31 Ekim 2003 Cuma

Köşk

I.

Akademi adlı kıraathanede tavla maçı. Tavlanın bir başında İsmail usta, ötekinde Recep. İkisi de inatçı, ikisi de kendinin kazanacağı iddiasıyla iş başında. Başbaşa giden oyun sonunda bir şeşi yek e kalır.
Hadi yavrum ! Bir şeşiyek ; biter bu oyun.rkadaşlar ! Dışardan gazel okumak yok
Kolay mı? Atsında görelim. Ona mı kalmış.
Tüm gözler zarlarda. Oyuncular dersen , kendilerinden geçmişler. Heyecan dorukta. Her kafadan bir ses; gülüşmeler, tartışmalar, şakalar... Neymiş efendim, İsmail ustayı tavlada kimse yenemez miş.
Hadi ustam göreyim seni. Tükür avucuna, salıver. Recep abi yum gözlerini.İsmail zarları avucuna alır, sallar sallar, bir çalımla salıverir Recepe doğru. Herkes yerinden fırlar. Olmaz, bu kadar da olmaz artık. Adam, bir şeşiyek bekliyor, onu da atıyor , yahu. Kalleş bu kemik zaten. Oyun biter. Herkes arkasına yaslanır. Töre böyledir: Yenilen çayları öder.

İsmail in kulağına eğilen Mithat der ki :
&Ustam, sana mandalin getirdim. Bizim bahçenin. İnce kabuklu.
Neresi dedin?
Bizim orası, Seferihisar.
Gümüşdere desen aklım alır da sizinkini bilmem.
Usta Gümüşderenin adı çıkmış. Alimallah bizimki daha iyi.
Madem ki getirmişsin, alalım öyleyse. Ne kadar?
Onbeş kilo. Şurada, çay ocağında.
Ben de zaten kalkıyordum. Haydi ver de götüreyim.
Usta, sen götüremezsin. İstersen ben götüreyim.
Vallahi yeğenim dilim varmadı söylemeye. İyi olur. Görüyorsun biz yaşlandık gayri.
Mandalina çuvalı Mithat ın sırtında. Mithat, İsmail ustanın yanında...Recep i nasıl yendiğini, şeşiyeki tam zamanında nasıl attığını anlatarak, şen şakrak varırlar eve. İsmail usta, daha ayakkabılarını çıkartmadan hanımına seslenir :
Hanım bil bakalım ne getirdim.?
Hanım bir çuvala bakar, bir de Mithata. Bir anlam veremez.
İsmail usta :
Bu delikanlı var ya Cemile: Adı Mithat. Bizim akademiden. Çok tatlı oğlan.
Cemile hanım:
Adam ! Kim yiyecek bu kadar mandalinayı. Y çürürse?
Mithat hemen atılır :
Yok anne. Meraklanmayın hiçbir şey olmaz. Olursa yenisini getiririm..
Cemile hanım henüz Mithat ı tanımasa da sevecen bir eda ile yer gösterir.
Geç evladım, geç şöyle. Yorulmuşsundur. Otur bir kahve yapayım
İsmail usta o meşhur zarı nasıl attığının etkisinden hala kurtulamamıştır. Mutfaktaki Cemile hanım da duysun diye yüksek sesle bir kez daha anlatır.sonra arkasına dayanır, bir sigara yaktıktan sonra Mithat a dönerek.
Biliyor musun oğlum Mithat? Hayat da bir çeşit tavla oyunudur. Birileri var ; bizimle tavla oynayan. Göremiyoruz. Bize karşı şeşiyek atıp oyunu bitiren birileri....
Mithat ın elinde kahve fincanı, İsmail ustayı dinlerken, gözleriyle salonu tarar , o gözler gelir gelir duvardaki bir fotoğrafa yakılır. Gözlerini o fotoğraftan ayıramayan oğlan, Cemile hanımın fark ettiğini anlayınca sorar:
Gençlik resminiz mi ?
Kadın gülümser,hoşlanır bu tatlı benzetişten.
Hayır. Kızım, der.
Güzelmiş. Allah sahibine bağışlasın.
Kadın durgunlaşır. Başını önüne eğer. Üzgün bir tavırla der ki:
Bir işe yaradı mı güzellik? Bahtı güzel olsun, daha iyi. Ayrıldılar.
Şimdi dul mu?
Öyle sayılır. Evlenmekten korkar oldu.
Mithat tamam der içinden. Onu görmenin yolu bu evi sık sık ziyaret etmekten geçer der kendi kendine. Ve İsmail ustanın tuvalete gidişini fırsat bilerek Cemle hanıma bir soru yöneltir :
Anneciğim, nerde kendisi? Çalışıyor mu ? Bir işi falan olmalı.
Var evladım. Hava Limanında görevli.
Mıthat bu günlük bu kadar bilgiyle yetinir. Ustadan çekindiği için adaını bile sormaz. Sonra izin alarak kalkar. İsmail usta mandalinanın parasını vermek için davranırsa da Mithat almaz. Bu sefer benden, gene getiririm. Tükenecek mi? Bak anne ! Pazara, manava gitmek yok artık , der. Mithat kadının ve ustanın ellerini öperek ayrılır. Umutlu ve sevinçlidir. Bu sevinç ona bir hafta yeter

Bir hafta çabucak geçer. Bir taksi durur sokakta, onların evin önünde. Cemile hanım merakla pencereye varır. Gelen Mithat. Arabadan indirdiği bir çuvalla yanşır kapıya. Basar zile. Karşısında Cemile hanım, pırıl pırıl ela gözleriyle, pembe güller gibi yüzüyle.
Hay Allah, deli oğlan! Gene neler getirdin? diye iltifat eder.
Çuvalı içeriye alırlar. Mithat , Cemile hanımın elini öper. Çuvalı açarlar ki: karnabahar, lahana, pırasa, kereviz, ıspanak daha neler neler... Mübarek çuval değil, manav dükknı sanki. Yüklenmiş gelmiş.
Para dedim.
Biz ustayla hallederiz, evvelallah dedi.
Anne salonda, oğln karşısında, sözler dökülür orta yere. İki musluktan bir havuza akan sular gibi. Acaba bu havuz çabuk dolar mı? Cemile hanımın çay bardağı elinde, sorular kuyruğa girmiş bekliyor beyninde. Oğlan çayını içmeyi unutur. Yarım bardak sehpanın üstünde. Oğlan , Cemile nin sözlerine bağlar umudunu. Anne kızına getirir sözü
Evlenmesini çok istiyorum. Evlen diyorum. Böyle olmaz diyorum. Kime söylersin? Beni hiç dinlemiyor. Ben halimden memnunum diyor.
Anne ,siz daha iyi bilirsiniz ama, ona öyle demek düşer. Dili yanmış bir kez. Korkar elbet. Ben de evlenmek istiyorum ama, iş ciddiye binince, vazgeçtim, ben halimden memnunum diyorum. Aslında memnun değilim. Ustam gibi, ya da siz gibi saygı değer büyüğüm elimden tutup götürecek ki bu iş olsun.
Anlıyorum. Benim kız da tam böyle işte.
Anne , beni tanıştırsana onunla.
Tanıştırmak mı? Ne gerek var evladım. Pazar günü evde olur, gel, gör, tanışırsınız.
Ciddi mi söylüyorsun gelirim bak...
Gel gel. Tanışmak günah değil, ayıp değil. Hatta sevap bile. Biz öyle mutaassıp bir aile değiliz. Pazar günü gel.
Recep e Pazar pek uzun gelir. İçinden tekrarlar durur. Pazar günü, Pazar, Pazar... Kaç gün var daha pazara ? Günler de geçmez oldu. Takvime bakarım hep ayni rakam. Ona buna sorarım, hep ayni günü söylerler , durmuş saat gibi. Acaba dünya dönmez mi oldu diye kuşku duyar oldum. Nerde kaldı o yel gibi geçiveren günler. Daha adını öğrenmeden geçiveren günlerin önüne engeller koyasım gelirdi, geçmesin diye. Nerde o günler.

2.
Sonunda geldi o beklenen Pazar. Özel olarak kuaföre gidildi. Çağla yeşili giysile giyildi. İçine hardal sarısı gömlek, yaka açık. Kahve ayakkabılar ve özel parfüm. Saat 21 elinde özenle yapılmış bir çiçek demeti. Heyecanlı bir parmak zile basar. Kapıyı anne açar ve karşısında sevgiye hasret bir çift göz.. Yuvasından yere düşmüş, henüz uçmayı beceremeyen bir kuş yavrusunun hali canlanır annenin gözünde. Buketi sevinçle alır ve buyur eder salona. Oğlan oturduktan sonra anne seslenir üst kata :
Günseli kızım ! Misafir geldi.
Geliyorum Anne.
Yukarda bir kapının sesi duyulur. Oğlan gözlerini merdivene diker. Üst basamaklarda önce bir çift mavi kadın ayakkabısı, sonra iki basamak inince düzgün bir çift bacak sonra kalça, bel, göğüsler ve yüz. Tıpkı resimdeki yüz. Hatta ondan bile güzel..Kız salona girince konuk ayağa kalkar, üç adım atar ona doğru. Gülümseyerek “ben Mithat Demirci der ve elini uzatır. O da gülümseyerek, ben de Günseli Maden der. Oğlanın ve kızın parfüm kokularının bir birine karıştığı bir ortamda tanışma pek sönük geçse de şimdilik bu kadar. Camiden dönen baba, Akademili Mithat ı görünce sevinir , elini öpmesine izin verir. Cemile hanımın günboyu hazırladığı çeşit çeşit yiyecekler bir ziyafet sofrasında bulunur ancak.
Mithat ın tüm konuşmalarını dikkatle dinleyen ev halkı, söz Almanya ya gelince meraklarını tutamazlar. Kendi deyimine göre Mithat Almanya da uzunca bir süre kalmış, orada üniversiteyi bitirmiş (? ), sonra bir şirkette çalışmıştır.
Ne okudun evlat ! Ne çıktın sonunda?
Turizm ve otelcilik okudum (!). Güncel olduğundan,der.
Otelciliği de mi okulda öğretiyorlar? Aşk olsun adamlara. Tabi bir sebebi var kalkınmalarının.
Günsli sessiz kalırken Cemile hanım sabırsızlanır ve araya girer.:
Sonra der.
Sonra bir otelde yöneticilik yaptım, borsada oynadım. O yıl borsa yüzüme güldü çok kazandırdı beni. Şimdi de buradayız , işte. Elime toplu para geçince tahvil ve bono da aldım. Çok para oldu. Düşündüm ne yapayım şimdi diye. Bir ortak bulup turizme, otelciliğe yatırım yapayım dedim. Turizm ve otelcilik okudum ya...Bazı engeller beni bu projemden soğuttu. Şimdilik erteledim. Bu arada evliliği öne almayı istedim. Bekarlık iş değil be usta. Şurada param var, itibarım var, neye bir ailem olmasın? Ben yalnızlığı seven bir insan değilim. Onun için sık gelirim Akademiye. Oradakiler benim kafa dengim. Mutluluk veriyorlar bana.
Evlilik konusunda ciddi misin? Hala düşünüyor musun?
Kesinlikle. Şöyle helal süt emmiş birini bulursam tabi. Anne bana söz verdi. Birisi var. Tam sana göre dedi. Zaten bende de dayalı döşeli ev hazır. Yatırımı erteleyince Seferihisar da bir köşk yaptırdım. Sizi götüreceğim bir Pazar oraya. Ağırlayacağım, göstereceğim Ne dersin Günseli? Gelirsin değil mi?
Neden gelmeyeyim? Hep birlikte olduktan sonra.
Konuşmalar uzayıp giderken, Günseli nin kafasından şunlar geçer30 yaşlarında olmalı. Giyim kuşamına bakılırsa modern. Konuşması da düzgün. Yalnız biraz ağzı kalabalık. Yükseklerden uçuyor Ve devam eder değerlendirmeye: Orada gerçekten bir okulu bitirmiş mi? Evlenme isteği bana biraz çürük geldi. Gene de iyi birine benziyor. Sakın bende gözü olmasın? Neyse daha ortada bir şey yok.

Mithat , kadınla tanıştıktan sonra eve daha sık gelip, gitmeye başlar. Onu Seferihisar a davet ederse de kız her seferinde gönülsüz olur ve geri çekilir. Bunun üzerine Mithat yeni bir proje sürer önlerine: Topluca evi görmeye gitme projesi. Zaten çok önceleri Günseli lerin evinde bu köşkünden söz etmiş, ilerde bir gün kendilerini orya davet edeceğini söylemişti. İşte şimdi tam zamanıydı.

3.
Bir akşam yemekten sonra, yağmurlu bir havada oğlan üç beş zebze ve kucağında bir kavun ile gelir. Cemile hanım mahcubiyetten ne yapacağını şaşırır. Defalarca teşekkür eder ve salonda yer gösterir. Muhabbet yoğunlaşır. İsmail usta Ahi ocaklarını, Mithat ise Almanya anılarını anlatırken yağmur hızını artırır. Sonra bir sessizlik yaşanır salonda. Şimdi konuşan yağmurdur. Çevreden yansıyan yağmurun sesi ve gittikçe şiddetlenen rüzgar ortamı gerer.Yağmurun şiddetinin azalması beklenirken, aksine gittikçe artar. Baba :
Bu yağmurun duracağı yok. Bana kalırsa gece boyu yağar , der.
Cemile hanım Mithat a dönerek:
Hiç düşünme bu gece buralısın. Deyince oğlan celallenir:
Giderim der Taksiyle giderim.
Usta ve anne ağırlıklarını koyarlar; bırakmazlar.
&Sana alt katta bir yatak yaparım der anne.
Mithat bu teklife sevinmedi denirse yalan olur. Gece dönme fikri iptal edilince Mithat köşk projesini konuşmaya açar. İncelikleriyle anlatır. Dinleyenlerin de görüşünü alır. Gününü de belirlerler. Mithat anneye, üç beş akraba ve eş dost da davet edebileceğini söyler. Minibüsle gidilecektir. Cemile hanım, iki dünürüyle torunlarını çağırabileceğini söyler. Mithat eli açıklığını kanıtlayabilmek için bol keseden harç görür.

Günlerden Pazar. Güneş yakıcı ışınlarını insanların üstüne salmaya hazırlanıyor. Bulutsuz gök yüzü her günkünden daha mavi. Şehirde insanlar,kırlarda bitkiler ve yaban dünyası her günkü oyunlarını sahnelemeye hazırlanıyorlar : Yaşam oyunu. Ve biz gidiyoruz minibüsle güle eğlene Seferihisar a daha doğrusu köşke doğru. Yol boyu zeytin ağaçları, şeftali ve mandalina bahçeleri. Omuzunda kürekle köylüler, başları poşulu işçiler. Minibüsün önünde oturan Mithat, Seferihisar a yaklaşıldığını bildirir. Biraz daha gidince yeşillikler arasında beyaz köşkü uzaktan gösterir. Beyaz bir ev. Gözler onda. Yaklaşıldıkça ev olur ,villa. Villa olur bir konak. Konak olur bir köşk.
Villa, konak, köşk derken Mithat da büyür konukların gözünde , saygınlığı artar. Yaşlı kadınlar söylenirler aralarında:
Allah sonradan gülecek gün verdi, kıza.
İsmail usta der ki Mithat :
Yahu Mithat! Böyle bir yerin var da ne gezersin kahvelerde, sırtında çuvalla.
Ustacığım, inan ki, ben bu köşkte burjuva bozuntusu gibi tek başıma yaşamak yerine, dumanlı kahvelerde, sizlerle, sigara dumanı ve tavla sesleri arasında yaşamayı yeğliyorum
Bu konuşmayı dinleyen Günseli :
Ne olacak köylü. Almanya da bulunmuş ama, yaşamayı öğrenememiş ,der içinden.

Minibüs demir kapının önünde durunca bir adam koşup geldi. Dış kapıyı açtı. İçeriye girdik. Bembeyaz köşkün mermer merdivenlerinin önünde arabadan indik. Koşup gelen bina sorumlusu Salim efendidir. Salim gelenlerin arasına karışır. Arabadan yükleri indirir. Merdivene dizerken Mithatın sesinin yükseldiği duyulur :
Salim ! Nerdesin oğlum! Ne bakıyorsun öyle şaşkın şaşkın. Kapıları açsana
Salim de bir hareket olmadığını gören Mithat azarlayarak, hakaret dolu sözlerle anahtarları getirmesini, kapıları açmasını emreder. Zavallı Salim ezilir, büzülür korkak bir tavırla der ki:
Anahtarlar yok. Dün hanımım hastalandı. Hstaneye yatırdık. Anahtarları o götürdü. Sizin bu gün geleceğinizi bilmiyorduk. Hırçınlığı artan Mithat:
Telefon et bir taksiyle göndersin.
Beyim, telefonunu bilmiyoruz. Hem onun parası yoktur. Zaten taksi de bulamaz; çünkü yataklı hasta.
Çaresizliğini gören Mithat köşkü dıştan anlatır. Konuklardan özür diler. Der ki:
Şurada bir kır kahvesi var. Hava da şansımızdan çok iyi. Bari oraya kuralım çadırımızı. Bize bir hizmet sağlarlar. Ben gidip görüşeyim.
İsmail usta.
Yok be gözüm. Olur böyle şeyler. Üzülme. Bak işte şu ağaçların altı yeter bize.
Çocuklar havuza koşarken, kadınlar yiyecekleri n hazırlığına girişirler. Günseli hem çocuklarla hem de gelenlerle meşgul olur. Zekiye ve Mukaddes hanımlar ulu çitlenbik ağacının gölgesine sığınırken, meraklı olan Zekiye:
Köşkün içini merak etmiştim. Dışı böyle olanın içi kimbilir nasıldır.
Mukaddes:
Böyle bir köşk ancak Avrupa mobilyayla döşenir. Aksilik göremedik işte. Ayol mesleği, işi neymiş adamın?
Zekiye :
Alamanya da zengin olanlardan biridir. Başka türlü nasıl yapılır böyle bir köşk. Allah bi yastıkta kocatsın, ne diyelim.
Cemile havuzun orda, çimlerin üstünde namaza durur. Namaz sırasında, karşısına ratlayan çalılıkların orda gizlenmiş bir kadının başını uzatıp uzatıp topluluğu denetlediğini fark eder. Acaibine gider Cemile nin. Deli midir, akıllıamıdır? Namazdan sonra Salim efendiye sorar:
O kadın kimdir? Deli mi, akıllı mı?
Salim ne diyeceğini bilemez. Cemile yi alır lojmanına götürür,oturtur ve anlatır işin iç yüzünü:
Bak abla gördüğün kadın benim ailem. Hsta falan değil. Sapa sağlam.. Hastanede falan da değil. Anahtar işi de uydurma.
Cemile hanım sinirlenir, öfkelenir:
Bu bir oyun mu Salim efendi.
Abla gözünü seveyim, anlattıklarım Mithatının kulağına gitmesin Vallahi bizi keser. O benim kardeşim olur. Kardeşiz ama, her kötülük gelir elinden. Para tutmaz.. Fırsat bulunca onu bunu çarpar geçer. Kim bilir size ne masallar anlattı...
Peki, Salim efendi köşk onun değil mi?
Yok efendim, yok. Nerden almış köşkü möşkü. Aha şurada ilerde zengin bi adamın bahçesine bakan aylıkçı bi maraba , bencileyin, Mithat dediğiniz.
Peki, köşk kimin?
Köşk, Alamanyada oturan zengin bi Türk ün. Adı da Tayfun Taylan. Benim patronum. Evine yapıldığından bu yana ben bakarım. Anahtarları da ona vermem. Onlar yıldan yıla bi sefer gelirler. Bi ay kalırlar .
Salim efendi kusura bakma bir iki şey daha soracağım.
Sor bakalım.
Alamanya da üniversite bitirmiş ( ! ), altı yıl da büyük bir oteli yönetmiş,
çok para kazanmış. Bunlar doğru mu?
Bikere, üniversite bitirdiği yalan. Tayfur beyin yanında bi süre çalışmış. Hatta Tayfur beyin buraya yatırım yapması için onu ikna eden bu. Bu doğru. Tayfun bey de onu himaye etmiş bi süre. Tayfun beyin güvenini kaybettiğinden Tayfun bey bu köşkün sorumluluğunu bile ona vermedi. Sonra Mithat Alamanya dan geri geldi. Orada işi olsa döner mi? Doğruyu söylemez ki...
Peki, Salim efendi bizi davet etmekten maksadı ne olabilir?
Aynı numarayı başkasına da yaptı. Ama yediremedi. Bakın, sizin geleceğinizden bizim haberimiz var. Bize söyledi. Dedi ki:
Bir grup misafir getireceğim. İçlerinde benim evleneceğim kadın da var. Onlara bu köşk benim dedim. Sakın ola ki, benim yanlışımı ortaya çıkartmayın. Vallahi keserim sizi. Diye göz dağı verdi. Hem de yapar. Sbıkalıdır. Dedi ki: iyi yerleştirin kafanıza. Sonra kırarım kafalarınızı. Köşkü açmayacaksınız. Dıştan göstereceksiniz. İçeri girerlerse burada aile oturduğunu anlarlar. Anahtarlar için de bir şeyler uydurun işte. Ben yanlarında sana bağırıp, çağırırım, sen aldırma, tamam mı? dedi. Aman abla ağzınızı sıkı tutun. Vallahi bu serseri doğrar bizi.

Al başına belayı... Acaba hangisinin söyledikleri doğru.Salim de bir numara çekiyor olmasın?...Kuşkuya kapılan Cemile, dünürlerinin yanına gelir. Zekiye bakar Cemile nin hüzünlü haline ve sorar:
Dünürüm, keyfin yok senin. Bir şey mi oldu?
Yok der Cemile. Sokakta kalışınıza üzüldüm.. Size karşı mahcup oldum, ondandır
Kızı sözlediniz her halde bu gençle. Hayırlı olsun. Maşallah çok da zengin Der Mukaddes.
Zekiye:
Nişan var mı yakında? Elinizi çabuk tutun. Böyle işler sıcağı sıcağına olur.
Cemile karşılık vermez. Ne yapsın zavallı.Aldatıldım mı ? desin.. Ama sonradan aklına gelen bir fikri uygular. Kalkar yan taraftaki komşuya gider, köşkün gerçek sahibini öğrenmek için. Sorar komşuya:
Bu köşkün sahibini tanıyor musunuz?
Hee. Tanıyoruz ne olacak?
Kim?
Onu göremezsiniz.
Neden?
O Alamanya da oturur da ondan. Yılda bi kez gelirler. Çoluk çocuk şenlendirirler burayı. Topu topu bir ay kalırlar. Neye Salim amcaya sormuyorsunuz? O her şeyi bilir. Bi şey mi vardı?
Adamın adını biliyor musun?
Helbet. Adı Tayfur bey.

Vakit gecikmeye başlamıştır. Çocuklar ve usta baçlarlar mızmızlğa. Mithat gelmez gittiği yerden. Onu beklemekle geçer bir süre daha. Sonra eli boş döner. İsmail ustadan Haydi toplanın, gidiyoruz Komutu çıkar. Mithat için beklentisi yerini bulmuştur.(!). Ancak Cemile hanım üzgün ve düşüncelidir. Mithat a yakıştıramadığı bir senaryonun içinde baş oyuncu olduğunu bir tek kendisi bilmektedir, şimdilik. Yol boyu ne konuşur, ne de durumu belli eder.

5.
Eve gelince ismail usta seslenir kızına: Günseli kızım, annenin keyfi yok galiba. Sen bir çay demle de kafamız yerine gelsin. Ben yemek yemeyeceğim.” Cemile hanımın gözüne uyku girmez o gece.Sabah, uykusuz gözler sanki bir şeyin habercisi gibidirler. Ama uçurumun kıyısından döndüklerini başka bilen yok. Üçü birlikte kahvaltı yaparken Cemile açar konuyu. Salim efendiden dinlediklerini birer birer anlatır. Olayı inanılmaz bulurlar. Mithat a yakıştıramazlar. Baba küplere biner. Yılan beslemişiz koynumuzda. Sinsi köpek dişini göstermeden kaparmış..
Cemile telefon eder Mithat a : Yalanını yüzüne vurur.Komşular bu evin Almanya tayfur beye ait olduğunu söylediler , der ve ekler: Eğer ev senin ise tapu senedini getir , görelim. Der ve kapatır telefonu.

6.
İsmail usta tavla oyununun rövanşı için Recepı beklerken, kapıda Mithat ı görür. Mithat da ustayı görünce ne girebilir, ne de dönebilir. Usta el eder gel diye. Gelir, korkak köpekler gibi, kuyruğu bacaklarının araında, başı öne eğik, dikilir. İsmail usta ayağa kalkar, hiç konuşmadan bir şamar bir yüzüne, bir şamar da ötekine patlatır. Mithat hiç konuşmadan çekip giderken kahvede bir sessizlik yaşanır. Gidiş, o gidiş... Mithat bir daha o kahveye gelemez olur.
URLA 31/10/2003

5 Ekim 2003 Pazar

Üç Kurşun

Dut ağacının gölgesinde otururduk. Tatlı sohbetlerimiz sürerken, gözlerimizden biri müşterilerde olurdu.Müşteri velinimettir deyiminin gölgesinde geçmişti gençliğimiz.Öyküler, masallar, romanlar dillerden düşmez; haberler, dedikodular;şakalar, sataşmalar; çay bardaklarının süslediği ortamda birbirini izlerdi. Sevincimizi ve üzüntümüzü paylaşırdık. Arkadaşlığın, dostluğun ve dayanışmanın tadını orada çıkartırdık.

Dışarıdan katılanlar da olurdu bize bazen. Bunların başında Fırat gelirdi ;her gelişinde bize imrendiğini söylerdi.

Ogün Oğuz elinde çay bardağı, kendini güneşe vermiş, eski bir sandalyede , köy kahvesinde oturur gibi oturmuş gazete okuyordu ; birden fırladı yerinden, çay bardağı düştü elinden.
Sedat:
-Dur oğlum! Ne oluyorsun? Arı mı soktu.?
Demeye kalmadı, yapıştırdı haberi :
-Seninkini vurmuşlar.

Hepimiz eğildik gazeteye, kim, kimi vurmuş. Adı yazılı mı? Çekip aldım gazeteyi Oğuz dan. Bir kez de kendim okudum haberi. Evet, o idi. İsmi de, olay da, çanta da tutuyordu. Başımı kaldırdım, içime acı bir hüzün doldu. Üstümüze çöken hüzün bulutu altında haberi bir kez daha yüksek sesle okuduk. Şöyle yazmış muhabir:
-Fırat İleri adında, ne işle uğraştığı pek bilinmeyen, orta yaşlı bir adam, öğretmen olduğu anlaşılan bir bayan tarafından, Basmane de güpe gündüz üç kurşunla vurularak öldürülmüştür. Cinayeti, ölenin elindeki Bont çanta aydınlatacaktır.

Sedat haberin devamı var” diyerek sayfayı çevirdi ve okumaya devam etti:
-Evli olup eşi hastanede hemşirelik yapan Fırat İleri nin adı Aysun olan öğretmenle nikahsız olarak birlikteliklerini yıllardır sürdürmekte oldukları rivayet edilmektedir. Söylentilere bakılırsa İleri, kadının elindeki üç,beş kuruşunu, onu aldatarak almış ve çarçur etmiştir. Sonra sıra öğretmenin evine gelince İleri, borsada iki katını kazandırırım diyerek Aysun öğretmeni kandırarak, evi bankaya ipotek etmiş, aldığı parları har vurup harman savurmuş ve sonunda ev satılmıştır. Kadın, evsiz barksız kalınca İleri, kadına sırt çevirmiş ve ilgilenmez , uyarılarına da kulak asmaz olmuştur. Öldürülen kişi bununla da yetinmeyip, paralı başka kadınların peşine düştüğü öğrenilmiştir. Bütün bu olup bitenlere dayanma gücü kalmayan Öğretmen bir anda cinnet getirerek adamı üç kurşunla yere sermek suretiyle hıncını almıştır.

Evet, oydu. Bize katılırdı arada bir. Gelmez olalı üç yıl geçmişti. İzini kaybetmiş, unutmuştuk bile. Demek ki son yıllarda karanlık işler batağından çıkamamıştı. Ne iş yaptığını açık seçik söylemezdi. Ağzı kalabalıktı. Hep yükseklerden uçardı. Bir gün hatırı sayılır bir partili, bir gün bir ithalatçı bir firmanın ortağı, başka bir gün borsa yatırımcısı, hatta turizmci olduğunu söylerdi. Bekar olduğunu söylerken evde tek başına yaşamanın yalnızlığına dayanamadığından otelde kaldığını da sözlerine eklemeyi ihmal etmezdi. Bonkördü, eli açıktı. Şu kesin ki kıvrak bir zekası yanında, hazır cevap oluşu dikkatimizden kaçmazdı.

Bir gün elinde bir paketle gelmiş, bizimkileri neşeye boğmuş, paketin açılışı seremoniyle yapılmış ama, herkes pakette baklava olduğunu daha önceden fark ettiğinden işin sürpriz yanı kalmamıştı.

-Hayrola Fırat! Hangi dağda kurt öldü?
-Bu hafta borsa ağabeyinize çalıştı. Her zaman bankaları görecek değil ya... Kutlayalım diye baklava getirdim.
-Tatlı yiyip, tatlı konuşalım.
-Hadi, konuş bakalım, ama tatlı olsun.


Fırat doğruldu. Sandalyesini dut ağacının dibine çekti. Dedi ki : Beni evlendirin. N e zamandır söyleyip duruyorum. Bulmadınız, beni evirip çevirecek aklı başında birisini. Bitireyim şu bekarlığı diyorum ama.eş dost kimse elimden tutmuyor.
Oğuz :
-O kadar içli konuşma oğlum! Ağlatacaksın bizi.
-Siz arkadaş olsanız sözlerime kulak verirsiniz..
Söyledikleri ciddi mi, şaka mı pek de anlaşılmayan Fırat:
-Haydi ben kalkıyorum. Partiye uğrayacağım.Konuşun aranızda o meseleyi. Cevap bekliyorum. Deyip kalkar ve elinde Bont çantayla ayrılır.
Esra o gün izinliymiş, gelmedi Dutdibine.
Fırat gittikten sonra arkadaşlardan Jülide dedi ki :
-Arkadaşlar, bu adamın niyeti ciddiye benziyor. Sizler de benim gibi
görüyorsanız, çıkartın miyop gözlüklerinizi
.” Mum dibine ışık vermezmiş derler
Sedat :
-Haklısın Jülide. Benim de aklıma gelen, senin ima ettiğin kişi, yani Esra.O, iki taraf için de hayırlı olur.

Esra adı duyulur duyulmaz herkesi bir heyecan kapladı. Herkes heyecandan ayağa kalktı., bir kişi hariç. O, kalkmadı, sevinmedi, heyecanlanmadı. Uygun mu bulmamıştı? Yoksa hiç aklımıza gelmeyen biri, gönlünde açan, bu günedek fark edemediğimiz sevgi çiçeklerini görün mü demek istiyordu.
Ertesi gün Dutdibi kulübü kararını Esra ya duyurmayı onayladı. Oğuz, mazereti çıktığı için o gün aramızda bulunamıyacakmış ( ! ).Bu kez Esra da vardı. Teklifi açıklamak bu fikrin sahibi Jülide ye düştü. Jülide yanlış anhtarla kaoı açmaya çalışmak gibi bir duruma düşmemek için tüm cesaretini toplayıp, güm! diye söyleyiverdi.
-Abla, eğrisi doğrusu seni başgöz ediyoruz.
-Esra yerinde toparlanır, hareketlenir, gözleri büyür ; çünkü en duylı yerinden vurulmuştur.
-Ne dedin, ne dedin???
-Seni everiyoruz.
-Nerden çıktı bu ,kız? Bir gün gelmedim diye ne dolaplar çevirdiniz arkamdan?


Fırat ı anlatmak, Esrayı bu konuda bilgilendirmek Jülide ye düşer. Nasıl başlayayım derken Sedat öncelik alır:
-Önce uzun boylu olduğunu söyle .
-Evet. Gerçekten uzun boylu. Gür, siyah saçlı, bıyıklı, kuru yüzlü, buğday benizli der. Ve sorar: -Nasıl canlandırabildim mi gözünün önünde..
-Hani bir keresinde şurada oturmuştu da arkasına dayanınca düşmüştü. Sen kahkahayı basmıştın.
-Hatırladım, hatırladım, tamam. Nemiş mesleği bakalım... Ne iş yaparmış, bekar mı, dul mu?
-Valla, izdeki bilgiye göre bekar. İşine gelince :

-Tam bilgi edinemedik.

İki gün sonra Esra çaylar benden derken arkadaşlarını Dutdibine çağırıyordu. Daveti duyan bu ış tamam , diye geldi Bu kez Oğuz.da vardı.Esra nın tatlı yüzüne bir numara büyük gelen yeşil gözleri kaç geceyi uykusuz geçirdiğini açıklıyordu. Fırat ile buluşmanın kararlılığı içindeydi. Olsun bakalım. Sırtımızda yumurta küfesi yok ya. Çocuk da değiliz., diyordu.. Doğru söylüyordu, ne de olsa otuz yaşındaydı. Birinci evliliği bittiğinden beri beş yıl olmuştu.

Esra nın bu kararlığını içine sindiremeyen biri vardı, içimizde: Oğuz .O, duygularını tam açığa vurmasa da biliniyordu. Ne var ki, Esra ona meyilli değildi. İlişkileri düşünce sınırını aşmamış, arkadaşlıkta kalmıştı. Gene de Oğuz un gönlüne kök salan bu sevgi koly kuruyacağa benzemiyordu. Oğuz ona doyumsuz duyularla bakarken Esra nın kumral tenli, kumral saçlı, hafif eine dolgun, ağrbaşlı ve sevecen mizacıyla, arkadaşlarının sevgi ve güvenini kazanmış, yaşına göre hayat deneyimi daha çokmuş inancını verdiğini de biliyordu. Attığı adımların sağlamlığından kimsenin kuşkusu olmayan kadın,biraz kıskanç mizaçlı olsa da yardımsever kişiliği yüzünden arkadaşlarından çok puvan alkıştır. Kıskançlık ise tüm kadınların ortak ve çakaralmaz silahı değil mi?

Fırat bir Hafta başında Jülide ye gider. Jülide onu güler yüzle karşılar.Fırat ın Naber?sorusuna Haberler iyi yanıtını verir. Sonra Esra nın görüşmeyi kabul etmesini söylemesi üzerine çocuk gibi sevinir.

Buluşma yerini ve gününü de kararlaştırdınız mı?”
Hayır o kadar değil daha.
Öyleyse ben sizleri davet ediyorum. Cumartesi saat 15:oo de Cafe Vele de. Buluşalım. Sen arkadaşları topla.

Fırat çocuklar gibi sevinçli ve heyecanlıydı. İzmir in en ünlü otellerinden biiin telefon numarasını verdi. Beni bulamazsanız mesaj bırakırsınız.Önümüzdeki hafta İstanbul2a gideceğim. Gümrüğe malımız gelecek Onun için İzmir de olmayacağım. Bilgisini verme gereğini duyar..Jülide onun iş adamlığı ya da tüccarlığı karşısında bir kez daha çarpılır. Fırat ın da istediği bu değil mi zaten? Aslında çarpılan biri varsa o da Fıratın ta kendisi. Fırat o gün Esra yı güzelliğinin doruğunda gördüğünde çarpılacak asıl.

IV.
Cumartesi saat 15:oo ve burası Cafe Vele. Yeni, modern, zevkli masalar, koltuk tipinde sandalyeler, hoş bir iç mekan yaratan perdeleriyle, yerlerde halıları, tavanda asılı modern avizeleriyle ve de özel giysili garsonlarıyla Cafe Vele burası. Tam Fırat2a göre. Önce o geldi ve konuklarını beklemeye başladı. Herkes sakin ve rahattı. Lakin gergin olduğu yüz ifadesinden belli olan birisi vardı . Oğuz. Ona ne oluyordu? Başıdan beri suskunluk ve küskünlük içindeydi.
Geldiler birer birer ama beklenen yoktu. Kambersiz düğün olmazdı. Mustafa nın bu kadar da olmaz ki... demesine kalmadan Jülide hah işte geliyor, dedi. Geliyordu Boğaziçi vapuru gibi sallana sallana. Çantası omuzunda asılı, krem rengi tayyör giymiş . Geldi ve oturdular karşı karşıya. Önce bakıştılar sonra göz ucuyla birbirlerini süzdüler. Kumral kız saçına fön çektirmiş. Güzellik salonunda yaptırdığı bakım ve tuvaletle pek güzel olmuştu. Fıra ın ağzı kulaklarında, Oğuz un ise yüzünden düşen bin parça..Fırat durmadan konuşuyor, alçak dağlara kar yağdırıyordu. Arada bir gülüşmeler olurken Esra ağır başlılığını koruyordu. Bu tip tanışma toplantılarının kısa süreli olması usuldendi. Jülide kapıdan çıkarken Esr ya ben sana alo derim deyip ayrıldı. Esra ya bir süre caddede Fırat eşlik etti. Kafasından geçirdiği planını teklif etmek için fırsat bulmuş oldu.
Pazartesi saat 12 : 30 da gelip seni alayım. Yemeği birlikte yeriz, ne dersin?
Olur.
O gün etrafı gri bulutlar sarmıştı. Çeşme, Karaburun ve Urla yı yağmur bulutları kaplamıştı.Hava raporu yağmur yolda diyordu. Yağmurdan önce eve geldiğimde annem: Nerde kaldın, ıslanacaktın. Kime takıldın? diye sorar , habersiz. Esra ayakkabılarını çıkartırken, yüzüne bakmadan arkadaşlarla oturduk Cafe Vele de der. Bir ip ucu elde edemeyen anne, Esra nın şıklığına bir anlam veremez.
Arkadaşın aradı.
Adını söyledi mi?
Söyledi ama unuttum.
Aslı mıydı?
Ha, tamam Aslı
Niye aramış?
Diye sordu. Sonra cevabını gene kendisi verdi.
Yarın dernek toplantımız var. Onu söyleyecektir.
Evet evet.Otoplantı pazartesi saat 12 ye ertelenmiş. Haberi olsun dedi annesi.
Pazartesi benim işim var, katılamam.
V.
Fırat, elinde Bont çanta ve yanında Esra, bindikleri taksiye Hilton a der. Kapıdan başlatıp, yemek salonuna kadar, her gördüğü otel personeliyle selamlaşır. Kimine adıyla seslenir, kimine laf atar.Esra ya döner :
Çoğu zaman bu otelde kalıyorum da...& der. Esra da :
Belli oluyor.Diye onaylar.
Oturdukları masayı Esra güzelliği ve şıklığıyla doldurur. O konuşurken Fırat ın gözleri Esra nın üstünde gezinir. Saçlarından dudaklarına, gözlerinden yanaklarına, göğüslerinden ellerine durmadan turlar. Haklıydı Fırat çünkü; bu gün onun güzelliği üstündeydi.
Fırat içinde gittikce büyüyen düşünceyi artık tutamaz., kontrolsuzca salıverir:
Nişandan ne haber?
Biraz erken sayılmaz mı?
Aslında bu formaliteler çevre için üstleniyor. Söz gönülden verildiğinde bitmiştir. Ötesi formalite...
Madem ki, gelenek böyledir, nişanın bir anlamı olmalı.
Doğrusu ben yalnızlıktan ve otel odalarından bıktım. Bir yuvam olsun istiyorum.. Şöyle, yazlığı kışlığı içinde... Saunası, havuzu, bahçesi, asansörü gönlümce bir ev. Benim kız, senin oğlan, hatta senin annen baban için büyük bir ev tasarlıyorum. Seninkiler de son demlerini konfor içinde geçirsinler. İsterim
Esra şaka yollu sataşır: Köşk mü, konak mı ne dedin anlayamadım.( ! ).
İçinde salınırken anlarsın.
Fırat nişanla ilgili doyurucu cevap alamadığını düşünürken, Esra içinden tekrarlıyordu : Kocaman bir ev, yazlığı, kışlığı, saunası, havuzu...
Fırat , Esra yı çalıştığı mağazaya götürmek için bindiği takside
Yarın Ankara ya gideceğini, dışalım için akreditif açtıracağını söyler.

İki gün sonra bir telefon Esra ya. Telefondaki ses Fırat: Ankara dan arıyorum. Şimdi bir toplantıya gireceğim. Vaktim pek sınırlı. İki gün sonra döneceğim. Dönüşte ararım seni. Hadi, öptüm şekerim.
İki gün sonra gerçekten elinde Bond çanta Cafe Vele de buluşurlar. Bu kez Esra daha uzun oturup, onu konuşturmak ister. Böylece karakteri, huy ve mizacı hakkında bir kanaat sahibi olmak ister. Fırat, telefonla oraya, buraya talimatlar yağdırmaktan, unun bunun halini hatırını sormaktan Esra ile sıcak ve düzgün bir konuşma ortamı yaratamaz. Daldan dala atlar, fikirleri dağınık, aceleci. Yemek yiyişi bile aceleci. Sanki bir bekleyen varmış gibi. Onun aceleciliği ve konuşma usul ve yöntemlerini bilmeyişi, Esra yı sıkar. Ancak adam bunun farkında bile değil. Bu sefer de geride kalan başarısız evliliğinin yıkılışını anlatmaya başlar. Aslında bu konu Esra ya çekici gelir. O,buralardan ipuçları bulma çabasındadır. Çünkü kafasındaki cevapsız konular gittikçe artıyordu. Acaba bu adam gerçekten bir psikopat mıydı?
Fırat kendisi tarafından üstüne yapıştırılmış etiketlerini, kart vizitlerini anlatmaya geçer. Esra nın sıkılmaya başladığı bir anda onu uyarmak için can damarına basar. Yani konuşmayı, Esra nın ilk evliliğinden olan oğlu Atıl a getirerek, der ki Esra ya:
Oğlana bir otomobil alsak diyorum. Ne dersin?

VI.
Fırat bu kez Gaiante te dir. Esra yı oradan arar. Firması adına bir açık eksiltmeye gireceğini söyler. Bir isteği olup olmadığını sorar. Üç gün sonra her zamanki otelde buluşalım , diyerek kapatır telefonu.
Üç gün sonra buluşurlar. Burada yaptığı konuşmalar sırasında Fırat, Semra ya : Neden kendin bir iş yeri açmadın? diye sorar. Semra nasıl bir cevap vereceğini kestiremez. Mahcup olur, kızarır. Onun bu halini gören Fırat devamla, bırak bu tür oyalanmaları. Ben patronları iyi tanırım. Patrona çalışmak bana ne yazar? Bunca emeğin değer mi bu paraya?
aşka ne yapabilirim ki... Mecburum bir kez.
Hayır. Hiç de mecbur değilsin.”
Nasıl yani
Esra elleriyle saçlarını tarar gibi yapar, arkaya atar, cevap düşünürken Fırat hiddetlenir, gözlerini açar, eliyle sehpaya vurur :
Hayatım ! Kendi iş yerimizi açarız. Daha doğrusu sana bir butik açarım. Çeker alırım seni o insan kıymeti bilmezin elinden. Sen işletemez misin butiği. Arkanda ben oldukça neden korkacaksın. Belki önceleri küçük küçük batacaksın, sonra öğreneceksin ve küçük küçük büyüyeceksin.
Semra, üst üste kroşe yiten bir boksörün sersemliğiyle konuşamaz , gözlerini bir noktaya dikerek içinden: Ne bu hovardalık? Daha nikah yok, evlilik yok. Ev, araba, dükkan...Gülesim geliyor. Acaba bütün bunların altında benim göremediğim başka bir oyun mu var? Allah var çok eli açık, bonkör adam. Ama nereden geliyor bu değirmenin suyu? Daha bir adım attık. Neler serdi önüme. İnanasım gelmiyor. Arkadaşlar psikopat diyorlardı. Psikopat, misikopat... Sen mala, zenginliğe bak.

VII.
Neşeli, sıkıntılı, kuşkulu günler durmak bilmiyor; geçiyor. Böyledir bu devran. Geçecek ki, beklenenler gelsin.
Otelde bir resepsiyon varmış. Bana, seni de götüreyim dedi. Sırf bu akşam için önce dekolte bir elbise aldık. Vardık ki, herkes bizden şık. Görme ! O genç kadınları ; defile mankeni sanırsın. Fırat gene konuşmadık, selamlaşmadık insan bırakmadı. Çevresi ne kadar geniş diye düşünürken, bir yandan da içime kurt düştü. Bu kadar zengin olacaksın, bu kadar geniş çevren olacak ( ! ) peki neden seçimi ben?...
Bir Pazar Çeşme ye gitmeye karar verdik. Altımızda son model bir otomobil, uçar gibi.
Araban güzelmiş. Nedir markası? Çok pahalı olsa gerek?
Pahalı ve hızlı dedi.
Herkesi geçişinden anlamıştım
Usandım, değiştireceğim.

Bizimkilerle tanıştırmak için eve davet ettim. O gün sanki fakirlik elbisesini giymişti. Bizimkilere çok içten ve alçak gönüllü davranmıştı. Kucağındaki çiçek demetini anneme büyük bir nezaketle sunduğunda, annemin gözlerinde tükendiğini sandığım göz yaşının yanağına doğru süzüldüğünü gördüm. Anneme iltifatlar yağdırıyordu. Annem, beğenmek şöyle dursun, mest oldu. O gidince annem : Asilzade olduğu belli. Belli ki görmüş geçirmiş bir ailenin evladı. Nerden baksan , ille de aile terbiyesi bir başka oluyor. Babam yıllardır kimseyi oturtmadığı koltuğunu ona ikram etti. Babamla sohbeti koyulaştırdılar.
Demek, serbest meslek erbabısın. Emlakcılık, komisyonculuk, iş takipciliği falan gibi...
İyi kazanıyorum bey amca.Allaha şükür. Ne demişler: At binenin, kılıç kuşananın. Piyasada çok tatlı işler var. Tabi iyi koku alabilen için.
Ben de motor ustasıydım, evlat. İşten başımızı kaldıramazdık. Para kazanmak için değil, müşteri kazanmak için çalışırdık. Şimdi nerde o hava , o insanlar. Piyasayı dolandırıcılar, üçkağıtçılar sarmış.
Boş fincanları almaya gelen Esra babasına hitaben :
Baba, evlendiğimizde Fırat diyor ki: Şöyle büyük bir ev yaptırmak istiyorum. Hepimiz birlikte oturalım. Sizlerle yani.
Sağol evladım. Siz oturun sağlıcalıkla. Bizden geçti artık. Ben bu evde doğdum, ecelim bu evde gelsin isterim.
Peder ve damat adayı sohbeti yoğunlaştırırlar. Eskilere, anılara dalarlar. Öte yandan anne kız ikram üstüne ikram yağdırırlar..
Vakit geç olmuştur. Fırat izin ister ve kalkar , arkasında çok olumlu bir hava bırakarak. Esra ona taksi durağına kadar eşlik eder.

VIII.
Araya giren zaman içinde nedense nişan sözcüğü kullanılmaz olur. Sanırsınız ki unutulmuştur. Bu gidişattan şimdilik ikisi de memnun gibi görünmektedir.

Nesine gelirse bir gün Esra konuyu damdan düşe gibi açıverir.
Nişan için ne düşünüyorsun? Bır şey tasarladın mı?
Baştan beri söyleyip duran benim. Harekete geçmeyen ise sensin. Çok rahatsın vallahi...
Öyleyse cumartesiye ne dersin?
Olur. Kendi aramızda yaparız. Kendi aramızda dediysem : annen, baban, evlatlarımız, sen ve ben. Cafe VeLede.
Öyleyse yüzük almaya çıkalım . Sonra iki ayağımız bir papuca girmesin. Ben biraz zor beğenirim de. İyi ve güncel olsun. Dutdibindekileri baktırsın.
Bak bitanem ne diyeceğim? Benim ev var ya, orada şimdi boşandığım eşimle kızım otururlar. İstediğimde ben de orada kalırım. O evde benim yerli kasam var. Kasa çift anahtarlıdır. Anahtarların biri bende, diğeri eski eşimde. O da mücevherlerini aynı kasada saklar. İki anahtar biraraya gelmeden, ya da iki anahtar aynı kişinin eline geçmeden kasayı açmak olası değildir. Orada bana ait yüzükler var. Beğendiğini seç al. Taşlı, taşsız, yeşil altın, sade, antika, moda... Her türlüsü var. İyi bir şey olsun istiyorum. Şöyle eline yakışsın, fark edilsin. Şayet acele ediyorsan, alalım şuradan iki tane eğreti takalım.
Tamam. Alalım takalım.
Öyleyse hazır ol cumartesiye.
Esra cumartesi günü yüzük takılacağını Dutdibinde söyleyince sevinçten hepsi uçacak gibi olurlar.
Cumartesi gelir, Esra giyinir, süslenir, kuaföre gider. Çünkü bu gün Cafe VeLe de yüzük takılacak. Herkes gelmiş. Oğuz da orada, yalnız Fırat bekleniyor. Gözler kapıda bir saattır. Şimdi cebinde iki yüzükle kapıda görünecek.Heyecan yanına endişeyi almış salonda kol gezmekteler, hem de insan denen yaratığın zavallı haline alaylı bir ifadeyle bakarak. Garson gelir, tüm gözler, kulaklar ona odaklanır.
Telefon der.
Esra heyecanla koşar. Telefondaki Fırat. Esra onun Geciktim, özür dilerim demesini beklerken, bakın söylediklerine :
Hayatım ! Benim kızın önemli bir mazereti çıktı. Bu nedenle nişanı pazartesiye ertelemek zorundayız. Benim adıma arkadaşlardan özür dile, lütfen.”
Esra nın başından kaynar sular dökülür. Yaşanan fiyaskonun ardından herkes suçluluk duyguları içinde ayrılır.
Pazar günü Fırat, Esra nın gönlünü almak için onu yemeğe davet eder. Esra bunu fırsat bilir. Onunla hesaplaşmak için kalkar gelir. Buluştuklarında Fırat ta özürün bini bir para , yalvarır, yakarır, sonuçta Esra yı yumuşatmayı başarır ve arkasından hemen yeni bir öneri patlatır :
Madem ki elaleme duyurduk, hiç olmazsa iki ucuz yüzük alıp, takalım aramızda. Böylece adı belli olsun.
Pazartesi getirirsin kolleksiyonunu seçeriz, herkesin önünde.
Aslında o anda Fırat ın cebinde iki nişan yüzüğü alacak kadar parasının olduğu da kuşkuludur. O bunu belli eder mi hiç? Ancak şunu söyler :
Ben kredi kartı kullanmıyorum. Alış verişlerimi nakit ile yaparım. Aksilik bu sabah kasadan para almadan çıkmış bulundum. Pazar günü hanımı bulur, anahtarı alırım. Pazartesi de yüzükleri sana getiririm. Tamam mı? Anlaştık mı?
Kuşkular hala Esra nın kafasını terk etmiş değil. Çünkü tutarsızlıklar art arda gelmektedir. Çaresiz Olur der.

Beklenen pazartesi de gelir. Endişe, kuşku, heyecan kol gezmektedir. Bu gün yüzük takılacak .Fırat Esra ile görüşmek için mağazaya gelir. Esra onu vakitsiz görünce Eyvah ! Gene bir terslik var diye heyecanlanır. Ne yazık ki gene terslik var. Pişkin adam kusur bende der. Pazar günü anahtarı eski karısından almaya gitmekte geç kaldığını, karısının ise erkenden Aydın a gittiğini bildirerek bir kez daha özür ve af diler. Fırat, her zor durumun üstesinden gelecek kadar oynak ve kıvrak bir zekaya sahiptir. Bu kez de der ki Esra ya:
Çevremizde dolaşan şanssızlıklardan ben de çok rahatsızım. Eğer arkadaşlarımın yüzüne bakacak bir yerim kalmadı diyorsan, işte sana bir öneri:
Git şimdi sarraftan kendin için bir tane ucuz yüzük al ve tak. Onlar görsünler. Yüzük mü, işte yüzük. Bu çok basit bir yüzük derlerse, bunun geçici olduğunu, aslının sipariş edildiğini, haftaya geleceğini söylersin, olur biter. Bitanem, yanında naktin yoksa kredi kartını kullan. Ben sana yarın öderim.
Bu öneri Esra yı delirtir. Beni elaleme rezil ediyorsun der.Çünkü Esra nın arkadaşları pazartesi onu kutlamaya hazırlanmışlardır. Çok zor duruma düşen Fırat, ertesi gün kasayı kesin açtırarak sabah saat 8:oo de geleceğini söyler ve kahvaltıyı birlikte yapmalarını teklif eder. Esra: Eğer kasayı gene açamadım diyeceksen hiç gelme. Benim de kafamın tasını attırma. Düşün sana nişana karar verdikten bu yana, bir arpa boyu yol alamadık. Patinaj yapıyoruz. Ama tekerin biri tutarsa araba fırlar ve sen avucunu yalarsın.
Bitanem, seni mahcup duruma düşürdüğümü biliyorum. Sen de beni anla, lütfen. Harcama beni. Böyle talihsizlikler herkesin başına gelebilir. Ne var bunları büyütecek.
Pazartesi kızın gözleri saatta. Saat 8:oo henüz yok. Saat 8:30, 9:oo , 9:30 yok, yok, yok. Esra umudunu keserek, mükellef kahvaltı yerine bir çaya talim eder. Gene atlatıldığına bu yüzden kendine kızar. Aptal kadın... Hala anlayamadın mı? Bunun niyeti ne nişan, ne de evlenmek. Der kendi kendine.
Akşam Fırat suçlu kediler gibi çıkıp gelir. Sanki bir şey yokmuşcasına. Meğer gene kasayı açtıramamış. Sözüm ona kasadan para alamamış. Ne cepte para var, ne de kredi kartı. Kahvaltıyı sen mi öde! desin Esra ya
Esra patlamaya hazır bomba gibi, dolu. Hiddetle ayağını yere vurarak kalkar:
Bu iş burada bitmiştir. Diyerek kapıya yönelir. Hemen bir taksiye atlar. Fırat da arkasından koşar ve taksiye o da zorla biner. Yol boyu dil döker. Yalvarır ve son kez bir şans ister. Esra, bir kez daha Ya sabır! çekip, taksiden inerek oradaki pastaneye girerler. Esra nın ellerine sarılır, saçlarını okşar, sevgi gösterilerine girişir. Yufka yürekli kadın bir kez daha yelkenleri suya indirir.

IX .
Alo Esra hanım.
Buyurun efendim benim.
Ben Tepe Hastanesi baş hekimi DR Cezmi Koşar.
Buyurun doktor bey, dinliyorum.
Bak kızım! Tatsız bir olay için aradığımdan üzgünüm.
Esrayı bir anda heyecan sarar. Doktor, babasının mı, yoksa annesinin mi hasta olarak şu anda hastanede oldukları haberini mi verecek diye heyecanlan ırken,doktor devam eder konuşmasına.:
Bak kızım, Fırat İleri diye birini tanıyorsun, değil mi? Onunla gönül ilişkiniz olabilir. Aman kızım sakın ha. O sahtekar, psikopatın teki. Belki size evlenme bile teklif etmiştir. Sakın haaa.Hem o evli. Biliyor muydunuz.?
Bilmiyordum da o bana boşandığını söylemişti.
O halde boş olduğuna dair mahkeme ilamını iste. Kızım bak, karısı yanımda. Boşanmadık diyor. Kadın bizim hastanede hemşire. Adı da Raziye.
Telefon konuşması biter, telefon kapanır, ancak Esra nın kafasında kapanmak bir yana yeni gerilim doğar. O, kendi kendini yargılar. Bir insanın onuruyla bu kadar oynanmaz ki... Yalanlarla, dolanlarla bir yere varılmaz ki...Her olayı, kendinin yufka yürekli oluşuna, kimselere Hayır deyemeyişine bağlar.
Bu telefon görüşmesinden haberi olmayan Fırat, yavan ve sahte sözlerle hatırını sormak için telefonla arar. Maksadı birlikte bir program yapmaktır. Daha ona fırsat kalmadan Esra, sözlerini ağzına tıkar ve onun Raziye adlı bir kadınla evli olduğunu söyleyiverir. Bukonularda çok pişkin olan adam, sinirlenir ve yalanlar. Esra der ki:
Sinirlenmene gerek yok. Ayrıldıysan mahkeme ilamı vardır, getir göreyim. Ben de boşandım. Ben de sana göstereyim.
Fırat bir daha aramaz. Ne olmayan ilamı getirebilir, ne de kendi gelir.
Bir hafta sonra Esra nın arkadaşlarından Oğuz, Frat ı yanında bir kadınla pek mutlu ve neşeli bir vaziyette Kemeraltında görür . Oğuz olayı Esra ya rapor edince Esra kadını kast ederek vah zavallı kadın vah. Başhekim aç antenlerini der.
Konu kapandı sanılan bir günde mağazaya iki kadın gelir. Beni sorarlar Esra benim, buyurun.Bir isteğiniz mi var.?
Özel konuşacaktık. Daha uygun bir yeriniz yok mu?
Onları bir odaya aldım. Gelenlerden biri öğretmen olduğunu söyledi ve konuyu açtı :
................,bu adam benim emekli ikramiyemi elimden aldı. At yarışlarına yatırdım, dedi. Oysa at yarışlarında batırmış. Sonra bir evim vardı. Onu da bankaya ipotek ederek kredi aldı. Onu da ödeyemedi ev de gitti. Eğer bol para harcıyorsa, bilin ki, uyanık kurt yeni ve aptal bir kuzu ele geçirmiştir.
Fırat ın eşi olduğunu söyleyen diğer kadın da:
Esra hanım, Başhekim e dua et. Tehlikenin kıyısından dönmüş oldun. Ben de boşanmak için mahkemeye baş vurdum, zaten. Seni de tanık yazdırdım.
Ne yapalım Allahından bulsun.
Öğretmen :
Hayır Allah cezasını geç verir. Ben Allaha havale etmeyeceğim der ve ayrılırlar.

05 / 10 / 03
URLA

İbrahim Karaca