Yaşamım yalnızlığa endekslenmiş gibiydi. Günlerim sade ve sakin geçerken, çevremle ilişkilerim de kendi normal yolunda gidiyordu.Bu nedenle rahat ve huzurluydum. Biraz da genç ve güzel sayılmam nedeniyle yaşamı keyif verici buluyordum. Nedense evlilikten yana kapalı kısmetimin, yakama yapışmış bekar yaftasını söküp atmaya gücü yetmiyordu
Eskişehir de bir okulda öğretmendim. Genç, güzel, bekar ve de alımlı bir bayan için güzel meslek değil mi? Kimi erkek öğretmenler kimi memurlar ve bir mesleği olmayan boşta gezerler etrafımda arı gibi uçuşuyorlardı. Ama bunların hiç birisi bal arısı değildi. Kimbilir, Bundan ev kadını olmaz mı diyorlar, Bu bana göre değil mi ? Yoksa Biraz geçmiş mi diyorlardı. Ne derlerse desinlerdi. Bu değerlendirmeleri yemeyordum. İşte ben buydum., halimden şikayetçi değildim. Üstelik meleğimi ve işimi seviyordum. Dersliğimde oyuz tane çocuğum vardı; hepsi birbirnden sevimli, birbirinden şirin, birbirinden canikom. Onların saf, temiz, sevgiyle beslenen yüreklerine adamıştım varlığımı.
Zil çaldı. Birlikte çıktık hepimiz. Evlerimize.
İlkbaharın ılımlı günlerinden biriydi. Güneş çevreyi aydınlatıp, ısıtırken, insanlar karanlıktan aydınlığa çıkan hayvanların neşesiyle arkada bıraktıkları kışa dönüp bakmadan mendil sallıyorlardı
Kanaletin kıyısındaki çınar ağacının altında, kırık dökük iskemlelerin üstünde oturmuş tavla oynayan, mahallemizin dört erkeğine gülümseyerek selam verip geçtim. Başlarını tavladan kaldırıp, biraz nezaket,biraz arzu, biraz da dostça baktılar ve selamımı aldılar.
Benim apartmanım onlarınkinin karşısındaydı. Girdim ve kapıya vardım. Elim heybeme gitti., anahtar için. Aksiliğe bak, elime dokunmuyordu. Heyecanlandım. Tekrar tekrar aradıysam da yoktu. Bozuldum, üzüldüm, sinirlendim. Ne yapmamı düşünürken bir kez yan dairenin balkonundan benimkine atlandığı aklıma geldi.. Ama bu işi ben yapamam ki... Aşağıdaki dört adamı hatırladım. Nasıl olsa içlerinden biri bu işi yapabilirdi. Vardım yanlarına.
Tavla oynamaya mı geldin? Diye dalga geçtiler. Endişeli ve sinirli olduğumu anlamalılardı. Dördü birden gözlerini bana diktiler.
Yok mu içinizde benim bir isteğimi yerine getirecek, kendine güvenen?
Olmaz mı? Ama işine bağlı...Gülüştüler yılışık ve sulu suratlarıyla..
Anahtarım kayıp. Kapıda kaldım. Komşu balkonundan atlayıp, benim dairemin kapısını açabilecek. Var mı kendine güvenen, içinizde? Bahşişi de hazır.
Oturanlardan birisi, bir diğerinin yüzüne bakarak:
-Kalk bakalım sana iş göründü. Sen yaparsın bu işi.
İbrahim Karaca