11 Haziran 2004 Cuma

İçimdeki Ses

İş yerinde öğlen paydosunda telefon çalınca hep birlikte irkildik. Sevinç sokranarak açtı.
Alo !
Buyurun hanımefendi.
Sevinç hanımsınız, değil mi?
Telefondaki bir kadın sesiydi. O, Sevinci sesinden tanımış, Sevinç onu tanıyamamıştı.
Özür dilerim. Sesinizden bilemedim. Kiminle konuşuyorum
Kim olduğum, bırakın bana kalsın. Siz vereceğim habere bakın.
Buyurun, alayım haberinizi.
Sizin Akın var ya. O it, o serseri...
Bu sözler Sevinç i kurşunlanmaktan beter etti. Heyecanla tekrar ettirtti..
Akın mı dediniz? Ne olmuş ona? Ölmüç mü yoksa !
Keşke ölseydi. Bir pislik temizlenmiş olurdu. Dedi ve ekledi: EvleniyoR
Ne dediniz ! Evleniyor mu?
Hanımefendi siz kimsiniz? Bu haberinizin muhatabı kim, ben miyim? Niye beni karıştırıyorsunuz, bu işe.
Kızım ! Beni dinle. Haberi almak istemiyorsan, çöpe atıver. Korkma başka kimse sahip çıkmaz. Şaşkın kadın ! Adam şu anda evlendirme Dairesinde imza atıyor. Anladın mı şimdi.
Telefondaki kadın bizim o saatta Sevinç in yanında olduğumuzu bilerek telefon ediyor olmalıydı. Haber bomba gibi düştü ortamıza . Bilinmeyen kadın onikiden vurmuştu. Arkadaşlar paylarına düşeni almış olsalar da asıl vurulan ben oldum. Üzüldüm, yandım, tutuştum, kendimden geçtim.
Ona karşı bitmez, tükenmez sandığım sevgim, bir anda aynı şiddette bir nefrete dönmüştü. O anda ona her türlü kötülüğü yapabileceğim, hatta cinayete kadar varabilecek bir nefret uyanmıştı içimde. Oysa yapmadım. Soğuk
kanlılığımı korumak için irademle savaştım.
Evlendiği kız, Vesile adında, lise mezunu, 20-22 yaşlarında Kahraman Maraş kökenli, orta halli bir ailenin , işsiz, koca bekleyen kızıydı. Kızın belelı bir de abisi var. Adam çek senet mafyasından, içeri girmiş, çıkmış doğru dürüst bir mesleği ve işi olmayan birisi.
Vesile, Akın ile 6 ay aşk hayatı yaşadıktan sonra tutturur nikah diye. Akın ise çamura yatar. Kız bastırdıkça Akın, eskileri döker önüne. Zaten sen kız değildin ki...Kimlerle ne halt ettiysen, hesabını onlarla gör , deyince çileden çıkar. Konuyu Abisine açar. Abi bunu bir namus olayı olarak algılar. Bir gün Akın ı yalnız bulur ve tehdit eder. Ölüm korkusuyla Akın nikah sözü verir ve masaya otururlar.
Bir kadın oturuyordu salonun gerilerinde. Şık giyimli, siyah saçlı, beyaz tenli. Gözünde siyah gözlük vardı. İkide bir çantasını açıp kapatıyordu. Gergin bir hali vardı. Nikah töreni başlayınca kalktı ve içerdeki telefona gitti.

Şimdi benim yerime Vesile kocasıyla mutlu günler ( ! ) yaşarken, ben de sakin ve sade yaşantımı sürdürüyordum. Acılarımı bağrıma basmış, Cennetteki günlerim adıyla onunla çevirdiğimiz filmleri tekrar tekrar seyrettiğimde, halime bazan gülüyor, bazan hüzünleniyordum. Özlediklerim de olmuyor değildi.
Akın ın, Vesile ile evlenmesi, armızdaki ilişkileri bir daha canlanmamak üzere öldürmüştü.Hatta ben öldüğünden eminolmak için kendi beynimde onun ölüsüne üç kurşun da benden sıkmıştım. Nerden bileyim ben, onun dokuz canlı olduğunu...
Eski hesaplara dayanan bir nedenle, Akın ile bir telefon konuşması yapmak zorunda kalmıştım Keşke yapmasaydım ama, mecburdum. O, işte bunu fırsat bildi ve kullandı. Zaten onun istediği de buydu. Telefon konuşmaları bir süre sonra yüz yüze konuşmalara dönmez mi? Laf arasına sıkıştırdığı bir sözü durmadan tekrarlıyordu : Ben karımı değil, seni seviyorum. Onunla zaten zorunlu olarak evlendim. Ben seni seviyorum.

Nedense içime bir zamanlar ekilmiş tohumların çimlenme arzusunu durduramayacakmışım gibi garip bir his çöktü. Ne tuhaf değil mi? Soruyordum, kendi kendime: Hani yeminlerin, nikahı haber veren telefonu ne çabuk unuttun? Günlerce gözyaşı döken sen değil miydin? Aslında ben, onu isteyen, içimdeki o duyguya söz geçiremiyordum. O duygu, içimde beni ona tutsak etmek isteyen onun bir ajanıydı. İçimde eski sıcaklığını koruyan duygunun, yağmur bulutlarına kapılarak, bir daha yağmamak üzere, rüzgarlarla bilemediğim yerlere sürüklenip gidişini temelli gidiş sanmıştım. Oysa gitmemiş hiçbir yere; gideceği de yoktu. O anılarımı süpürüp çöplüğe atamazdım. Döner misin o eski günlere deseler hayır diyemezdim.

Günler haftaları, haftalar ayları kovalarken biz onunla, ara verdiğimiz günlerin eksiğini tamamlarcasına yeniden başladık , kaldığımız yerden. Doğrusu artık ben de eskisi gibi kaygılı değildim. Aşk ayıp ve günah bir duygu değil ki... Çevremdeki bakışlara, söylentilere önem vermiyordum, eskisi gibi. Toplum da alışıyor, zaten. İmam nikahlı evlilikleri hoş karşılayan aynı toplum değil mi? Katlandığım en derin acılar, aşkımı içimden çekip alamadı; Vesile bile...
Ne demişler: Biri yanılmayınca, biri kazanmaz.

11 / 06 / 04
URLA