12 Kasım 2003 Çarşamba

Kırmızı Bluz

Meryem bu köyde doğdu, onaltısına burada bastı. Önce okulu sonra halıcılık kursunu bitirdi. Sonra da görücülere mankenlik yaptı. Üzerinde yoğunlaşan bakışlar her yıl artarak sürdü; çünkü güzeldi. Altmış haneli bir köyde onun gibi çakır gözlü birisi daha yoktu. Her gencin gözü ondaydı. Gençler attıkları oklarla onu hedef yapmışlardı. Bakalım kimin oku bu ahuya isabet edecek. Bu nedenle annesi onu çeşmeye suya, bağa, bahçeye tek başına bırakmaz. Köy küçüktür; öksürsen duyulur öteki
uçtan.
Meryem onaltısında. İçinde bir kıpırdanış başlar. Bir başkaldırış belirir. Aynaları ve pencere önünü kimseyle paylaşmaz. Okuldan dönecek çocuğunu bekleyen anne gibi kendisinin de bilemediği bir duygu, bir beklenti onu hep pencere önüne çeker. Deneyimli anne, ufukta beliren rahmet bulutlarının yaklaşmakta olduğunu görür. Görür de eli varmaz kafesteki kanaryayı uçurmaya. Ama bir gün mutlaka...O gün gelende kapıyı çalan el elbet boş dönmeyecektir.

Köyün kadınlarının çoğu tarlaya nohut yolmaya giderler. İyi iş, parası tatlı. Meryem in annesi de imrenir; kız, üç,beş ne getirirse hora geçer, kız çeyiz ister. Anne , kızı işçibaşı Zehrana ya ( Zehra anne) teslim eder ve tenbihler aman göz kulak ol, bu gençler ayaklarını nereye bastıklarını bilmezler

Grup halinde tarlada nohut yolmak pek keyiflidir. Türküler çağrılır, şakalar yapilir, takılmalar, sataşmalar, kurabiyeli çaylar, dedi kodular...Sıcak ağustos ayında günler başka nasıl geçer.. Tepede kavurucu sıcak , yerde sıcak toprak. Bu bozkırın insanı dayanıklıdır : açlığa, susuzluğa, uykusuzlüğa, acıya, cefaya.
Meryem in geldiği ilk gündü; canlı, hareketli ve sevecen tavırlarıyla pek keyifliydi. Taşan neşesi ötekilere de bulaşıyordu. Ancak dikkatını bir yöne çevirdiği gözlerden kaçmıyordu: Kamyonetin sürücüsü. O, çıkmıyordu arabanın içinden, birşeylerle uğraşıyordu, kendi kendine. Oysa Meryem onunla konuşmak, askerden yeni geldiği için hoş geldin demek istiyordu. Aslında Mehmet abisi onun için pek de yabancı sayılmazdı. Kız bir bahane buldu sonunda: Ayakkabısını eline alarak yanına vardı. İkisi de heyecanlandılar. Önce bakıştılar, sonra kız :
Mehmet abi, şurası ayağımı vuruyor. Yapabilir misin
Mehmet elinden alır, birşeyler yapar ve tamam diye verir.
Sağol abicim Derken gene göz göze gelirler. O ana kadar Mehmet kızın çakır gözlü olduğunun farkında değildi. Mehmet, kızın çekiciliği karşısında ona kapılır.

Zehrana iş bölümü yapacaktır, Mehmet e seslenir:
Mehmet hadi oğlum, oyalanmayın, başlıyoruz.
İkisi de gelir ve sıraya yan yana girerler. Yakın bulunmak, fiskos etmek ikisini de mutlu kılar. Mutluluk coşturur, morallerini yükseltir. Güneş, rüzgar, sıcak, yorgunluk vız gelir. Gelir ama, rüzgar gittikçe sertleşir. Hava değişmeye başlar. Ufukta kara bulutlar oluşurken, Zehrananın keyfi kaçar. Meryem Mehmetin üşüdüğünü görerek:
Mehmet abi üşüyeceksin, bir şeyin varsa giy
Yok be bizimkız, üşümem
Benim hırkam var arabada getireyim mi
Sağol. Zahmet etme. Biz alıştık soğuğa askerlikte....

Rüzgar geçmiş, hava sakinleşmiş, yaprak kıpırdamıyordu . Zehrananın sesi duyuldu.:
Hadi geçler bırakın. Çay demledim. Gelin alıcın altına. Ağacın gölgesini kapmak için koşarlar.Meryem ile Mehmet süzüle süzüle gelirken Zehrana kızı yanına oturtur ; ne de olsa tenbihlidir..Gerçi onun ipiyle kuyuya inilemeyeceğini herkes b

Nohut yolması on gün sürer; on altın gün. On gün Mehmet ile Meryem in hızlı gelişen aşklarını perçinlemeye yetti. Bitmese dediler. Ne çabuk geçti dediler. Ama, dünyanın hali böyledir: Başlayan her sürecin bir sonu vardır. Meryem in annesi , Zehrana yı istediği kadar tenbih etsin , ne yazar. Aşk bu, bir gün, bir saat bile yeter. İş arkadaşları bazı şeyleri sezerlerse de hoş görürler.
Oldu bir kez, isteseler de istemeseler de... Mehmet bir hayalet gibi kızı izler. Bir gün oğlan Meryem lerin koyun evine gelir. Maksat eve gelmeyen koyunlarından birinin yanlışlıkla buraya gelip gelmediğinin kontrol etmektir. Koyunevinde Meryem ile karşılaşırlar. İkisi de heyecanlanırlar, Çarpıntı, terleme gelir arka arkaya. Mehmet en uygun zamanı yakalamıştır. Der ki:
Hasan emmiler elma toplatacaklar, işçi arıyorlar. Ben gideceğim, sen gelmez misin
Ne zaman
Haftaya
Bizimkiler hiç belli olmaz. Gene de anneme bastıayım. Olumlu cevap alırsam, bizim balkondaki çamaşır ipine kırmızı buluzumu asarım.. Kırmızı buluzu görürsen elmalıkta görüşürüz.

Bahçede ikisi bir ekip oluştururlar. Oğlan elmaları kesip toplar, kız sepete koyar, omuzunda sepeti taşır. Dokunamazlar birbirlerine. Ama ne önemi var! Gözler anlatır söylenecekleri. Hem sözlerden daha gerçek. Sözler, bazan sahte, bazan yalancıdır. Oysa bakışların yalanı sahtesi olmaz

Zehrana seslenir Meryem e:
Sizin köpek geldi, korkuyoruz, çağır oraya Meryem in sesini alan Karabaş, Meryem e sokulur, koklar, kuyruğunu sallar, sevecen bakışlarla açlığını anlatmak ister. Meryem in sevmesinden hoşlanır.Köpek Mehmet i de koklar, hoşlanmaz ve gider. Mehmet der ki, kendi kendine: Köpek bile benden akıllı. Bu söze alınan Meryem, Mehmet e sarılır. Mehmet, kızın dayanılmaz kokusunu alınca, Karabaş ı bir kez daha haklı bulur.

Zehrana, Meryemi yanına çağırır. Tetiyi göstererek Su bitti. Şu derenin ilerisinde bir pınar var. Hem de suyu soğuk. Testiyi al, doldur getir. İçelim buz gibi. . Ama yalnız gitme, köpek olur, yılan olur. Mehmet i yanına al Meryem bu görevi severek ksabullenir. Ama neden Mehmet le bunu anlayamaz.. Anlamasa da günah bende değil der. Yol boyu bu olayı Mehmet ile yorumlamaya çalışırlar. Kız der ki:
Hiç kuşkun olmasın Zehrana bizden yana. Korkma o bizi birbirimize denk buldu ya, gerisi gelir
Peki onun çıkarı ne
Ben şöyle yorumluyorum: O çevre yüzünden gençlik heyecanını hiç yaşayamamış. Şimdi bile konu komşunun gözü onun üstündeymiş. Dul ya...O halden anlıyor
Sevdim kdını. Aşk olsun.
Derenin kıyısına gelince kız pınarı görür:
İşte pınar, uzak değilmiş, derenin dibinde
Kayarsın ver elini
Kaya kaya inerler el ele kum yamaçtan. Yumuşak ak eller oğlanın kemikli elinde. El değil mengene sanki. Çekince kızı kendine, testi düşer yere. Yuvarlanır gider ve bir kayaya çarparak kırılır. Kırıkları kız alr eline, bakar bakar sonra oğlanla göz göze gelirler ve Meryem sarılır Mehmet e...
Yeter ki kalbimiz kırılmasın. Nazar oldu bize. Zehrana nın nazarı pek kuvvetli derler
Ben nazara inanmam
Mehmet kızı çeker çimlerin üstüne ve uzatır boylu boyunca. Sevişirler, gönüllerince. Vakit durur., onlar durmaz..
Zehrana nın gözü yollada kalır. Arkalarından gider. Yamacın başında karşılaşırlar.
Nerde kaldınız? Susuzluktan öldük. Hani testi ?
Kız aşağıda kırıkları gösterir. Zehrana iner kırıkları alır eline inceler. Sonra pınarın buz gibi suyundan içer, einı yüzünü yıkar. Üçü birlikte bahçeye dönerler.

Sonbaharın tam ortası, üzüm zamanı yani. Bağ bozumu şenlikleri sürüyor. Küçüklü, büyüklü insanlar bağlarda, asmaların aralarında kıynaşıyor ( kıpır kıpır gezinmek).Ocaklar yanıyor, yemekler pişiyor, dumanlar tütüyor, pikaplarda şarkılar, türküler... Bağlar bozuluyor. Bulutlar çöktü dağlara, rüzgar soğuk esiyor. Kimin umurunda soğuk. Bağ bozumu şimdi.
Sıra Meryemlerin bağda şimdi.
Kırmızı buluz askıda. Mehmet hemen kapıda biter. Kız içeriye almaz Mehmet i. Kpıdan söyler diyeceğini:
Üç gün sonra bizim bağ bozulacak. Zehrana aldı işçiliğini. Onu gör ve onun ekibine gir. Bu kadar hadi şimdi git
Bağda buluşurlar üç gün sonra ; yıllardır hasret kalmış sevgililer gibi .Dokunamazlar birbirlerine, kalabalık. Ne zararı var, Zehrana sağ olsun nasıl olsa ikisini bir ekibe verecek. Tıpkı elmalıktaki gibi.Bırı sepet taşırken, öteki salkımları kesecek.
.Omcaların üstüne eğildikce üzümlerin değil, Meryem in mis gibi kokusu çileden çıkartır oğlanı.
Bir fırsat daha belirir. Cuma günü Karacadağ a bir ziyaret gerekecektir. Günü birlik. Bunu Mehmet e duyurmanın tam yeri. Der ki Mehmete:
Cuma günü çağırsam seni, gelebilir misin?
Böyle şaka yapılır mı? Şimdi bayılırım
Dua et bir engel çıkmasın. Kırmızıyı görürsen gel, görmessen , git, yok ol
Kaç gün var cumaya
Beş gün
Geçmez ki...
Sabretti. Beşten başlayıp geri geri sayarak, her gün bir tane tüketti günleri. Sevda yaşamsal bir olgu. İnsana güç verir, azim, umut ve direnme gücü verir. Sevdayı tatmayan kendini yarım adam saymalıdır.Mehmet der ki, kendi kendine:
Ferhat sevgilisine kavuşmak için , dağları aşamayınca nasıl delmeye kalkışmış Ben dağlarda değil düz yollarda kavuşamıyorum ona
Günlerden Cuma. Mehmet iki kez geçer evlerinin önünden. Kırmızı mırmızı yok. Boşa gitti bizim bekleyişler der içinden. Bir saat sonra bir daha geçişte kırmızıyı görür. Kapının önünde etrafına bakar ve kapıyı kolayca açar. Kapının sesinden bilir Meryem geldiğini. .
Perdeler her zamanki gibi kapalı. Pencere önünde bir sedir Sedirin iki başında iki minder ile soluk bir sedir halısı. Yerde orta boy bir taban halısı, onun da renkleri solmuş. Duvar diplerinde dizili sandalyeler. El işlemeli örtüsüyle bir orta masası. Bir yatak dolabı ve beş numara gaz lambası
Divanda yan yana otururlar.
Seni görmeyince deli gibi oluyorum
Ben de seni özlüyorum
Sevda denen şey buysa, bu bir işkence..
Ama tatlı bir işkence.. Vaz geçebilir misin
Beni bırakmayacaksın değil mi?”
Sen deli misin, hiç bırakır mıyım
Beni alacaksın değil mi
Helbet
Almaz da orta yerde bırakırsan, vallahi böcek ilacı içerim
Delilik etme senin gibi bir kıza yakışır mı bu?.
Kız Mehmet i kendi odasına götürür. Kız utanarak soyunur. O çıplak bir erkek bedenine ilk kez dokunmaktadır . Ürkek, korkak, çekingen, utangaç ruh halleri içinde kız, sevdasını kanıtlamak
amacıyla girer oğlanın koynuna
Yatakta geçirdikleri bir saat bir rüyaydı sanki. Bu rüyadan uyandıklarında, Meryem, onun sevdalısı olmanın ötesinde karısı da olmuştu. Karısı olmak kolay mı? Yükümlülükleri var, sorumlulukları var.Onlar artık kendilerince karı-koca olmuşlardı.
Gene bir gün oğlan kırmızı buluzu görünce kapıya varır.Heyecan ve sevinç içinde kapıya varır. Açar açmaz balkonda nineyi görür. Nine güneşten solmasın diye buluzu almak için balkona çıkmıştır. Ancak kapının açılıp kapanışını fark etmemiştir. Cesur kız hiç bozuntuya vermez. Buluzu ninesinden alır. Bir suya batırıp çıkartır, sözde yıkamış gibi yeniden asar. Mehmet arabasıyla oradan geçerken buluzu görür. Durumu anlayamaz, şaşırırsa da çok merak eder. Bir süre sonra gelir, kapıyı açar, biraz bekleyince Meryem ile karşılaşır. Meryem el eder gel diye. Gelir. Meryem ninesinden çekinmemektedir. Çünkü onun hem gözleri iyi görmez, hem de kulakları iyi işitmez. Ninesini inandırmak onun için sorun değildir. Ayrıca nine kızı o kadar çok sever ki benim Çakırım diye onun kabahatlarını örtbas eder.
Meryem kapıda tuttuğu Mehmet e der ki:
Kırmızıyı görünce gel geceleyin. Camı tıklat. Ben kapıyı açarım Peki, sizinkiler Bizimkiler Karadağ a gittiler. Ben ninemle kalıyorum. Bu gece yoklar. Ninemin kulakları duymaz, korkma
Tamam. Saat 12 de geleceğim Hadi şimdi tabanları yağla bakalım
Mehmet kahvede saat doldurmaya bakıyor. Vakit ilerledikce insanlar kahveyi terk ediyorlar bir bir.On ikiyi bekleyen iki kişi kalmıştır, biri Mehmet, diğeri kahveci. Kahvecinin gözü Mehmet ;te, Mehmet;nki ise saatta . Kahvenin duvarındaki saat 12 yi vururken, nöbete giden asker gibi, Mehmet pencerenin altındadır. Camı tıklatır, perde açılıp kapanır. Meryem kapıyı açar.
Meryem in tek kişilik yatağında iki kişi. Saat 5 olmuştur. Sabah ezanı okunurken Mehmet evi terk eder. Sabah namazına kalkan Nine kapıyı duyar gibi olur ve sabah kıza sorar: Sabaha karşı bizim kapı kapandı mı, yoksa ben mi öyle duydum Kız, Sana öyle gelmiştir. Kim olacak deyip kapatır.

Aradan epeyce zaman geçmiştir. Kırmızı Byrak çekilmez olur göndere.. Mehmet meraktan çatlayacak gibidir. Acaba hasta mı? Yoksa bir duyan, gören mi oldu? Huzursuz günler yaşarken mehmet, bir kez daha görür kırmızıyı. Koşup varır kapıda konuşurlar
Senin haberin yok mu? Köy çalkanıyor
Hayrola gören duyan mı olmuş
Yok canım. Beni Alim in Bücüre istiyorlarmış. Aileler arasında konuşulmuş. Annem olmaz, kız daha küçük demiş
Sana sormadılar mı? Sen ne dedin
Ne diyeceğimi bilmiyor musunGözleri yaşaran Meryem:
Duymadıysan haberin olsun diye çağırdım. Hadi git şimdiOlay Mehmet in kafasına çimento dökülmüş gibi oturur. Üzülür, yemeden içmeden kesilir. Sarhoş gibi dolsşır. O sokağa girip çıkmaz, Kırmızı buluzu aramaz, aşk vurgunu olur. Arkadaşları fark ederler değişikliği. Mehmet söylemez sırrını. Her seferinde bir bahane uydurur.

Lakin Bücür ün babası vaz geçer mi hiç. Dediğim dedik. Alacağım o kızı diye tutturur Araya admlar koyar. Başlık parasını artırır. Meryem in babası Hüsnü iki arada bir dered e kalır. Cevabı karısına yıkar. Daha kız küçük. İlerde belki Bücürden (Yusuf) daha iyisi çıkar diye gönülsüz davranır. İşi Meryem in annesinin sonuçlandıracağının anlaşılması üzerine kadına baskılar başlar.Kadın: Benim kızım daha küçük, bende satılık kız yok, dese de baskıların sonu gelmez.Zaten Meryem de inatla ayak diremektedir. Bu konuda kız o kadar ileri gider ki: Beni o bücüre verirseniz öldürürüm kendimi der. Annesine, babasına tavır koyar. Küser, yemez, içmez. Kız daha onaltısında. Evlilik için erken bir yaş. Zaten iki durum var ki, ağır basmaktadır. Birincisi kız Mehmet i deli gibi sevmektedir. İkincisi, Meryem bakire değildir. Ne var ki , bu iki durumdan ne annesinin haberi vardır, ne de annesinin.
İşi zamana bırakırlar. Alim unutur mu hiç! Gün sayar. Zaman dediğin nedir ki, geçiverir; kız girer onyediye.. Köyde örneği var. Yasal engel de kalkmıştır. Bu süreçte annenin direnci de zayıflamıştır. Baskılar yeniden güncelleşir. Sonunda kadın pes eder. Bir gün alır yanına mal delisi kocasını , haber iletir karşı tarafa.
Gelirler bir akşam gürül gürül. Sözler verilir, kahveler içilir. Hatta nişan ve düğün tarihleri bile saptanır. Tüm köy halkına ilan edilir. Mehmet zaten duymuştu. Elinden ne gelir? Acısını içinde dindirmeye çalışır.
Yok artık o sokaktan geçmek, kırmızı buluzu aramak. Hepsi geçmişin hayal dünyasında kaldı.

Bu kadar kolay mı vazgeçmek, bu kadar kolay mı unutmak? Hani böcek ilacı içecekti? Hni benden aytılmayacaktı? Hani kaçarız demişti. Bunlar yalan olabilir miydi? Benim bildiğim Meryem sözünde durur. Kesinlikle söyleyebilirim ki kızı çok baskı altına aldılar, ona zorla “evet” dedirttiler. Ne kadar ısterdim onunla son bir defa konuşmayı. Alim emmi kazandı sonunda. Düğün günü gelin arabasını dayadılar kapıya, Meryem alduvak içinde, iki gözü iki çeşme, babasının kolunda bindirilir gelin arabasına. Sanırlar ki göz yaşları ayrılık nedeniyle, oysa o, hiçbir şey yapamamış olmasına ve Mehmetine yanmaktadır. Yusufların kapıda gelin arabadan indirilir. Bir kolunda Ali m emmi, ötekinde Yusuf. . Alim emmi eşiği aşarken Sağ ayağını at yavrum der. Gelin eşikte serili kuzu postuna bastırılarak ( Kuzu gibi olması için) içeriye alınır.
Avluda, sokakta davullar, zurnalar, tefler, kanunlar çalınır. Yemekler, içkiler, tabancalar eşlik eder eğlencelere. Herkes bayram giysileriyle, pırıl pırıl, anneler yanında, kucağında ve karnında çocuklarıyla, oyalı yazmalar başlarında... Umurunda mı Meryem in göz yaşları...
Akşam yemeğinden sonra gözler saatlarda: Gelin damadı beklemektedir. Damadı getirirler, kapıda sırtına vurdukları birkaç yumrukla iterler gelin odasına. Gelin ayakta bekler damadı.

Gerdek gecesi bir kıyamet kopar gelin odasında. Tartışmalar, anlaşmazlıklar...
Kız değilsin. Gelme yanıma, dokunma bana
Kim demiş! Kara çalma. Sarhoşsun sen. Anlayamadın bile. Ben kızoğlan kızım
Ben kabul edemem. Sabahleyin çekip gidersin geldiğin yere
Sarhoşsun sen. Anlayamadın. Ben kız olarak geldim sana. Kara çalma.

Sabah olur , Yusuf , herkesin bulaşmaktan çekindiği annesine tekmil verir : “ Bin güçlükle aldığınız gelininiz kız çıkmadı. Alın hayrını görün” deyince, evde rezalet çıkar. Alim emmi küplere biner. Ar, namus, şeref, haysiyet sözcükleri havada uçuşmaya başlar. Anne yapıştırır gelini eline,doğru Meryem
lere. Kapıyı Meryem in annesi açar. Onları görünce çok sevinir; el öptürmeye getirdi sanır.Yusuf un annesi günaydın bile demeden:
Alın çürük cevizinizi, başınıza çalın
Der ve konuşmadan çekip gider. Meryem in annesinin dizlerinin bağı çözülür ve oracığa çöker ve kızı sıkıştırır:
Başıma bu da mı gelecekti. Doğruyu söyle gavurun kızı, başından bir iş mi geçti, tarlada, şurda, burda
Yok anne. Yalan söylüyorlar. Oğulları sarhoştu yanıma geldiğinde. Fark edemedi, anlamadı bile. Yarını bekleseydi. Sarhoşluğu geçseydi
Şimdi ne diyeceğiz el aleme. Vah başıma gelenlere vah
Ben size demedim mi, beni Bücüre vermeyin diye

Anne kendini toparlar. Kızı alır ilçeye giderler : Hükumet tabibine, kızlık raporu almaya..
Anne ve kız, Hükumet Tabibinin odasındalar. Anne başlarından geçeni anlatır. Doktor bir kıza bakar, kızın iri ve yeşil gözlerine. Hafif tombul, beyazlığına ve de körpeliğine...Bir de bunu ret eden aptalı düşünür. Doktor kızı muyene odasına alır. Kız olup bitenleri en ufak aytıntısına kadar anlatır. Sevgilisioldüğünü, onunla birbirlerini çok sevdiklerini söyler. Ve ilave eder: Doktor abicim, elini ayağını öpeyim, bana kız raporu ver. Ailemizin şeref ve onuru, benim iffetim ve namusum her şeyim vereceğin rapora bağlı. Aksi halde bu işin ucunda cinayet ve intikam var. Bu yuvanın temelini senin raraporun kuracak. Asi halde kimse benimle evlenmeyecek. Onyedisinde bir koncayım. . Açtırmadan soldurmayın. Her şey senin kaleminin ucunda.. Beni koru, bana uygun bir rapor ver
Doktor masasının başına geçtiğinde,anne çok gergin sonucu bekliyordu.. Doktorun yüz ifadesinden birşeyler anlamaya çalışan anneye doktor der ki Kızınız dün akşama kadar bakireymiş. Kızlığı dün bozulmuş. Gerdek gecesine kadar bakireymiş Sonucu doktorun ağzından duyan anne o kadar çok sevinir ki, bir doktora sarılmadığı kalır.

Meryem in annesi elinde mühürlü raporla soluğu, Alim emminin kapıda alır. Ve kaynanaın gözünün içine sokar kızlık raporunu. Şimdi konuşma sırası Meryem in annesindedir. Söylemedik söz bırakmaz. Rapor köyde beklenen yankıyı yapar. Dedikodular, tefsirler... Sonunda çakır kızın namusu aklanır.

Meryem ile Mehmet in hikayesi ölü doğar.Kısmeti yokmuş meğer.. Çakılır kalır bir yerde. Ne Yusuf, Meryem i seve bilir bu saattan sonra, ne de Meryem.. Geçen zaman onlara ne mutluluk getirebildi ne de sıcaklık.Bücür, Meryem e Mehmet i unutturamaz.. Çünkü bu evlilik ölü doğdu.. Bir rüzgarda yıkılmaya mahkum. Zaten ufukta beliren kara bulutlar yaklaşmaya başladılar bil
Üç ay daha geçmişti görüşmeyeli. Bir gün Necatilerin koyunlukta karşılaşırlar.
Nasıl gidiyor? Mutlu musun bari? Sevebildin mi
Nasıl olack gidiyor kendi halinde. Olmuyor. Sevip sevilmeyince olmuyor. Ondan koca olur mu? Ne yaparsınki mahkumum.
Ayrıl, gel bana. Nasıl olsa çocuk da benden. Kaç aylık oldu
Dört
Bu konuşma Mehmet i çok üzer. Günlerce düşünür bu olanaksız ortamda. Onu belki ceviz silkiminde tekrar görürüm der. Ceviz toplamaya gelir diye umut eder. Bu yıl da ceiz ağaçlarının çoğunu Bücür silkelyecek Hıratlı Hüsnü nün ceviz ağacı çok. Bücür hafif olduğundan dalların uçlarına kadar varabiliyor. Maymun gibi. .Sırıkla vurdukca cevizler patır patır dökülür. Kadınlar, yaşlılar, çocuklar ise toplar. Çakır aşağıdan gösterir, Yusuf o dallara vurur sırıkla.
Yusuf ! Şuraya vur, şuraya.
Burayı mı diyorsun.
He he tam ora, vur, vur.
Sırık bir kalkar bir iner,bir dal kırılır, çat diye. Bütün bakışlar sesin geldiği yere yönelir. Yusuf un ayağı boşlukta kalmıştır. Dal ve Yusuf düşerken yere bir çığlık kopar. Kara bir çuval gibi çakılır taşların üstüne. Meryem koşar, ötekiler koşar, toplanırlar Yusıf un başında. Heyecan ,ağlaşma, öfke şaşkınlık... Evden getirilen bir kilimin üstüne yatırılan oğlan henüz canlı ama, durumunun ağır olduğu anlaşılmaktadır. En seri araçla ilçeye ulaştırılması şarttır. En seri araç Mehmet ın at arabasıdır. Koş derler Meryem e, Mehmet e koş.!Araba Alim emminin kapıda.. Arabaya bir yatak serilir. Üstüne Yusuf uzanır. Dizginler Mehmet in elinde. Yanında Alim emmi. Atlar dörtnal giderken Alim: Ha gayret oğlum Memet yetiştirelim. Mehmet sorar:
Konuşabiliyor mu, Alim emmi
Su, su deyip duruyor. Çukur çeşmede dur da su içirelim.
Arkada bırakılanlar yas içindeler. Ağlaşmalar, ağlayamadan donup kalanlar...Gözler yollarda. Bir umut. Bir haber bekleyişi içinde geçmeyen saatlara destek olurlar çabuk ,çabuk... diye.Sonra Köygörünmezde bir araba belirir bu yana gelen. . Bizmki, Mehmetinki. Yvaş yavaş geliyor. Sanki cenaze arabası. Alim emminin gözlerinden akan yaşlar görünmez, henüz uzaktalar.Hrkesin gönlünde sönük bir umut ışığı. Üstü bir çarşafla örtülü Yusuf un cenazesi arabadan alınırken tüm köy halkı oradaydı ve feryat ve yas tüm köyü aplamıştı..
Çocuk anne annesinin evinde dünyaya gelir. Doğan kız çocuğunun dedesi Hıratlı Hüsnü, aptest alıp ezan okuduktan sonra, annesi gibi çakır gözlü kız bebeğinin kulağına: Senin adını Havva, Havva, Havva koydum. Allah bahtını açık etsin der.

Aylar sonrasında güneşli ve ılık bir ilkbahar günü, beyaz çiçekleriyle gelinlik giymiş gibi görünen bir kiraz ağacının altında buluşurlar. Tanrının bile ayrılıklarını istemediği bir ortamda, bir kez daha birbirlerine söz verirler. Bu kez ikisi çakır gözlü ve de aytık Mehmet i benimsemiş Karabaş ile gört kişilik bir aile olarak.

18 / kasım / 03
URLA

7 Kasım 2003 Cuma

Sınav Heyecanı

O yıl Eskişehir Lisesinde ( Şimdiki Atatürk Lisesi) Lise bitirme ve bakalorya sınavlarını vermiş , üniversitelere ya da yüksek okullara girmeye hak kazanmıştım. Ayni lisede Rahim adında bir arkadaşım vardı. Onunla ortaokul birden lise sona kadar ayni okulda, ayni sınıflarda, hatta aynı sıralarda oturmuştuk. Çok iyi anlaşıyorduk. Lise sona gelmiş olmamıza rağmen, meslek edinme hususunda bir vurdum duymazlık içindeydik. Yüksek öğrenimimizi nerede ve hangi okulda göreceğimize dair ne ailelerimizle, ne de kendi aramızda görüşmüştük.Bir gün karanlıkta suya basar gibi,kendimizi karar verme aşamasında bulunca, aklımız başımıza geldi. Evet, bir karar vermek zorundaydık. İstanbul a ya da Ankar ya gitmeliydik. İkisine de gitmeye olanaklar elvermiyordu. Sonunda Ankara da karar kıldık. Orada Yüksek Ziraat Enstitüsünün Ziraat Fakültesi sınavlarına girebilirdik.

Ankara da Ulus Meydanında Anadolu Oteli adıyla basit, yani ucuz bir otel bulmuştuk Sınav günü sabahı otelden ayrılarak sınavın yolunu tuttuk. Gideceğimiz yolun uzunluğu hakkında hiçbir fikrimiz yoktu. Çankırı Caddesi adıyla Ulus Meydanından başlayan caddenin bizi sınavın yapılacağı yere götüreceğini söylemişlerdi. Otobüslere biniş,iniş yelerini, yani durakları bilmediğimiz için otobüsle gitmeyi düşünmedik. Taksi zaten bize göre değildi. Biz iki şaşkın, kollarında saati yokmuş gibi, bir meçhule gidiyorduk. Yürüdük yürüdük vardık sonunda.
Görmeye alışkın olmadığımız koca koca binaların arasında şaşırmıştık. Lkin ortalıkta kimsecikler yoktu. Sınav başlamış olabilir düşüncesiyle paniğe kapıldık. Elimizdeki geçici kayıt belgelerine bir kez daha göz attğımızda sınav saatının bizim bildiğimizden yarım saat önce başlamış olduğunu anladık. Bu sefer de telaşa kapıldık. Bizim kusurumuz sınav saatını yanlış bellemiş oluşumuzdu.
Bizim telaş içinde olduğumuzu fark eden bir adam karşımıza dikildi; yaşlica, şişman, kısa boylu, kalın çerçeveli,siyh saçlı adam: Feneri nerede söndürdünüz? Sınav başladı,koşun. Dedi. Koştuk sınavın yapıldığı yere. Koridorda birçok kapı vardı. Hademe olduğunu tahmin ettiğimiz bir adam, daha kendisine sormadan. Anladı ve kapıyı gösterdi. Vurmadan açtık. Öğrenciler içeriye alınmış. Herkes yerine oturmuş, soruları yanıtlamaya başlamışlardı. Karşımıza dikilen bir gözcünün önünde, merhamet dilenciliği yapar gibi başımız eğik, dikildik ve bekledik. O, sınav gözcüsü bey, şık giyimli, enç ve uzun boylu, saçları arkaya taralı ciddi görünümlü birisiydi. Benim ise gözlerim adamın yakasındaki rozete takılmıştı.Acayip bir takılış, ne anlamı varsa. Rozette beyaz bir zemin üzerinde meşe palamudu ve yaprakları vardı. Adam bizim zavallı halimizi görünce yardımcı olmak istedi. Ama önce dedi ki :Sınav yeni başladı. Sorular açıklandı. Üzgünüm, sizleri alamam.” Alamam sözcüğü o kadar insafsızca geldi ki bana, orada düşüp, bayılmak işten bile değildi. Ne var ki, konuşmasını sürdüren genç adam yol gösterme iyiliğini de yapmaktan geri durmadı. Katib-i Umumiye koşun. O, az önce buradaydı. O, alın derse, koşup gelin, alırım. Onu nerede bulabileceğimizi sorduk ve tarif edilen yere koştuk. Mermer merdivenleri ikişer, üçer atlayarak çıktık. Geniş bir koridora girdik. Buradan üst kata çıkan iki taraflı geniş merdivenler vardı. O güne kadar sadece sinema filmlerinde gördüğüm, devlet adamlarına ve krallara mahsus, üstünde ayrıca kırmızı yolluk serili, parke kaplı merdivenler. Koridorda rastladığımız bir kadına aradığımız kişiyi sorduk. Üst katı gösterdi. Buradan mı çıkacağız anlamında sorunca evet, evet. Çıkın buradan. Dedi. Biz ayakkabıyla halıya basmaya alışkın değiliz . Çekinerek, kıyıdan kıyıdan basarak yukarıya çıktık. Gene geniş bir koridor. Gene kırmızı halı. Büyük bir kapının sağında duvardaki plakada Rektör yazılıydı.Burası değil diye ilerlerken aradığımız tabelayı bulduk. Kapının sağında Katib-i Umumi yazılı bir levha. Önce duraksadık kapının önünde. Sonra vurup girdik içeriye. Nasıl katipmiş (! ) bu diye bir kuşku düştü içime. Bizim bildiğimiz katip yani yazıcı, bir masa, bir sandalye, etajer, dosya dolabı, daktilo, yeteri kadar kırtasiyesi olan bir kişidir. Bir odada bazen birden fazla katip birlikte çalışır Odasında ne perde, ne halı olur. Bir sürahi ile bir de bardak bulunur. Bu katibin odasında ise yerler parke. Parkenin üstünde birkaç halı, pencerelerde kadife perdeler, yerler kadar Tavandan sallanan avizeni bir benzeri bizim orda Ulucamide var ancak. Kocaman kocaman deri koltuklar. Katibin arkaındaki duvarda bir Atatürk resmi vardı ki, böylesini ben ne lise müdrünün odasına, ne de kamakamın odasında görmüştüm. . En az iki katibin üstünde çalışabileceği, üstü camlı masaya şaşmıştım. Masanın ardında boynuna kadar gömülmüş, gözlüklü bir adam yani katıp. Katibi görür görmez tanıdık. Bahçede karşılaştığımız, bize éFeneri nerde söndürdünüz diyen kişiydi. O da bizi tanıkıştı. Demek ki o adam katip miş. Bütün katiplerin müdürü olsa gerek. İkimiz birden dikildik katip müdürün önüne. Geç kaldınız, almıyorlar sınava, değil mi? Dedi. Elini uzatıp bır kağıt aldı, bir şeyler yazdı. Verin bu pusulayı, alsınlar.Dedi. Teşekkür ederk aldık pusulayı ve koştuk.Sınav salonunun kapısında bu kez başka bir gözcü karşıladı bizi.Gözüm gene adamın yakasındaki rozete takıldı, ne hikmetse. Bu seferki, mor zemin üstünde güneşe sarılmış bir buğday başağıydı. Her halde bu rozet ziraatı simgeliyor dedim. Gözcü uzattığım pusulayı aldı, okudu ve gelin arkamdan diyerek bizi salonun sonuna götürüp, bir sıraya oturttu ve soruları verdi.

Memlekete döndük. Sınav sonuçlarını beklemeye başladık. Bu nedenle posta dağıtıcısını takibe almıştık.
Bir şeyi heyecanla beklemenin insanı nsıl da gerdiğini o günlerde anlamıştım. Kazandın desinler, zarar yok beklerim. Asıl içimdeki kuşku beni yiyip bitiriyordu. Çünkü; sonunda olumsuz bir haber de gelebilirdi.
Bir gün postacıyı elinde zarf ile kapıda gördük. O,zarfı sallarken içindekini biliyormuş gibi müjde, müjde ! diyordu. Zarfı yakınlarımızla birlikte açtık. Sınavı kazandığımı okuyunca diğerlerine gerek duymadan, kağıdı uzattım ötekilere. Ne tuhaf ! Bir anda heyecanım sönüverdi balon gibi. Bu kez, şimdi ne olacak? sorusu takıldı kafama.
İnsan aklı boşluğu sevmez. Düşüncenin birinin boşalttığı yeri bir diğeri alır.
Ankara ya yol göründü. Bundan sonraki yaşamım orada geçecek. Kaydımı yaptırdım. Askere çağrılıp da kıtasına teslim olmuş er gibi hissediyordum kendimi. Arkadaşım Rahim in de kazanması beni ayrıca mutlu etti. Arkadaşımla şimdilik dört yıl daha beraberdik.
Eğer rozetinde meşe palamudu ve yaprağı bulunan görevli kişi bize yol göstermeseydi ya da Katib-i Umumi ( Genel Sekreter) sınava alın diye emir vermeseydi, umutlarımız boşa gidecek, yaşamımızın yönü değişecekti.
Yaşamda çok küçük el vermeler bazan çok önemli sonuçlar doğurur. Küçük bir yardımla engel aşılınca, sonrakileri kişi kendisi aşabilir
Daha sonra Katib-i Umumi denilen kişiyi kürsüde ders verirken gördüm. Şimdi de onun öğrencisi olmuştuk.

İlerde meslek yaşamımın üçte birini onunla ayni çatı altında geçireceğimi o zamanlar nasıl bilirdim. Parke döşeli geniş merdivenlerin üstüne kırmızı halı hala seriliydi ve ben günde birkaç kez o halıya basarak inip çıkıyorum. O halı basılmak için oraya serilmişti. O anımı yıllarca üzüntüyle anımsadım. Doğaldır. Kırsal alnadan başkente, ilk okuldan üniversiteye, ilkokul öğretmeninden profesöre, bir katip odasından ktib-i umuminin odasına alışmadan hızlı bir geçiş, aşağılıkduygumu tetiklemişse elbet doğaldır.
Katib-i Umumiden aldığım o küçük pusula olmasaydı, ya da meşe yapraklı ve başaklı rozetleri yakalarında onurla taşıyan iki genç asistanın anlayışlı tutumları olmasaydı, iki lise mezunu genç açmadan kuruyan iki tomurcuk mu olurdu. Dilerim ,Tanrı sınav sorumlularını ödüllendirmiş olsun.

07 / Kasım / 2003
URLA