Cumartesiyi ve pazarı geçirdiğimiz bir tatil sitesinden dönüyorduk. Sevgilimle baş başa olmak beni çok mutlu etmişti. Önceden düşünemeyeceğim kadar eğlenceli ve romantik saatlar yaşadık orada. Mutluluğu yudum yudum içmiş, aşk sarhoşu olmuştum. Kader beni ona vermişti. Böyle yazıldığını düşünüyor, kadere karşı savaşılamayacağına inanıyordum. Sevgimizin ölmeyeceğine inandığım gibi.
Onu çok seviyordum. Yaşanan her gün, görevini bitirerek düşen yapraklar gibi silinip gideceği yerde, yeni süren filizler gibiydi. Anladım ki, aşk manyağı ben, ne aşksız yaşayabilirdim ne de onsuz.
Dönüşümüzde o sürüyordu arabayı. Hızla giderken araba yolda bir kasise düştü. Ön lastiğin patladığını anladığımızda direksiyon hakimiyetini kaybetmişti. Saniyelik bir zamanda takla atarak kendimizi bir tarlanın içinde bulduk . Gerisini bilmiyorum. Gözlerimi açtığımda hastanedeydim. Konuşabiliyor ama, neremde ne olup bittiğini bilmiyordum. Kendime glince ilk sözüm onu sormak olmuş.
Şikayetim bacaklarımdan idi. Ayakta durabiliyor, ancak adım atamıyordum. İzdiraplı günleri hastanede bırakarak evimize çıktık.Çeşitli araçlarla yürüme eğitimi, masajlar, ilaçlar pek fayda vereceğe benzemiyordu. Hekimler İradeni kullanacaksın deyip, başka şey demiyorlardı. Onun sık sık gelişinden çok mutluydum. Bana moral ve güç veriyordu.
İnsanlar bazan korku ile aşkı birlikte yaşarlar.
Buna karşın korku denen virusun içimde yuvalanmaya başlaması huzurumu kaçırıyordu. Korkuyordum : ya böyle kalırsam. Böyle kalırsam onun, beni eninde sonunda kaderime terk edeceğini bilmek zor değildi. Terk edilmek, kaderin pençesine atılmaktı. Bu insafsız eylemlere karşı hekimlerden medet umuyor, irademi zorluyordum. Zorladıkça gözlerimin önünde umut ışıkları parlıyordu.
Uzmanlar çabuk iyileşmem için severek yapabileceğim bir uğraşımım olmasını salık verdiler. Biz de kabul edince işe koyulduk. Nasıl olsa bir mesleğim vardı: Muhasebecilik. Yanıma iki de yardımcı alınca oldu bu iş dedim.
Asmaltında bana göre bir dükkan bulundu. Davulsuz, zurnasız, çelenksiz, törensiz açtık büromuzu. Komşu olduğumuz esnaf ile kaynaşmamız hiç de zor olmadı. Ben de onların defterlerini tuttum, mali ve resmi işlerini üstlendim.
Asmaltı; Arnavut kaldırımı döşeli bir mekan. Ortada yaşlı bir çardak asması. Yazın iskemlesini alan esnaf buraya çıkar.
Asmaltı avutuyordu beni. Memnun ve mutluydum. Geçen günler hastalığın gerilimini azaltmıştı. Gün, hafta, ay dediğin nedir ki... Şu koca asmaya sorun söylesin. Kaç kez sararmış yapraklarını döktü ayaklarımızın altına. Ve bir yaş daha ekledi Yukardaki defterimize.
Bir gün Asmaltında otururken, baktım ki bizimki geliyor. Yorgun olduğu yürüyüşünden belliydi. Sarıldım, öptüm. Terliydi. Arkadaşlarla tanıştırdım. Oturttum kendini toparlaması için. Sonra benim büroya geçtik. Üzgün bir havası vardı. Libyada inşaat işi alan bir firma ile iş makinaları operatörü olarak dolgun bir ücret karşılığında anlaştıklarını söyledi. Bir hafta içinde gitmesi gerekiyormuş. Vedalaşmak için gelmiş. Hüzünlü bir havada bir saat konuştuk. İçime ayrılığın acısı çökmüştü.Vedalaştık, helallaştıksarıldık birbirimize
O giderken arkasından bir süre yaşlı gözlerle baktım.
Asmaltında hastalığımın ikinci yılını doldurduğumda görünmez bir kaza gene beni bulmuştu. Ellerimde çift bastonla büroma geçeyim derken düştüm. Kalkamadım. Kaldırdılar ama, bu kez ayaklarım hepten tutmaz olmuştu. Biraz iyileşen halimi de kaybetmiştim. Ayakta duramayışıma çok üzülmüştüm.
Asmaltını terk ettiğim gün, bir daha buralara gelemeyeceğimi bilerek dedim ki, koca asmaya: o, döndüğünde dersin ki, seni hiç unutmadı, hep geleceğin günlerin hesabını yaptı.
Hasret dolu duygularım yetmiyordu ilaç olarak. Hep onu düşünüyordum.Döndüğünde dökeceği gözyaşını düşünüyor, biliyordum sonunda gideceğim yeri.
03 / Şub./ 03
Alsancak - İZMİR
İbrahim Karaca
3 Şubat 2003 Pazartesi
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)