Bir baştan gelirler,bir baştan giderler.Kuşlardan söz etmek istiyorum. İlk,yaz,sonbahar. Sessizce gelirler, geldikleri gibi giderler. Önce leylekler... Onların, ilk baharıda peşi sıra getirdiğine inanılır.
Mevsim boyunca barınaklı yerlerde yuva kurarlar. Yavruları olur;üreyip,çoğalırlar yılanlara,baykuşlara ve diğer yırtıcılara rahmen.
Kimileri insanı dost bilir; Güvercin, kumru, ebabil, serçe gibi kimilerinin insan oğluna güveni yoktur, uzak dururlar ondan. İnsan vahşidir onların katında. Kimi zaman bulut gibi geçerler,korku verirler.Bağlara bahçelere davetsiz konuk olurlar.
Onların kol saatleri yok ama, hiç yanılmıyan ve pil istemeyen vücut saatleri vardır. Doğa onlara uygun birerde vücut saati armağan etmiştir; hem de en iyi markadan.
Garip kuşları bilirsiniz değil mi?Onlar sıcak ülkelerde ev bark sahibi olmayanlardır.Yazlıkçı değildirlerdir,minik serçe gibi.
Saçaklarda buz sarkıtları sallanırken,karların üstünde hoplaya sıçraya bir lokma yiyecek ararlar.Pencerinize konarlar.Gagalarıyla cama vururlar,sevimli dilenciler.
Kar her yeri kaplayınca garip kuşlar yerleşim merkezlerine sokulurlar.Gerçi sayılıdır sıkıntılı günleri,kar kalkanda sıkıntıda kalkar
Bizim köy bir kuş cennetiydi bir zamanlar.Yeşillikler,su sesleri ve kuş cıvıltılarıyla başka bir dünya.Sanki çölde bir vaha orda,su yeşilliği yaratınca kuşlara kapıları açıldı ve onlar eli sapanlı kuş avcılarının hırslı,bilinçsiz ve de sadist duygularına armağan edildiler.
Çocuktuk, küçüktük, bilinçsizdik. Çevre korumayı ne okulda öğretmişlerdi ne de ailede. Ellerimizde sapanla pusu kurardık dut ağacını altında.Eceli gelen parlak,kara tüylü sığırcık çirkin sesiyle arkadaşlarını çağırırken,alttan yediği sapan taşıyla kendini yerde bulurdu. Sonra başka çocuklar, başka ağaçlar ve başka kuşlar.Bizce ne büyük bir başarıydı avlayabilmek,bir nevi yetnek ve beceri testiydi kendi özgüvenimiz açısından.
Akşamları keklik sürüleri suya inerdi, karşı bayırlardan ve hep bir ağızdan yükselen nağmelerle güneşin batışını kutsarlardı.Bir kartal sürüsü havada dört dönerdi, yerde bir fare, bir sürüngen hatta bir tavşan görebilmek için.
Siz akşam çayını ulu cevizin gölgesinde yudumlarken saka kuşu ile bülbül yarışırdı sizin hakemliğinizde en son nağmelerle. Gece baykuşun gizemli boğuk sesi köpek seslerine karışırdı. O karanlıkta projektör gibi parlak iri gözleriyle köyün fare ve yılanlarından sorumluydu.
Kendilerini görmeden ağaçkakanı, ibubuğu, tarla kuşunu, yırtıcı kuşları, kargayı, seçeyi seslerinden tanırdık. Hepsinin yuvalarını ve yumurtalarını bilirdik.
Neye yarar? Biz o bilgileri hayvani bir isteğimizi doyurma yolunda kullanırdık.
Bir gün hayalimde saydım da bizim köyde kaç tane kuş türü olduğunu, 30 tür idi..
Gün oldu devran değişti. Bizim köyün önce suyu azaldı.(Bilirsiniz bizim köy İç Anadolu!da bozkırdadır.) Son yıllarda bozkırda yağış azaldı. Sular da...Sonra bahçelerle yeşillikler izledi gerilemeyi. Sonra da kuş türlerinin sayısının 15’e inişini.
Doğru; devran değişti. Yer gök tarla oldu. Kırlar meralar sürüldü, ekildi. Ovanın yeşil rengi sarıya dönünce kuşlara hişşşt dedi bir yüce ses.Onlar da bu dünyada bize göre yer mi yok? Gideriz Dediler ve gittiler.
----------------------------------------------------------------------------------------
Karadeniz de yaşanan bir başka öykü: Adına bıldırcın avı demişler. Halt etmişler. Neresi av bunun? Bu düpedüz tuzağa düşürmek.Sonbaharda Kırım da ,Rusya da, Moldavya da, Ukrayna da havalar soğumaya başlayınca bıldırcınlar kafileler halinde güneye doğru yola çıkarlar. Çıkarlar çıkmasına da önlerinde kocaman bir denizin, Karadenizin varlığını bilmeden. Uzun bir uçuş yolu. Saatlerce kanat çırparak, yorgun ve aç. Mola veremezler, duramazlar, dinlenemezler, karınlarını doyuramazlar. Bir kara parçasına ulaşabilme umuduyla uçarlar da uçarlar. İlk hedef Karadeniz in güney kıyılarıdır. Gece ilk ışık bu kıyılardan göz kırpacaktır.
Yorgun ve aç bıldırcına o ışık bir umuttur.; umutla dalar ışığa, hayır fileye. Ve bu anı bekleyen hain avcı yere dökülenleri toplamayı yetiştiremez .
Buna bıldırcın avı diyorlarmış. Neresi av bunun?
------------------------------------------------------------------------------------------------
GAP da bir inceleme gezisindeyiz. Tarihe Mezopotamya olarak adını yazdıran kutsal topraklarda. Uçsuz bucaksız ovalarda susuzluğa, yaşamın olağan bir olayı gözüyle bakma alışkanlığına sahip köylülerle konuşuyoruz. Fakirlik, geri kalmışlık, çaresizlik, yağmurda ıslanmış giysiler gibi bedenlerini sarmış. Onlar için sorun önemini ç çoktan yitirmiş ; çünkü alışmışlar. Hastalıkların en umutsuzu alışmışlık Alışıldı mı bir kez, sorunlar sorun olmaktan çıkıyor.
Bir köy kahvesinin önündeyiz. Karşımda kırık bir iskemlede oturana yaşını soruyorum . Altmış beş diyor. Ben seksen beş tahmin etmiştim. Sonra neden ağaç dikmediklerini sordum.Köylerde , yollarda, kırlarda, tarlalarda, bahçelerde bir tek ağaç görmek mümkün değil.
Kendilerine soru yönelttiğim herkes sıkıldı. Bu sorunun sorulmasından. Cevap vermek istemediler, başlarını eğdiler. Altmış beşlik uyandı, uykudan uyanır gibi Doğrusunu ben söyleyeyim mi?” dedi. Başımı sallayarak onayladım, Söyle der gibi.
-Ağaç olursa kuş gelir.
Tüylerim diken diken oldu. Sordum ötekilere:
-Doğru mu
-Doğru dediler.
Bir genç doğruldu oturduğu yerden.:
-Evet çok acı. Kuşu yavrularımıza okulda resimlerden göstererek öğretiyorlar Dedi. Ve ilave etti:
-Bölgede kuşlar için barınacak ağaç ve yiyecek sebze, meyve bulunduğunda onlara musallat olurlar, varsayımına inanıldığını gördük, Güney Doğu da.
Kuşsuz bir ülke,
Ruhsuz insanlar diyarı olurmuş.
Ağaçsız ülke ise,
Saçsız bir kıza benzer.
-----------------------------------------------------------------------------------------
Urla nın yazlıklarından birinde bir adam, vaktiyle evinin bahçesine on adet selvi kavağı dikmiş. Gel zaman git zaman kavaklar öyle boy atmışlar ki, her biri 25-30 m olmuş.
Şimdilerde göçmen kuşlardan serçeye benzeyen bir kuş türü kiralamış bu kavakları; yalnız geceden geceye. Akşam olunca beşer onar gruplar halinde gelip geceyi bu ağaçlarda geçirirler. Kavak dallarında çoğalır, çoğalırlar.Kesin 500-1000 kuş 10 ağacın üstünde.. Güneş batmaya çok yakınken hepsi bir ağızdan ötüşürler, cıvıldaşırlar. Kuş sesleri çevreye yayılır İnsanlar ibadet eder gibi bir huşu içinde dinlerler kuş seslerini. Sonra güneş batar. Artık gelen olmaz. Bilirler ki güneş giderken onların kapılarını kapatmıştır, ertesi sabaha . kadar. Sabah güneş kapılarını yeniden açarken, sesler yeniden başlar. Yaşamın bir parçasıdır o coşkulu sesler.
Bu düzen böyle sürüp gider sanırdık. Ama, gitmezmiş.
Doğanın güzelliklerinden nasibini almamış insafsızın, bağnazın biri, kavaklara çok yakın bir yerde bir gazino açar. Gazinocu her akşam saat 22 de kuşlar uykudayken, havai fişeklerle reklam gösterisi yapar. Fişekler havada bomba gibi patlayınca, uykusundan sıçrayarak uyanan yüzlerce kuş, can havliyle kendilerini boşluğa atar. Bir kıskı balkonlara sığınır. Bilmedikleri yerlerde minik kalpleri pıt pıt atarken, dönebilenler çaresizlik içinde yeniden evlerine dönerler.
Revamıydı kuşlara yapılan bu işkence, bu zulüm? Korkarım bir gün gelir, kuşlar kendi haklarını korumayı öğrenirler. Dayanışmanın erdemini kavrarlar. Miting yaparlar, dernek kurarlar; insanlara ders verebilmek için.
Deprem yiyen kuşlar evlerine geri dönerler .depremi yemişlerdir ama, evleri yıkılmamıştır .
6.
sonunda o da oldu : evleri yok oldu
bir sabah dört genç adam geldiler. Kavakların dibine çömeldiler.birer sigara yaktılar kavakların sahipleriyle anlaşmışlardı.Yüksek yüksek ağaçlara baktılar sonra saptadılar yöntemlerini. Ev sahibi yoktu aralarında. Yüreği dayanamazmış,otuz yıl emek verdiği on leventtin devrilişine.
Gelenler çaldılar testereyi,vurdular baltayı,devirdiler leventleri yan yana.acımasızlar kurşuna dizdiler on Levendi.
Acısı yüreğime oturdu on Levendin.
Akşam olmuştu.Gelmeye başladı kuşlar.Heyhat ! Büyük bir düş kırıklığı.Artık ne kavaklar vardı ne de kuşların yuvaları.Yüzlerce kuş boşlukta döndüler durdular.
Sonunda,bin tane kuş, kavaklı evin çatısında,balkonun da,bahçesinde toplandılar.
Tatlı cıvıltılar yerine, Mozart ın Ölüm Marşını seslendirdiler.Evde bulunmayan ev sahibini uygarca protesto ettiler.Dört cellat adama lanet yağdırdılar.
Kuşlar insanlardan akıllı çıktılar.Silahlarını insanlığa karşı kullanmadılar.İnsanlığın erdemine olan inançlarını korudular.
Kuşlar,ertesi sabah utançlarından görünmemek için güneşten önce orayı terk ettiler. Belki de artık buralara gelmeyecekler,yeni kavaklar yetişmedikçe.
16/09/2004
URLA
İbrahim Karaca
Mevsim boyunca barınaklı yerlerde yuva kurarlar. Yavruları olur;üreyip,çoğalırlar yılanlara,baykuşlara ve diğer yırtıcılara rahmen.
Kimileri insanı dost bilir; Güvercin, kumru, ebabil, serçe gibi kimilerinin insan oğluna güveni yoktur, uzak dururlar ondan. İnsan vahşidir onların katında. Kimi zaman bulut gibi geçerler,korku verirler.Bağlara bahçelere davetsiz konuk olurlar.
Onların kol saatleri yok ama, hiç yanılmıyan ve pil istemeyen vücut saatleri vardır. Doğa onlara uygun birerde vücut saati armağan etmiştir; hem de en iyi markadan.
Garip kuşları bilirsiniz değil mi?Onlar sıcak ülkelerde ev bark sahibi olmayanlardır.Yazlıkçı değildirlerdir,minik serçe gibi.
Saçaklarda buz sarkıtları sallanırken,karların üstünde hoplaya sıçraya bir lokma yiyecek ararlar.Pencerinize konarlar.Gagalarıyla cama vururlar,sevimli dilenciler.
Kar her yeri kaplayınca garip kuşlar yerleşim merkezlerine sokulurlar.Gerçi sayılıdır sıkıntılı günleri,kar kalkanda sıkıntıda kalkar
Bizim köy bir kuş cennetiydi bir zamanlar.Yeşillikler,su sesleri ve kuş cıvıltılarıyla başka bir dünya.Sanki çölde bir vaha orda,su yeşilliği yaratınca kuşlara kapıları açıldı ve onlar eli sapanlı kuş avcılarının hırslı,bilinçsiz ve de sadist duygularına armağan edildiler.
Çocuktuk, küçüktük, bilinçsizdik. Çevre korumayı ne okulda öğretmişlerdi ne de ailede. Ellerimizde sapanla pusu kurardık dut ağacını altında.Eceli gelen parlak,kara tüylü sığırcık çirkin sesiyle arkadaşlarını çağırırken,alttan yediği sapan taşıyla kendini yerde bulurdu. Sonra başka çocuklar, başka ağaçlar ve başka kuşlar.Bizce ne büyük bir başarıydı avlayabilmek,bir nevi yetnek ve beceri testiydi kendi özgüvenimiz açısından.
Akşamları keklik sürüleri suya inerdi, karşı bayırlardan ve hep bir ağızdan yükselen nağmelerle güneşin batışını kutsarlardı.Bir kartal sürüsü havada dört dönerdi, yerde bir fare, bir sürüngen hatta bir tavşan görebilmek için.
Siz akşam çayını ulu cevizin gölgesinde yudumlarken saka kuşu ile bülbül yarışırdı sizin hakemliğinizde en son nağmelerle. Gece baykuşun gizemli boğuk sesi köpek seslerine karışırdı. O karanlıkta projektör gibi parlak iri gözleriyle köyün fare ve yılanlarından sorumluydu.
Kendilerini görmeden ağaçkakanı, ibubuğu, tarla kuşunu, yırtıcı kuşları, kargayı, seçeyi seslerinden tanırdık. Hepsinin yuvalarını ve yumurtalarını bilirdik.
Neye yarar? Biz o bilgileri hayvani bir isteğimizi doyurma yolunda kullanırdık.
Bir gün hayalimde saydım da bizim köyde kaç tane kuş türü olduğunu, 30 tür idi..
Gün oldu devran değişti. Bizim köyün önce suyu azaldı.(Bilirsiniz bizim köy İç Anadolu!da bozkırdadır.) Son yıllarda bozkırda yağış azaldı. Sular da...Sonra bahçelerle yeşillikler izledi gerilemeyi. Sonra da kuş türlerinin sayısının 15’e inişini.
Doğru; devran değişti. Yer gök tarla oldu. Kırlar meralar sürüldü, ekildi. Ovanın yeşil rengi sarıya dönünce kuşlara hişşşt dedi bir yüce ses.Onlar da bu dünyada bize göre yer mi yok? Gideriz Dediler ve gittiler.
----------------------------------------------------------------------------------------
Karadeniz de yaşanan bir başka öykü: Adına bıldırcın avı demişler. Halt etmişler. Neresi av bunun? Bu düpedüz tuzağa düşürmek.Sonbaharda Kırım da ,Rusya da, Moldavya da, Ukrayna da havalar soğumaya başlayınca bıldırcınlar kafileler halinde güneye doğru yola çıkarlar. Çıkarlar çıkmasına da önlerinde kocaman bir denizin, Karadenizin varlığını bilmeden. Uzun bir uçuş yolu. Saatlerce kanat çırparak, yorgun ve aç. Mola veremezler, duramazlar, dinlenemezler, karınlarını doyuramazlar. Bir kara parçasına ulaşabilme umuduyla uçarlar da uçarlar. İlk hedef Karadeniz in güney kıyılarıdır. Gece ilk ışık bu kıyılardan göz kırpacaktır.
Yorgun ve aç bıldırcına o ışık bir umuttur.; umutla dalar ışığa, hayır fileye. Ve bu anı bekleyen hain avcı yere dökülenleri toplamayı yetiştiremez .
Buna bıldırcın avı diyorlarmış. Neresi av bunun?
------------------------------------------------------------------------------------------------
GAP da bir inceleme gezisindeyiz. Tarihe Mezopotamya olarak adını yazdıran kutsal topraklarda. Uçsuz bucaksız ovalarda susuzluğa, yaşamın olağan bir olayı gözüyle bakma alışkanlığına sahip köylülerle konuşuyoruz. Fakirlik, geri kalmışlık, çaresizlik, yağmurda ıslanmış giysiler gibi bedenlerini sarmış. Onlar için sorun önemini ç çoktan yitirmiş ; çünkü alışmışlar. Hastalıkların en umutsuzu alışmışlık Alışıldı mı bir kez, sorunlar sorun olmaktan çıkıyor.
Bir köy kahvesinin önündeyiz. Karşımda kırık bir iskemlede oturana yaşını soruyorum . Altmış beş diyor. Ben seksen beş tahmin etmiştim. Sonra neden ağaç dikmediklerini sordum.Köylerde , yollarda, kırlarda, tarlalarda, bahçelerde bir tek ağaç görmek mümkün değil.
Kendilerine soru yönelttiğim herkes sıkıldı. Bu sorunun sorulmasından. Cevap vermek istemediler, başlarını eğdiler. Altmış beşlik uyandı, uykudan uyanır gibi Doğrusunu ben söyleyeyim mi?” dedi. Başımı sallayarak onayladım, Söyle der gibi.
-Ağaç olursa kuş gelir.
Tüylerim diken diken oldu. Sordum ötekilere:
-Doğru mu
-Doğru dediler.
Bir genç doğruldu oturduğu yerden.:
-Evet çok acı. Kuşu yavrularımıza okulda resimlerden göstererek öğretiyorlar Dedi. Ve ilave etti:
-Bölgede kuşlar için barınacak ağaç ve yiyecek sebze, meyve bulunduğunda onlara musallat olurlar, varsayımına inanıldığını gördük, Güney Doğu da.
Kuşsuz bir ülke,
Ruhsuz insanlar diyarı olurmuş.
Ağaçsız ülke ise,
Saçsız bir kıza benzer.
-----------------------------------------------------------------------------------------
Urla nın yazlıklarından birinde bir adam, vaktiyle evinin bahçesine on adet selvi kavağı dikmiş. Gel zaman git zaman kavaklar öyle boy atmışlar ki, her biri 25-30 m olmuş.
Şimdilerde göçmen kuşlardan serçeye benzeyen bir kuş türü kiralamış bu kavakları; yalnız geceden geceye. Akşam olunca beşer onar gruplar halinde gelip geceyi bu ağaçlarda geçirirler. Kavak dallarında çoğalır, çoğalırlar.Kesin 500-1000 kuş 10 ağacın üstünde.. Güneş batmaya çok yakınken hepsi bir ağızdan ötüşürler, cıvıldaşırlar. Kuş sesleri çevreye yayılır İnsanlar ibadet eder gibi bir huşu içinde dinlerler kuş seslerini. Sonra güneş batar. Artık gelen olmaz. Bilirler ki güneş giderken onların kapılarını kapatmıştır, ertesi sabaha . kadar. Sabah güneş kapılarını yeniden açarken, sesler yeniden başlar. Yaşamın bir parçasıdır o coşkulu sesler.
Bu düzen böyle sürüp gider sanırdık. Ama, gitmezmiş.
Doğanın güzelliklerinden nasibini almamış insafsızın, bağnazın biri, kavaklara çok yakın bir yerde bir gazino açar. Gazinocu her akşam saat 22 de kuşlar uykudayken, havai fişeklerle reklam gösterisi yapar. Fişekler havada bomba gibi patlayınca, uykusundan sıçrayarak uyanan yüzlerce kuş, can havliyle kendilerini boşluğa atar. Bir kıskı balkonlara sığınır. Bilmedikleri yerlerde minik kalpleri pıt pıt atarken, dönebilenler çaresizlik içinde yeniden evlerine dönerler.
Revamıydı kuşlara yapılan bu işkence, bu zulüm? Korkarım bir gün gelir, kuşlar kendi haklarını korumayı öğrenirler. Dayanışmanın erdemini kavrarlar. Miting yaparlar, dernek kurarlar; insanlara ders verebilmek için.
Deprem yiyen kuşlar evlerine geri dönerler .depremi yemişlerdir ama, evleri yıkılmamıştır .
6.
sonunda o da oldu : evleri yok oldu
bir sabah dört genç adam geldiler. Kavakların dibine çömeldiler.birer sigara yaktılar kavakların sahipleriyle anlaşmışlardı.Yüksek yüksek ağaçlara baktılar sonra saptadılar yöntemlerini. Ev sahibi yoktu aralarında. Yüreği dayanamazmış,otuz yıl emek verdiği on leventtin devrilişine.
Gelenler çaldılar testereyi,vurdular baltayı,devirdiler leventleri yan yana.acımasızlar kurşuna dizdiler on Levendi.
Acısı yüreğime oturdu on Levendin.
Akşam olmuştu.Gelmeye başladı kuşlar.Heyhat ! Büyük bir düş kırıklığı.Artık ne kavaklar vardı ne de kuşların yuvaları.Yüzlerce kuş boşlukta döndüler durdular.
Sonunda,bin tane kuş, kavaklı evin çatısında,balkonun da,bahçesinde toplandılar.
Tatlı cıvıltılar yerine, Mozart ın Ölüm Marşını seslendirdiler.Evde bulunmayan ev sahibini uygarca protesto ettiler.Dört cellat adama lanet yağdırdılar.
Kuşlar insanlardan akıllı çıktılar.Silahlarını insanlığa karşı kullanmadılar.İnsanlığın erdemine olan inançlarını korudular.
Kuşlar,ertesi sabah utançlarından görünmemek için güneşten önce orayı terk ettiler. Belki de artık buralara gelmeyecekler,yeni kavaklar yetişmedikçe.
16/09/2004
URLA
İbrahim Karaca