28 Eylül 2008 Pazar

Karaca Ahmet Sultan

Karaca Ahmet, Horasanlı bir Türkmen Beyi'nin oğludur. İlk yazılı kaynak miladi 1371'de tanzim edilen bir vakfiye senedinde adı "Süleyman Horosani oğlu Karacaahmet" diye geçmektedir.
Karaca Ahmet, Hacı Bektaş Veli’nin yanında dervişlik hizmeti yaptı. Üsküdar sınırları içinde, Gündoğumu Caddesi ile Nuhkuyusu Caddesi'nin birleştiği köşede "Karacaahmet Sultan Dergahı" ve türbesi vardır. Türbe Sultan Süleyman'ın eşi Gülfem Hatun tarfından yaptırıldı.

İlk olarak İstanbul’un Araplar tarafından kuşatılması sırasında şehit olan askerlerin Karacaahmet mezarlığı denilen yere gömüldüğü sanılmaktadır. İstanbul Anadolu yakası Karacaahmet mezarlığı adını, İstanbul’a Hacı Bektaş-ı Veli tarafından İslam dinini yaymak üzere gönderilen Karaca Ahmet Sultan’dan alır.

Kaynakların belirttiğine göre Karacaahmet Sultan,Horasanlı bir Türkmen Beyinin oğludur. Gençliğinde psikiyatri dalında öğrenim görmüştür. Daha sonra ruh doktoru olmuş Anadolu'ya geldiğinde hem ruh doktorluğu yapmış , hem de bir Alp Eren olarak Hacı Bektaşi Veli saflarında hizmet vermiştir.

Saruhanoğulları zamanında Manisa'dan Miladi 1371 de tanzim edilen bir vakfiye senedinde (Süleyman Horosani oğlu Karacaahmet) diye adı geçmektedir. Buna göre babasının adı Süleyman anasının adı ise Sultan Ana dır. Annesi ve babası, Eşme`nin Karacaahmet köyündeki türbede defnedilmişlerdir.

Karacaahmet Sultan'ın bilinen çocuklarından Hıdır Abdal Sultan, Erzincan'ın Ocak köyünde, diğer oğlu Eşref sultan ise Eşme'nin Karacaahmet köyündeki türbede defnedilmişlerdir. Horasan Erenleri'nden olan Karacaahmet Sultan 13.yy ortalarına yakın bir zamanda Moğol zulmünden kurtulmak için Anadolu'ya göç etmiş ve bu göçü de büyük Türk kafileleriyle olmuştur. Karacaahmet Sultan'ın Kan Abdal (Gani) ve 'Kamber Abdal' isimli iki oğlu daha vardır.


Karacaahmet Sultan'ın Dergahı
Üsküdar sınırları içinde Selimiye Kışlası'nın üst tarafında Gündoğumu Caddesi ile Nuhkuyusu Caddesi'nin birleştiği köşede Karacaahmet Sultan Dergahı ve türbesi yer alır.

Karacaahmet Sultan Dergahı, Şahkulu Sultan Dergahı gibi köklü ve eski bir dergahtır. Asıl merkezi İstanbul- Üsküdar olan bu dergahta uzun süre hizmet veren Karacaahmet Sultan, hakka yürüyünce, naaş, dergahın bulunduğu yerde toprağa verilmiştir. Karacaahmet Sultan'ın Türbesi'ni, yıllar sonra Kanuni Sultan Süleyman'ın eşi Gülfem Hatun yaptırmıştır.


Denilmektedir ki , bir gece rüyasında Karacaahmet Sultan'ı gören Gülfem Hatun uyandığında, gördüğü rüyasını etkisiyle sabahın erken saatinde Üsküdar'a kadar giderek üstü açık bulunan türbeyi görmüş ve yazdırdığı bir fermanla türbenin üstüne bir tavan yaptırmıştır. Türbenin içine de Karacaahmet Sultan'ın sancağını , deve tüyünden örülmüş hırkasını ve tespihlerini koydurmuştur. Zamanla türbenin etrafı da mezarlara la dolmuş ve büyük bir hazire olmuştur. Daha sonraki yılarda bu çerçevede kurulan hazireye kendi adı verilmiştir.

Karacaahmet Sultan, hakka yürüdükten sonra, türbesi ve kurduğu dergahı, bu işlevini yürütmeye devam etmiştir. Geçmişte olduğu gibi günümüzde de kurbanlar kesilmekte, lokmalar verilmekte ve cemler yapılmaktadır.

Akan zaman içinde etrafında yapılan mezarlarla büyük bir hazire oluşmuş ve bu hazirenin içinde ' Hasırcı Baba' ile 'Asuman Dede' gibi pek çok ünlünün ve ermişin mezarları da vardır. Türbenin dış kapısından içeri girildiğinde 2.5 metre eninde, 8 metre boyunda bir koridor ve koridorun sonunda türbe kapısı görünmektedir. Bu kapı gündüzleri sürekli açıktır. Dış kapının yanından türbenin içi görülebilir konumdadır.

Geniş ve uzun bir koridordan sonra türbeye girilir. Ortalama 40 metre kare dolayında olan türbenin doğu cephesinde üç ve güney cephesinde de dört adet olmak üzere yedi büyük pencere İslam'i tarzda mimari özelliğe sahip olup üstleri yarım daire biçimindedir. Tavan kısmı kubbeli olup, ortasında büyük ve renkli bir avize sarkıtılmıştır. Kuzey cephesindeki duvar kısmı, pencereler, altın renkli yaldızlı boya ile boyanmıştır.

Orta yerdeki büyükçe sanduka, yeşil renkli çuha ile kaplanmış ve duvarlar da yağlı boya ile yeşile boyanmıştır. Duvarların alt kısımları beyaz mermer lambrilerle kaplanmış olup, zemin kısmı halılarla döşenmiştir. Sanduka, sarı pirinç çubuklarla kafes içine alınmış olup köşelere de ve yanlarda iri tespihler bağlanarak sarkıtılmıştır.

Doğu cephesi pencerelerinin iki başında altışar ampullü , ayaklı aplikler süslemektedir. Giriş kısmının sağında bir pencere koridora bakarken, solunda da duvar dibinde demirli bir camekan içinde Karacaahmet Sultan'ın deve yününden örülmüş hırkası ve uzunca iri 99'luk tespihi asılıdır. Camekanın hemen yanından uzunca bir dolap içinde o zamanlardan kalma sarkaçlı eski bir saat ve eski yazılı bir manzum bir tablo bulunmaktadır.

Karaca Ahmet Sultan'ın Yaşamı, Çocukları ve Atı
Karacaahmet Sultan hakkında bir kısım yazar ve araştırmacı, birbirinden farklı bilgiler vermektedir. Yazar Aysel Okan, Karacaahmet Sultan'ın Arabistan`dan geldiğini ifade ederken pek çok araştırmacı da Horasan'dan geldiğini ve bir Türkmen Bey'inin oğlu olduğunu belirtilmektedir. Doğrusuda budur. Çünkü Karacaahmet Sultan tam bir Türkmen asilzadesi ve Alp Eren'dir.

Karacaahmet Sultan , Anadolu Selçuklu Devleti'nde dağılış döneminde Hristiyan misyonerlerin Ege Bölgesi'ndeki propagandalarına karşı çıkan Hacı Bektaşi Veli ve Alp Erenler ile birlikte Manisa, Akhisar, Aydın ve Afyon dolaylarında başarılı çalışmalarda bulunmuştur. Bursa dan Üsküdar'a kadar olan yerlerin alındığı yıllarda (Miladi 1329), önce Merdivenköy'de biraz kaldıktan sonra Üsküdar'a geçerek şimdiki yerde dergahını kurmuştur.

Karacaahmet Sultan, bir fikir adamıdır. Zor günlerdeki bunalımlı insanların kurtarıcısı, iyi bir psikiyatrist hekim olarak toplumun karşısına çıkar. Bu doğrultuda ilden ile , köyden köye giderek halkın hizmetine koşmuş, acılara, merhem, karanlıklara ışık olmuştur.

Karacaahmet Sultan, Anadolu'da ilk kez Manisa dolaylarında bulunmuş, o bölgede Saruhan Beyliği'nin hizmetinde bir hekim Alp eren olarak çalışmıştır. Horoz köyünde ilk dergahını kurmuştur. Çalışmalarını burada yoğunlaşması nedeniyle Saruhan Beyi'nin taktirlerini kazanmış ve bu nedenle bu köy, Karacaahmet Sultan'a vakfedilmiştir. Çevredeki insanlar, uzun süre bu dergahta eğitimden geçirilmişler ve özellikle bunalımlı insanlar , burada şifa bulmuşlardır.
Manisa- Akhisar - Aydın yöreleri , birbirine çok yakın olduğundan Karacaahmet Sultan'ı aynı zamanda Akhisar ve Aydın da da görmekteyiz. Buralarda da kendisine vakfedilmiş köyler ve bu köylerde kurulmuş dergahları olmuştur.

Karacaahmet Sultan'ın Ege deki etkin faaliyetleri karşısında Hiristiyan misyonerler hiçbir şey yapamaz duruma gelmiştir, bu ulu kişinin etkin gücü karşısında atıl duruma düşmüşlerdir.
Karacaahmet Sultan bir dava adamıdır. Bu dava, Ebul Vefa'dan, Kargı Dede'den , Baba İlyas'dan , Hacı Bektaşi Veli'den , tüm Horasan ve Rum Erenler'ine intikal eden büyük bir davadır. Bu dava, Anadolu `da 72 milleti alevi kültürü etrafında birleştirme davasıdır.

Davanın özüne baktığımızda, insan olabilmek, insanca yaşamak, paylaşmak ve gelecek kuşaklara ışık olabilmektir. Yetmiş iki milleti bir gözle görebilmek, barışı -sevgiyi-kardeşliği egemen kılmak, sevgi bağlarına dayalı köklü bir ahlak sistemini kurmak , bu davanın temel felsefesidir. Karacaahmet Sultan gibi tüm erenler , bu doğrultuda emek harcamışlar, bu tür hizmetlerde insanlık uğruna tarihin altın sayfalarına geçmişlerdir.

Hacı Bektaşi Veli gibi her ulu kişinin yaşamına uyarlanmış mitolojik öyküler vardır. Bu tür öyküler , bu uluların somut ve gerçek kişiliklerini manevi dünyalarıyla pekiştirerek kendilerini yüceltmek için söylenir. Karacaahmet Sultan'ın bulunduğu erenler, bir arada zikir ederlerken, bu ermişlerin içinde olan Karacaahmet Sultan'ın kız kardeşi Kadıncık Ana(Fatma Nuriye Bacı), kendisinden geçmişçesine birden ayağa fırlayarak:
-Kalkın , kalkın ey erenler, memlekete sizden ulu sizden ulu eren geldi
Toplu halde olan erenler:
-Bu memlekete bizden ulu eren mi gelir?
diyerek şaşırmışlardır.Onlardan ulu veli, yokmuş ki memlekette. 'Öyle şey olur mu?' diyecek olmuşlar. Gene aldıkları cevap 'Evet var , çünkü geldi.' Olmuş.

Kimmiş kendilerinden ulu Veli acaba ? Düşünmüşler, taşınmışlar nafile. Kimseyi bulamamışlar. İşte o zaman Karacaahmet Sultan gönül gözüyle gözetlemiş. Sulucakarahöyük de bir karataşın üstünde ak güvercin görmüş. Karacaahmet Sultan, o an yanındaki Hacı Tuğrul 'a seslenmiş' Tez elden bir şahin ol, Sulucakarahöyük köyüne var. Orada Karataş 'ın üzerindeki ak güvercini getir buraya' demiş. Hacı Tuğrul, istendiğinden de çabuk bir zamanda bir şahin olup uçmuş Karahöyük'e. Bakmış bir ak güvercin orada duruyor. Hemen gitmiş yanına , hırsla boğazından yakalamış. 'Hadi bakalım , düş önüme' demiş. Ak güvercin bir silkinmiş, 'Ne yapıyorsun sen' diye cevap vermiş, 'Er olan ere hışımla gelmez. Ben mazlum donunda geldim Ben barış , dostluk ve sevgi için geldim. Erenlere söyle, yanımda olsunlar.' Hacı Tuğrul itiraz etmiş 'Ama sen bir kişisin kolayca gelirsin bizim memlekete' demiş. Hünkar gene olmaz demiş. Hacı Tuğrul , dönüp gitmiş Başından geçenleri anlatmış bir bir erenlere. Ak güvercin kendilerinin yanına gelmeyeceğini söylemiş. Canı sıkılmış, sıkılmış ama gene 'Gönül isterse' demekten kendilerini alamamışlar. Dizilmişler yola. Seyyid Mahmut Hayrani bir arslanın sırtına binmiş elline de yılandan bir kamçı, varmış Sulucakarahöyük 'e, Hacı Bektaş'ın yanına.

Hacı Bektaş Veli bakmış ki karşısında, altında arslan, elinde ejderha, Seyyid Mahmut Hayrani geliyor. O da duvara binmiş ve yürü demiş duvara. Duvar yürümeye başlamış.'Marifet, cansızı yürütmektir, canlıyı değil' deyince, Seyyid Mahmut Hayrani , Hünkarı takdir ederek özür dilemiş. Bu mitolojik öykü ile bir araya gelen bu ulu ermişler, yaptıkları ortak bir toplantıda Anadolu'nun kurtuluşu için görev bölüşümü yaparlar. Karacaahmet Sultan'a da Ege Bölgesi verilir. Bundan ötürüdür ki, Karacaahmet Sultan'ı o günden beri Manisa, Akhisar, Aydın dolaylarında görmekteyiz. Tarihler böyle yazar Karacaahmet Sultanı.

Araştırmacı Şevket Gürel anlatıyor. Karca Ahmet Sultan Horasan Türk Beylerinden birinin oğludur. Anadolu`ya gelişinde önce Manisa , Horoz köyün yerleşip , Saruhan Beyi'ne yardımcı olmuş, onu ordusuna hem tabip hem de akıncı olarak görev yapmıştır.

Karacaahmet Sultan'ın babasının adını, Saruhan Beyi İshak Çelebi' nin vakfiyesinde 'Süleyman Horasani olarak göstermektedir' Karacaahmet Sultan daha sonraları, yukarıda belirtildiği şekilde Hacı Bektaş Veli'nin istemi doğrultusunda Afyon taraflarına geçmiş , oranın kazanılmasında başarılı görevler yapmıştır.

Hacı Bektaş Veli, Anadolu'ya geldiğinde, mana aleminde Rum Erenleri'ne seslendi. Bu sırada Anadolu'da elli yedi bin eren görevdeydi. Anadolu'nun gözcüsü de Karacaahmet Sultan idi.
Daha sonraları Karacaahmet Sultan, Hacı Bektaş Veli ile buluşup, onun yandaşları olan Abdal Musa, Abdal Murat, Geyikli Baba, Barak Baba, Karadonllu Can Baba, Seyyid ali Sultan, Koluaçık Hacım Sultan, Sarı Saltuk Sultan, Taptuk Emre, Ahi Evren gibi pek çok erenle tanışmış, görüşmüş ve aralarında görev bölüşümü yapmışlardır.

Hacı Bektaş Veli'nin, Karacaahmet Sultana: 'Karacam, sen oraların Türk topraklarına katılmasına çalışmakla görevlendirildin' dediği söylenilmektedir.

Hacı Bektaş Veli yukarıda adları sayılan Horasan Erenlerini örgütlemiş ve aralarında yaptığı görev bölüşümünde: Abdal Musa'yı önce Bursa'ya, sonra Antalya yöresine, Karacaahmet Sultanı da Manisa'ya göndermiştir. Bu kutsal görevi alan Karacaahmet Sultan, daha sonraları Akhisar, Aydın ve Afyon dan İstanbul / Anadolu yakasına geçmiştir.

Karacaahmet Sultan Üsküdar'a geçmeden önce Afyon taraflarında iken başarılı çalışmalar gözden kaçmamış olacak ki Hacı Bektaş Veli kendisine ' Karacam, bir yerde mekanını olsun yedi yerde çera-ğın yansın ' demiştir. Karacaahmet Sultanın yedi yerde türbesi (makamı ) olduğu söylenir. Bu yerler sırası ile şöyledir:
1. Manisa`da Horoz köyü
2. Akhisar`da Karaca Köyü
3. Aydın4. Afyon / İhsaniye ilçesi Karacaahmet Kasabası
5. Üsküdar`da Karacaahmet Türbesi
6. Bulgaristan
7. Yugoslavya- İstip Kenti..

Karacaahmet Sultan'ın Afyon İhsaniye ilçesindeki Karacaahmet köyünde büyükçe bir binanın içinde türbesi ve etrafında yer alan askerlerin lahitleri bulumaktadır. Bu bina toprak damlı olup, her gün pek çok ziyaretçi tarafından ziyaret edilmektedir.

Makamının bulunduğu bina içinde kendisinin yeşil örtülerle kaplanmış ve sanduka ile etrafında otuzu aşkın lahit bulunmaktadır. Burada boş olan yerlerde serili yataklar içinde hastalar yatmaktadır. Değişik yörelerden ve illerden gelen bu insanlar, hastalarını battaniyelere sardırarak günlerce şifa beklemektedirler.

İnsanlara şifa bulmak için gelip, burayı bir tedavi merkezi olarak kullanmalarının, önemli bir geçmişi vardır. Anlatılanlara göre Karacaahmet Sultan, Anadolu`ya geldiğinde yandaşlarıyla bu konaklamışlar. Konaklamanın hemen arkasından oranın beyi, bu yerde kurulu çadırları görünce, kahyasını oraya göndererek :`Git, gör bakalım. Şu karşıda çadır kuranlar kimlerdir? Ne yapıyorlar orada? Bunların hayvanları var mıdır? İyice sor da, öğren, gel.`demiş. Kahya gidip, soruşturmuş, öğrendiklerini dönüşünde beyine şöyle anlatmıştır:

-Ağam gidip bunların her şeylerini öğrendim. Bunların atları da, koyunları da, kuzuları da var. Büyükleri su kenarında, söğüt ağacına uzanmış, elma koparıyor. Söğüt ağacından, ilkbahar mevsiminde elma nasıl koparılır?
diye sorduğumda , Karacaahmet Sultan gülerek:
-Elimiz boş gidecek değiliz ya beyinizin yanına. Yanımıza birkaç hediye alalım
dedi. Şimdi kendileri birazdan yanınıza gelecekler.

Olanları kahyasını ağzından dinleyen bey önce korkmuş, sonra Karacaahmet Sultan adamları ile gelip bey ile buluştuğunda, beyin hasta kızı Karacaahmet Sultan'ı görünce, birden bire sesini kesmiş ve kendine gelivermiş. Bey önce gözlerine inanamamış, sonra da Karacaahmet Sultan'ın ellerine sarılarak ,
-Aman Sultanım, sen kimsin, nerelisin? diye sormuş.
-Adım Karacaahmet. Horasan Erenlerindenim.
- Kızıma himmet eyle. Hastaydı. Şimdiye kadar derdine bir derman bulamadık. Seni görünce sustu, kendine geldi. Onu kurtarınız.

Bu yalvarış karşısında hayır diyemeyen Karacaahmet Sultan da kendisine bağışlanan bu yerde bir süre kalıp, akıl hastaları için bir tedavi merkezini kurmuştur. Gün bu gündür, 700 yıldan beri bu yerler ve bu köy, bir şifa beklentisi ile dolup taşmaktadır.

Karacaahmet Sultan bir süre sonra Miladi 1329 yılında İstanbul taraflarına geçer. Artık Hacı Bektaş Veli yoktur. Hakka yürümüştür. Ancak, o ulu kişi adına Hacı Bektaş Dergahı'nın hizmetlerini Seyit Ali Sultan yapmaktadır. Anadolu'da yer alan Bektaşi Dergahlarına buradan ışık saçmaktadır.

Yıl 1329. Bursa 1326 yılında alınmasının üstünden üç yıl geçmiştir. Bu üç yıl içinde Gemlik, Orhangazi, Yalova , Gölcük, İzmit alınmış ve İstanbul'un Anadolu yakasına geçilmiştir. Son olarak 29 Haziran 1329 yılında Pelekanon (Maltepe) denilen yerde Bizanslılar ile Osmanlılar arasında Pelekanon savaşı olmuş, Andronikos yenilmiş ve Merdivenköy de yapılan antlaşmaya göre Üsküdar'a kadar olan yerler Osmanlılara bırakılmış ve Merdivenköy deki av köşkü ve dolayları Ahiler'e bırakılarak başlarına ahi Ahmet getirilmiştir. Böylece 1390 yılında Bektaşi'lere geçen Dergah önceleri Ahi Dergahı olarak kullanılmıştır.

Kaynaklarda belirtildiğine göre Karacaahmet Sultan bir süre burada kalmış, daha sonra Üsküdar'a giderek şimdiki türbesinin bulunduğu yerde dergahını kurmuştur. Sağlığı döneminde burada aynı zamanda psikolojik rahatsızlıkları olan insanları sağlığına kavuşturmuştur. Hacı Bektaş Veli Felsefesi doğrultusunda kurduğu dergahında inançsal ve sosyal hizmetler vermiş, çoğu zamanda bu dergahın bir nevi tedavi merkezi olmuştur. Pek çok ruh hastası Manisa, Akhisar, Afyon ve Üsküdar gibi onun bulunduğu yerlerde şifa bulmuştur.

Karacaahmet Sultan , gönlündeki coşkun sevgi ile ömrünün sonuna kadar yılmadan çalışmış, aşıkların, sadıkların gönlünü tutuşturmuş, maddi ve manevi ilimlerde büyük zatlar yetiştirmiş, bulunduğu yeri de bir ilim merkezi haline getirmiştir.`

Denilmektedir ki, Karacaahmet Sultan, Üsküdar daki dergahında yetkili bir devlet büyüğünün gözlerindeki hastalığı giderdiği için bu devlet büyüğünün verdiği bir emir ile Karacaahmet Sultan, atına binerek dolaştığı saha içinde olan yeri kendisine bağışlamıştır. Karacaahmet Sultan da kendisine verilen bu yerde dergahını kurmuş, insanlara hizmet etmiştir. Bu hizmet, kendisinden sonrada zamanımıza kadar devam etmiştir.

Karaca Ahmet Sultan'ın Atı
Karacaahmet Sultan, kendisinin Horasan dan Anadolu'ya Ege kıyılarına , Manisa, Akhisar, Aydın ve Afyon dolaylarından İstanbul /Üsküdar sırtlarına kadar taşıyan emektar atını pek severdi. Çünkü bu emektar atı, kendisinin en sadık dostu idi. İnsanlık aleminde ve özellikle Türkler arasında atın büyük bir yeri vardır. Bu geleneksel tutkunun yanında birde sevgi olunca , elbette ki böyle bir atında bir değeri olacaktır. Bu nedenle Karacaahmet Sultan , Üsküdar'daki mekanında iken bir süre sonra ölen atın pek üzülmüş ve bunun göstergesi olarak ta sevgili atına dergahın arka tarafına büyük bir mezar yaptırmıştır.

Daha sonraki devirlerde, kimin tarafından yaptırıldığı bilinmeyen bu mezara dört sütun üzerine büyük bir kubbe yaptırılmıştır.

Araştırmacı Aysel Okan, Galata Mevlevihanesi Kütüphanesinde saklı duran arşivinde Karacaahmet Sultan'ın atının mezarı hakkında şu değerlendirmeyi yapmıştır:
-Dört ayaklı büyük bir kubbenin altındaki bu mezar, öteden yürümeyen çocuklar için talim yeri. Adımlar arasına atılan arpalar ve üç Cuma sonra yürüyen bebeler yolunda şöhret yapmış Karacaahmet Sultan'ın atı.

Köhne mezarlar arasında bile onun öylesine heybetli bir kubbesi var ki ... Karacaahmet Sultan, bu çok sevdiği atına karşı olan sevgisi:
-Beni ziyarete gelenler, önce atıma gitsinler diyerek göstermiştir.

Karacaahmet Sultan'ın çocukları ve Düşkünler Ocağı
Kaynaklar, Karacaahmet Sultanın çocuklarından Eşref Sultanın Manisa yöresinde Eşme'nin KARACA köyünde defnedildiğini belirtir. Aynı yerde babası Süleyman Horosani ile annesi Sultan Ana da defnedilmişlerdir. Kitabımızın Karacaahmet Sultanın kimlik bölümünde belirtildiği gibi çocuklarının sayısı kesin olarak bilinmemekle beraber Mehmet Yaman'ın araştırmasına göre Karacaahmet Sultanın ayrıca Hıdır Abdal sultan ile Kan (Gani) Abdal ve Kamber Abdal adlarında üç çocuğunun daha olduğu belirtilmektedir. Alevi kültüründe Hacı Bektaş Veli tarafından Hıdır Abdal Sultana 'düşkünleri kaldırma' görevinin verildiği söylenegelmektedir. Anlatılan menkıbeye göre olay şöyledir:

Hacı Bektaş Veli, halifelerine görevlerini bildirip, nasiplerini verir. Ayrıca oniki hizmeti de dağıtır. Pirden nasip almak, yeni bir hayatın başlangıcı, yeni bir seferin ilk adımıdır. Görev dağıtımı sırasında huzurda bulunmayan Hıdır Abdal Sultan, Hazreti Pir'e vardığında kendisine verilecek bir görevin kalmadığını öğrenince mahzunlaşır. Hacı Bektaş'ın 'Niçin üzülürsün Ya Hıdır Abdal?' sorusunu, 'gördüm ki bana, erilecek bir hizmet kalmamış, ona üzülürüm.' diye cevaplar. Hz. Pir, Hıdır Abdal`ın gönlünü, şu sözleriyle feraha kavuşturur. 'Gam çekme ya Hıdır Abdal! Sen bütün ocakların başısın. Benden düşen, eli kaypan sana gele… Ancak, senden eli kyapanın da, Pir Dergâhında derdine derman olmaya.' Anadolu Alevi kültüründe düşkünlüğün önemli bir yeri vardır. Düşkünlük, tarikat dilinde, halkın suç işleyene karşı tam bir boykotudur. 'Düşkün' ise, yol terbiyesine aykırı suç işleyen kimseye verilen addır.
Alevi-Bektaşi yolunda düşkünlük anlayışı, toplumsal bir yaptırım olarak, Hacı Bektaş döneminden itibaren uygulanmaya başlamıştır. Bu nedenle düşkünlük, ibret veren toplumsal bir tedbir niteliği taşır. Talib, dede, mürşit kim olursa olsun kötülüklerden kendi iradesi ile sakınacaktır. Hacı Bektaş Veli`nin koyduğu 'eline - diline - beline sahip ol' ilkesine uyacaktır. Bu asıldır. Ancak o kişi, kendisini kötülüklerden kurtaramamışsa, yol gereği düşkün sayılırdı. Söz gelimi haksız olarak eşini boşamış veya adam öldürmüş veya ahlâk kurallarını ihlâl etmiş kişi, yasal cezanın dışında mensubu olduğu toplumun dışına atılarak soyutlandırılırdı. Düşkün olan kişi ile kimse selamlaşmaz, konuşmaz, evine gidilmez, malı, davarı komşularınkine katılmaz, bayramlarda bayramlaşılmaz, düğünlere çağrılmaz, kurban eti yiyemezdi.

Düşkün, suçunun ağırlık derecesine göre çevresi ve ayin-i cem erenleri, onundoğru yola yöneldiğine inandıkları taktirde, suçtan mağdur olanların zararını ödemek ve onların rızasını almak koşuluyla düşkünlükten kaldırılmakta ve topluma katılmasına yardım edilmekteydi.

Düşkün, yapmada veya kaldırmada dede aracılığı gerekli olduğu gibi işin kesin sonuca bağlanmasında köy ve çevre halkının onayı da şarttır. Bu rıza alınmadıkça, düşkünü kaldırma işlemi geçerli olmamaktadır. Karacaahmet Sultan`ın Hakka yürümesi konusunda da tarihsel rakkamlara göre çelişkiler bulunmaktadır. Olayların seyrine bakılırsa, Karacaahmet Sultan, Hacı Bektaş Veli`den önce Anadolu`ya gelmiş olmalıdır. Çünkü 39 eren, kendi aralarında birlikte zikirde iken Fatma Nuriye Bacı, kendilerinden ulu bir erin Anadolu`ya geldiğini haber eriyor. Karacaahmet Sultan da bunu doğruluyor.

Düşkün, suçunun ağırlık derecesine göre çevresi ve ayin-i cem erenleri, onundoğru yola yöneldiğine inandıkları taktirde, suçtan mağdur olanların zararını ödemek ve onların rızasını almak koşuluyla düşkünlükten kaldırılmakta ve topluma katılmasına yardım edilmekteydi.
Hacı Bektaş Veli'nin kardeşi Menteş, 1240 yılında Babai ayaklanmasında şehit edildiğine göre, ortalama olarak Hacı Bektaş Veli`nin yakın akraba grubu ile 1235 yılında veya buna yakın tarihlerde Anadolu`ya gelmiş olması gerekir. Bu tarih, akla daha yatkındır. Hacı Bektaş Veli, 1207 veya 1209 yılında doğduğuna göre -ki araştırmacıların çoğunluğu bu tarih üzerinde durmaktadır- Anadolu'ya geldiği yıllarda Hacı Bektaş Veli'nin Hakka yürüyüş tarihi ise 1271 yılıdır. Yani, bu tarihlere göre Hacı Bektaş Veli, ortalama olarak 63 yaşlarında bu dünyadan göçmüştür.

Karacaahmet Sultana gelince: Hacı Bektaş Veli, Anadolu'ya gelmeden önce Karacaahmet Sultan Anadolu da olduğuna göre, ikisini aynı yaş kabul edersek Karacaahmet Sultanın da 26-28 yaşları arasında olması gerekir. Veya, bir iki yaş daha büyük de düşünebilir. Kimi kaynaklara baktığımızda, bu kaynakları hazırlaanların kimileri Saruhan Beyi İshak Çelebi'nin 1371 yılında vakıf senedini hazırladığı yılda Karacaahmet Sultanı sağ göstermektedirler. Bir vakıf senedi, o tarihte de, daha sonra da varisleri için yapılabilir.

Orhangazi, 1329 yılınad Pelekanon zaferinden sonra Merdivenköy de Bizanslılara ait av köşkünde Bizanslılar ile barış yaptığında, Üsküdar'a kadar olan Anadolu yakasını ele geçirir. Bu tarihte Karacaahmet Sultan sağdır ve bir müddet Merdivenköy de kaldıktan sonra şimdiki yerde dergâhını kuracaktır. Tarihi seyre baktığımızda Karacaahmet Sultanın bu tarihlerde 90-100 yaş arasında olması düşünülebilir. Bu yaş altında sayılması olası değildir. Karacaahmet Sultanın şimdiki yerde Hakka yürümesi de 120 yaş dolayına rastlamaktadır. O nedenle Karacaahmet Sultanı daha sonraki yıllara götürmek ve 1371'lerde sağ göstermek tarihi bir yanılgı olacaktır. Araştırmacıların bu tür çelişkilere düşmeden doğal yaş ortaamasını gözönüne almaları, daha gerçekci uzun bir ömür sürdüğü görüşünde birleşmektedirler. Ancak tarihler net belirtilmemekte, gösterilen tarihler de gerçekten uzak görülmektedir.

Karacaahmet Sultanın Hakka yürüdüğü tarihe gelince: Ne zaman ve hangi tarihte Hakka yürüdüğü kesin olarak bilinmemekle beraber, büyük bir olasılıkla 1335 yılı veya buna yakın bir tarih düşünülebilir.