8 Haziran 2004 Salı

Oyunun Sonu

Evde ayaklarımın dibinde kediye bile hoşgörüm yoktur. Okan ayağımın dibinde, nereye bassam, nereye girip çıksam o da benimle.
Hadi sokağa ;dedim. ;Bak, çocuklar ne güzel oynuyorlar. Giydireyim, sen de çık. Ama kapının önünden ayrılma. Anlaşıldı mı
Çocukların şansından güneşli ve ılımlı bir gün. Sokak trafiğe kapalı olduğundan beri,çocukların oyun bahçesine döndü.
Arada bir balkondan onlara bakıyordum. Hepsi kendini oyuna vermiş, deli gibi oynuyorlardı. Bizimkinin de onlara kaynaşmış olduğunu görmek beni mutlu ediyordu .
Üst kattaki Sevim hanımın gelişine sevindim; baya sıkılmıştım. Birer kahve içtik. Oğlundan şikayete başladı. Gergindi. Sinirleri bozulmuş, yüzü sap sarıydı. Kahveyi içerken ellerinin hala titrediğini görmem beni daha çok üzdü. Baba bir yandan, oğlan diğer yandan , kadını cendereye almışlar. Bu kadar da olmaz ki...
Sokaktaki çocuk seslerinin hepten kesildiğini fark edince, başımdan aşağıya kaynar sular döküldü bir anda . Okan aklıma geldi. Heyecanla balkona koştum ki, sokakta kimse kalmamıştı. Ayağımda terliklerle sokağa fırladım .Etrafa bakındım, kimseler yoktu. Dükkanlara sordum, kapıcılara, gelip geçene sordum. Kimseden bir cevap alamadım. Arkadaşlarıyla onların evlerine gitmiş olabilir mi, diye evlere sordum. Bir adam kucağına alıp şu tarafa doğru gittiler dedi evdeki arkadaşı.Bu kez daha da heyecanlandım. Kim, nereye, niçin? Gözlerimden akan yaşlara engel olamıyordum. Umutsuz olarak eve döndüm. Sonra hepimiz koyulduk aramaya. Her gördüğümüze soruyorduk. Komşu apartmanın kapıcısının karısı: Oradan geçmekte olan bir adam, tek başına duran bir çocukla önce konuştu sonra eline yapıştırdı ve gittiler. Ben ne bileyim, kendi çocuğudur sandım, dedi.
Ne tarafa gittiler? Nasıl bir adamdı
Orta yaşlı, zayıfça , kılıksız ,başı açık birisiydi
Caddeleri, sokakları, dükkanları, arkadaşlarını ; aramadığımız yer bırakmadık; yoktu, yoktu işte...Sonunda umut ışıklarımız sönük olarak evde toplandık. Bir çıkar yol arayışı içindeyken gözüm, kapının önündeki çam ağacına takıldı.Ağacın dibinde oturan ayakkabı boyacısını aradı gözlerim: Yoktu. Ama, boyacı sandığı yerinde, ağacın dibindeydi. Boyacı daima orada oturur, çocukları da tanırdı. Peki, şimdi neredeydi? Sanki bir ipucu yakalamıştık.Zaten kapıcının karısının tanımlaması da tahminimi destekliyordu. Boyacıyı bulmalıyız diye konuşurken, polise telefon etmemiz gerektiğini düşündük .Telefondaki ses şöyle diyordu:
Alo! Buyurun.Burası polis karakolu. Ben komiser. Sizi dinliyorum
Çocuğumuz kayıp Sizden yardım rica ediyoruz.
Adı Okan mı? Evet, evet Okan. Biliyor musunuz, nerde olduğunu Çocuğunuz burada. Gelmenizi bekliyoruz.
Polis karakolunun önünde ve Okan polisin kucağında. Çocuk bizi görünce, rüzgarın salladığı dallar gibi kollarını açarak kucağıma akıverdi.Polis,duvarın dibinde çömelmiş vaziyetteki adamı göstererek sordu:Tanıyor musunuz bu adamı? Çocuğu o getirdi buraya.Evet. Tanıyoruz. Bizim mahallenin boyacısıBoyacı bizi görünce ayağa kalktı, heyecanlandı.
Davacı mısınız? Diye sordu komiser.

Evet demiş bulundum. Bizi karakolun içine aldılar. Tutanak tutuldu, sorular soruldu. Boyacı:
Vallahi kötü niyetim yoktu. Bütün çocuklar dağılınca o tek başına kaldı. Kaybolur diye düşündüm. Ya da soysuzun biri alır götürür . Olmuyor mu böyle şeyler
Boyacıya , kızgın bir yüzle bakarak dedim ki:
Bahşiş almak için yaptın bu oyunu değil mi? Neden eve getirmedin. İşte o zaman bahşişi hak ederdin.
Sizin çocuğunuz olduğunu bilmiyordum
Komiser:
Ben savcılığa yazacağım. Artık mahkemede yargıca anlatırsın. Bu gecelik misafirimiz olacaksın. Son sözü savcı söyleyecek. Haydi buyur içeriye Nezarethaneye girerken yılışık bir tavır içinde benim boyacı sandığımı içeriye alıverin. Yarın ben gelince alırım sizden diyordu


08/Haz/04
Alsancak - İZMİR