27 Temmuz 2004 Salı

Başka Dünyalar

Arada bir onunla çıkıyorduk. Her gün telefon ediyor övgüler, iltifatlar, espriler yağdırıyordu. Sahil kahvesinde arabanın içinde yan yana oturuyor gurubu seyrediyor, muhabbet ediyorduk. Aslan pençesi gibi iri ve kemikli elleri vardı Tuttuğu yerden ses getirirdi.Öpüşü de öyleydi; duygularımı kabartıyordu. Daha önceleri de sevgililerim olmuştu ama, onlar hep çıt kırıldım, hanım evlatlarıydı. Bunu tanıyınca ötekilere erkek demeye dilim varmıyor.
Hafta sonları için bana ipotek koymuştu. Ege nin kıvrım kıvrım koylarını tarıyorduk. Emsalsiz panoroması ve ayna gibi denizi ile en gözde koylar ağırlıyordu bizi. Çadırımızı kuracak uygun bir yer bulmak sorun olmuyordu. Ata dedi ki bir gün:
İster misin bu Pazar Gümüşdereye gidelim; balık yemeye.
Ret edilir mi hiç...

Günlerden Pazar. Masmavi bir gökyüzü ve güneşli, rüzgarsız bir havada çıktık yola. Onun arabasıyla gidiyoruz; uçuyoruz sanki. Geldik Gümüşdere ye. Yabancısı olmadığımız balık restoranında garson bize bir kıyak yaptı; Denizin kıyısına bir masa yaptı. Oturur oturmaz denizi seyre dalmışım. Gözlerimi ayıramadım mavi sulardan. Havada martılar uçuşuyor, çirkin sesleriyle ciyak ciyak... Yerdeki insanlar gibi. Onların da derdi aynı: balık. Bir tekne denize açılıyor, poyrazda çırpınan bayrağıyla. Bir diğeri denizden dönüyor; almış nasibini denizden. Bu tekne ekmek teknesi. Üç beş kişi kıyıda dinelişler, gelen tekneye bakıyorlar , aralarında söyleşiyorlar. Bir bankta sevgililer oturmuş, onlar de denize bakıyor, sanki denizden bir gelecekleri varmış gibi. Poyraz serin serin yüzümü okşuyor. Garson lüferlerimizi getirince kayık tabaklarda, kokusu çevreyi sardı. Limon sıkıca lüferin beyaz etine ağzım sulandı.Bankta oturanlar bize bakıyor, hayır kayık tabaklarda gelen lüferlere bakıyorlar. Neden onlar masada değiller? Neden balık yemiyorlar? Tabiiii. Balık parayla. Balık parayla ama aşk bedava. İnsanlar aşkı yaşayamayacaklarsa, ya da balık yiyemeyeceklerse niye geldiler bu dünyaya?
Boşalan kadehimi garson sormadan doldurdu. Garsonun ütüsüz ve biraz da kirli görünen beyaz gömleğine ve siyah papyonuna baktım belli etmeden.Bir köylü çocuğu olduğu her halinden belliydi. Köyünü bırakmakla geleceğini kurtarmış. Akıllı çocukmuş
Ata art arda ahiret soruları sormaya başladı; ailemle, işimle, maaşımla ilgili. Bir köpek peydahlandı ayaklarımın dibinde . Balık artıklarını ister gibi bakıyordu yüzüme. Sanki bir tanıdıkmış gibi bakanlardan biri de şu bankta tek başına oturan kız idi. Kimi bekliyordu? Epey zaman geçtiği hlde beklenen gelmemişti. Kalktı ve gitti. Üzüldüm. Kaygısız bir ortamdaydık. Tek başıma neredeyse bir şişe şarabı bitirmiştim. Güneş, Haydi artık evlerinize dercesine alçalıyordu. Kalktık. Bakımsız tuvaletleri yüzünden papyonlu garsona fırça çektim. Yılışık yılışık baktı yüzüme. Özür dilemeye bile aklı yetmedi. Papyon kravat takmak yetmez , temizliği ve nezaketi de öğrenmek gerek.
Dönüşte radyodan dinlediğim şarkılara eşlik ederken, o da tek gözüyle bacaklarıma bakıyordu. Haklıydı adam. O gün duygularımı dizginliyemiyordum. Mutluluktan içim içime sığmıyordu. Sebebini şarap sanmayın, yanımdakiydi. Ona dedim ki: “Ben bu halimle eve gidemem . Sarhoşluk yakamı bırakana kadar bir yerde vakit geçirelim.
Öyleyse en uygunu benim ev. Zaten size de yakın. Hem fakirhaneyi görmüş olursun.”
Olur. Demiş bulundum ; başıma geleceği düşünmeden. Düşünseydim, sanki Hayır mı diyecektim. Ne yapalım, inceldiği yeden kopsundu.
Fakirhane dediği gerçekten bir fakir eviymiş. Üstelik yerler, camlar, masa, koltuklar toz içindeydi. Eşyalarının hepsi bakımsız ve eskiydi. Bir eve kadın eli değmezse işte böyle olurdu.
Bir kahve yapayım dedi Ata.
İyi olur, açılırız, dedim.
Ardından mutfağa vardım,ben yapayım kahveyi diye. Elinden aldım. Boş kalan kollarıyla arkadan sarıldı.
Dur ! Kahve var elimde. Dökülecek Dediysem de bırakır mı hiç.?
Kahveleri içince elimden tuttu. Biliyordum, olayın nereye varacağını. Teslim... Ama ona değil. İçimde kabaran duygulara. İsyan çıkmıştı içimde. Bütün duygularım ayaklanmıştı; çünkü gözlerim kapanmış başka dünyalara dalmıştım. Başka dünyalara... Sadece yaşanarak anlaşılan ama, anlatılamayan başka dünyalara...
Dünyam değişti, kendim değiştim. Akşam eve dönen ben, sabahki ben değildim. Çünkü onu daha çok sevdim.

27 / 07 / 04
URLA

12 Temmuz 2004 Pazartesi

Alıç Ağacı Çiçekleri

ALIÇ AĞACI ( Crataegus dikmensis )


Bizim köylü Ahmet Ağa nın oğlu Coşkun ile karşılaştım, çarşıda. Koruma Derneğinin kongresi için gelmiş kente.
Tam sırasıydı;ona bizim oralardaki alıç ağaçları kıyımını hatırlatmanın. Biliyorum; Kongrede konuşup, bir çözüm bulacağız dedi.
Kongrenin çok çekişmeli geçmesine karşın Coşkun başkan seçilmeyi başarmıştı.
Onun başkanlık haberi daha tarlalardaki, yazıdaki, derelerdeki alıç ağaçlarına ulaşmadan başkan, alıç ağaçlarının sebepsiz yere kesilmesi yasağını yürürlüğe koydu. Haberin duyulması üzerine, tüm alıçların alkış sesleri bozkırın gece sessizliğinde dalga dalga yayıldı.
Alıç ağaçlarının Piri, uzun saçları ve sakalıyla, siyah cübbesi ve asasıyla o gece rüyamda karşıma dikildi. Başkana karşı gönül borçları olduğunu söyledi. Ve mucize bir iletişimle o haberi tüm alıç ağaçlarına geçti.
Coşkun o sabah tohum ekmeye tarlasına geldiğinde, uzaklardaki ağaçlar bile ona Günaydın diyerek, kıvançlarını dışa vuruyorlardı. Başkan onlara şapkasını sallayarak karşılık verdi.
O beraberinde getirdiği malzemelerle 150 yıllık ağacın gövdesinin çevresinde alçak bir duvar ördü. Ve onu korumaya aldı. Getirdiği levhayı da ağacın gövdesine çaktı.
Rosaceae ( Gülgiller ) Familyasından.
Crataegus dikmensis=Dikmen alıcı.
150 yaşında

Göğsüne takılan onur madalyasının ve koruma altına alınmasının mutluluğunu tüm alıç ağaçları ovayı çınlatan alkış sesleriyle kutladılar. O anda içinde patlayan mucize duyguyu bastıramayan yüzellilik alıç ağacının tüm dalları kar yağmış gibi açılan bem beyaz çiçeklerle süslendi.
İhtiyar bu çiçekleri Coşkun;a adadı.

12/ Tem. / 04
Sivrihisar

6 Temmuz 2004 Salı

Ateşle Oynayan Kız

KURŞUNLU CAMİİ

İki kız, ikisi de onyedisinde. Aynı mahallenin aynı sokağında; okuldaki gibi. İkisi de hoppa, ikisi de neşeli. Hep gülerler, gamzeli yanaklar, inci dişler, ela ve kahverengi gözler. Parlak, gür, siyah saçlar... Hicran balıketi, Gülşen biraz tombul. Dünya umurlarında değil. Kar, kazanç, para onların yaşamında yok. İkisinin de babası esnaf; Kazançları şöyle böyle.
Hicran ile Gülşen yan yana gelince ya yeni müzik albümlerinden seçme şarkılar dinlerler, kendileri de eşlik ederek, ya da erkek arkadaşlarından, aşklarından açarlar konuyu. Erkek arkadaşları...Okulda bıraktıklarını sandıkları, oysa davetsiz olarak evlerine kadar gelen gençlik aşklarını...Bulutların üstündeler, melekler gibi. Dans ederler ayakları yere basmadan. Gençlik işte; umurlarında mı dünya....
İki oğlan da onlardan kalmaz. Biri babasıyla kasap dükkanında, öteki ayakkabıcıda. Gözleri müşteride değil, müşteri kılığında gelen sevgililerinde. Bazan pencerede, bazan Pazar yerinde bir anlık...Görünüp kaybolurlar.
Kimin evi boşsa dörtlü orada. Evde yapılan börek ve kurabiyelerle çaylar içilir, müzik dinlenir. Yaşamları bu kadar. Burası küçük yer , başka şeye elvermez.

Çay yapmak için girdikleri mutfakta Gülşen, sevgilisine der ki:
Bzimkiler yoklar, görüyorsun. Karabayır köyüne gittiler, yarın dönecekler. Ben evde yalnızım Bu kadar söz oğlanı kudurtmak için yetti ve Gülşenin sözünü o tamamladı:
Bu akşam gelebilirsin Evet. Gelebilirsin saat 23 dediye yineledi, Gülşen ve ilave etti:
Pencere dibine gel. Yerden bir avuç kum al ve cama fırlat. Ben anlarım ve perdeyi açıp kapatırım, seni görürüm. Sonra aşağıya inip karıyı açarım. Sakın zile basma

Mutfaktkiler tepside dizili çay bardaklarıyla geldiklerinde meraklı Hicran:
Kız bi dolap döndürdünüz mutfakta demekten kendini alamaz.
Mutfakta yapılsa yapılsa ne yapılabilir, Ablacım. Bize bu yetmezDer oğlan.
İki genç, gözleri saatta, ve onları anlamayan , umursamayan saat. Saatlar 23e gelirken bir kız perdenin arkasında ve bir oğlan pencere dibinde, bir avuç kum elinde. Kilise çanının onbir adet vuruşu, iki gencin yüreklerinin küt küt vuruşu ve pencere camından yankılanan kum sesleri, hepsi bir birine karıştığı bir anda açılan bu kapı gönüllere açılan bir kapıydı. Sevap kapısıydı, günah kapısıydı. Sarıldılar kapı arkasında bir birlerine ve yukarda sedirde, perdenin
gerisinde öpüştüler, koklaştılar, ağlaştılar ve konuştular gelecekle ilgil

Gülşen çok seytek kasap dükkanına gider. Sevgilisini ya görür, ya görmez. O da kapının önünden geçerken bazan tökezler, önüne bakmadığından, pencerede onu ya görür ya görmez. Pazar yerinde anne önde, kız arkada sepetiyle ama, gözler alış verişte değil; kalabalık arasında onu arar, ya görür , ya görmez.

Üç ay geçer, üç yıl gibi. Gene bir uygun durum çıkar. Bu kez de anne ve baba iki günlüğüne bir başka kente başsağlığına gidecekler. Gülşen gene tek başına kalacaktır . Şeytan aklına girer ve Gülşen kasap dükkanında çalışan sevgilisine Hicranın aracılığıyla haberi ulaştırır. Senaryo belli, roller belli. Gece saat 23:00 ve parola kum. Hicran, Gülşenden daha meraklı ve de sabırsız. Ertesi günün çabk gelmesi için elinden gelse saatları ileri alacak.
Hicran, etesi gün muradına erer. Gülşen onu tahrik edecek biçimde çevirdikleri filmi anlatır.

Akşamın karanlığı çökerken yaşamın üstüne, kapının zili çalar. Gülşen pencereden bakar ki, kapıda bir polis. Ne var acaba diye kuşkulanır ve korkarak kapıya iner. Kapıyı açınca polis giysisi içinde gülümseyen bir yüz çıkar karşısına: Abisi. Abi, polis olup uzak bir ilçede görev yapmaktadır. Kucaklaşırlar, hasretlik giderirler, sedire karşılıklı otururlar. Abi, anneyi, babayı sorar.Bilgi alır. Kendi kendine :Aksi şans bula bula bu günü mü buldun der. Gülşen de içinden aksi şans bu günü mü buldu.Sanki günler tükenmiş gibidiyerek acınır.
Gülşen durgun ve düşüncelidir.Abisinin konuşmasını takip edemez Abi fark eder ve sorar:
Bizim kız! Rahatsız mısın, düşünceli görüyorum seni
Yok yok. Komşu ekmek getirecekti de onu gözetliyorum. Bari ben alıp geleyim diye ayağa kalkar, Sen şu gazeteye bakakoy der ve fırlar. Fırlar ama furuna değil; kasap dükkanına. Bır de varır ki, oğlan yok. Onu göremeden döner. Hani ekmek ? diye sorunca Abi:
Aksilik. Fırın kapanmış der.
Şimdi ben gelirken açıktı. Ne çabuk kapanmışAbi, telaşımı hoşgör. Yanlış söyledim. Fırında ekmek kalmamış

2

Abi kardeş konuların içinde kaybolurlar. Bir de bakarlar ki saat 10 olmuş Gülşen:
Yoldan geldin, yorgun olmalısın. Yatağını yapayım
Kız yatağı hazırlar. Allah rahatlık versin diyerek kendi odasına geçer.
Gülşen huzursuzdur. Aklı saata takılı kalmıştır. Saatlı bombanın patlamasına ise bir saat kalmıştır. Kız kaygılı , sinirli ve de çaresiz..
Ve işte vakit tamam. Kulağı seste, cama kum atacak. On dakika geçer ses mes yok. Sevinir, inşallah gelmekten vaz geçmiştir, ya da bir engel çıkmıştır, diye. Yarım saat geçer hala bir belirti yok.Kızın tedirginliği tam yok olacağı bir sırada, cama atılan iri kum taneleri, sanki onun başına atılan taşlar gibi gelir ona. Uyanan Abi, ne olduğunu bilmeden perdeyi açınca, sokakta bir heykel gibi dikilen siyah kazaklı, uzun boylu delikanlıyı görür. Önce bakışmalar, sonra oğlan baltayı taşa vurduğunu anlayınca kaçar. Abi arkasından seslenir.
Hey ! Baksana! Kimsin sen? Ne arıyorsun burda?
Oğlan arkasına bakmadan kaçarken, sinirleri bozulan Abi, Hırsız var, hırsızdiye bağırır. Kız sırtında geceliğiyle Abinin yanına gelir. Çok korkmuş gibidir. Fikir yürütür:
Abi bu kesin hırsız. Babmların evde olmadığını bilen birisi. Evi boş sandı. İşi garntiye almak için camı tıklatarak bir yoklama çekti. Ya sen olmasaydın ben ne yapardım?
Uykusuz geçen gecede iki kardeş olayın heyecanını kafalarından atamazlar. Ertesi gün gittikleri yerden dönen anne ve babaya endişeyle anlatılan olay onların da rahatını kaçırır. Birlikte yorumlarlar. Anne der ki:
Hatırlayın. Bu ikinci kez oluyor. O zaman da biz evde yoktuk.Abi:
Bana göre iki olayı da yapan aynı kişi. Hem de bizleri iyi tanıyan biri.
Bakarsınız bir gün yine gelecektir. Onu bulup dersini vermeliyiz.
Anne, Abiye sorar:
Eşkalini söyle hele. Ne gıbalıydı (Genel görünüm)?
Siyah kazağı vardı. İnce, uzun boylu, 20 yaş civarında, gür saçlıydı. Karanlıkta daha çok göremedim. Anne:
Bana kalırsa bu, Acemlerin kasap Şükrünün boşta gezen oğlu. Bizi m burdan sık geçer. Hem de boynu kırılacak gibi bakarak Anne kıza dönerek:
Hani okulda sana daklaşan ( İlişen) bu oğlan değil miydi? Adı neydiSelimder kız.
Abi sorar:
Nerede bulunur bu hergele? Ne iş yapar?

3
Anne:
Boşta gezer dedim ya.
Baba:
Hayır hayır. Kasap Şükrünün oğlu babasının ynında çalışır Abi:
Anlaşılan oğlanın amacı hırsızlık değil. Doğru söyle bizim kız! Bir ilişkiniz var mı? Birbirinizi seviyor musunuz?
Vallahi, billahi yok abi. Ne gördüm, ne konuştum.Gece sabaha kadar olayı kafasında irdeleyen, planlayan Abi, sabah olunca Ben çarşıya gidiyorum deyip evden çıkar. Kasap Şükrünün dükkanına varır.Tezgah başında gördüğü gence : Selim sen misin diye sorar, Selimin aklına hemen akşamki olayın hesaplaşması gelir . Korkar ve bocalar.
Dün gece saat 12 de sen neredeydin diye sorar.
Evdeydim. Yatmıştım. Ulan it oğlu it. Kimi kandırıyorsun diye üstüne yürür. Kapışırlar. Dar dükkanda bir birini duvara, tezgaha çarparlar. Abi , Selimi çok hırpalar. Kan revan içinde bırakır. Lakin canı yanan ve kurtulamıyacağını anlayan Selim
canhavliyle tezgahtaki kasap bıçağına uzanır. Çarşıda Abi önde Selim arkada koşarken korkudan kimse varamaz kurtarmaya. Oğlan yakalamak üzereyken polis Abi bir dükkana sığınır ve nefsi müdafa durumunda kalınca Polis Abi beylik tabancasını çeker ve ateşler. Olayı Hicranın tanıklığı aydınlatır.
.
6/7/04
Sivrihisar