Onlar köylerinde dört kardeşti; üçü oğlan biri kız. Kız evlenip gitti. Geçimlerini çiftçilikten sağlıyorlardı , bir miktar davarları da vardı . İş gücü yeterli olduğundan gelirleri de iyi sayılırdı.
Gün geldi oğlanlar evlendirildi. Aile kalabalıklaştı. Ne ekmek yetiyordu, ne de aş; ne ayakkabı ne de üstbaş. Buna karşın baba oğullarını gözünün önünden ayırmak niyetinde değildi ; görenek böyleydi. Oysa bu durumdan ne oğulları memnundu, ne de gelinleri.
Önce büyük kardeş Hasan baş kaldırdı. Üç çocuğu ve karısıyla aileden koptu. Karı koca başladılar kendi işlerinde çalışmaya. Hasanlar kendi gelirleriyle yaşayamayacaklarını çok geçmeden anladılar. Kendilerini kendi özgür iradeleriyle ittikleri derin sularda boğulmamanın yollarını aramaya koyuldular.
Yetersizlik ve başarısızlıklarını uzun süredir kafasında kurup duran Hasan bir akşam karısına der ki:
-Anlaşıldı artık bu köyde bize ne ekmek kaldı, ne hayat. Gidelim buradan. Bak ! Çocuklar da büyümekte. Nasıl olacak onların okul işleri ?
Düşündün mü?
-Hiç aklımdan çıkıyor mu sanıyorsun? Gidelim yavrularım için.
Hasan toplar çoluğunu çocuğunu, babasının, anasının ellerini öper, kardeşleriyle helalaşır, kente doğru yollara düşerler. Hasanın gidişine köyde üzülen olmaz Çünkü o köyde sevilen kimse değildi. O, köyün en ukala adamıydı. Her şeye karşıydı : babasına, akrabalarına, topluma hatta gelmiş geçmiş muhtarlara bile. Kimseyi sevmedi, kimse tarafından da sevilmedi.
Kente vardıklarında bir fabrikada gece bekçiliği buldu.
Ev ve iş bu iki önemli aşama aileyi çok sevindirdi ve mutlu etti Hasan ın keyfinden yanına varılmıyordu. Bir akşam karısıyla yaptığı bir sohbet sırasında der ki :
-İyi etmişiz köyden geldiğimize değil mi? Bak, ne güzel yaşantımız var...
-Helbet çok iyi ettik. Sen akıllı adamsın. Bir de huylarını düzeltebilsen.
-Şimdi gardaşlarımı düşünüyorum da acıyorum onlara. Çekilir mi köyün kahrı. Şimdiyedek ben babamın hatırına ses çıkarmadım. Ama sen de beni desteklemekle akıllılık ettin.
Hasan geceleri fabrikada kuş uçurtmaz. Anne evde onların hizmetinde, çocuklar ise büyüme sürecinde. Kent yaşamına uyum sağlamışlardı da annenin anlayamadığı bir şey vardı :
-Buraya geleli sanki aylar, yıllar kısalmış gibiydi. İhtiyaçlarımız gittikçe artıyor,masarıfımız yükseliyor, kazancımızın beti bereketi azalmış gibiydi diye kendi kendine fikir yürütüyordu. Diyordu ki kendi kendine:
-Artmayan tek şey Hasan ın aylığı. Patron onun bıyıklarına takmış. O yüzden Hasan ı sevmiyor, aylığına zam da yapmıyor.
Bir akşam Hasan , bıyık konusunu karısına açtığında kadın sinirlenerek:
-Kes diyorsa kesersin. Kökü sende değil mi, gene büyür. Yoksa o senin aylığını keser. Hangisi daha iyi.
-Ben bıyıklarımı kesmem.
-Kesmezsin, iyi de bak pahalılık geldi kapıya dayandı, naber! Senin kabadayılığın karnımızı doyuruyor mu?
-Pahalılığı ben mi yarattım. Sebep olanlar utansın. Ne yapalım elle gelen düğün bayram.
-Sen bu sözlerle gönlünü avut.
-Zammın bıyığa göre verildiği nerede görülmüş?
-Bana bak adam! Çık patronuna, dikine gitme. Yalvar yakar, iyilikle anlat, elini öp.
Karıkoca arasında tartışmalar sürüp giderken meydana gelen bir olay aileyi sırtından hançerler : Yangın. Gece iş yerinde çıkan ve etrafı sardıktan sonra fark edilen bir yangında bekçi erken görmemekle suçlanır ve bekçi hakkında soruşturma açılırken görevine de son verilir. İşten atılan Hasan'ın ailesinin üzüntü ve sıkıntısı kısa zamanda yokluk duvarına toslar. Hiçbir güvenlik kapısı bulunmayan Hasan ve ailesi bu krizi nasıl atlatacaklarını günlerce konuşup tartışırlar.
Biri der ki:
-Köydeki mallarımızı satalım.
-Satıp ne yapacağız?
-Burada bir ev alabilirsek sıkıntımız yarı yarıya azalır.
-Haklısın oturduğumuz bu evi bile alabiliriz.
Satarlar köyde ne varsa tarla tapan. Gecekonduda bir ev alırlar. Kendilerine göre. Sevinci dağları aşan kadının kendine güveni artar Ellerin evinden kurtuldum. Başımızı sokacak bir evimiz oldu ya... Bu kadarını veren Allah çoğunu da verir. Diye mırıldanır. Şimdi Hasan a bir iş bulmaya kalıyordu mutlulukları.
Baba her sabah çocuklarla beraber evden çıkar, çocuklar okula, o kahveye.Kahve işçi kahvesi. Tüm işsiz işçiler bu kahvede toplanırlar.İş verenler de bu kahveye gelir, seçer , alır götürür. Gözler kapıdan girecek işverende. Birisi girdi mi tüm işçiler etrafını sarar, gürültü ve yaygarayla . Ben ucuza giderim, Beni al, ben iyi çalışırım, beni götür ben yemek, çay istemem. Ben ustayım, O moruğu ne yapacaksın, ben gencim beni al gibi sözler uçuşur kahvenin salonunda, sigara dumanına karışarak. Sonra herkes oturur bir sandalyeye , gözler yeniden kapıda. Gün olur akşama kadar hiçbir iş veren arayıp sormaz. Hasan ın akşama kadar kahvede kıçının değmediği sandalya kalmaz , öfkesini sigaradan çıkarır.
Aç yatar tok kalkarlar. Çocuklar ders arasında birer gevrekle yatıştırırken açlıklarını, babanın simidi kahvede çaya eşlik eder. Ya anne!?
Böyle gitmeyeceğini gören anne, aldıkları kuzinede ekmeklerini kendisi yapmaya başlayınca, oldukça rahat bir nefes alırlar Oğlanlardan birinin askerliği gelince, kız da liseyi bitirince anlarlar, bunca hayırsız yılların su gibi, boş yere akıp gittiğini. Anne şunları söylemekten kendini alamaz: Bu vefasız yıllara boğazımızdan kesip verdik. Aldı götürdü, haciz memuru gibi, ne bulduysa. Peki, ya o bize ne verdi? Hasan gene bulduğu işe gidiyor. Sürekli bir işi yok. O da alıştı artık bu düzene. Ancak evde sıkıntılar büyümeye başlar. Büyüdükçe kıpırdamalar da başlar. Yeri gelince baba : Kira yok. Ekmeğe de para vermiyoruz. Daha ne istersiniz? Bunlar bir nimet. Kıymatını bilin. Demekten de geri kalmıyordu. Evcek hepsi gergin ve huzursuzdu. Temelde yatan neden ise parasızlıktı. Anne sitem ederek rahatlamak istiyor olsa da onu Tanrıdan gayri duyan var mıydı? Komşu hanımlarından biri dedi ki bir gün anneye :
-Kızın liseyi bitirdi. Maşallah kocaman oldu. Bu gün yarın hayırlı bir kısmeti çıkar. Çeyiz, nikah, düğün kolay mı?
Demek isterim ki:
-Kız evi bekler, sen işe git.Vallahi iş pek tatlı. Vergisi yok, algısı yok. Temiz para. Memurluktan iyi doğru söylüyorsun. Bana kalsa bu gün giderim. Ayıp değil, günah değil. İş iştir..
-Bi zorun mu var?
-Var ya. Bizimki dünyada izin vermez. Ben size bakamıyor muyum? Elalem karısına çocuklarına bakamamış demezler mi? Der.
Görüyoruz nasıl baktığını. Sırtında bi çuval odunla geldi geçen gün. Gücenme ama, bizde odunu eşeğe taşıttırırlar.
Söz komşulardan açıldığında anne fırsatı yakalar:
-Bitişiğimizdeki geldi bugün . Bana dedi ki, Bak, kızın liseyi bitirdi. Evi ona bırakta evlere temizlikçi olarak git, dedi.
-O orospu mu verdi bu aklı sana. O kendine baksın önce. Peki sen ne dedin?
-Gitsem iyi olur, elimiz rahatlar , dedim.
-Olmaz. Kadın çalışmaz. Bir kadının yeri evidir. Otur, oturduğun yerde. Ben sizleri aç mı, açık mı bıraktım?
-Bari kıza izin ver o çalışsın.
-Olmaz. Gadın kısmı dışarda çalışmaz.
-Köydeki kızlar kadınlar nohut yolmak için tarlalara nasıl gidiyorlar? Şimdi köyde olsaydık yollardın para için. Burada zengin mi olduk ?
-Bana köyü anlatma. Bu evin kadınlarına dışarıda çalışmak yok .
-Madem ki çalıştırmayacaktınız, niye okuttunuz beni? Öyleyse ben de evde oturmam.
-Ben değil, annen neden oldu okumana. Benim gibi cahil kalmasın, dedi.
Daha birkaç atışmadan sonra bu başkaldırışı sindiremeyen baba kızın üstüne yürür ve bir tokatla onu divanın üstüne yıkarken, devam eder öfkeli konuşmasına :
-Adam olmuş da bana baş kaldırıyor, eşşek sıpası, kırarım kemiklerini. Ne sanıyorsun kendini. Okumakla adam mı oldun? Anandan cesaret alıyorsun, değil mi
Anne adamı güçlükle yerine oturturken, kız ağlayarak kendini mutfağa atar. Bu yakışıksız olay ailede babnın otoritesinin de saygınlığının da sonunun başlangıcı olur. Ailenin hiçbir bireyi onun otoritesini artık tanımaz olur. Bu ortamda otorite anneye geçer. Çünkü o daha anlayışlı ve yapıcıdır. Olayları konuşarak, uzlaşarak, inandırarak çözmeyi yeğler. Anne kızının çalışmasından yana olduğu için komşuların yardımıyla bulunan işi kabul eder.
Bir gün kapı vurulur. Kız koşar açmaya, biri içerde öteki dışarıda anlamsız ifadelerle bakışırken, anne gelir , dışarıdakiyle sarılırlar birbirlerine coşkuyla. Kız şaşırır. Gelenin amcası olduğunu çıkartamaz birden. Anne kızına dönerek:
-Amcan Mevlut. Niye tanıyamadın, der.
Otururlar cümbür cemaat ( Hepsi birden ), saatlarca konuşup, hasret giderirler. Hasan biraz dert yanar:
-Olmadı bizim oğlan olmadı. Dileklerimin, özlemlerimin hiçbiri tutmadı. Kent yaşamı da kent insanı da kırsala benzemiyor. Bak işte görüyorsun halimizi...
-İşin yok mu ?
-Yok ya...
-Nasıl geçiniyorsunuz öyleyse?
-Bulduğum işe gidiyorum.
-Düzenli bir gelirin olmadı mı? Yenge, kız, oğlanlar bir işe girmedi mi?
-Biliyorsun, ben öteden beri kadınların dışarıda çalışmasına karşıyım. Şimdi kız girdi bir işe bakalım.
Mevlut amca anlatılanlardan ve gördüklerinden hayal kırıklığına uğrar. Sonra Amca onu sorgulamaya başlar. Amca ayağının birini altına alır, şapkasını çıkartır, tarağı berberden berbere gören saçlarını azat ettikten sonra başlar anlatmaya.
-Vallah, bizim oğlan , bizim o tarafta her şey yolunda Allaha şükür. Ben koyun sayısını babamın verdiği otuz dan yüze çıkarttım. Bu sıra mal ( Koyun ) çok iyi para ediyor. Arazi işine gelince, Toprak Kanununa göre tarla yeri verdiler. Otuz dekar çıktı mı dört yüz dekara. Traktör aldım, banka kredisiyle. Çocuklar dersen okuyor. Hamdolsun durumumuz çok iyi.
-Ya öteki delioğlan ne yapıyor? Toparlanabildi mi biraz?
-O da benden aşa değil. Beni geçti bile. Onun avradı çok tutumlu. Para gıymatını bilir.
-Eeee ! Söylemedin hangi rüzgar attı seni buraya?
-Vallah, Abi dedim ki, çalış çalış hayvan gibi. Sonu ne olacak.? Mal dersen var, para dersen var. Hadi bi Abimin halini hatırını sorayam, elini öpeyim deyip, çıkıp geldim, işte. Sizleri çok özlemiştim. Yeğenim beni tanıyamadı, çok onurum kırıldı
Amca bakar duruma, ev ev değil, yiyecek içecek ona göre. Konuk ağırlayacak durumları yok, ziyaretini yarıda keser. Onun heybesine doldurdukları selamlarla Amcayı yolcu ederler. Konukları gittikten sonra baş başa kalan baba ile anne bir kez daha geçmiş yılların muhasebesini yaparlar. Hesaplar hep açık, kapanacağa da benzemiyor.
Hasan der ki:
-Şu para denen kağıt parçası ne kadar güçlü. İnsanı insan eden o kağıt parçası. Paran varsa onurunda ,itibarın da aklın da var.
Kadın duramaz söylemeden:
-Ben sana ayrılmayalım köyümüzden dedim. Şimdi biz de onlar gibi zengin olurduk.
Zaman, anneyi haklı çıkardı. Ancak babanın zamanın gerçekleriyle bağdaşmayan fikirleri, duygusallığı, sabit fikirleri, yersiz onuru ailenin gidişatını başarısızlığa sürükledi. Bunlar anlaşıldıkça ailede anne ön plana çıkar. Çocuklar da açıkça annenin tarafını tutunca, baba büsbütün açmaza girer. Her şeyi onur ve prestij konusu yapmaya başlar. Fukaralığın azdırdığı ortamda hakaretlerin ve de kaba kuvvetin hesabı bilinmez. Her gün yeni bir tartışmanın yapıldığı bir döneme girilir. Bir keresinde baba , annenin üstüne yürüyüp, dövmeye kalkışınca, anne ötekilerle birlik olup, babayı hırpalarlar.
Bu çöküşü, alçalışı ve itibar kaybını onuruna yediremeyen baba, kavgalı
Bir günün akşamında, alır şapkasını, çarpar kapıyı ve gider.
Gidiş o gidiş...
27/HAZ./ 2004
URLA
İbrahim Karaca