5 Şubat 2004 Perşembe

Kendimizi Sorgulamak

Bir vakfın geleneksel yemekli toplantısında, ünlü bir kişinin yapacağı konuşmaya davet edilmiştim. Vardım ki, salon benim gibi davetlilerle dolmuştu. Çoğunluğu tüccar, sanayici ve iş adamı yüzlerce kişi birlikte yemek yemek ve konferansı dinlemek için gelmişti.
İnsanız; bazan mutsuz, bazan da doyumsuz olabiliyoruz. Kaygılarımız oluyor.
Meğer tüm olumsuzlukların çaresi içimizdeymiş; kendi kendimizi sorgulama alışkanlığımızın olmayışındanmış.
Gerçekten biz toplum olarak kendimizi sorgulama alışkanlığını edinememişiz. Sorgulamak deyince, hep başkalarını sorgulamayı anlamışız.
Oysa mutluluğa açılan kapının sihirli anahtarı, kendimize soracağımız bir
Soruda gizliymiş.
Neymiş o soru? İşte konferansın konusu da bu ya...

Yemeğin ardından Vakıf Başkanı kürsüye gelerek, konuşmacıyı çağırdı. Ama sürpriz olsun diye adını söylemedi. Onu konuşmanın bitiminde kendisinin söyleyeceğini ifade etti.
Konuşmacı orta boylu, şişman görünümlü, tepesindeki saçları dökülmüş, arkadakiler uzayıp uçları arkaya dönünce hoş bir hava vermiş, yakışmış, güleç yüzlü, yaşlı ama enerjik, dışa dönük bir kişi. Aslında o, medyatik bir kişi olduğundan tanıtım için fazla söze gerek yoktu. Başkan kürsüyü konuşmacıya bırakırken, bir hoş geldiniz alkışı yükseldi. Teşekkür sözü alkışlar arasında kaybolurken, o sözlerine başladı.

Ben bir köylü çocuğuyum. Anam, babam da köyün kahrını çekmiş insanlardı . Onlar her türlü çiftçilik işlerinde çalışırken ben de gölgeleri gibi onların ayaklarının dibinden eksik olmazdım. Devlet kapısında memuriyete başlayıncıya kadar, bir köylü kadar köylü olmuştum. Onun için Benim köylü halkımı, ben çok iyi tanırım.
Konuşmacı, insanın kendisinin sorgulanmasından hazetmediğini söylerken, dinleyicilerin tüm dikkatlarını üstüne çekebiliyordu. Derin bir sessizliğin içinde tek duyulan onun arka arkaya sıraladığı ve ağır ağır söylediği çok virgüllü sözcükleriydi.
Diyordu ki: Bir insanın geleceğini, onun belli koşullarda doğmuş olması belirlemez. İnsan köyde, kentte her hangi bir yerde doğmuş olabilir. Çok zengin ya da çok fakir olarak gelmiş olabilir. Bu kazanımların ya da yoksullukların kalıcılığına güvenmemelidir. Dünyamızda her şey değişim sürecindedir. Ancak insan aklının gücü sayesinde değişimlere uyum sağlamaya çalışır.
Konuşmacı bi yudum su içtikten sonra, dinleyicileri süzdü, uyandırdığı etkiyi ölçmeye çalıştı ve gülümseyerek devamla:
İnsan istemediği sürece hiçbir şey olduğu gibi kalmak zorunda değildir, genellemesinden yola çıkarak şöyle sürdürdü konuşmasını:
İnsan kendisine mutsuzluk ve doyumsuzluk veren bir durumu değiştirmek istediğinde kendisine şu soruyu sormalıdır: Öyleyse nasıl olmasını istiyorsunuz? İstek belirlendikten sonra tüm davranışlar isteneni gerçekleştirecek ögelere odaklanmalıdır. Böylece yaşamınızı olumsuz etkileyen faktörleri saf dışı etmiş ve onların etkisinden kurtulmuş olursunuz.
Unutmayınız. İnsan istemediği sürece hiçbir şey olduğu gibi kalamaz. Olumsuzları seçiniz ve onları yaşamınızdan çıkartmanın savaşını veriniz
Bir saat kürsüde kalan konuşmacı, ana fikri bu olan konuşmasına biraz da anılarını katarak, son sözlerini vakur bir ifadeyle Ben.............., hepinize saygılar sunuyorum diyerek bitirdi.

05 / 02 / 2004
Alsancak-İZMİR