulgarlar, Çatalca'ya kadar gelerek, İstanbul'u tehdit etmeye başladılar. Sırp, Karadağ ve Yunanlar, Makedonya'yı tamamen işgal ettiler. Diğer hiristiyan Balkan ülkelerini kendine karşı tehdit olarak gören Arnavutluk, mecburen bağımsızlığını ilan etti. Yunanlar; Gökçeada (İmroz) ve Bozcaada dışındaki Ege Adaları'nı işgal etti.

(Resim:Balkan savaşları şehitliği Edirne)

Kamil Paşa hükümeti İttihatçi muhalefeti susturmak için elinden gelen gayreti sürdürse de, muhalefet git gide daha da şiddetlenir. ittihatçılar, hükümeti Edirne'yi Bulgar'lara teslim etmekle suçlar ve direnişi savunur. Aslında bu muhalefet bir darbenin gelişidir. 23 Ocak 1913 günü 'Babıali Baskını' denen şey olur. İttihatçı hareketin önderlerinden Enver bey , Yakup Cemil ve bir grup askerle Harbiye nazırı Nazım beyin toplantısını basar. Karşı çıkan Nazım bey öldürülür. Enver bey elindeki tabancasıyla Sadrazam Kamil Paşa'nın odasına girerek, görevinden ayrılmaya zorlar.

İttihatçılar 6 ay sonra yeniden iktidara gelirler. Sadrazamlık partiler üstü bir kişiliğe Mahmut Şevket paşaya verilir. İttihatçı darbenin esas amacı Kamil paşa hükümetinin Balkan komisyonunun kararlarına baş eğmesini engellemekti. Fakat daha kötüsü olur 3 Şubat ta Bulgarlar Edirneyi bombardımana başlarlar. 6 mart ta Yunanlılar Yanya yı alırlar. 28 Mart ta Edirne teslim olur.Sonunda Mahmut Şevket paşa kaderine razı olur ve barış ister. 3 aylık bir savaştan sonra Mahmut Şevket paşa tüm istekleri kabul etmek zorunda kalır.

Hürriyet ve İtilaf partisi için bu bir fırsattır. Liberallerin desteğiyle Mahmut Şevket Paşa 11 Haziranda Londra antlaşmasının imzalanmasından bir kaç gün sonra Babıali den çıktıktan sonra saldırıya uğrar ve öldürülür. Öldürülen sadrazım yerine İttihatçı komitenin içinden Mısır Hidivi Muhammet Ali'nin torunu Sait Halim Paşa getirilir. Muhalif 16 kişi idam edilir. Böylece muhalefet yok edilir. İttihatçılar nazırlıklara getirilirler.


II. Balkan Savaşı
Bulgaristan'ın daha fazla toprak almasını kabul etmeyen Yunanistan, Karadağ, Sırbistan ve I. Balkan Savaşı'na katılmayan Romanya birleşerek, Bulgaristan'a karşı savaş açtılar. Bulgarların üst üste yenilerek Doğu Trakya'daki birliklerini batıya kaydırmasından faydalanan Osmanlı Ordusu, Midye-Enez çizgisini aşarak, Edirne ve Kırklareli'ni geri aldı.

II. Balkan Savaşı Ağustos 1913 tarihli Bükreş Antlaşması ile bitti. Bu antlaşma ile Bulgaristan; Dobruca'yı Romanya'ya, Kavala'yı Yunanistan'a vermiş ve Makedonya'dan ufak bir toprak parçası almıştır.

II. Balkan Savaşı ve Osmanlı Devleti'nin Yaptığı Anlaşmalar
Bükreş antlaşmasını takiben Osmanlı Devleti yine 1913 yılında İstanbul Antlaşması'nı yaptı. Kırklareli ve Dimetoka, Osmanlı Devleti'ne geri verildi. Batı Trakya ve Dedeağaç, Bulgaristan'da kaldı.

Osmanlı Devleti bu savaşın sonunda Yunanistan'la Atina Antlaşması'nı yaptı. Girit ve Ege Adaları, Yunanistan'a verildi. Yunanistan'da kalan Türklerin durumu da düzenlendi. Sırbistan ve Karadağ'ın, Osmanlı Devleti'yle sınırı kalmadığı için antlaşma imzalanmamıştır.

Osmanlı Devleti, Sırbistan ile de Bulgaristan'la yaptığından farklı bir İstanbul Antlaşması imzalamıştır.

Her üç anlaşmada da Balkan devletlerinin sınırları içinde kalan Türk topluluğunun durumuna ilişkin hükümler bulunmakta, Balkanlardaki Türk halkının din ve mezhep özgürlüğü, Türkçe öğretim yapan ilk ve orta okulların açılması gibi hususlara yer verilmektedir.

İtalya ile Yunanistan'ın işgaline uğramış ve hukuken Osmanlı toprağı olan Ege Adaları konusunda bu anlaşmalarda herhangi bir hüküm yoktur. Bu konu ile Londra'da toplanmış bulunan "Elçiler Konferansı" uğraşıyordu. Konferans 1914 Şubat ayında Meis adası dışında İtalya'nın işgal ettiği adalar İtalya'ya, İmroz ve Bozcaada dışında Yunanistan'ın işgal ettiği adalar ise Yunanistan'a bırakılması kararını aldı. Ancak, yine konferansa göre bu kararın hukuki değer kazanabilmesi için İtalya ve Yunanistan'ın Osmanlı ile ayrı ayrı birer antlaşma yapması gerekiyordu. Bu antlaşmalar imzalanamadan I. Dünya Savaşı patlak vermiştir.

2. Balkan savaşı 15 gün sürmüştür.

Şükrü Paşa
Mehmed Şükrü Paşa (1857 - 1916) Türk asker. Balkan Savaşları'nda 3 ay zor koşullar altında Edirne'yi savunmuştur, Edirne Müdafii olarak da anılır.

1857 yılında Erzurum'da doğmuştur. Henüz ilkokul sıralarında iken çalışkanlığı ve kabiliyeti ile dikkati çekmiştir. Fransızca, Almanca ve İngilizce bilmektedir.

Yine genç yaşlarında Matematik dalında kabiliyetli olduğu kanıtlanmıştır. Aynı zamanda Darüşşafaka'da öğretmenlik yapmıştır. Yetiştirdiği gençler arasında Salih Zeki gibi önemli insanların da bulunduğu görülmektedir. Mesleği olan askerlikle ilğili ilmi ve fenni eserler vermiş, seçkin bir komutan olmuştur.

Şükrü Paşa Çanakkale'de görevli iken, Balkan Savaşı'nın çıkması üzerine Edirne müstahkem mevkii komutanlığına getirilmiştir.

1912'deki Birinci Balkan Harbinde Edirne'yi savunmuş, herkesin takdirini kazanmıştır. 1915 yılında ölen Şükrü Paşa'nın naşı, Müttefik kuvvetler komutanlarının katılmasıyla büyük bir askeri tören düzenlenerek İstanbul'da toprağa verilmiştir.


Edirne Savunması
1.Balkan savaşı sırasında 1913 yılında Edirne Bulgar ordusu tarafından kuşatıldı. Osmanlı devletinde siyasi iç çalkantılar sürmekteydi. 23 Ocak 1913 tarihindeki Bab-ı Âli baskınıyla İttihat ve Terakki cemiyeti sadrazam Kâmil Paşa'ya zorla istifa mektubunu imzalattı ve hükümete tamamen hakim oldu. Hükûmet darbesinin sebebi olarak Edirne ve Balkanların kaybedilmesi propaganda edilmişti. Cemiyetin önderlerinden Enver Paşa, Şükrü Paşa'ya biraz daha sabretmesini yakında yardım geleceğini bildirdi. Ancak aylarca Edirne'ye hiçbir yardım gelmedi. Kuşatmada yiyecek stokları tükenen Edirne halkı, yiyecek bulamayınca süpürge saplarındaki tohumları bile pişirip yemek zorunda kaldı. Sonunda sokaklardaki kedi köpekler dahi yenildiği yazılmıştır. Tüm sıkıntılara rağmen Bulgar Ordusu Edirne'ye sokulmadı. Yoksunluklara rağmen şehri savunmaktan vazgeçmeyen ve bunda başarı sağlayan Şükrü Paşa, hiçbir yardım alma umudu kalmayınca teslim olmak zorunda kaldı. Bulgar Kralı Ferdinand, Edirne'ye geldi ve geleneklere göre galip komutan tarafından alınmış olan Şükrü Paşa'nın kılıcını törenle kendisine geri verdi. Paris'te haftalık yayınlanan 13 Nisan 1913 tarihli Le Petit Journal dergisinde bu durum tasvir edilmiş ve resim altına Edirne Müdafî'ne Saygı yazılmıştı. Avrupada yayınlanan birçok yayında kendisinden ve yaptığı savunmadan övgüyle söz edilmiştir. Almanya'da askeri başarısı dolayısıyla kendisinin heykelleri dikilmiş, Fransız milleti adına içinde binlerce imza bulunan Altın Kitap ve bir şeref kılıcı takdim edilmiştir.


I. Dünya Savaşı

Osmanlı Devleti, I. Dünya Savaşı'na Almanya'nın yanında katıldı. Osmanlı Devleti I. Dünya Savaşı'nda birçok cephede savaştı. Çanakkale Savaşı'nda önemli bir direniş gösteren Osmanlı Devleti, tüm olumsuz şartlara rağmen, düşman donanmasının boğazlardan geçmesine izin vermedi. Osmanlı birliklerinin kazandığı yerel başarılar sonuca etki etmedi.
Çanakkale Savaşı
Çanakkale Savaşı, I. Dünya Savaşı sırasında 1915-1916 yılları arasında Gelibolu Yarımadası'nda Osmanlı Devleti ile İtilaf Devletleri arasında yapılan deniz ve kara muharebeleridir. İtilaf Devletleri; Osmanlı Devleti'nin başkenti konumundaki İstanbul'u alarak boğazların kontrolünü ele geçirmek, Rusya'yla güvenli bir tarımsal ve askeri ticaret yolu açmak, Alman müttefiklerinden birini savaş dışı bırakarak İttifak Devletlerini zayıflatmak amaçları ile ilk hedef olarak Çanakkale Boğazı'na girmişlerdir. Ancak saldırıları başarısız olmuştur ve iki tarafın da çok ağır kayıplar vermesiyle İtilaf Devletleri geri çekilmişlerdir.

Çanakkale Savaşı'nın nedenleri Osmanlı Devleti 2 Ağustos 1914 tarihinde Alman İmparatorluğu ile, İttifak Devletleri safında yer almak üzere bir antlaşma imzalamıştı. Ancak bu antlaşma, savaş hazırlıkları henüz başlamadığı için gizli tutulmuştu. Osmanlı Devleti'ni bu antlaşmanın hemen ertesinde seferberlik hazırlıklarına başlamıştı. Aynı zamanda Osmanlı Devleti, "silahlı tarafsızlık"ını ilan etmiştir.
(Resim: Yavuz zırhlısı )

Akdeniz’de Kraliyet Donanması önünden çekilen Alman Goeben muharebe gemisi ve Breslau ağır kruvazörü nin Amiral Sukon komutasında 10 Ağustos 1914 günü Çanakkale Boğazı’nı geçerek İstanbul’a gelmeleri büyük bir gerginlik yaratmıştı, çünkü Osmanlı Devleti, Boğazlar Antlaşması gereği boğazları tüm savaş gemilerine kapalı tutmak durumundaydı. Alman Donanması’na bağlı bu gemilerin Boğazdan geçişine izin vermek savaş nedeni sayılacaktı. Ancak Osmanlı Devleti, bu gemilerin Almanya’dan satın alındığını açıklayarak gerginliği ertelemiştir. Sözkonusu gemiler 16 Ağustos 1914 tarihinde Yavuz ve Midilli adlarıyla Osmanlı Donanması’na katılmışlardı. Bu gemilerdeki Alman mürettebat, Osmanlı Donanması’na ait subay ve erat üniformaları giyerek gemilerdeki görevlerini sürdürmüşler, Amiral Souchon ise Osmanlı Donanması Komutanlığı’na getirilmişti. Böylece Almanya, yakın gelecekte Rus limanlarına karşı kullanılmak için iki büyük silahını Akdeniz'den geçirerek Karadeniz'in hemen yakınına atmış olmaktadır. Bu silahlar Ekim 1914 ayında hem Rus limanlarını vurmak için, hem de Osmanlı Devleti'ni bir oldu bittiye getirerek savaşın içine çekmekte kullanılacaktır.


Yavuz ve Midilli Olayı
Yavuz ve Midilli’nin de içinde bulunduğu bir Osmanlı filosunun Amiral Souchon komutasında 27 Ekim 1914 günü Karadeniz kıyılarındaki Rus limanlarını bombalamaları ardından hem Rusya İmparatorluğu hem de Birleşik Krallık, Osmanlı Devleti’ne savaş ilan etmiştir.

Batı Cephesi’nde 1914 yılının Eylül ayı sonlarında Alman orduları, Fransız-İngiliz savunmasını yaramamışlar, tüm Batı Cephesi’nde cepheler kilitlenmişti. Bu durum Almanya açısından Batı Cephesi’ndeki savaşın kısa sürede bitmeyeceği anlamına geliyordu. Oysa Alman savaş planı (Schlieffen Planı), ilk adımda Batı Cephesi’nde kısa sürede Fransız-İngiliz kuvvetlerinin yenilgiye uğratılması, ikinci adımda ise tüm kuvvetlerin Doğu’ya kaydırılarak Rusya’nın savaş dışı bırakılması esasına dayanıyordu. Schlieffen Planındaki bu sapma ardından Almanya, önce Rusya’yı savaş dışı bırakmak, Doğu’da serbest kalan kuvvetleri ile Batı Cephesi’ne yeniden yüklenmek istemişti. Osmanlı 3. Ordu'sunun Kafkasya bölgesindeki Kasım – 1914 ayı başlarındaki taarruzları bu planın hazırlık aşamalarından biriydi.


İzleyen gelişmeler Avrupa cephelerindeki bu gelişmeler, İngiltere ve Fransa’yı müttefikleri Rusya’yı desteklemek zorunda bırakmıştı. Zaten Rusya, Almanya üzerinde yeterince güçlü bir baskı yapamamaktaydı. Kısıtlı endüstriyel kapasitesi dolayısıyla İngiliz ve Fransız desteğine gerek duyuyordu. Fransa ve İngiltere’nin bu desteği sağlaması için, herhangi bir Avrupa haritasından da görüleceği gibi, olası dört yol vardır. Kuzey ulaşım hatlarından ikisi olanaksızdır. Kuzey Buz Denizi, yılın çok büyük bölümünde donmuş olduğundan deniz ulaşımına olanak vermemektedir, Baltık Denizi ise Alman Donanması’nın denetimindedir. Orta ulaşım yolu olan Avrupa karayolu ise Alman denetimindedir. Olası dördüncü yol ise Osmanlı Devleti’nin denetiminde bulunan Çanakkale ve İstanbul boğazlarının oluşturduğu denizyoludur. Çok yakın geçmişte, Balkan Savaşı’nda, Trablusgarp Savaşı’nda ve Sarıkamış Harekatı’nda ağır yenilgiler almış olan Osmanlı Devleti’nin askeri gücü, İtilaf Devletleri’nce zaten yetersiz olarak değerlendirilmektedir. Avrupalılarca "hasta adam" olarak görülen yaşlı Osmanlı Devleti'nin boğazlardaki bir saldırıyı kaldıramayacağı düşünülmektedir. Eğer Boğazlar askeri olarak kontrol altına alınabilirse, Rusya’nın desteklenmesi olanaklıdır. Gerçekten de Rusya, Kasım ayı başlarında müttefiklerinden Çanakkale Boğazı’na göstermelik de olsa bir saldırı yapılmasını istemiştir. Böylece Kafkasya’da Osmanlı ordusunun baskısı hafifleyecektir.

Öte yandan Rusya direnmeyi sürdürecek olursa, Almanya’nın Batı Cephesi’nde yeni bir taarruza kalkışma olanağı da pek yoktur. Bu tesbit, özellikle İngiliz yüksek komutanlığının, Batı Cephesi’ndeki kuvvetlerin bir bölümünün burada atıl tutulup tutulmadığının sorgulanmasına yol açmıştır. Ayrıca İngiliz Donanması da yeterince etkili kullanılmamaktadır. Böylece Batı Cephesi’nden alınacak bir kısım kuvvetle donanmanın işbirliği ile daha etkili ve sonuç alıcı bir harekata girişilmesi yolları aranmaya başlandı. Sonuçta Boğazlar’a yönelik bir operasyon planı üzerinde tartışılmaya başlanmıştır.

Rusya ile bağlantının bu şekilde, Boğazlar’ın kontrolünün sağlanarak sonuçlandırılması, Osmanlı Devleti’nin başkenti olan İstanbul’un da işgalini kaçınılmaz olarak gerektirmektedir. İkisi, aynı anda gerçekleşecek sonuçlardır. Çanakkale Boğazı’ndan geçilerek İstanbul’un işgalinin İtilaf Devletleri açısından diğer stratejik sonuçları şunlardır.
-Osmanlı Devleti savaş dışı bırakılmış olmakla, Almanya savaşın başlarında bir müttefikini kaybetmiş olacaktır.
-Osmanlının tehdidinde olan Süveyş Kanalı, dolayısıyla İngiltere’nin Uzakdoğu ulaşım yolunun güven altına alınması sağlanmış olacaktır.
-Osmanlı Devleti’nin savaş dışı bırakılması, ve müslüman ülkeler nezdinde İtilaf Devletleri lehine oluşturacağı kazanımlar açısından da önem arz etmektedir. Müslüman ülkeler[kaynak belirtilmeli]in gerek Orta Doğu’da gerekse de Uzak Doğu’da İngiliz hakimiyetine karşı dirence zayıflamış olacaktır.
-Balkan devletleri, hemen doğudaki Osmanlı Devleti’nin çökmesi ve bunu İtilaf Devletleri’nin başarması üzerine, doğal olarak İtilaf Devletleri safında savaşa katılmaları yönünde etken olacaktır. Çünkü Osmanlı Devleti’nin yıkılması, Balkan devletlerinin bölgedeki hesaplarına ulaşabilmeleri yönündeki en önemli engeli ortadan kaldırmış olacak[kaynak belirtilmeli] ve bu durum, İtilaf devletlerinin bir hediyesi sayılacaktır.


Rusya ile Karadeniz üzerinden deniz ulaşımının açılması özellikle önemlidir. Osmanlı Devleti'nin Boğazları her türlü deniz trafiğine kapatması sonucu, Rusya ile İngiltere ve Fransa arasındaki ticari ilişkiler de durma noktasına gelmiştir. Pek çok ticari gemi, Karadeniz'deki Rus limanlarında beklemektedir, Avrupa'da buğday fiyatları yükselirken ucuz Rus buğdayı ithal edilememekte, muazzam ticari karlardan mahrum kalınmaktadır. Kısacası Boğazların kapanması, İngiliz ve Fransız firmaları için büyük kar kaybı getirmektedir.


Deniz Muharebeleri

19 Şubat günü, güçlü Fransız kuvvetleri ile İngiliz Queen Elizabeth savaş gemisinin Osmanlı sahil bataryalarını bombalayarak ilk Çanakkale saldırısı başlatılmış oldu.

İtilaf devletleri, kısa bir aranın ardından bir sonraki saldırıyı 18 Mart'ta gerçekleştirmişlerdir. Hedef, Çanakkale Boğazı'nın sadece 1 mil genişliğindeki en dar noktasıdır. Admiral de Robeck komutasındaki aşağı yukarı en az 16 savaş gemilik dev donanma Çanakkale'yi geçmeye kalkmıştır. Ancak her gemi Nusret Mayın Gemisi adlı Osmanlı mayın gemisinin boğazın Asya tarafına yerleştirdiği deniz mayınları tarafından hasar almıştır. Bazı balıkçılar, İngilizler tarafından mayın toplama işiyle görevlendirilmiştir; ama Osmanlı ordusunun açtığı top atışlarıyla korkarak kaçmışlar, mayınlara dokunulmamıştır. Yerinde kalmış bu mayınlar İngiliz Ocean, Irresistible ve Fransız Bouvet adlı üç zırhlıyı batırmıştır. Ayrıca İngiliz Inflexible ve Fransız savaş gemileri Suffren ve Gaulois çok ağır bir şekilde hasar almıştır.

Sonuç olarak, 18 Mart 1915'te, deniz mayınları ve kıyılardaki Osmanlı topçu bataryalarının isabetli atışları denizden geçişin mümkün olmayacağını göstermiş, İtilaf Devletleri Gelibolu Yarımadası'na asker çıkararak Boğaz topçu bataryalarını etkisiz hale getirmeyi hedeflemiştir.

Gelibolu Yarımadasında Müttefik çıkartmaları yarımadanın güney bölümündeki altı kumsala, iki cephede yapılmıştır. Seddülbahir Cephesi’ne 29. İngiliz Tümeni[kaynak belirtilmeli] ile Fransız Kolordusu (Fransız Doğu Sefer Kuvveti) çıkartma yaparken Arıburnu Cephesi’nde ise Anzaklar Kolordusu çıkartma yapmıştır. Bu beş tümene ek olarak bir hafta içinde İskenderiye'den getirilecek olan Hint Tugayı, muhtemelen Seddülbahir Cephesi'nde kullanılmak üzere ordu ihtiyatını oluşturacaktı.

Seddülbahir Cephesi

Seddülbahir Cephesi'ndeki İngiliz ve Fransız birliklerinin ilk hedefi Kirte Köyü ve hemen kuzeyindeki Alçıtepe olmuştur.

Birinci Kirte Muharebesi
Bu hedeflerin ele geçirilmesi için ilk müttefik taarruzu olan Birinci Kirte Muharebesi, 28 Nisan 1915 sabahı başlamıştır. Taarruzun sol kanadında iki İngiliz tugayı, sağ kanadında ise beş Fransız taburu taarruza katılmıştır.[kaynak belirtilmeli] Osmanlı savunması İngiliz taarruzları karşısında tutunurken Fransız kesiminde yarılma noktasına gelmiştir. Cephe komutanı Albay Halil Sami Bey, hatların geri çekilmesi emri vermişken, iki bölüklük bir kuvvet, donanma topçusunun ateşinde bir gedik bularak hatları takviye etmiştir. Bunun üzerine geri çekilme emri derhal geri alınmıştır. Öğleden sonra Yarbay Sabri Bey, iki taburluk bir kuvvetle karşı taarruza geçerek müttefik cephesini kırmıştır. Gün sonunda, müttefikler taarruz çıkış hatlarına geri çekilmişlerdir. Osmanlı kayıpları 2.380, müttefik kayıpları ise 3.000'dir.

İkinci Kirte Muharebesi
Müttefik kuvvetlerin ikinci taarruzu, 6 Mayıs 1915 sabahı başlayan İkinci Kirte Muharebesi'dir. 8 Mayıs'a kadar süren çatışmalarda Müttefik kuvvetlerin "bağlantı noktası", en soldan taarruz edecek olan bir İngiliz tugayıdır. Bu tugay, ilk günkü taarruzunda yoğun bir ateşle karşılaşmış ve ilerleyememiştir. Taarruz hattı, en sol kenardan başlayan bu engelle, en sağa kadar durmak zorunda kalmıştır. Sol uç, ilerleyemeyince diğer birlikler de planlanan ileri harekata girişememişlerdir. Osmanlı ateşinin en yoğun olduğu rapor edilen tepe, donanma ve sahildeki top bataryaları tarafından hallaç pamuğu gibi atıldığı halde, Osmanlı tarafının ateş gücünde bir değişiklik olmamıştır. Balonlarla yapılan hava keşfi de Osmanlı mevzilerinin yerini saptayamamıştır. İkinci gün merkez kesimden, üçüncü gün tekrar sol kanattan yapılan taarruzlar da aynı ateşle kaşılaşarak durmuştur. Üç günlük muharebelerin sonunda müttefik kuvvetler, en fazla 500 metre ilerleme sağlayabilmişlerdi. Müttefik kaybı 6.500, Osmanlı kaybı ise 2.000'dir.

Üçüncü Kirte Muharebesi
Müttefik kuvvetlerin üçüncü taarruzu, 4 Haziran 1915 tarihli Üçüncü Kirte Muharebesi’dir. Donanma topçusunun üç yönden, kara topçusunun ise cepheden geliştirdiği hazırlık ateşi ardından başlayan savaşta, Osmanlı cephesinin sol kanadından t*aarruz eden Fransız birlikleri yer yer Osmanlı siperlerine girmişlerdir. Yarbay Selahattin Adil komutasındaki 12. Tümen’in karşı taarruzluyla bu siperlerden çekilmişlerdir. Sağ kanatta ise İngiliz birlikleri Osmanlı siperlerine girmiştir. İkinci Topçu Bataryası komutanı Teğmen Arif Tanyeri’nin, 150 askeriyle ileri çıkıp cepheyi tutmasıyla Osmanlı hatlarının kırılması önlenmiştir. Osmanlı cephesi, Kirte Köyü’ne bir kilometre mesafede sabitlenmiştir. İzleyen 5 Haziran günü Osmanlı 9. Tümeni’nin saldırısı başarılı olmamış, akşam saatlerinde Arıburnu Cephesi’nden kaydırılan Yarbay Hasan Askeri komutasındaki 2. Tümen’in taarruzu ise birkaç yüz metre ilerlemiştir. 6 Haziran günü ise küçük çaplı çatışmalarla geçmiştir. Üçüncü Kirte Muharebesi’nde müttefik kayıpları 7.500, Osmanlı kayıpları ise 4.500 yaralı, 4.500 şehittir.

Her üç taarruzun başarısız olması üzerine cephe komutanları, İngiliz komutan H. Weston ve Fransız komutan Gouraund, tüm cephe hattında değil de, daha sınırlı bir hattan taarruzu gerekli görmüşlerdir. Böylece gerek piyade, gerekse de topçu unsurları daha dar bir cephede kuvvet merkezi (siklet merkezi) oluşturulacaktı. Planın ilk operasyonu, cephenin en sağ (doğu) bölgesi olan Kerevizdere’de uygulamaya konulmuştur. 18 Haziran’da başlayan topçu ateşi üç gün boyunca sürdürülmüştür. 21 Haziran günü Fransız birliklerinin taarruzuyla başlayan Birinci Kerevizdere Muharebesi’nde Fransız birlikleri, hedefleri olan tepeyi ele geçirmeyi başarmıştır. Muharebelerde Fransız kayıpları 2.500, Osmanlı kayıpları ise 6.000 kişidir.

Zığındere Muharebesi
Bir sonraki Zığındere Harekâtı, bu kez cephenin sol kanadından taarruzu öngörmektedir. Zığındere ile sahil arasındaki Zığın sırtı boyunca üç tugayla ve Zığındere’nin karşı yamaçlarından iki tugayla taarruz etmektir. Zığın sırtı Albay Refet Bey’in komutasındaki 11. Tümen’in savunma bölgesidir. Zığındere ile Kanlıdere arasındaki bölge ise Albay Halil Bey’in 7. Tümen’i tarafından savunulmaktadır. Her iki tümen de tek tugaylıdır. Deniz ve kara topçusunun 26 Haziran’da başlayan bombardımanı üç gün sürmüştür. 28 Haziran’da iki saatlik hazırlık ateşi ardından başlayan taarruz, sağ kesimde Osmanlı siperlerinin tümünde başarılı olmuştur. Bombardıman sonrasında Osmanlı ön hat siperlerinde sağ kalanların tümü yaralı subay ve erattır. 800 metre mesafedeki Kirte Köyü’ne yapılan ileri hareket, topçu ateşiyle durdurulmuş, hemen ardından Osmanlı karşı taarruzları başlamıştır. siperler 30 Haziran 1915 günü sabahına kadar birçok kez el değiştirmiş, sonunda İngilizlerde kalmıştır. Zığın sırtının kuzeyinden 1 Temmuz 1915 günü iki kez yenilenen Osmanlı taarruzu, yoğun topçu ateşi altında etkisiz kalmıştır. 5 Temmuz 1915 tarihinde Albay Hasan Basri Bey’in 5. Tümen’inin Zığın sırtına ve Albay Nicolai’nin komutasındaki 3. Tümen’inin Zığındere’nin doğu yamaçlarına giriştikleri taarruz ise sonuç alamamıştı.

Her iki kanattan yapılan taarruzların ardından bu kez cephenin merkez bölümünde taarruza geçilmiştir. Üç saat süren ve 60.000 bin top mermisinin kullanıldığı hazırlık ateşi ardından 12 Temmuz 1915 sabahı başlayan İkinci Kerevizdere Muharebesi iki gün sürmüştür. Hazırlık ateşi ardından başlayan İngiliz taarruzu, hiçbir savunmacının sağ kalmadığı ilk hat siperlerini almış, ikinci hat siperlerinde ise ağır kayba uğrayarak geri çekilmiştir. Öğleden sonra yedekteki İngiliz tugayının giriştiği saldırı, üçüncü hat siperlerine girmişse de Osmanlı karşı taarruzlarıyla yeniden eski konumuna çekilmiştir. İkinci girişilen İngiliz taarruzu, Osmanlı topçusunun ateşiyle geri çekilmiştir. Savaş sonunda cephenin en sol yanındaki birkaç siper parçası işgal edilebilmiş, sağ kesimde ise Fransız birlikleri Osmanlı siperlerinde tutunmayı başarmışlardır. İki günlük muharebelerin sonucunda müttefik kayıpları 5.800, Osmanlı kayıpları ise 9.700’dür.

Bu muharebeler sonunda Seddülbahir Cephesi’nde Osmanlı kuvvetlerini atarak ilerlemenin olanaksız olduğu ortaya çıkmıştı. Müttefik kuvvetler komutanı General Hamilton, takviye kuvvetlerle Suvla Koyu’nda bir çıkartma yapmayı planlamıştır. Bu çıkartma harekâtının, Anzak Kolordusu komutanı General W. Birdwood’un önerdiği Sarı Bayır Harekâtı ile aynı tarihte uygulanmasına karar verilmiştir. Ayrıca Osmanlı savunmasının dikkatini yarımadanın güney ucuna çekmek için Seddülbahir Cephesi’nde yanıltıcı bir taarruz planlanmıştı. Kirte Bağları Muharebesi olarak bilinen bu taarruz, 6 Ağustos sabahı İngiliz birliklerinin taarruzuyla başlamıştır. İngilizler, ilk hat siperlerine girmiş, ancak karşı taarruzla geri atılmışlardır. Taarruzun ikinci günü girişilen İngiliz taarruzları, Kirte Köyü’nün güney batısındaki bir bağ alanının bir bölümünde tutunabilmiştir.

Sınırlı hedeflere yönelik, üstelik de bir yanıltma operasyonu olan İngiliz taarruzunun bu denli kayba rağmen başarısız olması üzerine General Sır Ian Hamilton, Seddülbahir Cephesi'nde hiçbir askeri harekâta girişilmemesi emrini vermiştir.


Arıburnu Cephesi

Arıburnu Cephesi’nde 25 Nisan 1915 sabahı çıkartma yapan Anzak Kolordusu örtü kuvvetleri, sahildeki Osmanlı gözetleme postalarını atarak bir köprübaşı oluşturmuşlardır. Sahile çıkan örtü kuvveti üç koldan sırtlara ilerlemiştir. Sırtlardaki Osmanlı direnişi, ileri harekatı yeryer engelliyor, genel olarak geciktiriyordu ama sahili tehdit edecek bir harekat gösteremiyordu. Buna karşın sırtlarda yer yer süren çatışmalarda Anzak kayıplar artmakta, sahile yağan takviye talepleri karşısında çıkan tüm birlikler derhal ateş hattına gönderilmektedir, sahilde ihtiyat tutulamamaktadır.

Anzak mevzilerine taarruza girişmiştir. Bu taarruzla Anzak birlikleri sırtın batı yamaçlarına çekilmişlerdir.

Ordu ihtiyatındaki 19. Tümen komutanı Kurmay Yarbay Mustafa Kemal çıkartma başladığı sıralarda 57. Alay ve bir topçu bataryasıyla Conk Bayırı’na hareket etmişti. Karargahta, 3. Kolordu Komutanı Esat Paşa’ya (Albay Mehmet Esat Bülkat Bey’e) kararını anlatmıştır. Esat Paşa, bu kararı onaylamış, Albay Halil Sami Bey’in 27. Alay’ını da yarbayın komutası altına vermiştir. Esasen 19. Tümen, ordu ihtiyatıdır, ancak Mareşal Sanders’le halen temas kurulamamış olması nedeniyle Esat Paşa harekatın yapılması için çekimser kalmış,bunun üzerine Yarbay Mustafa Kemal Bey kendi inisiyatifini kullanarak tümenini ileri harekata dahil olmak üzere Kılıçbayır yönüne intikal ettirmiştir.Taarruzun 5.Ordu Komutanı Mareşal Sanders'in Yarbay Mustafa Kemal Bey'in öngörülerinden,kendiliğinden hareket etmesinden ve 19.Tümen'in bu harekata katılmasından haberi olmamıştır.

Bu arada Kılıçbayır yönüne sevk edilen Avustralya birlikleri, bölgeye ulaşır ulaşmaz muharebeye sürülmektedir. Çünkü Osmanlıların sırtlardan aşağı akıp cephe hattını kırmaları an meselesi olarak görünmektedir. 19. Tümen’e bağlı dört alayın bölgeye intikali ardından Osmanlı Arıburnu Kuvvetleri Yarbay Mustafa Kemal Bey emriyle saat 15:30 dolaylarında yeniden bu kez toplu olarak taarruza geçmişlerdir. General Hamilton anılarında şöyle anlatır. “Gebe dağlar Osmanlı doğurmakta devam ediyor. Bizim mevzilerimizin en yüksek ve en merkezi yerine birbirini kovalayan dalgalar halinde yükleniyorlar.”

Bu taarruzun sonucunda Kılıçbayır’ın iki yanından gelişen Osmanlı taarruzları karşısında Kılıçbayır ve hemen güneybatısındaki Cesaret tepe kesin olarak Osmanlıların eline geçmiştir. Düztepe’nin alınması, Osmanlı birliklerine Kılıçbayır üstünden Anzak sahiline geniş bir taarruz hattı açmıştı ama, Osmanlıların zaten ellerindeki az bir kuvvetle yaptıkları bu taarruzu sürdürecek kuvvetleri yoktur. Anzak cephesindeki bu gedik, savaş boyunca kalmıştır.

Harekatın ilk gününde karaya çıkartılan asker sayısı 15.000’dir. Yaklaşık 2.000’i ölü olmak üzere kayıplar 3.500’dür.

Gece yarısına doğru Anzak Kolordusu Komutanı Birdwood, emrindeki her iki tümen komutanın da tahliyeden yana olduklarını, kendisinin de bu görüşü paylaştığını General Hamilton’a bildirmiştir. Anzak ordusu gün boyu süren çatışmalardan dolayı bitkindir, moral düşüktür, birlikler halen dağınıktır. Gün boyu süren Osmanlı taarruzları, Anzak cephesinin kuzey batı kesimindeki sırtta (Kılıçbayır) bir gedik oluşturmuştu. Bu gedik, Ancak çıkartma bölgesi için ağır bir tehdit oluşturmaktaydı. Gece boyu takviye alan Osmanlı kuvvetlerinin etkin bir topçu desteğiyle sabah girişecekleri bir karşı taarruza kesin gözüyle bakılmaktadır. Ordunun bu haliyle bu saldırıyı göğüsleyemeyeceğinden, sahilde imha edileceğinden korkulmaktadır. Amiral Thursby ise tahliyenin çok fazla kayba neden olacağını, pozisyonu korumanın daha iyi olacağı görüşündedir. General Hamilton, sahilde kalınarak direnilmesine karar vermiştir

Takviye olarak bölgeye gönderilen İngiliz 9. Kolordusu’nun Suvla Koyu’na çıkartma yaptığı 5-6 Ağustos gecesi, bir Anzak tümeni gece yürüyüşüne geçmiştir. Hedefleri, Kocaçimen Tepesi – Besim Tepe – Conk Bayırı hattıdır. Sarı Bayır Harekatı olarak bilinen harekatta Anzak birlikleri sırtlara kadar yaklaşabilmiş ama sırtları alamamıştır. Muharebelerin yoğunluğu Conk Bayırı bölgesinde olmuş, Conk Bayırı Muharebesi 9 Ağustos 1915 tarihine kadar sürmüştür. Kurmay Albay Mustafa Kemal’in 10 Ağustos sabahı başlattığı taarruz ile Anzak kuvvetleri sırtlardan çekilmek zorunda kalmışlardır.

Suvla Koyu’nda İngiliz 9. Kolordusu’nun ikinci genel taarruzuyla aynı gün 21 Ağustos’da Anzak birliklerinin sonuçsuz Bomba Tepe taarruzu, Çanakkale Savaşı’nın son muharebesi olmuştur.


Taarruzun sonunda 3.Kolordu Komutanı Esat Paşa'da Yarbay Mustafa Kemal Yarbay Mustafa Kemal Bey'in komuta yeteneğini takdir ederek 19.Tümen'in bu hareketini 5.Ordu Komutanı Mareşal Sanders'e bildirmiştir.Mareşal Liman Von Sanders genel durumu inceleyerek 19.Tümen Komutanı Yarbay Mustafa Kemal Bey'in sıradan bir kurmay olmadığına müşahade etmiştir.Yarbay Mustafa Kemal Bey'in bu öngörüsü ve taarruzun başarıya ulaşmasındaki payı Osmanlı Ordusunda başarılı bir kurmay olarak anılmasını sağlayacak,Mustafa Kemal Bey'in askeri dehasının ortaya çıktığı bir savaş olacaktır.


Anafartalar Cephesi

Birinci Anafartalar Muharebesi
Her iki cephedeki kanlı çatışmalar ardından 1915 yılının Temmuz ayı sonlarında cepheler kilitlenmiş, çatışmalar mevzi harbine dönüşmüştü. Gelibolu Yarımadasında bir sonuç elde edebilmek için İngiliz General Sir Ian Hamilton, daha kuzeyde üçüncü bir cephe açmak gereği duymuştur. Burada amaç, sert direnme gösteren her iki cephedeki Osmanlı kuvvetlerinin geri hattına çıkarak kuşatmaktır. Hamilton, üçüncü cepheyi küçük ve büyük Kemikli burunları arasındaki Suvla kumsalına, takviye olarak gelen İngiliz 9. Kolordusu’nu çıkartarak açmıştır. 6 Ağustos 1915 tarihinde Suvla Koyu'na yapılan çıkartmayla Çanakkale Savaşı bu bölgeye kaymış, Arıburnu'ndaki Anzak Kolordusu ile Suvla çıkartma kuvvetleri, dolayısıyla bu iki cephe birleşmiştir. Gelibolu Yarımadası'nın Müttefik kuvvetlerce tahliyesine kadar asıl çatışmalar bu bölgede olmuş, Seddülbahir Cephesi, kayda değer bir çatışmaya sahne olmamıştır.

5-6 Ağustos gecesi başlayan çıkartma gün boyu sürmüştür. Suvla Ovası’na hakim ilk kademe sırtlardaki üç Osmanlı taburu, çıkartma birliklerinin ileri harekatını durdurmayı başarmıştır.

İngiliz 9. Kolordusu’nun genel bir taarruz için düzen alması, 8 Ağustos tarihini bulmuştur. Ertesi gün, 9 Ağustos 1915 günü şafakta iki İngiliz tümeni taarruz için ilerlemeye başladığı sırada Kurmay Albay Mustafa Kemal Bey’in de taarruzu başlamıştı. Osmanlı taarruzu, önlerindeki İngiliz kollarını atarak ilerlemiş, öğleden hemen sonra İngiliz 9. Kolordusu komutanı General Stopford, ihtiyatta tuttuğu tümeni ateş hattına sürerek sahilde tutunmayı ancak başarabilmiştir.

Birinci Anafartalar Savaşı’nın hemen ertesi günü, 10 Ağustos 1915 sabahı Mustafa Kemal, Kocaçimen Tepesi – Conk Bayırı hattında yeni bir taarruz yapmıştır. Albay Ali Rıza Bey komutasındaki 8. tümen ve 9. Tümen komutanı Yarbay Cemil Bey komutasındaki 9. Tümen’in taarruzlarıyla müttefik cephesi 500-1.000 metre geri atılmıştır.

Bu bölgedeki Osmanlı taarruzunun başladığı saatlerde daha kuzeyde, İngiliz 53. Tümen’i Yusufçuk Tepe ve daha kuzeydeki Küçük Anafartalar Tepesi yönünde taarruza geçmişti. Yoğun topçu ateşleri ardından dört kez yenilenen taarruzlar gün boyu sürmüş olup iki Osmanlı taburunun savunması, mevzileri korumayı başarmıştır.

Tekketepe Muharebesi
Son muharebeler sonunda Arıburnu Cephesi'nde Anzak kuvvetleri eski hatlarına çekilmiş, Anafartalar Cephesi'nde ise Suvla Ovası'nın sahil bandından kalmışlardı. Özellikle bu bölgede, hakim sırtlardaki Osmanlı mevzilerinin ateşi altında kalmakta idiler. Müttefik kuvvetler üst komutanı General Sır Ian Hamilton, bu sırtların en azından kuzey kesimini oluşturan Tekketepe yükseltilerinin bir an önce ele geçirilmesinin gerekliliğini bilmektedir. Bu amaçla sahile yeni çıkartılmış olan 54. Tümen ile bu sırtlara taarruz kararı vermiştir. Bu tümenin bir taburunca 12 Ağustos 1915 tarihinde girişilen, Tekketepe Muharebesi olarak bilinen taarruz, Osmanlı savunması önünde ağır kayba uğrayarak geri çekilmiştir.

Bu taarruzun başarısızlığı üzerine General Hamilton, taarruzu daha kuzeye kaydırarak 12. Tümen'i sağ yandan çevirmeyi amaçlayan bir taarruz planlamıştır. Bu taarruz Kireçtepe ve Kireçtepe sırtlarının işgal edilmesini amaçlamaktadır. Böylece 12. Tümen kanat kırarak Tekketepe'den çekilmek zorunda kalacak, savaşarak alınamayan bu yükselti, İngiliz kuvvetlerinin eline düşecektir.

Kireçtepe sırtları, Suvla Koyu'na çıkartma yapıldığı 6 Ağustos 1915 tarihinden itibaren Yüzbaşı Kadri Bey komutasındaki Gelibolu Jandarma Taburu tarafından tutulmaktadır. Üç tugaydan oluşan İngiliz birlikleri 15 Ağustos 1915 günü taarruza geçmiştir. Ağır kayıplara Yüzbaşı Kadri Bey'in ağır şekilde yaralanması da eklenince tabur geri çekilmiş, Kanlıtepe - Havantepe hattında yeniden mevzi almıştır. Akşam saatleri bölgeye ulaşan bir taburluk takviye ile karşı Osmanlı kuvvetleri karşı taarruza geçmiştir. Çatışmalar gece boyu sürmüş, 16 Ağustos sabahı bölgeye gelen Mustafa Kemal, taarruzu kendisi yönetmiştir. Kısa süre sonra İngiliz birlikleri eski hatlarına geri çekilmişlerdir.

Aynı gün, başarısız bulunan İngiliz 9. Kolordusu komutanı General Stopford ve iki tabur komutanı, General Hamilton tarafından görevden alınmıştır.

Hemen ardından Seddülbahir Cephesi’ndeki İngiliz 29. Tümeni Anafartalar Cephesi’ne aktarıldı. Mısır’da bulunan 5.000 kişilik bir tümen de aynı cepheye getirildi. Bu şekilde içerden ve dışardan takviye edilen Anafartalar Cephesi’ndeki kuvvetlerle genel bir taarruz planlandı. Müttefik taarruzu, Anafartalar Grup Komutanı Kurmay Albay Mustafa Kemal’in sorumluluk bölgesinde, 12. ve 7. Tümenlerin mevzilerine yönelmiştir.

İkinci Anafartalar Muharebesi
Bu kuvvetler 21 Ağustos 1915 sabahı İsmailoğlu ve Yusufçuk Tepelerine genel bir taarruza geçtiler. Aynı anda Anzak Kolordusu’na bağlı bir tugay da Bomba Tepe’ye taarruz etmiştir. İsmailoğlu ve Yusufçuk Tepeleri’ne yönelik taarruz aynı gün, kesin bir başarısızlıkla son bulmuştur. Bomba Tepe’deki çatışmalar ise 29 Ağustos tarihine kadar sürmüş tepe, Osmanlı savunmasının elinde kalmıştır.

Bomba Tepe taarruzu, Çanakkale Savaşı'nın, tahliyeye kadar ufak çaplı çatışmalar yaşanmış olsa da, son muharebesidir.


Tahliye
"W Beach" (Seddülbahir)Müttefiklerin Gelibolu Seferi'ne eklenen yeni takviyelerle üçüncü bir cephe açılmasına karşın kara harekatı Müttefikler açısından bir sonuç getirmemiş, Osmanlı kuvvetlerinin direnci karşısında cepheler yeniden kilitlenmiştir. Bulgaristan'ın 14 Ekim 1915 tarihinde İttifak Devletlerine katılmıştır. Almanya ile Osmanlı arasında Balkanlar üzerinden bir demiryolu hattı 29 Ekim tarihinde işlemeye başlamıştır.

Bu tarihten üç gün sonra General Ian Hamilton görevden alınarak yerine General Charles Monro atanmıştır. Monro cephede yaptığı incelemelerin ardından 3 Kasım 1915’de İngiliz Yüksek Savunma Konseyi’ne cephe hakkındaki görüşünü, “Gelibolu tahliye edilmelidir” şeklinde bildirmiştir. Bu kolay alınacak bir karar değildir. 6 Kasım 1915 günü İngiliz Savaş Bakanı Lord Kitchener Gelibolu’ya gelmiştir. 15 Kasım’da Lord Kitchener’in kararı Seddülbahir Cephesi dışındaki diğer iki cephedeki askerlerin tahliye edilmesi yönündedir. Ertesi gün 16 Kasım’da Müttefiklerin Selanik Cephesi de General Monro’ya bağlanmıştır. General Birdwood, General Monro’ya bağlı olmak üzere Çanakkale Müttefik Kuvvetleri Komutanlığı’na atandı.

Kesin karar 7 Aralık 1915 tarihinde verilmiştir. Arıburnu ve Anafartalar Cepheleri’ndeki Müttefik kuvvetler tahliye edilerek Selanik Cephesi’ne kaydırılmış, Seddülbahir Cephesi’ndeki kuvvetler ise yerlerinde kalmışlardır. Bu cephedeki kuvvetlerin tahliyesine 27 Aralık 1915 tarihinde karar verilmiştir. Tahliye işlemleri 9 Ocak 1916 sabahı tamamlanmıştır. Böylece Gelibolu Muharebeleri Osmanlı kuvvetlerinin zaferiyle sonuçlanmıştır.


Savaşın Sonuçları İngiltere ve Fransa ile Osmanlı ve Alman orduları arasında geçen ve iki taraftan toplam 500,000'den fazla insanın "kaybına" (ölüm, firar, esir, sakatlanma ve hastalıklar) neden olan savaşın ardından İtilaf Devletleri Çanakkale Boğazı'nı geçememiş, İstanbul'u işgal edememiştir. Pek çok tarihçi, Rusya'da zorda kalan çarlık rejimi devrilmesinde ve I. Dünya Savaşı 2 yıl uzamasında bu olayın önemli payı olduğu görüşündedirler.

Çanakkale Savaşı, müttefikleriyle Rusya'nın irtibatını önlemiş, bu arada Lenin ve yandaşları Bolşeviklerin Ekim Devrimi ile Rusya savaş dışı kalmıştır. Bu durum ihtilal Rusyası ile müttefiklerini birbirinden ayırmıştır. Sovyet Rusya Kurtuluş Savaşı yıllarında Ankara hükûmetine belirli ölçüde lojistik destek sağlamıştır.
Bu savaşlar, İngiliz ve Fransız kuvvetlerini Gelibolu Yarımadası'na bağlamış, Almanya ve müttefiklerinin yükleri hafiflemiştir.
Savaşta, çok sayıda eğitilmiş insan kaybedilmesi nedeniyle cumhuriyet döneminde eğitilmiş insan sıkıntısı çekilmiştir.
Karşılıklı olarak çok büyük insan ve malzeme zayiatı verilmiştir.
Mustafa Kemal bu savaşta Conkbayırı Anafartalar ve Arıburnun'da görev yapmıştır. Çıkartmanın ilk günü Conkbayırı'ndaki müdahalesi ve savaşın son aşamalarında üstlendiği görevler, Mustafa Kemal'in askeri yeteneklerini ortaya çıkarmış[kaynak belirtilmeli], "Anafartalar Kahramanı" olarak tanınmasını sağlamıştır. Bu durum daha sonraları Mustafa Kemal'in milli liderliğini ortaya çıkarmıştır.

Savaşın Sonrası ve Etkileri
Toplumsal Etkileri Çanakkale Savaşı, ilgili bütün ulusları derinden etkilemiştir. Avustralya ve Yeni Zelanda'da Anzak Günü adıyla her yıl düzenli bir seremoni tekrarlanır. Ayrıca Avustralyalı ve Yeni Zelandalılar o gün toplanarak Gelibolu Yarımadası'ndaki Anzakların (ANZAC: Australian and New Zealand Army Corps) çıkartma yaptıkları Anzak Koyu'na gelerek atalarının savaştıkları bu yeri ziyaret ederler.

Çanakkale Savaşı, en çok İtilaf Devletlerinin altındaki sömürgeleri, özellikle de Avustralya ve Yeni Zelanda'yı etkilemiştir. Bu savaştan önce bu iki ülkenin vatandaşları Britanya İmparatorluğu'nun yenilmez üstünlüğünden emindiler ve böyle bir imparatorluğun onları askeri seferlere çağrısından büyük onur duymuşlardı. Bir propaganda posterinde yer alan Anzak üniforması giymiş bir çocuğun "Baba, Büyük Savaş'ta sen ne yaptın?" sorusu onları şüphesiz etkilemiştir. Ancak Çanakkale Savaşı onların bu büyük güvenini derinden sarsmıştır. Anzaklar için Çanakkale Savaşı'nın önemi çok büyüktür, Çanakkale'den ayrılan Anzaklar savaşın başka cephelerinde savaşmaya gönderilmişler ve gittikleri her yeri Çanakkale'de yaşadıklarıyla karşılaştırmışlardır. Ülkelerine döndüklerinde kahraman gibi saygı görmüşler ve gözlerindeki Britanya İmparatorluğu'nun sonsuz gücü büyük bir yara almıştır. 1 Ocak 1901'de Avustralya Federasyonu kurulmuş, Avustralyalılar on yıllık bir süreçte seçme ve seçilme ile temsil edilme haklarını elde etmişlerdir. Böylece Britanya İmparatorluğu'nun altında bir Avustralya Devleti doğmuştur. Günümüz Avustralya tarihi böyle anlatsa da bu ülkenin gerçek psikolojik bağımsızlığı Gelibolu olarak görülür. Her yıl çıkartmanın yıldönümü olarak 25 Nisan'da Anzak Günü adıyla anma törenleri düzenlenir ve o gün Avustralya ile Yeni Zelanda'da ulusal tatildir.

Avustralya şu ana kadar resmi olarak sadece bir düşman kumandanını tanımıştır. Campbell'e yapılan bir anıtıyla bu kişi Mustafa Kemal Atatürk'tür. Yeni Zelanda için de bu durum aynıdır. Yeni Zelandalılar Wellington'un Tarakina Koyu'na Atatürk Memorial (NZ) adında bir anıt dikmişlerdir. Herhalde bir düşman kumandanına atfedilmiş bu anıtlar dünyada tektir[kaynak belirtilmeli], düşmanını bu derece sayan bir millet daha yoktur dünya üzerinde. Mustafa Kemal Atatürk'ün 1934 Anzak Kutlamaları sebebiyle gönderdiği mesaj da bu ülkeler arası dostluğu pekiştirmiştir:

"Bu Memleketin toprakları üstünde kanlarını döken kahramanlar! Burada dost bir vatanın toprağındasınız.
Huzur ve sükun içinde uyuyunuz. Sizler Mehmetçiklerle yanyana koyun koyunasınız.

Uzak diyarlardan evlatlarını harbe gönderen analar! Gözyaşlarınızı dindiriniz. Evlatlarınız bizim bağrımızdadır, huzur içindedirler ve huzur içinde rahat rahat uyuyacaklardır. Onlar bu toprakta canlarını verdikten sonra artık bizim evlatlarımız olmuşlardır."[kaynak belirtilmeli]


Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra İngiliz ve Fransız donanmalarının geri püskürtüldüğü 18 Mart, Çanakkale Şehitlerini Anma Günü olarak ilan edilmiştir.

Dünyada ise bu savaş, askeri beceriksizlik ve felaket sembolü olarak sayılmıştır. Eric Bolge tarafından yazılan savaş karşıtı şarkısı "And The Band Played Waltzing Matilda" bu savaşla ilgilidir.