Ahmed Şefik Midhat Paşa (18 Ekim 1822, İstanbul - 8 Mayıs 1884, Taif), Osmanlı devlet adamı.
Padişah Abdülaziz (1861-1876) döneminde savunduğu reform politikalarıyla tanınmış ve iki kez sadrazamlık etmiştir. 1876'da Abdülaziz'in tahttan indirilmesi ve ölümüyle sonuçlanan ihtilalin liderlerinden biri olmuş, aynı yıl Padişah V. Murat'ın tahttan indirilerek II. Abdülhamit'in tahta geçirilmesi olayında da belirleyici rol oynamıştır.
Abdülhamit'in 23 Aralık 1876'da ilan ettiği Kanun-u Esasi, bazen (yanlış olarak) "Mithat Paşa Anayasası" olarak adlandırılır. Bu olaylardan kısa bir süre sonra Mithat Paşa gözden düşerek sürgüne gönderilmiş, 1881'de Yıldız Sarayı'nda kurulan mahkeme tarafından ölüme mahkûm edilmiş, ancak idam cezası Abdülhamit tarafından affedilerek Taif'e sürgüne gönderilmiştir. Taif'te Abdülhamid'in emriyle öldürülüp öldürülmediği meselesi, Türk kamuoyunda yıllarca tartışılmıştır.
Mithat Paşa Tanzimat reformlarını gerçekleştiren kuşağın önde gelen temsilcilerinden biridir. Ancak Tanzimat'ın asıl lider kadrosunu oluşturan Mustafa Reşit, Âli ve Fuat Paşalarca fazla radikal ve istikrarsız bulunarak dışlanmış ve nispeten geç yaşta ön plana çıkma olanağı bulabilmiştir. 1860'larda Tuna ve Bağdat vilayetlerindeki başarılı reform çalışmaları Mithat Paşa'nın kariyerinin zirve noktası olarak görülür. 1870'lerdeki iki kısa sadrazamlığı siyasi çatışmaların ve büyüyen mali krizin gölgesinde kalmıştır. 1876 krizinde Mithat Paşanın bir Cumhuriyet rejimi tasarladığı iddia edilmiştir. Bu iddia Abdülhamit yıllarında paşanın zevaline yol açmış, ancak 1908 ve 1923'ten sonraki yıllarda yeniden kazandığı itibarın temelini oluşturmuştur.
Dolmabahçe'de 1947'de inşa edilen İnönü Stadyumu 1951'de Demokrat Parti hükümetince Mithatpaşa Stadyumu olarak adlandırılmış, ancak 1973'te İnönü Stadyumu adı iade edilmiştir.
Rusçuklu Mehmed Eşref Efendi'nin oğludur. Çocukluğunu İstanbul'da ve babasının naip olarak bulunduğu Vidin ve Lofça'da geçirdi. Özel eğitim gördü. Arapça, Farsça ve biraz Fransızca öğrendi. 1834'te Divan-ı Humayün kaleminde görev aldı. Burada kendisine Midhat mahlası verildi. Divan-ı humayün'ün görevlerini üstlenen Meclis-i Vükela'nın katipleri arasında yer aldı. 1840'ta Sadaret Mektubi kaleminde yer aldı. 1842-1846 arasında tahrirat katibi yardımcısı olarak Şam ve Sayda'da, 1846'dan sonra divan kâtibi olarak Konya ve Kastamonu'da görev yaptı. 1849'da İstanbul'a dönerek meclis-i vala-yı ahkam-ı adliye'de mazbata kalemi katibi, ertesi yıl serhalife oldu.
1852'de Meclis-i Vala-yı Ahkâm-ı Adliye Anadolu kalemi ikinci kâtipliğine atandı. 1854'te sadrazam olan Kıbrıslı Mehmed Emin Paşa tarafından Rumeli'de yaygınlaşan isyan olaylarını bastırmak gibi, yerine getirilmesi güç bir işle görevlendirildi. Bulgaristan'da düzeni sağladıktan (1857) sonra, Avrupa'nın başlıca kentlerini kapsayan altı aylık bir inceleme gezisine çıktı.
İstanbul'a dönüşünde Serasker Rıza Paşa ile birlikte Kuleli Vakası (1859) olarak bilinen ve Abdülmecid'i devirmeyi amaçlayan suikast girişiminin soruşturmasını yürütmekle görevlendirildi. Kıbrıslı Mehmet Emin Paşa'nın ikinci sadrazamlığı sırasında, 1861'de vezir rütbesiyle Niş valiliğine atandı. Başarılı reformlarından dolayı, Abdülaziz tarafından uygulamaları doğrultusunda genel bir reform programı hazırlamakla görevlendirildi. 1864'te Silistre, Vidin ve Niş'in birleştirilmesiyle oluşturulan Tuna vilayeti'nin başına getirildi ve Osmanlı idari düzenini yeniden belirleyen Vilayet Nizamnamesi'nin uygulanmasına (1864-67) öncülük etti. Vilayet merkezinden köylere kadar yeni meclisler, bayındırlık, fen ve eğitim işlerine bakacak daire müdürlükleri oluşturdu. Ziraat Bankası'nın çekirdeğini oluşturan Memleket Sandığı'nı kurdu. Vergi türlerini ve yükümlülüğünü azaltan düzenlemeler yaptı. Niş valisiyken açtığı ıslahhane adlı sivil teknik okulları yaygınlaştırdı.
Mithat Paşa1868'de İstanbul'a çağrılarak Meclis-i Vala-yı Ahkâm-ı Adliye'yi yeniden düzenlemekle görevlendirildi. Meclisin idari ve yargısal işlevlerini birbirinden ayırarak Şura-yı Devlet ve Divan-ı Ahkâm-ı Adliye'yi kurdu. Şura-yı Devlet başkanı olarak yeni eğitim ve maliye nizamnamelerini hazırladı. Istanbul Emniyet Sandığının ve ilk sanayi mektebinin kurulmasına öncülük etti. 1869'da vali olarak bulunduğu Bağdat'ta da başarılı reformlar yaptı.
Temmuz 1872'de Abdülaziz tarafından Mahmud Nedim Paşa'nın yerine sadrazamlığa getirildi. Fakat saraya muhalif ve Âli Paşa yanlısı bir tutum izlediğinden, bu makamda yalnızca üç ay kalabildi. Muhaliflerince İngiliz yanlısı olarak suçlandı. 1873 başlarında adliye nazırlığına getirildi. Temsili Meclisin gerekliliğine ilişkin layiha hazırlaması üzerine Eylül 1873'te Selanik valiliğine atanarak merkezden uzaklaştırıldı. 1875'te yeniden adliye nazırı olduysa da sadrazam Mahmud Nedim Paşa'yla görüş ayrılığı nedeniyle üç ay sonra istifa etti.
1876 İhtilalleri ve Kanun-u Esasi
Abdülaziz'in son yıllarındaki siyasi kaos ortamında Mithat Paşa saray karşıtı ve reform yanlısı siyasetin başlıca lideri olarak sivrildi. Serasker (ordu komutanı) Hüseyin Avni Paşa, Şirvanizade Rüştü Paşa ve (Şirvanizade'nin ölümünden sonra) Mütercim Rüştü Paşa ile birlikte, Abdülaziz'i devirmeyi planlayan "cunta"yı oluşturdu. 30 Mayıs 1876'da Abdülaziz devrilip V. Murat tahta geçirildi. Devrik padişahın dört gün sonra şüpheli bir biçimde ölümü ve ardından Hüseyin Avni Paşa'nın Çerkes Hasan adlı genç subay tarafından öldürülmesi olayları üzerine yeni padişah ruhsal bir bunalıma girince, 31 Ağustos'ta o da tahttan indirilerek kardeşi II. Abdülhamid padişah ilan edildi. Bu olayda Sadrazam Mütercim Rüştü Paşa ön planda görünse de rejim değişikliğinin gerçek mimarı Mithat Paşa idi. Paşanın kendisine bağlı bir milis kuvveti oluşturduğu, İstanbul sokaklarında Paşa lehine taşkın gösteriler yapıldığı ve kısa bir süre sonra Mithat Paşa'nın Osmanlı saltanatına son vererek cumhuriyet ilan edeceği söylentileri yayıldı.
Abdülhamit'in cülusundan sonra Mithat Paşa ilk Osmanlı Kanun-ı Esasî'sini (anayasa) hazırlayan encümenin başına geçti. 17 Aralık 1876'da Rüştü Paşa'nın "Mithat Paşa'nın entrikalarından korkarak" istifası üzerine sadrazamlığa atandı. 23 Aralık'ta II. Abdülhamid Mithat Paşa'nın hazırladığı anayasayı (bazı değişikliklerle) ilan etti. Aynı gün toplanan Tersane Konferansı Mithat Paşa'nın önderliğinde, Avrupa devletlerinin önerdiği barış koşullarını reddederek, büyük bir felakete dönüşecek olan Osmanlı-Rus Savaşının yolunu açtı.
Düşüş ve Sürgün 5 Şubat 1877'de padişah Mithat Paşa'yı sadrazamlıktan azlederek gözaltına aldırdı ve aynı gün (evine dahi uğramasına izin verilmeden) bir gemiyle ülke dışına sürdü. Bir süre Avrupa'da kalan ve ertesi yıl Girit'e dönmesine izin verilen Mithat Paşa, Aralık 1878'de affedilerek Suriye valiliğine atandı, ancak İstanbul'a gelmesi kesinlikle yasaklandı. Siyasi faaliyetlerine Suriye'de de devam ettiğine dair kuşkular üzerine 1880'de Aydın (İzmir) valiliğine gönderildi. 5 Mayıs 1881'de konağının bir askeri birlikçe sarılması üzerine Fransız konsolosluğuna sığındı. Üç gün sonra hükümetin güvence vermesi üzerine teslim oldu. İstanbul'a getirilerek sarayda kurulan özel bir mahkeme (Yıldız Mahkemesi) tarafından yargılandı ve Abdülaziz'in öldürülmesiyle suçlanarak idama mahkûm edildi. İngiltere hükümetinin ricası ve II. Abdülhamit'in müdahalesiyle cezası ömür boyu kalebentliğe çevrildi ve Arabistan'da Taif Kalesine sürüldü. 8 Mayıs 1884 gecesi muhafızları tarafından boğularak öldürüldü. Bu cinayetin Padişahın emri ile gerçekleştiği ileri sürüldü ise de, bu konuda, 1909 ihtilalinden sonra araştırılan Yıldız Sarayı evrakı arasında dahi kanıt bulunamamıştır
30 Kasım 2008 Pazar
29 Kasım 2008 Cumartesi
Keçecizade Fuat Paşa (1815 - 1869)
Sık sık devlet için şu benzetme yapılır:
"Onlar dışarıdan, biz içeriden yıkamadık!"
Kim söylemiş bu sözü, bugünlere kadar gelmiş? Keçecizade Fuat Paşa...
Padişah Sultan Aziz'in Paris gezisi sırasında Fransa İmparatoru 3. Napolyon, Dışişleri Bakanı Fuat Paşa'ya isteklerini sıralar...
Süveyş Kanalı açılmalı, Girit, Osmanlılardan alınıp Yunanistan'a verilmeli, Kudüs'teki kutsal yerlerin Katoliklere ait olanların yönetimi Fransızlarda olmalı...
Osmanlı devletinin bunlara kolay kolay razı olmayacağını bilen İmparator, aba altından sopa gösterir:
"Bu sorunlar sizin için bir dert... Yorgun omuzlarınızdan bunları atınız... Devletinizin ne kadar zayıfladığı bütün dünyada biliniyor."
Fuat Paşa, gülerek karşılık verir:
"Haşmetmeab, siz, bendenize, başka bir devlet gösterebilir misiniz ki, üç yüz senedir, dışarıdan sizlerin, içeriden bizlerin, devamlı tahribine direnebilmiş! Evet, üç yüz senedir, siz dışarıdan, biz içeriden, bu devleti yıkamadık!"
Osmanlı sadrazamı (İstanbul 1815 - Nice 1869). Şair Keçecizâde İzzet Molla'nın oğlu. Tıbbiye'yi bitirdi (1835) Sultan Abdülaziz devrinin ünlü simalarının başında hiç şüphesiz ki Keçecizade Fuat Paşa geliyordu. İki kez sadrazamlık ve beş kez de Hariciye nazırlığı görevine getirilen bu devlet adamı nükteleriyle ünlüydü.
Bir diğer meşhur özelliği de Galatasaray Lisesi?nin kurucusu olması. Fransa yandaşı, Fransızcı olarak biliniyor zaten
İstanbul sularında (özellikle Boğaz Tafeyninde) tarifeli vapur seferleri Sadrazam Reşit Paşa'nın desteği, Keçecizade Fuat Paşa ve tarihçi Ahmet Cevdet Paşa'nın gayretleri ile 1851 yılında kurulan Şirket-i Hayriye'ye ait vapurlarla başlar. 1867-1872 yılında Üsküdar-Kabataş arasında sefere konulan "Suhulet" ve "Sahilbent" arabalı vapurları dünyada sefer yapan ilk arabalı vapurlardır.
Osmanlı devletinin önemli yöneticilerinden olan Keçecizade Fuat Paşa'dan biraz daha söz edelim. Sultan Aziz Londra'da Kraliçe Viktorya ile görüşürken, Kraliçe kulağındaki pırlanta küpeleri Fuat Paşa'ya göstermiş:
"Bunu bana haşmetmeabların ağabeyi Sultan Abdülmecit hediye etmişti, broştu, bir süre göğsüme taktım, sonra kuyumcuya verip küpe yaptırdım, acaba kendileri bana gücenirler mi?"
Fuat Paşa fırsatı kaçırmamış:
"Bilakis efendim, Türkiye'den gelen şeylere daima kulak verdiğiniz için memnun olurlar!"
Yine Charles Mismaire yazar, Gümrük Bakanı Kani Paşa'dan dinlemiştir.
Devlet Hazinesi Sultan Aziz'in israfını kaldıramamaktadır. Ali Paşa ile Fuat Paşa, huzura giderler, "Mülk - ü milletin sahibinden" fedekarlık isterler!
Sultan Aziz kaşlarını çatar:
"Yani Paşa, sultanların su içtiği altın tasları darphaneye gönderip, onlara bakır tas mı verelim?"
Fuat Paşa lafını hiç çekinmez:
"Padişahım, başımıza bir felaket gelirse, siz ortamızda Konya Ovası'na doğru çekilirken, hanım sultanlar, bu altın taslarla ayrılık çesmesinden su mu içecekler?"
KEÇECİZADE Fuat Paşa'ya sormuşlar:
"Paşam, gerçek dostların kimler?"
Paşa şöyle bir düşünmüş:
"Şimdi iktidardayım, bilemem!"
1864 Büyük Hocapaşa yangınından sonra Sadrazam Keçecizade Fuad Paşa, Babıali çevresiyle Divanyolu?nu genişletmek ister. Yeni cadde 25 metre genişlikte olacaktır. Çokları İstanbul?un bunca geniş yola gereği olmadığı düşüncesindedir. Hüseyin Bey de bunlardan biridir. Gelgelelim cadde yapılıp bitince o derece memnunluklar getirir. Bir gün Fuat Paşa ile burun buruna gelince kendini bağışlatmak için der ki:
-Saye-i Devletinizde caddelerle kaldırımlar pek güzel oldu.
Keçecizade hiçbir sözü alacakaranlıkta bırakmayacak geniş fitilli ağır bir lambadır, yapıştırır: Evet, bu kaldırımlar bize atılan taşlarla yapıldı.?
İnsanın Hali Bir Muammadır
Tarihe uygulamaya koyduğu "Tanzimat Fermanı" ile geçen Osmanlı devlet ricalinin önemli şahsiyetlerinden Mustafa Reşit Paşa'nın (1810/1858) insana ilk anda garip gelen dikkatleri vardı. Ölümünden sekiz ay evvel, Ramazan dolayısıyla sahilhanesinde okunan mevlütte duayı yapan hoca efendi, dua sırasında kendi ismini anmayı unutmuştu. Yalnız kaldıkları zaman, Reşit Paşa, oğlu Ali Galip Paşa'ya dedi ki:
"Bizim şu fani dünyada son senemizdir zannederim. Bugün mevlütte duagu efendi, benim ismimi söylemedi.
İçine doğdu her halde... Zaten, ahiret hazırlıklarının zamanı da geliyor."
Ali Galip Paşa, memlekette olup-bitenler sebebiyle yorgun ve sinirleri bozuk babasını, bunun normal bir unutkanlıktan başka birşey olmadığını söyleyerek teselli etti. Fakat hikmet-i İlahi bu hadiseden sekiz ay sonra Reşit Paşa vefat etti.
Babasının ölümünün kırkıncı günü vesilesi ile Ali Galip Paşa, aynı sahilhanede bir mevlüt okuttu. Tevafuk, aynı hoca efendi mevlüdün "son dua"sını yaptı ve bu defa da, Ali Galip Paşa'nın ismini unuttu.
Önceki hadisenin tesiri ile Ali Galip Paşa olanları mevlütte hazır bulunan Keçecizade Fuat Paşa'ya anlattı. Fuat Paşa da bunlara kafayı takmanın doğru olmadığını söyleyerek konuyu değiştirdi. Fakat çok enteresandır ki, Ali Galip Paşa da, bu mevlüdden kısa bir süre sonra bir deniz kazasında boğularak öldü.
Asıl mesleği hekimlik olan devlet adamı Keçecizade Fuat Paşa, bu iki hadiseyi sık sık anlatır ve
"İnsanın istikbali bir muammadır." derdi.
Keçecizâde Fuad Paşa : Osmanlı sadrazamı (İstanbul 1815 - Nice 1869). Şair Keçecizâde İzzet Molla'nın oğlu. Tıbbiye'yi bitirdi (1835). Üç yıl kadar Trablusgarb'da bulundu; dönünce, Babıâli Tercüme Odası'na girdi ve başmütercimliğe kadar yükseldi (1839). Sonra, Londra Sefareti başkâtipliğine getirildi (1814). Londra'dan dönüşünde İspanya ortaelçisi oldu ve "rütbe-i sâniye" nişanı aldı (1844). Ertesi yıl, Dîvân-ı Hümâyun tercümanlığına ve âmedciliğine tayin edildi (1847). O, bu görevdeyken, bütün Avrupa'da çıkan ve Tuna yörelerine de yayılan milliyetçi ayaklanmalar sebebiyle, bir Rus ordusu Eflak'a girince, Bükreş'e gönderildi (1848). Orada, Ruslarla iyi ilişkiler sağlamaya çalıştı. Macar ve Leh devrimcileri, Rusların Avusturyalılara yardımı dolayısıyla güç durumda kalarak, Osmanlı Devletine sığınmışlardı. Fuad Efendi, dostluk bağlarını koparmamak için, mültecilerden üç subayın iadesini, diğerlerinin de Vidin'e sevk edilmelerini teklif etti. Fakat Babıâli, sadrazam Mustafa Reşit Paşa'nın görüşünü benimseyerek, hiçbirinin geri verilmemesini kararlaştırdı. Rusya ve Avusturya'nın, mülteciler en kısa zamanda geri verilmediği takdirde siyasî ilişkileri kesmek zorunda kalacaklarını bildirmeleri üzerine (1849), Vükelâ Meclisi, Bükreş'te bulunan Fuad Efendi'nin, fevkalâde büyükelçilik payesiyle Rus Çarına gönderilmesine karar verdi. Fuad Efendi, Çar iade talebinde ısrar ettiği takdirde, münasebetleri kesmeden, durumu İstanbul'a bildirerek yeni talimat beklemek gibi ağır bir görev yüklenmişti. Öte yandan, yetkisinin sınırlı olması da, kendisini zor durumda bırakıyordu. 4 Ekim 1849'da, padişahın mektubunu çara verdi. Mülteciler meselesinin iki hükümdar arasında özel bir mesele olduğunu, dışişleri bakanı Nesselrod'a kabul ettirerek, müzakerelerin devamını sağladı. Babıâli, Fuad Efendi'nin hizmetlerini takdir ederek, onu bâlâ rütbesiyle Sadaret müsteşarlığına tayin etti. İstanbul'a dönünce (1850), kendisine mükâfat olarak imtiyaz nişanı verildi. Bir süre Bursa'da kalan Fuad Efendi, Cevdet Efendi (Paşa) ile birlikte Kavâid-i Osmaniye (Osmanlıca Kuralları) adlı gramer kitabını yazdı; Şirket-i Hayriye'nin tüzük tasarısını kaleme aldı. Bursa'dan dönüşünde, o sırada kurulan Encümen-i Dâniş'e, Sadaret Müsteşarı sıfatıyla üye tayin edildi. Sadrazam Reşid Paşa tarafından Mısır'a gönderildi (Mart 1852). Orada kaldığı üç buçuk ay içinde, Mısır'ın 60 000 kese olan yıllık vergisini 80 000 keseye yükseltti. Dönüşünde Hariciye Nazırlığına getirildi. Bu sırada, Mukaddes Makamlar meselesi son haddine gelmişti. Ruslar, Fuad Efendi'nin bu konuda Fransızları tuttuğunu öne sürmüşlerdi. Prens Mençikof, bu konuyu görüşmek için İstanbul'a geldi. Doğruca sadrazamı ziyaret etti. Bu tutumu usule aykırı bulan Fuad Efendi, nazırlıktan çekildi. Babıâli, Mençikof'un isteklerini geri çevirdi ve Rusya'ya savaş açtı (1853). Bundan yararlanarak Yanya üzerine yürüyen Yunan çete kuvvetlerini bastırma görevi, Fuad Efendi'ye verildi (1854). İstanbul'a dönüşünden sonra, Meclis-i Âlî-i Tanzimat reisliği de verilerek, vezirlik rütbesi ile Hariciye Nazırlığına getirildi (Nisan 1855). Ancak, işlerinin çokluğu yüzünden, Meclis-i Tanzimat reisliğini bıraktı. Paris Konferansına katılmasını önlemek amacıyla, İngiliz elçisi Lord Strafford, padişahtan Fuad Paşa'nın değiştirilmesini isteyince, görevinden ayrıldı (Kasım 1856). Meclis-i Âlî'ye memur edildi; ertesi yılın ağustos ayında ikinci defa Meclis-i Âlî-i Tanzimat reisliğine getirildi; çok geçmeden de Hariciye Nazırlığına tayin edildi. Eflak ve Boğdan'ın yeni idaresini kararlaştırmak için toplanan Paris Kongresine, Hariciye Nazırlığı da uhdesinde bırakılarak, murahhas tayin edildi (Nisan 1858).
Fuad Paşa, 1860 yılında, Cebel-i Lübnan'da Marunîler ile Dürzîler arasında çıkan anlaşmazlığın çözümlenmesine, Hariciye Nazırlığı uhdesinde olduğu halde, fevkalâde komiser sıfatıyla memur edildi. Beyrut'a gitti, Şam'daki karışıklıkları şiddet kullanarak bastırdı. Suçlu Dürzî reislerinin teslim olmaları, Fuad Paşa'nın, özellikle Fransızlara karşı, durumunu daha da güçlendirdi, onların müdahalesini önledi.
Fuad Paşa Suriye'de iken, Abdülmecid Han vefat etti, tahta Abdülaziz Han geçti. Yeni padişah, Meclis-i Vâlâ ile Meclis-i Âlî-i Tazimat'ı birleştirerek, reisliğine Fuad Paşa'yı getirdi (14 Temmuz 1861). Kısa bir süre sonra, dördüncü defa Hariciye Nazırlığına ve ardından da sadrazamlığa tayin edilen (22 Kasım 1861) Fuad Paşa, bir buçuk yıl kaldığı Suriye'den ayrılarak İstanbul'a döndü. Bu görevi sırasında, devletin içinde bulunduğu malî buhranı gidermek amacıyla, hazinenin genel nezaretini üzerine aldı ve gerekli gördüğü tedbirleri, uzun bir yazı ile padişaha bildirdi. Ama bütün çabalarına rağmen, malî durumu istediği gibi düzeltemedi. Milliyet fikirlerinin Rumeli'de yayılması yüzünden gittikçe ağırlaşan siyasî durumu da ileri sürerek, sadaretten istifa etti (6 Ocak 1863). Bir süre sonra, padişahın ısrarı üzerine Meclis-i Vâlâ-yı Ahkâm-ı Adliye reisliğini kabul etti. Abdülaziz Han'ın Mısır seyahatinde refakatinde bulundu (3 Nisan - 3 Mayıs 1863). Dönüşte, Yâver-i ekrem unvanını aldı. Çok geçmeden, seraskerlik görevi üzerinde kalmak üzere, ikinci defa sadarete getirildi (1 Haziran 1863). Fuad Paşa, Abdülaziz Han'a hitaben, büyük devletlerin siyaseti karşısında devletin çıkarlarını korumak için tutulması gerekli yolları gösteren siyasî bir vasiyetname yazmış, bu vasiyetname sonradan, Paris'te çıkarılan Meşveret gazetesinde yayımlanmıştı. Siyasî görevleri sırasında, dış ilişkiler, malî ve askerî ıslahat dışında birtakım idarî icraatta da bulunan Fuad Paşa, eyalet teşkilatı yerine, yetkili valiler eliyle yönetilen vilayet teşkilatının kurulması, şehirlerde kârgir yapı usulünün uygulanması fikirlerini ortaya attı ve bunları gerçekleştirmeğe çalıştı. Bu arada görevinden alındı.
Âlî Paşa'nın sadarete (sadrazamlığa) gelmesi üzerine, beşinci defa Hariciye Nazırı oldu (Şubat 1867). Abdülaziz Han'ın Avrupa seyahatine katıldı (21 Haziran - 17 Ağustos 1867). Kalp hastalığı sebebiyle, bu seyahatten yorgun ve hasta döndü, doktorların tavsiyesine uyarak kışı geçirmek üzere gittiği Nice'te öldü (12 Şubat 1869). Cenazesi İstanbul'a getirilerek, Peykhane sokağındaki türbesine gömüldü.
"Onlar dışarıdan, biz içeriden yıkamadık!"
Kim söylemiş bu sözü, bugünlere kadar gelmiş? Keçecizade Fuat Paşa...
Padişah Sultan Aziz'in Paris gezisi sırasında Fransa İmparatoru 3. Napolyon, Dışişleri Bakanı Fuat Paşa'ya isteklerini sıralar...
Süveyş Kanalı açılmalı, Girit, Osmanlılardan alınıp Yunanistan'a verilmeli, Kudüs'teki kutsal yerlerin Katoliklere ait olanların yönetimi Fransızlarda olmalı...
Osmanlı devletinin bunlara kolay kolay razı olmayacağını bilen İmparator, aba altından sopa gösterir:
"Bu sorunlar sizin için bir dert... Yorgun omuzlarınızdan bunları atınız... Devletinizin ne kadar zayıfladığı bütün dünyada biliniyor."
Fuat Paşa, gülerek karşılık verir:
"Haşmetmeab, siz, bendenize, başka bir devlet gösterebilir misiniz ki, üç yüz senedir, dışarıdan sizlerin, içeriden bizlerin, devamlı tahribine direnebilmiş! Evet, üç yüz senedir, siz dışarıdan, biz içeriden, bu devleti yıkamadık!"
Osmanlı sadrazamı (İstanbul 1815 - Nice 1869). Şair Keçecizâde İzzet Molla'nın oğlu. Tıbbiye'yi bitirdi (1835) Sultan Abdülaziz devrinin ünlü simalarının başında hiç şüphesiz ki Keçecizade Fuat Paşa geliyordu. İki kez sadrazamlık ve beş kez de Hariciye nazırlığı görevine getirilen bu devlet adamı nükteleriyle ünlüydü.
Bir diğer meşhur özelliği de Galatasaray Lisesi?nin kurucusu olması. Fransa yandaşı, Fransızcı olarak biliniyor zaten
İstanbul sularında (özellikle Boğaz Tafeyninde) tarifeli vapur seferleri Sadrazam Reşit Paşa'nın desteği, Keçecizade Fuat Paşa ve tarihçi Ahmet Cevdet Paşa'nın gayretleri ile 1851 yılında kurulan Şirket-i Hayriye'ye ait vapurlarla başlar. 1867-1872 yılında Üsküdar-Kabataş arasında sefere konulan "Suhulet" ve "Sahilbent" arabalı vapurları dünyada sefer yapan ilk arabalı vapurlardır.
Osmanlı devletinin önemli yöneticilerinden olan Keçecizade Fuat Paşa'dan biraz daha söz edelim. Sultan Aziz Londra'da Kraliçe Viktorya ile görüşürken, Kraliçe kulağındaki pırlanta küpeleri Fuat Paşa'ya göstermiş:
"Bunu bana haşmetmeabların ağabeyi Sultan Abdülmecit hediye etmişti, broştu, bir süre göğsüme taktım, sonra kuyumcuya verip küpe yaptırdım, acaba kendileri bana gücenirler mi?"
Fuat Paşa fırsatı kaçırmamış:
"Bilakis efendim, Türkiye'den gelen şeylere daima kulak verdiğiniz için memnun olurlar!"
Yine Charles Mismaire yazar, Gümrük Bakanı Kani Paşa'dan dinlemiştir.
Devlet Hazinesi Sultan Aziz'in israfını kaldıramamaktadır. Ali Paşa ile Fuat Paşa, huzura giderler, "Mülk - ü milletin sahibinden" fedekarlık isterler!
Sultan Aziz kaşlarını çatar:
"Yani Paşa, sultanların su içtiği altın tasları darphaneye gönderip, onlara bakır tas mı verelim?"
Fuat Paşa lafını hiç çekinmez:
"Padişahım, başımıza bir felaket gelirse, siz ortamızda Konya Ovası'na doğru çekilirken, hanım sultanlar, bu altın taslarla ayrılık çesmesinden su mu içecekler?"
KEÇECİZADE Fuat Paşa'ya sormuşlar:
"Paşam, gerçek dostların kimler?"
Paşa şöyle bir düşünmüş:
"Şimdi iktidardayım, bilemem!"
1864 Büyük Hocapaşa yangınından sonra Sadrazam Keçecizade Fuad Paşa, Babıali çevresiyle Divanyolu?nu genişletmek ister. Yeni cadde 25 metre genişlikte olacaktır. Çokları İstanbul?un bunca geniş yola gereği olmadığı düşüncesindedir. Hüseyin Bey de bunlardan biridir. Gelgelelim cadde yapılıp bitince o derece memnunluklar getirir. Bir gün Fuat Paşa ile burun buruna gelince kendini bağışlatmak için der ki:
-Saye-i Devletinizde caddelerle kaldırımlar pek güzel oldu.
Keçecizade hiçbir sözü alacakaranlıkta bırakmayacak geniş fitilli ağır bir lambadır, yapıştırır: Evet, bu kaldırımlar bize atılan taşlarla yapıldı.?
İnsanın Hali Bir Muammadır
Tarihe uygulamaya koyduğu "Tanzimat Fermanı" ile geçen Osmanlı devlet ricalinin önemli şahsiyetlerinden Mustafa Reşit Paşa'nın (1810/1858) insana ilk anda garip gelen dikkatleri vardı. Ölümünden sekiz ay evvel, Ramazan dolayısıyla sahilhanesinde okunan mevlütte duayı yapan hoca efendi, dua sırasında kendi ismini anmayı unutmuştu. Yalnız kaldıkları zaman, Reşit Paşa, oğlu Ali Galip Paşa'ya dedi ki:
"Bizim şu fani dünyada son senemizdir zannederim. Bugün mevlütte duagu efendi, benim ismimi söylemedi.
İçine doğdu her halde... Zaten, ahiret hazırlıklarının zamanı da geliyor."
Ali Galip Paşa, memlekette olup-bitenler sebebiyle yorgun ve sinirleri bozuk babasını, bunun normal bir unutkanlıktan başka birşey olmadığını söyleyerek teselli etti. Fakat hikmet-i İlahi bu hadiseden sekiz ay sonra Reşit Paşa vefat etti.
Babasının ölümünün kırkıncı günü vesilesi ile Ali Galip Paşa, aynı sahilhanede bir mevlüt okuttu. Tevafuk, aynı hoca efendi mevlüdün "son dua"sını yaptı ve bu defa da, Ali Galip Paşa'nın ismini unuttu.
Önceki hadisenin tesiri ile Ali Galip Paşa olanları mevlütte hazır bulunan Keçecizade Fuat Paşa'ya anlattı. Fuat Paşa da bunlara kafayı takmanın doğru olmadığını söyleyerek konuyu değiştirdi. Fakat çok enteresandır ki, Ali Galip Paşa da, bu mevlüdden kısa bir süre sonra bir deniz kazasında boğularak öldü.
Asıl mesleği hekimlik olan devlet adamı Keçecizade Fuat Paşa, bu iki hadiseyi sık sık anlatır ve
"İnsanın istikbali bir muammadır." derdi.
Keçecizâde Fuad Paşa : Osmanlı sadrazamı (İstanbul 1815 - Nice 1869). Şair Keçecizâde İzzet Molla'nın oğlu. Tıbbiye'yi bitirdi (1835). Üç yıl kadar Trablusgarb'da bulundu; dönünce, Babıâli Tercüme Odası'na girdi ve başmütercimliğe kadar yükseldi (1839). Sonra, Londra Sefareti başkâtipliğine getirildi (1814). Londra'dan dönüşünde İspanya ortaelçisi oldu ve "rütbe-i sâniye" nişanı aldı (1844). Ertesi yıl, Dîvân-ı Hümâyun tercümanlığına ve âmedciliğine tayin edildi (1847). O, bu görevdeyken, bütün Avrupa'da çıkan ve Tuna yörelerine de yayılan milliyetçi ayaklanmalar sebebiyle, bir Rus ordusu Eflak'a girince, Bükreş'e gönderildi (1848). Orada, Ruslarla iyi ilişkiler sağlamaya çalıştı. Macar ve Leh devrimcileri, Rusların Avusturyalılara yardımı dolayısıyla güç durumda kalarak, Osmanlı Devletine sığınmışlardı. Fuad Efendi, dostluk bağlarını koparmamak için, mültecilerden üç subayın iadesini, diğerlerinin de Vidin'e sevk edilmelerini teklif etti. Fakat Babıâli, sadrazam Mustafa Reşit Paşa'nın görüşünü benimseyerek, hiçbirinin geri verilmemesini kararlaştırdı. Rusya ve Avusturya'nın, mülteciler en kısa zamanda geri verilmediği takdirde siyasî ilişkileri kesmek zorunda kalacaklarını bildirmeleri üzerine (1849), Vükelâ Meclisi, Bükreş'te bulunan Fuad Efendi'nin, fevkalâde büyükelçilik payesiyle Rus Çarına gönderilmesine karar verdi. Fuad Efendi, Çar iade talebinde ısrar ettiği takdirde, münasebetleri kesmeden, durumu İstanbul'a bildirerek yeni talimat beklemek gibi ağır bir görev yüklenmişti. Öte yandan, yetkisinin sınırlı olması da, kendisini zor durumda bırakıyordu. 4 Ekim 1849'da, padişahın mektubunu çara verdi. Mülteciler meselesinin iki hükümdar arasında özel bir mesele olduğunu, dışişleri bakanı Nesselrod'a kabul ettirerek, müzakerelerin devamını sağladı. Babıâli, Fuad Efendi'nin hizmetlerini takdir ederek, onu bâlâ rütbesiyle Sadaret müsteşarlığına tayin etti. İstanbul'a dönünce (1850), kendisine mükâfat olarak imtiyaz nişanı verildi. Bir süre Bursa'da kalan Fuad Efendi, Cevdet Efendi (Paşa) ile birlikte Kavâid-i Osmaniye (Osmanlıca Kuralları) adlı gramer kitabını yazdı; Şirket-i Hayriye'nin tüzük tasarısını kaleme aldı. Bursa'dan dönüşünde, o sırada kurulan Encümen-i Dâniş'e, Sadaret Müsteşarı sıfatıyla üye tayin edildi. Sadrazam Reşid Paşa tarafından Mısır'a gönderildi (Mart 1852). Orada kaldığı üç buçuk ay içinde, Mısır'ın 60 000 kese olan yıllık vergisini 80 000 keseye yükseltti. Dönüşünde Hariciye Nazırlığına getirildi. Bu sırada, Mukaddes Makamlar meselesi son haddine gelmişti. Ruslar, Fuad Efendi'nin bu konuda Fransızları tuttuğunu öne sürmüşlerdi. Prens Mençikof, bu konuyu görüşmek için İstanbul'a geldi. Doğruca sadrazamı ziyaret etti. Bu tutumu usule aykırı bulan Fuad Efendi, nazırlıktan çekildi. Babıâli, Mençikof'un isteklerini geri çevirdi ve Rusya'ya savaş açtı (1853). Bundan yararlanarak Yanya üzerine yürüyen Yunan çete kuvvetlerini bastırma görevi, Fuad Efendi'ye verildi (1854). İstanbul'a dönüşünden sonra, Meclis-i Âlî-i Tanzimat reisliği de verilerek, vezirlik rütbesi ile Hariciye Nazırlığına getirildi (Nisan 1855). Ancak, işlerinin çokluğu yüzünden, Meclis-i Tanzimat reisliğini bıraktı. Paris Konferansına katılmasını önlemek amacıyla, İngiliz elçisi Lord Strafford, padişahtan Fuad Paşa'nın değiştirilmesini isteyince, görevinden ayrıldı (Kasım 1856). Meclis-i Âlî'ye memur edildi; ertesi yılın ağustos ayında ikinci defa Meclis-i Âlî-i Tanzimat reisliğine getirildi; çok geçmeden de Hariciye Nazırlığına tayin edildi. Eflak ve Boğdan'ın yeni idaresini kararlaştırmak için toplanan Paris Kongresine, Hariciye Nazırlığı da uhdesinde bırakılarak, murahhas tayin edildi (Nisan 1858).
Fuad Paşa, 1860 yılında, Cebel-i Lübnan'da Marunîler ile Dürzîler arasında çıkan anlaşmazlığın çözümlenmesine, Hariciye Nazırlığı uhdesinde olduğu halde, fevkalâde komiser sıfatıyla memur edildi. Beyrut'a gitti, Şam'daki karışıklıkları şiddet kullanarak bastırdı. Suçlu Dürzî reislerinin teslim olmaları, Fuad Paşa'nın, özellikle Fransızlara karşı, durumunu daha da güçlendirdi, onların müdahalesini önledi.
Fuad Paşa Suriye'de iken, Abdülmecid Han vefat etti, tahta Abdülaziz Han geçti. Yeni padişah, Meclis-i Vâlâ ile Meclis-i Âlî-i Tazimat'ı birleştirerek, reisliğine Fuad Paşa'yı getirdi (14 Temmuz 1861). Kısa bir süre sonra, dördüncü defa Hariciye Nazırlığına ve ardından da sadrazamlığa tayin edilen (22 Kasım 1861) Fuad Paşa, bir buçuk yıl kaldığı Suriye'den ayrılarak İstanbul'a döndü. Bu görevi sırasında, devletin içinde bulunduğu malî buhranı gidermek amacıyla, hazinenin genel nezaretini üzerine aldı ve gerekli gördüğü tedbirleri, uzun bir yazı ile padişaha bildirdi. Ama bütün çabalarına rağmen, malî durumu istediği gibi düzeltemedi. Milliyet fikirlerinin Rumeli'de yayılması yüzünden gittikçe ağırlaşan siyasî durumu da ileri sürerek, sadaretten istifa etti (6 Ocak 1863). Bir süre sonra, padişahın ısrarı üzerine Meclis-i Vâlâ-yı Ahkâm-ı Adliye reisliğini kabul etti. Abdülaziz Han'ın Mısır seyahatinde refakatinde bulundu (3 Nisan - 3 Mayıs 1863). Dönüşte, Yâver-i ekrem unvanını aldı. Çok geçmeden, seraskerlik görevi üzerinde kalmak üzere, ikinci defa sadarete getirildi (1 Haziran 1863). Fuad Paşa, Abdülaziz Han'a hitaben, büyük devletlerin siyaseti karşısında devletin çıkarlarını korumak için tutulması gerekli yolları gösteren siyasî bir vasiyetname yazmış, bu vasiyetname sonradan, Paris'te çıkarılan Meşveret gazetesinde yayımlanmıştı. Siyasî görevleri sırasında, dış ilişkiler, malî ve askerî ıslahat dışında birtakım idarî icraatta da bulunan Fuad Paşa, eyalet teşkilatı yerine, yetkili valiler eliyle yönetilen vilayet teşkilatının kurulması, şehirlerde kârgir yapı usulünün uygulanması fikirlerini ortaya attı ve bunları gerçekleştirmeğe çalıştı. Bu arada görevinden alındı.
Âlî Paşa'nın sadarete (sadrazamlığa) gelmesi üzerine, beşinci defa Hariciye Nazırı oldu (Şubat 1867). Abdülaziz Han'ın Avrupa seyahatine katıldı (21 Haziran - 17 Ağustos 1867). Kalp hastalığı sebebiyle, bu seyahatten yorgun ve hasta döndü, doktorların tavsiyesine uyarak kışı geçirmek üzere gittiği Nice'te öldü (12 Şubat 1869). Cenazesi İstanbul'a getirilerek, Peykhane sokağındaki türbesine gömüldü.
28 Kasım 2008 Cuma
Dr.Nazım Bey (1872 - 1926)
Doktor Nâzım Bey (d. 1872 Selanik Yunanistan – ö. 26 Ağustos 1926, Ankara), Türk doktor. İttihat Terakki Cemiyeti’nin önde gelenlerinden. Son Talât Paşa hükümetinin maarif nazırı. 1916-1918, Fenerbahçe Kulübü Başkanı. Atatürk' e suikast girişimi nedeniyle idam edildi.
1872-1913 Dönemi
İttihat ve Terakki'nin hep perde arkasında kalan, ama bütün yaşamsal eylemlerinde imzası olan komitacıdır. Mahalle mektebi ve rüstiyeye devam etti. İstanbul Askeri Tıbbıye İdadisi'ne girdi. Askeri Tıbbiyeyi Şahane'ye (Askeri Tıp Fakültesi) devam ederken İttihadi Osman-i Cemiyetine girdi. Örgütün avrupa'da yayın yapmasının daha rahat olması nediniyle seçilen bazı üyeler Avrupa'ya yollanıyordu. Nazım da Paris'e kaçtı. Burada Sorbonne Üniversitesi Tıp Fakültesine kaydoldu. Paris'te Ahmed Rıza ile birlikte Osmanlı Terakki ve İttihat cemiyetini (sonradan İttihat ve Terakki) kurdu.
Başkanlıktan kaçındığı için cemiyetin başkanı Ahmed Rıza oldu. Örgütün yayın organı olan Meşveret'in ilk sayısını 1 Aralık 1895'te yayımladı. Aynı yıl, fakülteden jinekolog doktor olarak mezun oldu. Paris hastanesinde göreve başladı. İkinci Abdülhamit'in 1896 yılında İttihat ve Terakki örgütünün darbe yapacağına ilişkin istihbarat alması üzerine, Osmanlı hükümetinin baskılarıyla Paris hükümeti Doktor Nazım ve arkadaşlarını sınırdışı etti. Belçika'da eylemlerine devam eden örgüt, yine İkinci Abdülhamit'in ısrarlarıyla sınırdışı edilerek İsviçre'ye geçti. burada, Tunalı Hilmi, Abdullah Cevdet gibi isimlerin de aralarında bulunduğu aydınları örgüte kazandırdıktan sonra, kaçak olarak Paris'e gitti.
Osmanlı muhalefetinin ilk kongresi sayılan 4-9 Şubat 1902 Paris kongresi'nde Prens Sabahattin'ci grupla düşünsel ayrılığa düştü. Kongreden sonra, İngiliz desteğini savunan sabahattinci grup partiden ayrıldı. aynı tarihlerde İstanbul'da hakkındaki ilk idam kararı verildi. Selanik'teki harbiyeli subayları örgütlemek üzere Paris'ten rum komitacıların yardımıyla Selanik'e geçti. Selanik'teki örgütlenme Paris'teki merkezden bağımsız bir hal almaya yüz tutunca sivil Paris ve askeri Selanik 27 Eylül 1907'de birleşme kararı aldı.
Hürriyetin dağa çıkarak kazanılacağına kanaat getirildikten sonra İzmir'deki orduyu Selanik ordusuna katmak görevi Doktor Nazım'a düştü. Tütüncü Yakup Ağa kimliğiyle İzmir'de dükkân açtı. Makedonya'daki Enver Paşa harekatının ardından İkinci Meşrutiyet ilan edildi. Doktor Nazım yeni kurulan hükümette, istememesine karşın Maarif Bakanı oldu.
31 Mart İsyanı sırasına örgütün genel sekreteriydi. Hürriyet ve İtilaf fırkasının iktidar olmasıyla başlayan ittihatçı avı sırasında 9 Kasım 1912'de Yunanistan'da yakalandı. Babıali baskınının ardından iktidara gelen ittihatçıların çabalarıyla serbest bırakıldı ve yurda döndü.
1914-1922 Dönemi [değiştir]Son ana kadar Osmanlının I. Dünya Savaşı'nda tarafsız kalması gerektiğini düşündü ve böyle olacağına inandı. 1918'de, Talat Paşa hükümetinde maarif nazırı oldu. Almanya'nın yenilmesinden sonra hükümet düştü. Doktor Nazım'ın savaşa devam etme teklifine karşın parti çekilme ve kendini feshetme kararı aldı. Anadolu'ya geçmek isteyen Doktor Nazım yurtdışına yollandı.
5 Temmuz 1919'da ikinci kez idama mahkum edildi. Avrupa'da verimsiz olduğunu, Ankara'ya geçmek istediğini Mustafa Kemal Paşa'ya birden çok kez yazdıysa da cevap alamadı. 1922'de Berlin'de Ermeniler tarafından düzenlenen suikastten kurtuldu. Suikast olayından sonra Mustafa Kemal, Doktor Nazım'ın yurda dönmesine izin verdi.
1922-1926 Dönemi [değiştir]İzmir'e yerleşen Doktor Nazım siyasetten elini eteğini çekti. Cumhuriyetin ilanından sonra da bacanağı dışişleri bakanı Doktor Tevfik Rüştü Aras başta olma üzere eski ittihatçılarla görüşmeye devam etti.
1926 İzmir suikasti'nin ardından tutuklandı. İstiklal Mahkemesi'nde yargılandı. Ama yine de üçüncü kez idama mahkum edildi. Bu kez kaçamadı ve 26 Ağustos 1926'da idam edildi.
Osman Selim Kocahanoğlu ise kesin kanıtlara dayamamakla birlikte, Doktor Nazım'ın süikaste bir yerinden bulaştığını söyler.
1872-1913 Dönemi
İttihat ve Terakki'nin hep perde arkasında kalan, ama bütün yaşamsal eylemlerinde imzası olan komitacıdır. Mahalle mektebi ve rüstiyeye devam etti. İstanbul Askeri Tıbbıye İdadisi'ne girdi. Askeri Tıbbiyeyi Şahane'ye (Askeri Tıp Fakültesi) devam ederken İttihadi Osman-i Cemiyetine girdi. Örgütün avrupa'da yayın yapmasının daha rahat olması nediniyle seçilen bazı üyeler Avrupa'ya yollanıyordu. Nazım da Paris'e kaçtı. Burada Sorbonne Üniversitesi Tıp Fakültesine kaydoldu. Paris'te Ahmed Rıza ile birlikte Osmanlı Terakki ve İttihat cemiyetini (sonradan İttihat ve Terakki) kurdu.
Başkanlıktan kaçındığı için cemiyetin başkanı Ahmed Rıza oldu. Örgütün yayın organı olan Meşveret'in ilk sayısını 1 Aralık 1895'te yayımladı. Aynı yıl, fakülteden jinekolog doktor olarak mezun oldu. Paris hastanesinde göreve başladı. İkinci Abdülhamit'in 1896 yılında İttihat ve Terakki örgütünün darbe yapacağına ilişkin istihbarat alması üzerine, Osmanlı hükümetinin baskılarıyla Paris hükümeti Doktor Nazım ve arkadaşlarını sınırdışı etti. Belçika'da eylemlerine devam eden örgüt, yine İkinci Abdülhamit'in ısrarlarıyla sınırdışı edilerek İsviçre'ye geçti. burada, Tunalı Hilmi, Abdullah Cevdet gibi isimlerin de aralarında bulunduğu aydınları örgüte kazandırdıktan sonra, kaçak olarak Paris'e gitti.
Osmanlı muhalefetinin ilk kongresi sayılan 4-9 Şubat 1902 Paris kongresi'nde Prens Sabahattin'ci grupla düşünsel ayrılığa düştü. Kongreden sonra, İngiliz desteğini savunan sabahattinci grup partiden ayrıldı. aynı tarihlerde İstanbul'da hakkındaki ilk idam kararı verildi. Selanik'teki harbiyeli subayları örgütlemek üzere Paris'ten rum komitacıların yardımıyla Selanik'e geçti. Selanik'teki örgütlenme Paris'teki merkezden bağımsız bir hal almaya yüz tutunca sivil Paris ve askeri Selanik 27 Eylül 1907'de birleşme kararı aldı.
Hürriyetin dağa çıkarak kazanılacağına kanaat getirildikten sonra İzmir'deki orduyu Selanik ordusuna katmak görevi Doktor Nazım'a düştü. Tütüncü Yakup Ağa kimliğiyle İzmir'de dükkân açtı. Makedonya'daki Enver Paşa harekatının ardından İkinci Meşrutiyet ilan edildi. Doktor Nazım yeni kurulan hükümette, istememesine karşın Maarif Bakanı oldu.
31 Mart İsyanı sırasına örgütün genel sekreteriydi. Hürriyet ve İtilaf fırkasının iktidar olmasıyla başlayan ittihatçı avı sırasında 9 Kasım 1912'de Yunanistan'da yakalandı. Babıali baskınının ardından iktidara gelen ittihatçıların çabalarıyla serbest bırakıldı ve yurda döndü.
1914-1922 Dönemi [değiştir]Son ana kadar Osmanlının I. Dünya Savaşı'nda tarafsız kalması gerektiğini düşündü ve böyle olacağına inandı. 1918'de, Talat Paşa hükümetinde maarif nazırı oldu. Almanya'nın yenilmesinden sonra hükümet düştü. Doktor Nazım'ın savaşa devam etme teklifine karşın parti çekilme ve kendini feshetme kararı aldı. Anadolu'ya geçmek isteyen Doktor Nazım yurtdışına yollandı.
5 Temmuz 1919'da ikinci kez idama mahkum edildi. Avrupa'da verimsiz olduğunu, Ankara'ya geçmek istediğini Mustafa Kemal Paşa'ya birden çok kez yazdıysa da cevap alamadı. 1922'de Berlin'de Ermeniler tarafından düzenlenen suikastten kurtuldu. Suikast olayından sonra Mustafa Kemal, Doktor Nazım'ın yurda dönmesine izin verdi.
1922-1926 Dönemi [değiştir]İzmir'e yerleşen Doktor Nazım siyasetten elini eteğini çekti. Cumhuriyetin ilanından sonra da bacanağı dışişleri bakanı Doktor Tevfik Rüştü Aras başta olma üzere eski ittihatçılarla görüşmeye devam etti.
1926 İzmir suikasti'nin ardından tutuklandı. İstiklal Mahkemesi'nde yargılandı. Ama yine de üçüncü kez idama mahkum edildi. Bu kez kaçamadı ve 26 Ağustos 1926'da idam edildi.
Osman Selim Kocahanoğlu ise kesin kanıtlara dayamamakla birlikte, Doktor Nazım'ın süikaste bir yerinden bulaştığını söyler.
27 Kasım 2008 Perşembe
Prens Sabahattin (1877 - 1948)
Prens Sabahattin (1877-1948) Osmanlı İmparatorluğunun II. Meşrutiyet döneminde yaşamış ünlü siyasetçi ve düşünür. Adem-i Merkeziyetçilik adını verdiği siyasi düşünceyi savunmuştur.
Prens Sabahattin 1877 yılında İstanbul'da doğdu. Annesi Osmanlı padişahı Abdülmecit'in kızı ve II. Abdülhamit'in kızkardeşi Seniha Sultan, babası ise Bahriye nazırı Gürcü Halil Rıfat Paşa'nın oğlu "Damat" Mahmut Celalettin Paşa'ydı. Mahmut Celalettin Paşa Adliye nezaretinde görev yaptı. Ancak padişah II. Abdülhamit Mahmut Celalettin Paşa'nın V. Murat'ı tekrar tahta çıkartma yanlısı olduğundan kuşkulanmaktaydı. Evlerinin padişahın adamları tarafından sürekli gözlem altında bulunması, padişahın uyguladığı siyasetlere karşı olması gibi nedenlerle Prens Sabahattin'in ailesi 1899 yılında İstanbul'u terkederek Fransa'ya yerleşti.
Prens Sabahattin yaşamı boyunca 3 defa İstanbul'a geldi. Yurtdışında yoğun bir şekilde kitaplar yazdı, siyaset yaptı, Osmanlı siyasetini kendi görüşleri yönünde etkilemeye çalıştı. Liberal görüşleri savunan Ahrar Fırkası'nı destekledi ve perde arkasından yönetti. Osmanlı Hanedanına karşı olması ve Jön Türklerle birlikte çalışmasına rağmen 1924 yılında Osmanlı Hanedanı üyelerinin yurtdışı edilmesine ilişkin yasa gereğince Türkiye'yi terk etmek zorunda kaldı. 1948 yılında İsviçre'nin Neuchâtel kentinde öldü. 1952 yılında cenazesi Türkiye'ye getirilerek İstanbul'un Eyüp semtinde babasının yanına gömüldü...
Prens Sabahaddin Durkheimci toplum görüşünü benimseyen bir başka ilk Türk sosyologlarından Ziya Gökalp'in merkeziyetçi fikirlerinin aksine adem-i merkeziyetçi bir anlayışla ferdin görüş ve davranışlarını ve kişisel hürriyeti toplumsal menfaatin önünde tutmuş, Cumhuriyetin ilk ideologlarından olan Ziya Gökalp'in aksine Türkiye'de siyasi ve akademik alanda kendisini takip eden herhangi bir akım başlatamamıştır.
Prens Sabahattin 1877 yılında İstanbul'da doğdu. Annesi Osmanlı padişahı Abdülmecit'in kızı ve II. Abdülhamit'in kızkardeşi Seniha Sultan, babası ise Bahriye nazırı Gürcü Halil Rıfat Paşa'nın oğlu "Damat" Mahmut Celalettin Paşa'ydı. Mahmut Celalettin Paşa Adliye nezaretinde görev yaptı. Ancak padişah II. Abdülhamit Mahmut Celalettin Paşa'nın V. Murat'ı tekrar tahta çıkartma yanlısı olduğundan kuşkulanmaktaydı. Evlerinin padişahın adamları tarafından sürekli gözlem altında bulunması, padişahın uyguladığı siyasetlere karşı olması gibi nedenlerle Prens Sabahattin'in ailesi 1899 yılında İstanbul'u terkederek Fransa'ya yerleşti.
Prens Sabahattin yaşamı boyunca 3 defa İstanbul'a geldi. Yurtdışında yoğun bir şekilde kitaplar yazdı, siyaset yaptı, Osmanlı siyasetini kendi görüşleri yönünde etkilemeye çalıştı. Liberal görüşleri savunan Ahrar Fırkası'nı destekledi ve perde arkasından yönetti. Osmanlı Hanedanına karşı olması ve Jön Türklerle birlikte çalışmasına rağmen 1924 yılında Osmanlı Hanedanı üyelerinin yurtdışı edilmesine ilişkin yasa gereğince Türkiye'yi terk etmek zorunda kaldı. 1948 yılında İsviçre'nin Neuchâtel kentinde öldü. 1952 yılında cenazesi Türkiye'ye getirilerek İstanbul'un Eyüp semtinde babasının yanına gömüldü...
Prens Sabahaddin Durkheimci toplum görüşünü benimseyen bir başka ilk Türk sosyologlarından Ziya Gökalp'in merkeziyetçi fikirlerinin aksine adem-i merkeziyetçi bir anlayışla ferdin görüş ve davranışlarını ve kişisel hürriyeti toplumsal menfaatin önünde tutmuş, Cumhuriyetin ilk ideologlarından olan Ziya Gökalp'in aksine Türkiye'de siyasi ve akademik alanda kendisini takip eden herhangi bir akım başlatamamıştır.
26 Kasım 2008 Çarşamba
Ziya Paşa (1825 - 1880)
Ziya Paşa, (d. 1825 İstanbul - ö. 17 Mayıs 1880 Adana). Türk yazar, şair ve devlet adamı. Asıl ismi "Abdülhamid Ziyaeddin" dir.
1825 te İstanbul'da doğdu. Galata Gümrüğü'nde katiplik yapan Erzurum'un İspir ilçesinden Ferideddin Efendi'nin oğludur. Bayezit Rüşdiyesi'ni bitirdi. Özel derslerle Arapça ve Farsça öğrendi. Bir süre Sadaret Mektub-i Kalemi'nde çalıştı. 1855'te Mustafa Raşid Paşa aracılığıyla sarayda Mabeyn Katipliği'ne atandı. Bu sırada Fransızca öğrendi. Ali Paşa sadrazam olunca saraydan uzaklaştırıldı.
1861'de Kıbrıs, 1863'te Amasya Mutasarrıfı ve Meclis-i Vâlâ-yı Ahkâm-ı Adliye üyesi oldu. 1865'te Yeni Osmanlılar Cemiyeti'ne katıldı. Yeniden Kıbrıs'a atanınca 1867'de Namık Kemal ile birlikte Londra'ya kaçtı. Birlikte Yeni Osmanlılar'ın yayın organı olan Hürriyet gazetesini yayınladılar. sonra 1871'de İstanbul'a döndü.
1872-1876 arasında Şurayı Devlet üyeliği ve maarif müsteşarlığı yaptı. Anayasayı hazırlayan Kanun-i Esasi adlı kurumda görevlendirildi.Birinci Meşrutiyet'in ilanından sonra 1877'de vezir rütbesiyle önce Suriye Valiliği'ne ardından Adana Valiliği'ne atandı. 17 Mayıs 1880'de Adana'da yaşamını yitirdi.Paris'te bulunduğu yıllarda çeviriler de yapmıştır.
Ziya Paşa, Namık Kemal ve Şinasi'yle birlikte, Tanzimat'la başlayan Batılılaşma hareketinin etkisinde gelişen Batılılaşma Dönemi Türk edebiyatının ilk aşamasını oluşturan üç yazardan biridir. Padişaha ve Reşid Paşa'ya kasideler yazmıştır. 1859'da yazdığı "Tercî-i Bend" şiiriyle tanınmıştır. Hece ile yazılmış birçok şarkısı dışında, Divan şiiri geleneğine bağlı kalmıştır.
Eserlerinde 2. Abdülhamit yönetimine karşı özgürlükleri ve meşrutiyeti savundu. Batılılaşma yanlısı, yenilikçi Tanzimat Edebiyatı'nın öncüleri arasında yer aldı. Namık Kemal ve Şinasi ile birlikte yeni Türk edebiyatının temellerini attı. Türk edebiyatının kendi geleneğine sahip çıkmasını istedi, şiir ve yazı dilinin halkın dili olması gerektiğini savundu. Şiirlerinde divan şiir biçimlerini kullandı ama içerikte hak, adalet, uygarlık, hürriyet gibi temaları işledi. "Terci-i Bend" ve "Terkîb-i Bend" isimli iki şiirinde ise insanın yargısı ve gerçeği kavramanın olanaksızlığı, Tanrı'nın mutlak egemenliği gibi metafizik konular üzerinde durdu. 1874-1875'te Arap, Fars ve Türk şairlerin şiirlerini "Harabat" adlı 3 ciltlik ansiklopedide topladı.
1825 te İstanbul'da doğdu. Galata Gümrüğü'nde katiplik yapan Erzurum'un İspir ilçesinden Ferideddin Efendi'nin oğludur. Bayezit Rüşdiyesi'ni bitirdi. Özel derslerle Arapça ve Farsça öğrendi. Bir süre Sadaret Mektub-i Kalemi'nde çalıştı. 1855'te Mustafa Raşid Paşa aracılığıyla sarayda Mabeyn Katipliği'ne atandı. Bu sırada Fransızca öğrendi. Ali Paşa sadrazam olunca saraydan uzaklaştırıldı.
1861'de Kıbrıs, 1863'te Amasya Mutasarrıfı ve Meclis-i Vâlâ-yı Ahkâm-ı Adliye üyesi oldu. 1865'te Yeni Osmanlılar Cemiyeti'ne katıldı. Yeniden Kıbrıs'a atanınca 1867'de Namık Kemal ile birlikte Londra'ya kaçtı. Birlikte Yeni Osmanlılar'ın yayın organı olan Hürriyet gazetesini yayınladılar. sonra 1871'de İstanbul'a döndü.
1872-1876 arasında Şurayı Devlet üyeliği ve maarif müsteşarlığı yaptı. Anayasayı hazırlayan Kanun-i Esasi adlı kurumda görevlendirildi.Birinci Meşrutiyet'in ilanından sonra 1877'de vezir rütbesiyle önce Suriye Valiliği'ne ardından Adana Valiliği'ne atandı. 17 Mayıs 1880'de Adana'da yaşamını yitirdi.Paris'te bulunduğu yıllarda çeviriler de yapmıştır.
Ziya Paşa, Namık Kemal ve Şinasi'yle birlikte, Tanzimat'la başlayan Batılılaşma hareketinin etkisinde gelişen Batılılaşma Dönemi Türk edebiyatının ilk aşamasını oluşturan üç yazardan biridir. Padişaha ve Reşid Paşa'ya kasideler yazmıştır. 1859'da yazdığı "Tercî-i Bend" şiiriyle tanınmıştır. Hece ile yazılmış birçok şarkısı dışında, Divan şiiri geleneğine bağlı kalmıştır.
Eserlerinde 2. Abdülhamit yönetimine karşı özgürlükleri ve meşrutiyeti savundu. Batılılaşma yanlısı, yenilikçi Tanzimat Edebiyatı'nın öncüleri arasında yer aldı. Namık Kemal ve Şinasi ile birlikte yeni Türk edebiyatının temellerini attı. Türk edebiyatının kendi geleneğine sahip çıkmasını istedi, şiir ve yazı dilinin halkın dili olması gerektiğini savundu. Şiirlerinde divan şiir biçimlerini kullandı ama içerikte hak, adalet, uygarlık, hürriyet gibi temaları işledi. "Terci-i Bend" ve "Terkîb-i Bend" isimli iki şiirinde ise insanın yargısı ve gerçeği kavramanın olanaksızlığı, Tanrı'nın mutlak egemenliği gibi metafizik konular üzerinde durdu. 1874-1875'te Arap, Fars ve Türk şairlerin şiirlerini "Harabat" adlı 3 ciltlik ansiklopedide topladı.
25 Kasım 2008 Salı
Namık Kemal (1840 - 1888)
Namık Kemal (d. 21 Aralık 1840, Tekirdağ, ö. 2 Aralık 1888, Sakız Adası), Türk milliyetçiliğinin öncülerinden, Genç Osmanlı hareketi mensubu, ünlü yazar ve şairdir. Özellikle "İntibah" isimli romanı ve "Vatan, Yahut Silistre" isimli tiyatro oyunu ile tanınır. Asıl adı Mehmed Kemal'dir.
1888'de mutasarrıflıkla sürgüne gönderildiği Sakız Adası'nda vefat etmiş, Türk Edebiyatında öncü niteliği bulunan şair ve tiyatro yazarıdır. "Vatan şairi" olarak da anılır.
Namık adını ona şair Eşref Paşa vermiştir. Babası, II. Abdülhamid döneminde müneccimbaşılık yapmış olan Mustafa Asım Bey'dir. Annesini küçük yaşında yitirince çocukluğunu dedesi Abdüllâtif Paşa'nın yanında, Rumeli ve Anadolu'nun çeşitli kentlerinde geçirdi. Bu yüzden özel öğrenim gördü. Arapça ve Farsça öğrendi. 18 yaşlarında İstanbul'a babasının yanına döndü.
1863'te Babıali Tercüme Odası'na kâtip olarak girdi. Dört yıl çalıştığı bu görev sırasında dönemin önemli düşünür ve sanatçılarıyla tanışma olanağı buldu. 1865'te kurulan ve daha sonra Yeni Osmanlılar Cemiyeti adıyla ortaya çıkan İttifak-ı Hamiyet adlı gizli derneğe katıldı. Bir yandan da Tasvir-i Efkâr gazetesinde hükümeti eleştiren yazılar yazıyordu. Gazete, Yeni Osmanlılar Cemiyeti'nin görüşleri doğrultusunda yaptığı yayın sonucu 1867'de kapatıldı.
Namık Kemal, İstanbul'dan uzaklaştırılmak için Erzurum'a vali muavini olarak atandı. Bu göreve gitmeyi çeşitli engeller çıkarıp erteledi ve Mustafa Fazıl Paşa'nın çağrısı üzerine Ziya Paşa'yla birlikte Paris'e kaçtı. Bir süre sonra Londra'ya geçerek M. Fazıl Paşa'nın parasal desteğiyle Ali Suavi'nin Yeni Osmanlılar adına çıkardığı Muhbir gazetesinde yazmaya başladı. Ama Ali Suavi'yle anlaşamaması üzerine Muhbir'den ayrıldı. 1868'de gene M. Fazıl Paşa'nın desteğiyle Hürriyet adı altında başka bir gazete çıkardı. Çeşitli anlaşmazlıklar sonucu, Avrupa'da desteksiz kalınca, 1870'te zaptiye nazırı Hüsnü Paşa'nın çağrısı üzerine İstanbul'a döndü.
Nuri, Reşat ve Ebüzziya Tevfik beylerle birlikte 1872'de İbret gazetesini kiraladı. Aynı yıl burada çıkan bir yazısı üzerine gazete hükümetçe dört ay süreyle kapatıldı. Namık Kemal gene İstanbul'dan uzaklaştırılmak için Gelibolu mutasarrıflığına atandı. Orada yazmaya başladığı Vatan Yahut Silistire oyunu, 1873'te Gedikpaşa Tiyatrosu'nda sahnelendiğinde halkı coşturup olaylara neden oldu. Bu haberi İbret gazetesinin yazması üzerine o sırada İstanbul'a dönmüş olan Namık Kemal birçok arkadaşıyla birlikte tutuklandı. Bu kez kalebentlikle Magosa'ya sürgüne gönderildi.
1876'da I. Meşrutiyet'in ilanından sonra İstanbul'a döndü. Şura-yı Devlet (Danıştay) üyesi oldu. Kanun-î Esasi'yi (Anayasa) hazırlayan kurulda görev aldı. 1877 Osmanlı-Rus Savaşı çıkınca II. Abdülhamid'in Meclis-i Mebusan'ı kapatması üzerine tutuklandı. Beş ay kadar tutuklu kaldıktan sonra Midilli Adası'na sürüldü. 1879'da Midilli mutasarrıfı oldu. Aynı görevle 1884'te Rodos, 1887'de Sakız Adası'na gönderildi. Ertesi yıl burada öldü ve Gelibolu'da Bolayır'da gömüldü
1888'de mutasarrıflıkla sürgüne gönderildiği Sakız Adası'nda vefat etmiş, Türk Edebiyatında öncü niteliği bulunan şair ve tiyatro yazarıdır. "Vatan şairi" olarak da anılır.
Namık adını ona şair Eşref Paşa vermiştir. Babası, II. Abdülhamid döneminde müneccimbaşılık yapmış olan Mustafa Asım Bey'dir. Annesini küçük yaşında yitirince çocukluğunu dedesi Abdüllâtif Paşa'nın yanında, Rumeli ve Anadolu'nun çeşitli kentlerinde geçirdi. Bu yüzden özel öğrenim gördü. Arapça ve Farsça öğrendi. 18 yaşlarında İstanbul'a babasının yanına döndü.
1863'te Babıali Tercüme Odası'na kâtip olarak girdi. Dört yıl çalıştığı bu görev sırasında dönemin önemli düşünür ve sanatçılarıyla tanışma olanağı buldu. 1865'te kurulan ve daha sonra Yeni Osmanlılar Cemiyeti adıyla ortaya çıkan İttifak-ı Hamiyet adlı gizli derneğe katıldı. Bir yandan da Tasvir-i Efkâr gazetesinde hükümeti eleştiren yazılar yazıyordu. Gazete, Yeni Osmanlılar Cemiyeti'nin görüşleri doğrultusunda yaptığı yayın sonucu 1867'de kapatıldı.
Namık Kemal, İstanbul'dan uzaklaştırılmak için Erzurum'a vali muavini olarak atandı. Bu göreve gitmeyi çeşitli engeller çıkarıp erteledi ve Mustafa Fazıl Paşa'nın çağrısı üzerine Ziya Paşa'yla birlikte Paris'e kaçtı. Bir süre sonra Londra'ya geçerek M. Fazıl Paşa'nın parasal desteğiyle Ali Suavi'nin Yeni Osmanlılar adına çıkardığı Muhbir gazetesinde yazmaya başladı. Ama Ali Suavi'yle anlaşamaması üzerine Muhbir'den ayrıldı. 1868'de gene M. Fazıl Paşa'nın desteğiyle Hürriyet adı altında başka bir gazete çıkardı. Çeşitli anlaşmazlıklar sonucu, Avrupa'da desteksiz kalınca, 1870'te zaptiye nazırı Hüsnü Paşa'nın çağrısı üzerine İstanbul'a döndü.
Nuri, Reşat ve Ebüzziya Tevfik beylerle birlikte 1872'de İbret gazetesini kiraladı. Aynı yıl burada çıkan bir yazısı üzerine gazete hükümetçe dört ay süreyle kapatıldı. Namık Kemal gene İstanbul'dan uzaklaştırılmak için Gelibolu mutasarrıflığına atandı. Orada yazmaya başladığı Vatan Yahut Silistire oyunu, 1873'te Gedikpaşa Tiyatrosu'nda sahnelendiğinde halkı coşturup olaylara neden oldu. Bu haberi İbret gazetesinin yazması üzerine o sırada İstanbul'a dönmüş olan Namık Kemal birçok arkadaşıyla birlikte tutuklandı. Bu kez kalebentlikle Magosa'ya sürgüne gönderildi.
1876'da I. Meşrutiyet'in ilanından sonra İstanbul'a döndü. Şura-yı Devlet (Danıştay) üyesi oldu. Kanun-î Esasi'yi (Anayasa) hazırlayan kurulda görev aldı. 1877 Osmanlı-Rus Savaşı çıkınca II. Abdülhamid'in Meclis-i Mebusan'ı kapatması üzerine tutuklandı. Beş ay kadar tutuklu kaldıktan sonra Midilli Adası'na sürüldü. 1879'da Midilli mutasarrıfı oldu. Aynı görevle 1884'te Rodos, 1887'de Sakız Adası'na gönderildi. Ertesi yıl burada öldü ve Gelibolu'da Bolayır'da gömüldü
24 Kasım 2008 Pazartesi
Mimar Alexandre Vallaury (1850 - 1921)
Alexandre Vallaury (d. 2 Nisan 1850 - ö. 2 Mayıs 1921), İstanbul'lu Levanten ve Fransız asıllı mimar.
2 Nisan 1850 gününde İstanbul'daki Fransız asıllı bir levanten ailenin oğlu olarak dünyaya geldi. Eğitimi için Paris'e gitti ve orada Güzel Sanatlar Fakültesinde eğitim aldı. Paris'ten döndükten sonra 2 Mart 1883'ten 10 Ağustos 1908'e kadar, "Sanayi-i Nefise Mekteb-i Alisi" de yani günümüzdeki adıyla Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi'nde mimarlık öğretmeni olarak ders verdi.
1896 yılında Legion d'Honneur madalyasıoyla onurlandırıldı.
Vallury eserlerinde Osmanlı kültürü ile batının değerlerini birleştirmiştir. Yaşadığı dönemde Osmanlı'nın önde gelen entellektüellerinden biri olmuştur ve 2 Mayıs 1921'de İstanbul'da 71 yaşında vefat etmiştir
2 Nisan 1850 gününde İstanbul'daki Fransız asıllı bir levanten ailenin oğlu olarak dünyaya geldi. Eğitimi için Paris'e gitti ve orada Güzel Sanatlar Fakültesinde eğitim aldı. Paris'ten döndükten sonra 2 Mart 1883'ten 10 Ağustos 1908'e kadar, "Sanayi-i Nefise Mekteb-i Alisi" de yani günümüzdeki adıyla Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi'nde mimarlık öğretmeni olarak ders verdi.
1896 yılında Legion d'Honneur madalyasıoyla onurlandırıldı.
Vallury eserlerinde Osmanlı kültürü ile batının değerlerini birleştirmiştir. Yaşadığı dönemde Osmanlı'nın önde gelen entellektüellerinden biri olmuştur ve 2 Mayıs 1921'de İstanbul'da 71 yaşında vefat etmiştir
Eserleri arasında öne çıkanlar
Büyükada Rum Yetimhanesi
İstanbul Arkeoloji Müzesi
İstinye'deki Afif Paşa Yalısı,
Bağlarbaşı'ndaki Son halife AbdülMecid Efendi Köşkü,
Galata'daki Osmanlı Bankası,
Haydarpaşa'daki Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane binası
Duyun-u Umumiye binası
Beyoğlu'nda Pera Palas oteli
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)